27 Kasım 2019 Çarşamba

Yeni Konferans: “Türkiye-Rusya İlişkileri: Ekonomik Müttefiklik Stratejik Müttefikliğe Dönüşebilir Mi?”


İstanbul Gedik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, 27 Kasım 2019 tarihinde İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi'nde “Türkiye-Rusya İlişkileri: Ekonomik Müttefiklik Stratejik Müttefikliğe Dönüşebilir Mi?” adlı bir konferans verdi. 



Örmeci, konferansta, Rusya Federasyonu'nun mevcut siyasi, askeri, diplomatik ve ekonomik gücünün analizini yaparken, bu ülkenin siyasi ve demografik yapısı hakkında da önemli bilgiler vardı. Doç. Dr. Ozan Örmeci, daha sonra Türkiye-Rusya ilişkilerinin tarihsel arka planını açıklarken, konuşmasının üçüncü bölümünde ise 2002-2019 döneminde gelişen Türkiye-Rusya ilişkilerine odaklandı. İlişkilerin stratejik mahiyette olduğuna ve özellikle enerji sektöründe yoğunlaştığına dikkat çeken akademisyen, Realist bir perspektiften incelendiğinde, Türkiye'nin Rusya'ya karşı verdiği büyük dış ticaret açığı ve ikame edilmesi zor olan doğalgaz gibi bir unsur üzerine kurgulanan ekonomik ilişkilerin daha çok Rusya lehine olduğunu ve bunun orta ve uzun vadede Ankara üzerinde bir baskı unsuru olabileceğini iddia etti. Doç. Dr. Ozan Örmeci, konuşmasının dördüncü ve son bölümünde, Türkiye-Rusya ilişkilerinin -Türkiye-Batı ilişkilerini krize sokmadan- nasıl geliştirilebileceği konusundaki görüşlerini açıkladı ve bazı tavsiyelerde bulundu. Konferans, öğrencilerden gelen soruların ardından sona erdi.

Aşağıda konferanstan bazı fotoğrafları bulabilirsiniz.






25 Kasım 2019 Pazartesi

Genç Gazeteci ve Araştırmacı Gökhan Korkmaz'la Mülakat


Genç gazeteci ve akademisyen adayı Gökhan Korkmaz ile Urzeni Yayıncılık tarafından yeni yayımlanan ve Beykent Üniversitesi'nde benim danışmanlığımda hazırladığı tezden derlenen Türkiye’deki Basın Özgürlüğü başlıklı kitabı üzerine bir mülakat gerçekleştirdim. Korkmaz, röportaj kapsamında, Türkiye'de basın özgürlüğü konusunda yaşanan sıkıntıların çözümü ve Türkiye demokrasisinin gelişimi için, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, gazetecilerin ve akademik dünyanın inisiyatif alması konusunda çağrıda bulundu.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Merhaba Gökhan. Öncelikle tezinde ve kitabında böyle önemli bir konuyu seçtiğin ve Türkiye demokrasisini geliştirmek için çaba gösterdiğin için seni tebrik ediyorum. Türkiye'de günümüzde basın özgürlüğü açısından sence nasıl bir tablo var? Oradan bir özet olarak başlayıp değerlendirmelerini almak istiyorum. Son yıllarda diğer devletlerden Türk hükümetine yönelik olarak yapılan eleştiriler sence abartılı ve haksız mı?

Gökhan Korkmaz: Ne yazık ki son yıllarda Türkiye'de basın özgürlüğü açısından çok da müspet bir tablo göremiyorum. Ergenekon Davası'nın görülmeye başlandığı dönemden itibaren gazetecilere yönelik baskı giderek artmaya başlamıştı; ancak son birkaç senedir medyada çok seslilik tamamen ortadan kalktı ve neredeyse bağımsız gazeteciliğin yapıldığı mecralar yok denecek kadar azaldı. Önceden Doğan Medya’nın elinde bulunan CNN Türk ve Hürriyet gibi çok sayıda kurumu iktidara yakınlığıyla bilinen Demirören Holding’in almasıyla birlikte, medyada en tarafsız görünen bazı gazeteciler ve medya çalışanları bile işten çıkarıldı. Örnek verirsek; CNN TÜRK’den Saynur Tezel, Ebru Baki, Cansel Poyraz Akyol gibi isimleri sayabiliriz. Kitabımda da bu konuya geniş kapsamda yer verdim; kitabı alıp okuyacak olanlar görecekler...

Tabii ki bu baskıları sadece şimdiki iktidar partisi ile (AK Parti) sınırlandıramayız. Basın özgürlüğünü savunduğunu iddia eden, bağımsız gazeteciliği savunduğunu söyleyen ve bugün kendini "muhalif" olarak tanımlayan medya kuruluşlarında da gazetecilere yönelik baskı var. Bu çalışma kapsamında bizzat görüştüğüm Enver Aysever değinmişti bu konuya. Örneğin, Ece Zereycan Halk Tv’den ayrıldı. Hatta Ayşenur Arslan da bir ara Halk Tv’den ayrıldı ama sonra geri döndü. Bunun gibi çok sayıda örnek var. Bu konunun detayları kitabımın ana konusu olmasa da, başka çalışmalar kapsamında detaylıca incelenmelidir. Bu konu önemli; çünkü bizim amacımız hükümeti eleştirmek ya da yıpratmak değil, Türkiye'de gazetecilik ve yayıncılık mesleklerini dünya standartlarında bir çizgiye getirmeye çalışmak. Bu nedenle, iktidar veya muhalefet partileri olsun, gazeteci ve yayıncılara yönelik baskıları ifşa etmek istiyorum.

Kabul etmek gerekir ki, Türkiye'de genel olarak bir demokrasi sorunu var. Demokrasi meselesini tüm kurumlar kendi içlerinde tartışmalıdır. Demokrasiyi özümsemeden ve tüm kurumlarda demokrasi uygulanmadan basın-yayın sektörünü düzeltmek mümkün olmaz. Demokrasi konusu aşılmadan zaten basın özgürlüğünü konuşmak bile yanlış olur. Halk Tv’yi örnek göstererek anlatmak istediğim işte tam da budur.

Türkiye'de Basın Özgürlüğü

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Basın özgürlüğünün bir sınırı var mıdır ve sence bu sınır nedir?

Gökhan Korkmaz: Kitap içeriğine sadık kalarak bunu anlatmaya çalışırsam; gazeteciler, eğer anayasaya ve kanunlara aykırı davranışlarda bulunarak terör eylemlerine karışırlarsa ve gazetecilere yönelik yapılan aramalarda bomba ve silah gibi kanıtlar ele geçirilirse, tabii ki yargının önünde gazetecilerin hesap vermesi gerekir ve bu durumlar kesinlikle basın özgürlüğü ile bağdaşmaz. Ancak gazetecilerin ve aynı şekilde televizyon spikerleri, araştırmacı-yazar ve akademisyenlerin, çalıştıkları süre kapsamında aldıkları haber notlarından veya gazetecilik faaliyetlerinden dolayı yargılanmamaları gerekir. İşte Türkiye'de eleştiri konusu yapılan anlayış budur. Kitapta da vurgulamıştım; terör örgütü PKK’nın lehine yayın yapan Dicle Haber Ajansı ve Özgür Gündem gazetesi anayasa ve kanunlara aykırı yayın yapmaktadır. Ancak bu yayın organlarının terör suçu işlediğine dair mevcut verilere kapatıldıkları için ulaşamadık. Ancak daha önce bu yayın organlarını inceleyenler  bunu gayet iyi bilmektedir.

Bu konuda kitabın dışında şunu da eklemek isterim; kendini Kürt basını olarak tanımlayan kurumlarda çalışan gazetecilerin, eğer gazetecilik faaliyeti yürüttüklerini iddia ediyorlarsa, bence gerçek anlamda terör örgütlerinden uzak ve evrensel demokratik değerlere uygun hakiki bir barış gazeteciliği çerçevesinde gazetecilik faaliyetlerini sürdürmeleri gerektiği kanısındayım. Bu konuda samimi olmaları gerekir. Bunun dışında, Sözcü ve Cumhuriyet gazetelerinin asılsız iddialar üzerinden FETÖ’cü olmakla suçlanmaları ve o gazetede çalışan ya da geçmişte çalışmış olanların yargılanmaları ve yargılamaların bu gazetecilerin yürütmüş olduğu mesleki faaliyetleri üzerinden sürdürülmüş olması, Türkiye'de basın özgürlüğünün ağır yara almasına yol açmıştır. Bu konuya kitapta detaylarıyla yer verdim. Bu örnek üzerinden yola çıkarsak, bu sınırın dikkatlice ele alınıp açık bir şekilde anayasada belirtilmesiyle birlikte bu konunun suistimal edilmemesi gerekir. 

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türkiye'de gazetecilerin ve basın-yayın emekçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesi için neler yapılabilir?

Gökhan Korkmaz: Kitabı okuyanlar, tezim ve bu kitap için bizzat görüştüğüm Sayın Ayşenur Arslan, Nuh Albayrak, Enver Aysever’in de aralarında bulunduğu 6 gazeteci, Sayın Sarphan Uzunoğlu’nun da aralarında bulunduğu 3 akademisyen ve Türkiye Gazeteciler Sendikası Başkanı Gökhan Durmuş’un da aralarında bulunduğu 3 basın örgütünün başkanının bu konuya dair görüşlerini görebileceklerdir. Ben de "Sonuç" kısmında bu konuya yer vermiştim. Basın özgürlüğünün sağlanabilmesi için, Türkiye’nin terörle mücadelesini anayasal ve hukuk çerçevesinde sürdürmekle birlikte, aynı süreç kapsamında demokratikleşmenin de önünü açması gerekir. Hukuk alanında sağlam temellere oturtulmuş reformların gerçekleştirilmesiyle birlikte, toplumdaki kutuplaşmanın ortadan kalkması için de ayrıca çaba gösterilmelidir.

Bu konular üzerinden adımlar atılırsa, basın özgürlüğünün de aralarında bulunduğu çok sayıda sorunun çözümünün yolu açılabilir. Siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, gazetecilerin, iş dünyasının ve akademik dünyanın bu konunun çözülebilmesi için inisiyatif almaları ve benim kitabım gibi bu tarz nesnel çalışmaları dikkate almaları gerekir. Aynı zamanda bu konuyla ilgili kapsamlı ve halkın da dahil olacağı tartışma yollarının açılması gerekir. İnsanların haklı eleştirilerini kötü niyetli olarak görmemek ve herkesin bu ülkenin iyiliği için çalıştığını algılamak lazım. 

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Ben de seni bu başarılı çalışman ve tezini kitaplaştırmak konusunda gösterdiğin ısrarcı tutum için kutlar ve başarılarının devamını dilerim. Umarım tüm gazeteci ve akademisyen dostlarımız sadece kendilerinin özgürlüklerinin savunulması için yapılan bu çalışmanın farkına varır ve kitabına hak ettiği ilgiyi gösterirler. 

Gökhan Korkmaz: Ben de tezimle yakından ilgilendiğiniz ve bana bu fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim.

Tarih: 25.11.2019

10 Kasım 2019 Pazar

Türkiye’nin Soğuk Savaş Dönemi Kültür Hayatında İngiliz Etkisi


Giriş
2019 Libra Kitap basımı yeni bir eser olan Türkiye’nin Soğuk Savaş Dönemi Kültür Hayatında İngiliz Etkisi (1948-1965), bugüne kadar neredeyse hiç çalışılmamış bir konuyu akademik açıdan incelemesi açısından oldukça özgün ve faydalı bir çalışma olarak dikkat çekmektedir. Kitap, Siirt Üniversitesi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi bölümü öğretim üyesi Dr. Resul Babaoğlu tarafından yazılmıştır.[1] Her ne kadar kitabın konusu dar bir tarihsel dönemle sınırlı gibi gözükse de, kitap için kapsamlı bir literatür taraması yapan ve bugüne kadar yayınlanmamış İngiliz diplomatik yazışmalarını inceleyen genç akademisyen, başarılı bir işe imza atmıştır. Kitaptaki bilgiler, Türkiye-Birleşik Krallık ilişkileri tarihi açısından da faydalı olacaktır. Bu nedenle, bu kitaptan bazı bölümler bu yazıda özetlenecektir.

Dr. Resul Babaoğlu

Türkiye-İngiltere İlişkilerinin Kısa Tarihi
Yazar Dr. Resul Babaoğlu’nun da vurguladığı üzere, Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin tarihi 16. yüzyıla kadar geriye götürülebilir. İngiltere’nin diğer Avrupalı devletlere kıyasla Osmanlı ile ilişkilerinin daha geç başlaması, kuşkusuz o dönemde çok etkili bir faktör olan coğrafi uzaklıkla alakalıdır. 1583 yılında Sultan III. Murad’ın Kralize I. Elizabeth’e yazdığı ve üç İngiliz tüccara ticaret yapma imtiyazı içeren mektupla[2] başlayan ikili ilişkiler, bu anlaşmanın yürütücülüğünü üstlenen William Harborne’un (1542-1617) çabalarıyla gelişmeye başlamıştır. Harborne, aynı zamanda İngiltere’nin Osmanlı’daki ilk Büyükelçisi kabul edilmektedir. Ticarette etkili bir kişi olan William Harborne, diplomatik ilişkilerinin yanı sıra, İngiltere’nin Osmanlı ile yaptığı denizaşırı ticarette de lider konuma gelmiştir. Bu dönemde İngiltere’yi Osmanlı ile ilişkilerini geliştirme düşüncesine iten temel sebepler ise; önemli bir dünya gücü olan Osmanlı ile bağlar kurmak, Osmanlı topraklarındaki meyve, ipek ve baharat gibi ürünleri Avrupa’ya pazarlayabilmek ve Sanayi Devrimi sürecinde İngiltere’nin ihtiyacı olan ucuz hammadde ihtiyacını karşılamaktadır. Bunların yanı sıra, bir de Katolik İspanya ile sürdürülen rekabette Osmanlı ile yakın ilişkiler kurmanın avantaj sağlayabileceği düşüncesi o dönemde İngilizleri etkilemiştir.

