17 Kasım 2025 Pazartesi

Kıbrıs'ta Yakında 'Kusursuz Fırtına' Şartları Oluşabilir

 

Giriş

Geçtiğimiz gün KKTC 6. Cumhurbaşkanı Dr. Tufan Erhürman'ın Ankara ziyaretinde dikkat çektiğim iki kardeş devletin liderleri arasındaki Kıbrıs Sorunu'na ilişkin yaklaşım farklılığı (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'iki devletlilik' vurguları ile KKTC Cumhurbaşkanı Erhürman'ın 'egemen eşitlik' yaklaşımı), önümüzdeki günlerde Ankara-Lefkoşa hattında tansiyonun artacağı gerilimli bir sürece evirilme riski taşımaktadır. Sorunun temelinde, Kıbrıs Sorunu'nu çözerek resmi bir statü elde etmek isteyen Kıbrıslı Türklerden farklı olarak, Ankara'nın, 2004 Annan Planı ve 2017 Crans-Montana süreçlerinde Kıbrıslı Rumların çözüm isteksizliğinden cesaret alarak, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin bu konudaki bağlayıcı kararlarına ve Kıbrıs Türk halkının açık iradesine rağmen, iki devletlilik tezinde ısrar etmesi ve müzakerelere sıcak yaklaşmaması bulunmaktadır. Ancak zaten yıllardır var olan bu durumun ötesinde, önümüzdeki birkaç ayı daha da riskli hale getirebilecek birkaç kritik husus bulunmaktadır.

Kıbrıs'ta Kusursuz Fırtına Koşullarına Neden Olabilecek Gelişmeler

Bu hususlardan ilki, 2026 yılının başından itibaren resmi adı Kıbrıs Cumhuriyeti olan Güney Kıbrıs Rum Kesimi/Yönetimi'nin AB (Avrupa Birliği) Konseyi Dönem Başkanlığı'nı üstlenecek olmasıdır. Rum lider Nikos Hristodulidis, kısa bir süre önce AB Dönem Başkanlığı'nın Güney Kıbrıs tarafından üstlenilmesini "en büyük ulusal misyon" olarak tanımlamış ve bunun ülkesi açısından Avrupa Birliği içerisindeki aktif rollerini ve söz haklarını teyit etmeleri için "eşsiz bir fırsat" olduğunu vurgulamıştır. Kuşkusuz, Kıbrıs Sorunu ve Ege ve Akdeniz'deki çeşitli sorunlar nedeniyle Ankara ile ilişkileri iyi olmayan Kıbrıs ve Yunanistan ikilisi, Güney Lefkoşa'nın AB Dönem Başkanlığı'nı Türkiye'yi sıkıştırmak için fırsat olarak kullanmaya çalışacak ve özellikle Kıbrıs'ta çözüm konusunda Ankara üzerindeki baskıyı arttırabileceklerdir. Türkiye'nin SAFE programına dahil edilmemesi ve AB ile gergin ilişkiler bu bağlamda ilk akla gelen konulardır. Ankara ise, kuşkusuz, Suriyeli sığınmacılar kartını elinde tutmaktadır.

İkinci olarak, Erhürman'ın Ankara yanlısı dengeli ve sağduyulu açıklamalarına karşın, 19 Ekim'deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erhürman'ın ezici üstünlüğüne yol açan Kıbrıs Türk halkının Türkiye'ye yönelik tepkileri ve federal çözüm konusundaki kararlılıkları, bu konuda Kıbrıslı Türk siyasetçilerin daha sivri tavırlar almasına yol açacak ölçüde kuvvetli hale gelmiştir. Bunun temel sebebi ise, hiç şüphesiz, halka umut olarak sunulan iki devletlilik yaklaşımı bağlamında geçtiğimiz 5 yılda Türk Devletleri Teşkilatı'na gözlemci üyelik dışında hiçbir somut kazanımın elde edilememesi ve Kıbrıs'ın Türk tarafında hayat şartlarının her geçen yıl daha da kötüye gitmesi bulunmaktadır. Bu durum, Ankara'ya duyulan güveni sarsmakta ve Kıbrıslı Türklerde kendilerine yalan söylendiği düşüncesini uyandırmaktadır.

Üçüncü olarak, her ne kadar Crans-Montana görüşmelerinde başarısızlığa uğransa da, iki devlet adına başmüzakerecilik yapmış Andreas Mavroyannis ve Özdil Nami'nin de söyledikleri üzere, Talat-Hristofyas ve Akıncı-Anastasiades görüşmeleri sayesinde, aslında Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk liderliği, Kıbrıs Sorunu'nun çözümüne ilişkin olarak yüzde 95 oranında anlaşmaya varmışlardır. Yüzde 95 oranında anlaşmaya varılan 6 başlık, Nami-Mavroyannis ikilisine göre şöyle özetlenebilir:

1. Yönetim ve İktidar Paylaşımı: Siyasi eşitlik temelinde, iki bölgeli ve iki toplumlu yapıya dayalı olası Federal Birleşik Kıbrıs'ta 6 yıllık Başkanlık dönemi için birlikte Başkan ve Başkan Yardımcısı seçilen Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk liderlerden 4 yıl süreyle Kıbrıslı Rum liderin, 2 yıl süreyle de Kıbrıslı Türk liderin Başkanlık yapması. Bakanlıkların bazı ilkeler doğrultusunda paylaştırılması. Parlamentoda Rumların yüzde 75, Türklerin yüzde 25 temsili.