Sultan III. Murad ve Kraliçe I. Elizabeth

17. yüzyıl sonlarından itibaren iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler hızla gelişmeye başlamıştır. Bu hususta da yazara göre iki önemli faktör rol oynamıştır. İlk olarak, Rusya’nın güneye doğru genişlemeye başlaması İngiltere’yi rahatsız etmiş ve Osmanlı ile ilişkileri geliştirme düşüncesini gündeme getirmiştir. Zira Rusya’nın Boğazları Osmanlıların elinden alması, Britanya İmparatorluğu’nun denizlerdeki hakimiyetini riske atabilecektir. İkinci olarak da, Hindistan’ın sömürgeleştirilmesi sonrasında İngiltere’nin Doğu Akdeniz’le daha fazla ilgilenmeye başlaması Osmanlı ile ilişkileri geliştirmeyi cazip hale getirmiştir. Bu nedenle, Londra, özellikle 18. yüzyıl sonlarından itibaren Rusya’ya karşı zaman zaman Osmanlı’ya destek vermeye başlamıştır.

İngiliz-Osmanlı ilişkileri, o güne kadar neredeyse tamamen Hıristiyan nüfuslu ülkelerle ilişki kuran İngiltere için yeni bir deneyim olmuş ve bu süreçte ilk kez İslam kültürüyle tanışılmıştır. İkili ilişkilerde etkileşimler karşılıklı olmasına karşın, teknolojik ve ekonomik üstünlük nedeniyle İngiltere’nin ağır bastığı söylenebilir. Zira İngiltere, Osmanlı askeri modernleşmesinde yadsınamaz bir rol oynamıştır. Bilhassa Stratford Canning’in (1786-1880) Büyükelçiliği döneminde, İngiltere’nin Osmanlı askeri modernleşmesindeki rolü artmıştır. II. Mahmud döneminde Osmanlı Devleti’nin yeni bir ordu kurma düşüncesinde olduğunu Londra’ya rapor eden Canning, Bab-ı Ali’nin belli sayıda Hıristiyan subayı reddemeyeceğini vurgulayarak, Osmanlı Ordusu’na İngiliz subaylar gönderilmesini tavsiye etmiştir. Bu yıllarda ikili ilişkileri geliştiren bir diğer uygulama da, Osmanlı’nın yurtdışına öğrenci gönderme politikasının İngiltere’yi merkeze alarak gelişmesidir. II. Mahmud döneminde kurumsallaşan bu politikanın temel hedef ülkesi İngiltere olmuş; hatta İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliğinde görevli olan David Ross, Hassa Birliği’nde görevli Azim Bey ve Ahmet Efendi’yi de ücretsiz yurtdışında eğitime götürmüştür. Londra da eğitim faaliyetlerini Osmanlı’daki nüfuzunu arttırmak için bir şans olarak görmüştür. 1836’da Londra elçiliğine getirilen Mustafa Reşit Paşa, Paris ve Londra’ya gönderilen öğrenci sayısını arttırmıştır. Bu sayede, yüksek seviyede İngilizce bilen Osmanlı aydınları oluşmaya başlamıştır.

Stratford Canning (1st Viscount Stratford de Redcliffe)

Osmanlı/Türk modernleşmesindeki İngiliz etkisi, II. Meşrutiyet döneminde de artarak devam etmiştir. Bu süreç sonucunda İngiliz aleyhtarlığı politikası sürdüren II. Abdülhamid yönetimine son verilmiş ve birçok önemli üyesi Avrupa ülkelerinde sürgünde yaşayan İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) iktidara gelmiştir. Bu nedenle, İngiltere, bu yeni dönemde Osmanlı’ya daha sıcak yaklaşmaya başlamıştır. Osmanlı’nın yeni kurmaya çalıştığı meşruti monarşi (meşrutiyet) rejiminin İngiliz rejimine benzeyebileceği düşüncesi de bu süreçte İstanbul’a yönelik sıcak bakışı pekiştirmiştir. Ancak olumlu başlayan bu süreç sonunda, iki ülke, karşı kamplarda Birinci Dünya Savaşı’na girmek ve birbirlerine düşman olmak zorunda kalmışlardır. Bu nedenle, çok büyük umutlarla başlayan İttihat ve Terakki dönemi, birkaç yıl içerisinde İngiliz düşmanlığı politikasının daha da şiddetli biçimde dönmesine neden olmuştur. Bu politika, Cumhuriyet’in kurulması sonrasında Mustafa Kemal Atatürk döneminin ilk yıllarında bile devam etmiştir. Bunun sebebi de, kuşkusuz, İngiliz emperyalizmine duyulan öfkedir. Nitekim bilhassa Llyod George döneminde alenen Yunanistan yanlısı bir politika takip eden Londra, Osmanlı’nın parçalanması ve Ermenistan ve Kürdistan devletlerinin kurulması yönünde de aktif politikalar izlemiştir. Ancak Lozan Antlaşması’nın imzalanması ve sonrasında Musul-Kerkük Sorunu’nda iki ülkenin uzlaşması sayesinde, zamanla İngilizlere duyulan öfke azalmış ve Londra ile Ankara’nın ilişkileri yeniden gelişme yoluna girmiştir. Bilhassa 1934 yılında Sir Percy Loraine’in (1880-1961) Ankara’ya İngiltere Büyükelçisi olarak atanması ve sonrasında yaptıkları, iki ülke ilişkilerini hayli olumlu etkilemiştir. Loraine’in büyük önder Mustafa Kemal Atatürk hakkında tuttuğu notlar[3], 2010 yılında Prof. Dr. Hikmet Özdemir tarafından Atatürk’ün Ardından Sir Percy Loraine’in Tanıklığı adıyla kitaplaştırılmıştır. 1930’larda, iki ülke, bir ittifak kurmak için çabaları karşılıklı olarak sürdürürken, İtalya’ya yönelik farklı bakış açıları bunu engellemiştir. İngiltere, Benito Mussolini yönetimindeki faşist İtalya’ya Nazi Almanyası’na karşı kullanılabilecek bir güç olarak olumlu bakarken, Türkiye’nin asıl tehdit algılaması İtalya’dan kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin bu dönemden itibaren yeniden Almanya’ya yakınlaşmaya başlaması ise İngiltere’yi alarma geçirmiş ve 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye’nin Boğazlarda kendi hakimiyetini sağlamasında İngiliz desteği de etkili olmuştur. 1936’da İngiltere Kralı VIII. Edward’ın İstanbul’u ziyareti ve İsmet İnönü’nün İngiltere Kralı VI. George’un 12 Mayıs 1937 günü gerçekleştirilen taç giyme törenine katılması da bu dönemde ısınan ilişkilerin somut kanıtlarıdır.

Sir Percy Loraine

Bu dönemde atılan tohumlar ve 1939’da İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında imzalanan ittifak anlaşması, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte daha da görünür bir hale gelmiştir. Bu dönemde Müttefik Devletlerin yanında savaşa girme konusunda ikircikli bir tavır sergileyen Türkiye’nin İngiltere ile ittifakı, yıllar sonra ilk kez askeri alana taşınmıştır. Bu yıllarda Ankara’ya ciddi askeri yardımlar yapan İngiltere, savaşın ardından da Sovyet Rus yayılmacılığı karşısında Türkiye’ye destek vermiştir. Savaşın ardından İngiltere Başbakanı Winston Churchill “demir perde”den söz ederken, Türkiye de kendisine Batı ittifakında yer bulmaya gayret etmiş ve birkaç yıl içerisinde yeni müttefiki olan ABD’nin desteğiyle NATO’ya üye olmuştur.

Bu yeni dönemde, kültürel alanda da ilişkiler gelişmeye başlamıştır. 1940-1958 dönemine bakıldığında; ilk olarak 1941’de British Council’ın[4] Türkiye’de teşkilatlanması çok önemli bir gelişmedir. Konsey’in Türkiye’deki ilk temsilcisi olan Michael Grant’ın girişimleriyle Ankara Koleji’nde İngiliz öğretmenlerin görevlendirilmesi de ilk kültürel etkileşimlerden birisidir. Takip eden yıllarda, British Council, Milli Eğitim Bakanlığı ve Ankara ve İstanbul’daki üniversitelerle yakın ilişkiler kurmaya başlamıştır. Konsey tarafından Halkevleri’nde İngilizce dersleri vermesi için öğretmenler görevlendirilmesi de bu yıllarda yaşanan önemli bir gelişmedir. 1942 yılında 45 Halkevi binasında 3.000 civarında kişiye İngilizce kursu verilmiştir. İngilizce dilinde yazılan kitaplara duyulan ihtiyaç nedeniyle, 1941’de Ankara ve İzmir’de kitap sergilerinin açılması da önemli bir olaydır. 1942 yılında Londra Halkevi’nin kurulması ise İngiliz kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştır. Bir yıl içerisinde 5.600 kişinin ziyaret ettiği Halkevleri’nin Londra şubesi, birçok kişinin Türkçe öğrenmesine vesile olmuştur. Bu yıllarda çeviri faaliyetleri de hızla gelişmiştir. N.A. Miller adında bir İngiliz mühendisin Mlli Eğitim Bakanlığı’nda teknik danışman olarak görevlendirilmesi de bu dönemin ilginç bir detayıdır. 1943 yılında ikinci danışman olan Mr. Ritchie’nin atanması sonrasında, üniversitelerdeki İngiliz akademisyen sayısında hızla artış yaşanmıştır. 1942 yılı sonunda İstanbul Üniversitesi’nde 9 Bizans uzmanı ve Ankara Üniversitesi’nde 3 okutman İngiliz akademisyen görev yapar hale gelmiştir. British Council da aynı dönemde şubelerini yaygınlaştırmış ve “Do you speak English” adlı süreli yayınını çıkarmaya başlamıştır. Pozitif gelişmeler, Profesör E.V. Gatenby’nin (1892-1955) Gazi Eğitim Enstitüsü’ne İngilizce eğitimi danışmanı ve Talim Terbiye Kurulu’na da yine danışman olarak atanmasıyla devam etmiştir. Eşzamanlı olarak Dr. Fahir İz de Londra Üniversitesi School of Oriental and African Studies’e Türkçe dersleri vermek üzere davet edilmiştir. Hatta British Council, ilk ciddi İngilizce-Türkçe sözlük çalışması için Mr. H.C. Hony adlı bilimadamını Türkiye’ye davet etmiş ve Oxford, Cambridge, Edinburg ve Durham gibi köklü Britanya üniversitelerinde Türkiye hakkında çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.

E.V. Gatenby[5]

1943 yılındaki bir diğer önemli gelişme, Sağlık Bakanlığı’nın girişimleriyle üç Türk doktorun İngiltere’deki sağlık sistemini incelemek için British Council’ın davetlisi olarak İngiltere’ye gitmeleridir. Hatta bu yıl içerisinde İngiltere’de Yozgatlı öğrencilerin çalışmalarının yer aldığı bir resim sergisi de açılmıştır. Akademik alanda ise en büyük gelişmeler sosyal bilimler alanında yaşanmıştır. Profesör Sir Steven Runciman (Bizans Tarihi ve Sanat Tarihi uzmanı), Profesör R. Syme (Klasik Filoloji uzmanı) ve O.R. Davies (Arkeoloji uzmanı) gibi birçok önemli İngiliz akademisyen, bu yıllardan itibaren İstanbul Üniversitesi’nde görev yapmaya başlamışlar ve 3. Türk Tarih Kongresi’nde tebliğ de sunmuşlardır.

H.C. Hony tarafından hazırlanan ilk kapsamlı İngilizce-Türkçe sözlük

1944-1945 eğitim yılında British Council’ın İngilizce eğitimi verdiği öğrenci sayısı 10.000’i bulmuştur. Ayrıca yine bu dönemde İngiltere’nin ünlü jinekologlarından Dr. W.C.W. Nixon’ın Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalışmaya başlamasıyla Türkiye’deki ilk İngiliz doktor da ortaya çıkmıştır. Kısa zaman içerisinde buradaki İngiliz doktor sayısı 6’ya yükselmiştir. 1945’te Michael Grant’ın Londra’ya dönmesiyle, British Council'da yeni dönem için yeni bir yol haritası belirlenmiştir. Öncelikle, Konsey’e yeni binalar tahsis edilmiş ve buralarda kütüphane ve okuma salonları oluşturulmuştur. Ayrıca İngiltere’den 110.000 kitap getirtilerek, kütüphaneler iyi seviyeye getirilmiştir. 1947’de Ankara’da  İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün kurulması ve Anatolian Studies adlı bir süreli yayına başlaması da çok önemli bir gelişme olarak not edilmelidir. 1948-1949 döneminde ise, Türkiye’de düzenlenen Türk-İngiliz Müzik Festivalleri kapsamında Sir Arthur Bliss, George Weldon ve Noel Mewton-Wood gibi önemli müzisyenler Türk dinleyicilere konserler vermişlerdir. Aynı dönemde Lord Moran ve Hamilton Baynes gibi önemli sağlık bilimciler de Türkiye’de geniş katılımlı konferanslar düzenlemişlerdir. 1954 yılında ise, Türkiye’de Ticaret Bakanlığı’nın izniyle British Council’ın İngilizce kitap satabilmesinin gerekli yasal koşulları oluşturulmuştur. Bu yıllarda, İngiltere’nin Almanya, Fransa ve ABD gibi ülkelerle Türkiye’deki nüfuz mücadelesi konusunda rekabete girdiği görülmektedir. Ancak bu rekabette üstün olan taraf daima Almanya olmuştur; zira tarihsel mirasın da etkisiyle, Almanya’ya gönderilen öğrenci sayısı daima daha fazla olmuş ve Türk-Alman Dostluk Cemiyeti de çok aktif faaliyetler yürütmüştür. Bu nedenle, 1950’lerdeki bazı British Council yazışmalarında Türkiye’deki Almanya etkisinden duyulan rahatsızlık ve endişe ifade edilmektedir. Bu konu, kısa süre içerisinde İngiliz Dış İşleri Bakanlığı’nın da ilgisine mazhar olacak ve Almanya’nın özellikle Türk üniversitelerindeki etkisinin “teutonic slant” (Alman nüfuzu) sonucuna neden olmasından kaygı duyulduğu ifade edilecektir. Bu dönemde İngiltere’nin temel sorunu ise maddi kaynak yaratmakta zorlanmasıdır. Ayrıca İngiliz akademisyenlerin düşük maaş ödenen Türk üniversitelerinde çalışmaya sıcak bakmamaları da diğer bir sorundur.

Türkiye’nin Soğuk Savaş Dönemi Kültür Hayatında İngiliz Etkisi (1948-1965)

Kitabının sonraki bölümünde, 1948-1965 dönemindeki kültürel faaliyetleri mercek altına alan yazar, öncelikle 1948-1951 döneminde Ankara’da düzenlenen Türk-İngiliz müzik festivallerini incelemiştir. Yazara göre, bu festivaller Türkiye’de büyük heyecan yaratmış ve bizzat dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve ailesi de bu festivallere destek vermiştir. Öyle ki, İnönü, 10-17 Nisan 1948 tarihleri arasında düzenlenen I. Türk-İngiliz Müzik Festival’inde sahne alan müzisyenleri iki defa makamında kabul etmiştir. Festivalden akıllarda en çok Noel Mewton-Wood’un piyano resitali kalmıştır. Wood dışında, Sir Arthur Bliss, George Weldon, Henry Purcell, Benjamin Britten, Edward Elgar ve David Zirkin gibi sanatçılar da bu ilk festivalde sahne almışlardır. 24-29 Nisan 1949 tarihli II. Türk-İngiliz Müzik Festivali ise, ilk organizasyon kadar başarılı olamamıştır. Bu festivale orkestra şefi Clarence Raybould, viyolonist Frederick Riddle, William Walton ve Vaughan Williams gibi önemli isimler katılmışlardır. 16-22 Nisan 1950 tarihleri arasında düzenlenen III. Türk-İngiliz Müzik Festivali’nde tanınmış orkestra şefi Norman del Mar ve mezzo-soprano Nancy Evans gibi popüler isimlerin yer alması, festivalin daha başarılı geçmesini sağlamıştır. Festival nedeniyle İngiltere Büyükelçisi Sir Noel Charles da evinde bir koktely düzenlemiştir. Festivalde performansı en çok beğenilen sanatçı ise Thomas Eastwood olmuştur. 14-22 Nisan 1951 tarihli IV. Türk-İngiliz Müzik Festivali de yine aynı düzeyde başarılı olmuş, ancak ertesi sene organizasyona Konsey’in bütçesinden pay ayrılamaması nedeniyle etkinlik bir daha düzenlenememiştir.

İngiliz mezzo-soprano Nancy Evans (1915-2000)

Soğuk Savaş dönemi Türk-İngiliz kültürel ilişkileri açısından çok önemli bir dönüm noktası Türk-İngiliz Kültür Anlaşması’dır. 1950 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürü Kadri Yürükoğlu ile İngiliz yetkili K.R. Johnstone arasındaki görüşmede ilk kez gündeme gelen kültür anlaşması, daha sonra iki ülke Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ile Ernest Bevin arasındaki mektuplaşmada İngiltere’nin Belçika ile yaptığı kültür anlaşması örnek alınarak taslaklaştırılmış ve 1956 yılında imzalanarak, 7 Haziran 1957 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 23 maddeden oluşan anlaşmanın devamında, 15-18 Aralık 1958 tarihinde bir Karma Komisyon toplantısı yapılmıştır.

Kültürel ilişkilerin kurumsallaşmasında bir diğer etkili kurum, 1951 yılında kurulan Türk-İngiliz Kültür Derneği (Turco-British Association-TBA) olmuştur.[6] Bu kuruluş, daha çok British Council’ın bir yan kuruluşu olarak düşünülmüştür. Derneğin Türkiye’den 100, İngiltere’den de 40 üye sayısına sahip olması uygun bulunmuş; Türk üyelerin İngilizce konuşma becerilerinin üst düzeyde olması şart koşulmuştur. Derneğin Başkanlığına bir Türk getirilirken, Başkan Yardımcılığına da bir Türk, bir de İngiliz üye getirilmiştir. CHP’nin tek parti döneminin sonlarında kurulan dernek, Demokrat Parti iktidarında da herhangi bir sorun yaşamadan faaliyetlerine devam etmiştir. Dernek, bir yan kuruluş hüviyetinde olduğu için başlarda pek etkili olamasa da, daha sonraları İngilizce-Türkçe dil kurslarının açılması, dil öğreniminin teşvik edilmesi, karşılıksız burslar sağlanması, konferans, sergi ve film gösterimlerinin yapılması gibi faydalı faaliyetler yapmıştır.

Anglo-Turkish Society ise[7], Türk-İngiliz Kültür Derneği’nin iki ülke arasındaki kültürel ilişkileri istenilen düzeye çıkaramadığı düşüncesiyle gündeme gelmiş farklı bir sivil toplum kuruluşudur. Londra Kent Meclisi Başkanı Edwin Bayliss’in yoğun çabalarıyla, eski Büyükelçiler, parlamento üyeleri, ticari kuruluşlar ve işadamlarından destek almayı başaran bu girişim, British Council’ın da desteğiyle 1953 yılının Aralık ayında resmen kurulmuştur. Anglo-Turkish Society’nin üye sayısı ilk başta 160 düzeyindeyken, 1954 yılında 300’e ulaşmıştır. Cemiyetin Başkanlığını Sir David Kelly üstlenmiş, kuruluşta büyük hizmetleri olan Edwin Bayliss ise (1894-1971) ikinci başkanlık görevini üzerine almıştır. Kurulduktan sonra ilk faaliyeti 28 Haziran 1954’te Avam Kamarası’nda yemekli bir toplantı düzenlemek olan cemiyet, daha sonra ticaret ve sanayi alanlarında faaliyet göstermek üzere iki farklı altkomite oluşturmuştur. 1957 yılında, cemiyet, Londra’da kendisine tahsis edilen bir binaya kavuşmuştur. 1958-1959 yıllarında, dernek, en yoğun faaliyetlerini gerçekleştirmiştir. Derneğin Başkanlığına daha sonra geçen Lord Davidson ise, maddi zorluklar ve ilgisizlik gibi sorunlarla karşılaşmıştır.

Edwin Bayliss

İkili kültürel ilişkiler açısından tarihsel öneme haiz olan İngiliz Arkeoloji Enstitüsü ise, 1947 yılında Ankara’da kurulmuştur. Derneğin Kurucu Başkanı Liverpool Üniversitesi Arkeoloji Enstitüsü’nün de kurucusu olan ünlü İngiliz arkeolog John B.B. Garstang -John Garstang- (1976-1956) olmuştur. Garstang’ın seçilmesinin sebebi, İngiltere’nin ilk ciddi Hititler uzmanı olan ve Mersin’de yaptığı büyük kazı sonrasında Prehistoric Mersin adlı önemli bir kitaba imza atan Garstang’ın Türkiye’yi iyi bilmesidir. Derneğin Ankara’da kurulmasının sebebi ise, Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Ankara Arkeoloji Müzesi’nin burada bulunması ve Ankara’nın başkent olmasıdır. Garstang, ilk iş olarak coğrafyanın tanınması için geziler düzenlenmesi gerektiğini düşünmüştür. İlk kazı ise Polatlı’da yapılmıştır. Kazılar bir yıl sonra Harran’da devam etmiştir. Enstitü, bir süre sonra Bayındır Sokak’a taşınmış ve birçok ünlü arkeologun (Profesör Sir William Calder, Sir William Ramsay ve D.G. Hogarth) buluşma noktasına haline gelmiştir. 1949’da Garstang emekli olunca, yerine Seton Lloyd geçmiştir. Sık sık bina değiştiren Enstitü, Kavaklıdere ve Meşrutiyet Caddesi gibi farklı yerlere taşınmıştır. Enstitü’nün bu dönemde Sultanahmet Camii çevresinde, Beycesultan’da ve Çatalhöyük’de önemli kazı faaliyetleri olmuştur.

John B.B. Garstang

Sonuç
Kitapta, bu gibi faydalı bilgilerin yanı sıra, Türk-İngiliz Kültür Anlaşması sonrasında gerçekleştirilen öğrenci değişim programları, karşılıklı öğretmen/akademisyen görevlendirmeleri ve İstanbul’daki İngiliz okulları (İngiliz Kız Ortaokulu ve İngiliz Erkek Lisesi) gibi konularda da faydalı bilgilere yer verilmiştir. Bu nedenle, 183 sayfalık bu kitabın Birleşik Krallık-Türkiye ilişkileri çalışan akademisyen, araştırmacı ve öğrencilerce dikkatle okunması ve içerisindeki bilgilerden faydanılması kanımca yerinde olacaktır.


Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Hakkında bilgiler için; http://www.siirt.edu.tr/profil/dr-ogr-uyesi-resul-babaoglu/2465A63A-D26E-4AC7-8184-3D36E3FFE384.html.
[2] Bu mektubu uzun yıllar sonra 2010 yılında Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, dönemin İngiltere Başbakanı David Cameron’a takdim etmiştir. Bakınız; https://www.worldbulletin.net/diplomacy/turkey-presents-ottoman-sultans-letter-to-elizabeth-i-to-uk-h61878.html.
[3] Bu notlardan çarpıcı bir bölüm Buradan okunabilir; http://www.hurriyet.com.tr/ingiliz-raporu-39272813.
[4] Web sitesi için; https://www.britishcouncil.org.tr/.
[5] Hakkında bazı bilgiler için; https://warwick.ac.uk/fac/soc/al/research/collections/elt_archive/halloffame/gatenby/life/.
[6] Dernek faaliyetlerine halen devam etmektedir. Web sitesi için; http://www.tba.org.tr/.
[7] 1953 yılında kurulan dernek halen faaliyetlerine devam etmektedir. Web sitesi için; http://angloturkishsociety.org.uk/.

9 Kasım 2019 Cumartesi

Birleşik Krallık'ın Brexit Seçimi


Son birkaç yıldır Brexit sürecinde büyük bir belirsizlik ortamında yaşayan Birleşik Krallık’ta, 2019 Temmuz ayında Theresa May yerine Başbakan olan Muhafazakâr Partili Boris Johnson’ın da süreci neticelendirememesinin ardından, 12 Aralık 2019 tarihinde erken genel seçim yapılmasına karar verildi. Böylelikle, Birleşik Krallık, 1923 yılından beri ilk kez Noel döneminde yapılan bir genel seçime sahne olacak.[1] Yapılacak seçim, ülkedeki yeni hükümeti belirlemesinin yanı sıra, Brexit sürecini de sonuca bağlayacak olması açısından Birleşik Krallık siyasi tarihi açısından önemli bir vazife görecek. Bu nedenle, bu seçimin son derece önemli ve hatta kritik olduğunu söylemek mümkün. Bu yazıda, 2019 Birleşik Krallık genel seçimi analiz edilecektir.

Birleşik Krallık’ta 2015 ve 2017 yıllarında düzenlenen son iki genel seçime bakıldığında; geleneksel olarak 20. yüzyıl başlarından beri iki partinin (Muhafazakâr Parti ve İşçi Partisi) birbiriyle yarıştığı ve dönemsel olarak domine ettiği ada siyasetinde, 2010 yılından beri Muhafazakâr Parti’nin üstün durumda olduğu görülmektedir. 2015 genel seçimini David Cameron liderliğinde yüzde 36,9 oy ve 330 sandalye alarak -yüzde 30,4 oy ve 232 sandalye kazanan Ed Miliband liderliğindeki İşçi Partisi önünde- rahat kazanan ve tek parti hükümeti kuran Muhafazakârlar, Theresa May liderliğinde girdikleri 2017 genel seçimini de yüzde 42,4 oy ve 317 sandalye kazanarak -yüzde 40 oy ve 262 sandalye sayısında kalan Jeremy Corbyn’li İşçi Partisi’nin önünde- birinci bitirmiş ve Kuzey İrlanda merkezli Demokratik Birlik Partisi’nin (DUP) dışarıdan desteğiyle bir “azınlık hükümeti” kurmayı başarmıştı. 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 9 civarında oy alarak büyük hayalkırıklığı yaratan Muhafazakâr Parti, buna karşın bu seçimde seçmenlerinin Nigel Farage liderliğindeki Brexit Partisi’ne oy vermesini adeta teşvik etmişti. Brexit sürecinde bu seçimde ada halkının tepkisel davrandığı da düşünüldüğünde, Muhafazakâr Parti adına işlerin halen iyi gittiğini söylemek mümkün. Nitekim anketler de, bunu doğrularcasına, Muhafazakârların bu seçimi rahat kazanacağını gösteriyor. Henüz seçime bir ay kadar uzunca bir süre olsa da, Kasım ayı başında yapılan tüm anketlerde[2] Boris Johnson liderliğindeki Muhafazakâr Parti’nin yüzde 36-40 arasında bir oyla seçimi birinci sırada bitireceği öngörülüyor. Ancak dar bölge seçim sisteminin uygulandığı Birleşik Krallık’ta, genel oy oranından ve yüzdesinden ziyade, elbette 650 sandalyeli Avam Kamarası’nda hükümeti kurmak için gerekli olan 326 milletvekili sayısına ulaşmak daha önemli.

Boris Johnson, Brexit’i gerçekleştirecek Başbakan olacak gibi gözüküyor

Muhafazakâr Parti lideri Boris Johnson, yıllardır sert Brexit yanlısı duruşuyla partisinde ve ülke siyasetinde sivrilen bir isim. Yakın geçmişte uzunca bir süre Londra Belediye Başkanlığı (2008-2016) yapan Johnson, oldukça tanınan ve sevilen bir Muhafazakâr Partili. Johnson, Başbakan olduktan sonra Brexit sürecini tamamlamak ve Avrupa Birliği’nden daha iyi koşullar elde etmek için epey mücadele verdi. Örneğin, Johnson, Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması sonrasında üçüncü ülkelerle AB’nin dahli olmadan serbest ticaret anlaşmaları yapabilmesini sağladı.[3] Ayrıca Britanya’dan Kuzey İrlanda’ya girecek ticaret metalarının AB vergilerine maruz kalmasına, ama İrlanda Cumhuriyeti’ne veya diğer AB ülkelerine gitmemesi durumunda bu vergilerin hükümet tarafından sübvanse edilmesi konusuna açıklık getirdi.[4] Diğer konularda ise, önceki Başbakan Theresa May’in AB ile vardığı anlaşmanın uygulanmaya devam edilmesi anlayışını benimsedi. Johnson, revize edilen bu anlaşmayı 19 Ekim 2019 tarihinde Avam Kamarası’na getirerek parlamentodan geçirmeyi ve Brexit sürecini önceden planlandığı şekilde 31 Ekim’de tamamlamayı planlıyordu. Ancak AB’den çıkış anlaşmasını oylamak üzere toplanan parlamentodaki milletvekilleri Johnson’a bir karşı hamle yaparak, verilen bir önergeyle oylamayı engelleyip AB'den yeni bir uzatma talep ettiler.[5] İktidardaki Muhafazakâr Parti’den ihraç edilen milletvekillerinden Oliver Letwin’in verdiği önerge, Johnson’ın AB ile vardığı revize edilmiş anlaşmanın -uygulanmasına yönelik ilgili tüm yasa tasarılarının Parlamento’dan geçmesine dek- oylanmamasını öngörüyordu.[6] Avam Kamarası üyeleri, bu önergeyi 306’ya karşı 322 oyla kabul etti. Bu gelişme de, Johnson’ı istemeye istemeye AB’den erteleme talep etmeye mecbur kıldı. Bu nedenle, Başbakan Johnson, AB liderlerinden yeni bir erteleme isteyen mektubu imzasız olarak Brüksel’e gönderdi ve -AB liderlerinin de onayıyla- Brexit sürecinin 31 Ocak 2020’ye kadar uzamasına vesile oldu. Bu gelişme üzerine, Johnson, parlamentoda daha büyük bir çoğunluk elde etmek ve Brexit anlaşmasını 31 Ocak 2020’den önce rahatça geçirebilmek için erken genel seçim talep etme kararı aldı. Seçim kararı için 2/3 çoğunluğa ihtiyacı olan Johnson, ilk üç denemesinde bunu başaramasa da, sonraki denemede seçim kararı aldırmayı başardı. Birleşik Krallık’ın Brexit sürecindeki politikası Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker tarafından “Everyone understands English, but nobody understands England” (Herkes İngilizce anlıyor; ancak kimse İngiltere’yi anlamıyor”[7] sözüyle eleştirilse de, AB’nin de, aynı Britanya’daki Brexit yanlıları gibi, artık bu süreci hızlı bir şekilde tamamlamak istediği ve Brexit yorgunluğundan sıkıldığı anlaşılıyor.[8] Bu durum, Johnson’ın seçimde yüzde 40’lar düzeyinde yüksek bir desteğe ulaşmasını sağlayabilir; zira Britanya halkları, neredeyse yarısı halen AB’den ayrılmaya sıcak bakmasalar da, belirsizliktense Brexit’in gerçekleşmesini yeğler gibi gözüküyorlar. Bu nedenle, Boris Johnson’ın Genel Başkan olarak girdiği ilk seçimde iyi bir sonuç alması hiç de şaşırtıcı olmayacak. Şu da söylenmeli ki, ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail’le yakın ilişkileri de, Boris Johnson’ı karar alıcı stratejik çevreler açısından önemli ve tercih edilir bir figür haline getiriyor. Johnson, ayrıca binlerce yeni polis istihdam edilerek suçla etkin bir şekilde mücadele edilmesi gibi klasik sağ politikalar ve sağlık sisteminin iyileştirilmesi gibi -eski Başbakanlardan Benjamin Disraeli’yi çağrıştıran- sol politikalarla seçmenlerini motive etmeye çalışıyor.[9] Ancak Johnson’ın bu politikasını riskli bulanlar da var; zira James Forsyth’in belirttiği şekilde, Johnson seçimi yüzde 40 civarında bir oyla kazansa bile, seçim sonrasında koalisyon ortağı bulmakta çok zorlanabilir.[10] Çünkü İşçi Partisi ve Liberal Demokratlarla Brexit konusundaki görüş ayrılıkları nedeniyle koalisyona girmesi asla beklenmeyen Johnson, DUP desteğini de bu defa elde edemeyebilir. Bu nedenle, Johnson, bu seçimi tek parti hükümeti kurabilecek çoğunlukla kazanmak zorunda.

Boris Johnson anketlerde açık farkla önde ama hükümeti kurması kolay olmayabilir[11]

Adada iktidarın bir diğer gediklisi olan İşçi Partisi ise, sosyalizm çizgisinde siyaset yaptığı eleştirilerine maruz kalan Jeremy Corbyn liderliğinde yakaladığı oy artışını bu seçim öncesinde koruyamamış gibi görünüyor. Nitekim 2017 genel seçiminde yüzde 40 oy alan ve büyük bir çıkış gerçekleştiren sosyal demokrat çizgideki köklü parti, anketlere göre bu defa en fazla yüzde 25-30 arasında bir oy oranına ulaşabilecek durumda.[12] 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 13,6 oyla Brexit Partisi ve Liberal Demokratların ardından üçüncü parti olan Labour, bu seçimi yüzde 30 civarında bir oyla ikinci sırada tamamlayacak gibi duruyor. İşçi Partisi’nin en temel sorunu, AB yanlıları ve karşıtları ve sosyalizme yakın sol ve liberalizme yakın sol anlayışlar arasındaki bölünmüşlüğü. Partinin lideri Jeremy Corbyn’in merkezdeki seçmeni Liberal Demokratlara kaçırabilecek kadar sert bir sol çizgisinin olması bence ciddi bir sorun. Corbyn’in -belki de ülkesini büyük bir kutuplaşma ortamına sürüklememek adına sorumluluk sahibi bir şekilde- bugüne kadar Brexit konusunda karşıt bir pozisyon almaması da partinin büyük bir çıkış yapmasına engel oldu. Bu nedenle, İşçi Partisi’nden Liberal Demokratlara oy kayışı durumu ortaya çıktı ve İşçi Partisi’nin iktidar umutları bir kez daha ertelendi. Bu durumu düzeltmek adına, Corbyn, seçim sonrasında hükümeti kurmaları durumunda ikinci bir Brexit referandumu düzenleme vaadini ortaya attı.[13] Eğer bu talep toplumda karşılık bulursa, İşçi Partisi’nde 12 Aralık’a kadar bir toparlanma durumu yaşanabilir ve partinin oy oranı -Liberal Demokratlara ve Birleşik Krallık Değişim Partisi-Change UK’ye kaçan oyların geri gelmesiyle- yeniden yüzde 35-40 bandına ulaşabilir. Jeremy Corbyn, ayrıca “sistem karşıtı muhalif lider” konumunu güçlendirircesine, seçmenlere yozlaşmış düzenle mücadele etmeyi, kamu hizmetlerini iyileştirmeyi ve çevrenin korunması konusunda daha iyi politikalar geliştirmeyi öneriyor.[14] Ancak çağdaş bir sosyal demokrat partiden zaten her daim beklenen bu önemli vaatler, Brexit sürecinde biraz makro siyasi tartışmaların gölgesinde kalmışa benziyor.

Jeremy Corbyn

Bu seçimde çıkışı beklenen bir diğer parti ise Liberal Demokratlar. Lib Dems, Vince Cable liderliğinde girdikleri 2019 Avrupa Parlametosu seçimlerinde yüzde 20’ye yakın bir oyla Brexit Partisi’nin ardından ikinci olmuş ve büyük bir sürprize imza atmışlardı. Ancak o seçimde seçmenlerin tepkisel oy verdikleri düşünüldüğü için, Liberal Demokratların bu defa üçüncülükten öteye geçmesi beklenmiyor. 2019 Avrupa Parlametosu seçimlerinde de, bu seçimde de hararetli bir şekilde AB’de kalınmasını savunan Liberal Demokratlar, ayrıca Galler merkezli Plaid Cymru ve İngiltere ve Galler Yeşiller Partisi (Green Party of England and Wales-GPEW) ile seçim ittifakına yönelerek, birçok seçim bölgesinde ortak aday çıkarma kararı aldı.[15] Yeni lideri -1980 doğumlu genç kadın siyasetçi- Jo Swinson ile ilk kez bir seçime katılacak olan Liberal Demokratlar, anketlere göre yüzde 15-18 arasında yüksek bir oy oranına ulaşabilir. Dolayısıyla, Plaid Cymru’nun Galler’den getireceği ekstra sandalyeler ve Yeşiller’in kazandırabileceği birkaç koltukla birlikte, Liberal Demokratlar, yıllar sonra ilk kez bu seçimde ciddi bir çıkış gerçekleştirebilir. Ancak Brexit sürecini durdurmak şu an için çok zor gözüktüğü için, Liberal Demokratların AB yanlısı duruşlarının gelecek adına siyasal konjonktürde çok da avantajlı olmadığını bu noktada belirtmek gerekiyor. Dahası, oy oranı yükselse de, partinin yüksek milletvekili sayısına ulaşması hiç de kolay değil.

Jo Swinson, Liberal Demokratların lideri olarak ilk kez bir seçime girecek

Yeni kurulmasına karşın, 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerini yüzde 30’un üzerinde bir oy oranıyla ve açık farkla ilk sırada tamamlayan Nigel Farage liderliğindeki Brexit Partisi ise, bu seçimde ciddi bir çıkış gerçekleştirme imkânı olmasına karşın, daha çok Muhafazakâr Parti’nin oy oranının artmasını sağlayacak gibi gözüküyor. Zira partinin popülist ve etkili lideri Nigel Farage, beklenmedik bir şekilde seçim öncesinde kendisinin milletvekili adayı olmayacağını açıkladı.[16] Anketler, Brexit Partisi’nin yüzde 7-11 arasında bir oy alabileceğini gösterse de, Farage olmadan bu partinin Muhafazakâr Parti gibi çok köklü bir siyasi parti karşısında varlık gösterebilmesi kolay gözükmüyor. Ayrıca partinin oy oranının yüzde 10’ları aşması durumunda bile, kazanacağı sandalye sayısının çift hanelere ulaşması (geçmişte UKIP örneğinde olduğu gibi) beklenmiyor. Bunun nedeni ise, dar bölgeli seçim sisteminde küçük partilerin pek bilinmeyen adaylarıyla başarıya ulaşmalarının çok zor olması.

Nigel Farage

Son yıllarda yükseliş trendinde olan ve özellikle 2015 genel seçimlerinde beklenmedik kadar çok sandalye sayısına (56) ulaşan, ancak 2017 genel seçimi sonrasında 35 sandalye ile yetinmek zorunda kalan İskoç Ulusal Partisi-SNP ise, bu seçimi ikinci bir bağımsızlık referandumuna hak kazanmak için fırsat olarak değerlendirmeye çalışıyor. Partinin lideri Nicolas Sturgeon, Brexit sürecinde 2020 yılında İskoçya’yı Birleşik Krallık’tan kopararak AB üyesi bağımsız bir ülke yapabilmek için çalıştıklarını açıkça söylüyor.[17] Ancak 2014 bağımsızlık referandumundan çıkan “hayır” yanıtı sonrasında, bu konjonktürde böyle bir referandumun gerçekleşmesi ve referandumdan “evet” yanıtı çıkması o kadar da kolay gözükmüyor. Yine de, SNP’nin Birleşik Krallık siyasetinde giderek daha etkin bir siyasi aktör haline