2. Toprak Düzenlemesi: Türk tarafı sınırlarının biraz kuzeye çekilerek Rumlara bir miktar toprak bırakılması (yüzde 37'den yüzde 29'a) ve mayınlar temizlenerek ve sınırları kapıları, sınır kontrolleri ve teller kaldırılarak Avrupa tipi çağdaş sınırların oluşturulması.

3. Mülkiyet: Bir Emlak Komisyonu'nun kurularak, insanların hak taleplerinin mahkeme gibi davranacak bu Komisyon aracılığıyla iade, tazminat ve takas yöntemleri kullanılarak hallolunması. Bu bağlamda, geri alınamayacak mülkleri olanlara tazminat ödenerek sorunun çözülmesi. Duygusal bağlar da dikkate alınarak, bu konuda azami dikkatin gösterilmesi.

4. Ekonomi: Ekonomik eşitsizlikleri gidermek için federal fonların tahsisi ve gelişmişlik farklarının giderilmesi için Kıbrıs Türk tarafına 5 kat fazla fon ayrılması. Adada keşfedilen doğal kaynakların federal kullanıma bırakılması. Türk tarafında da para birimi olarak avroya (euro) geçilmesi. Tek bir Merkez Bankası'nın oluşturulması.

5. AB ile İlişkiler: AB mevzuatının kabulü ile iç düzenlemelerin buna uygun yapılması.

6. Güvenlik ve Garantiler: Türk birliklerinin Kıbrıs'tan belli bir takvim içerisinde çekilmesi, belli oranda birliklerin kalmasına ise sonradan karar verilecekti. 1960'taki garanti sisteminin değiştirilerek, taraflara güven veren yeni bir garanti mekanizmasının oluşturulması. Bu sistemde ülkenin içişlerine müdahalenin önlenmesi.

Kalan yüzde 5'lik çözülemeyen sorunları ise, temelde, güvenlik ve garantiler konusundaki birliklerin oranı ve garantilerin yeni formatı oluşturuyordu.

Dördüncü olarak, Kıbrıs'ta Halil Falyalı cinayeti sonrasında yapılan haber ve araştırmalarla ortaya çıkan adadaki kirli düzen ve bu düzenin Türkiye ile ilişkileri bağlamında, Türkiye'de pek dillendirilmese de, Kıbrıs Türk basınında son aylarda çok önemli iddiaların gündeme getirilmesidir. Öyle ki, Ayşemden Akın gibi bazı gazeteciler ve Doğuş Derya gibi bazı siyasetçilerin yolsuzlukla alakalı iddiaları, eğer ispatlanabilirse, başka ülkelerde olsa sansasyon yaratacak ve hükümeti devirecek ölçüde vahim suç ve yolsuzluk olayları içermektedir. Ancak elbette bu iddiaların doğruluğu tartışmalıdır ve somut belgeler ortaya konulmadan bunlara inanmak hukuk devleti adına doğru olmayacaktır.

Türkiye'nin Olası Tepkileri

Türkiye'nin jeopolitik açıdan asla vazgeçmek istemediği Kıbrıs'ta olası bir federal çözüm Ankara'nın askeri gücü ve Akdeniz'deki caydırıcılık etkisini azaltacağı için, Ankara'nın buna yeşil ışık yakmak istemesi pek de makul değildir. Hatta "Mavi Vatan" doktrininin yaratıcılarından emekli Tümamiral Ramazan Cem Gürdeniz'e göre, Kıbrıs'tan vazgeçmek, Türkiye için "jeopolitik bir intihar" olacaktır.

Bu bağlamda, Kıbrıs Türk halkından gelen 'federal çözüm' baskısı ve diplomatik çevrelerin 'müzakere' odaklı yaklaşımı ile Türk Ordusu'nun hükümetin direktifleri doğrultusunda bölgeyi askeri/jeopolitik açıdan kıymetlendirerek her şekilde elde tutmak istemesi, önümüzdeki günlerde adada Ankara ile Lefkoşa arasında bir tür "kusursuz siyasi fırtına" koşulları yaratabilecektir. KKTC Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman'ın sağduyulu ve akılcı duruşu, umuyoruz ki krizlere izin vermeden sorunun çözümü için uygun fırsatlar yaratacaktır. Ancak bu iki perspektif arasında bir uyum sağlanamazsa, bölgede askeri hareketlilik ve risklerin artması bence olasıdır. İki perspektifi uyuşturmanın yolu ise, Türkiye'nin yeniden demokrasi ve AB üyeliği rotasına dönmesidir. Aksi takdirde, kriz, bence kaçınılmaz hale gelebilir. Krizin sonucu ise, Türkiye'nin bölgedeki askeri hareketliliğin artması şeklinde tezahür edebilir ki, bu da Türkiye'nin Avrupalı/Batılı müttefikleriyle ilişkilerini ve ekonomisini olumsuz etkileyerek, Türkiye'nin dış politikada büyük bir aks değişikliğine varacak vahim sonuçlara dahi yol açabilir. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

Hiç yorum yok: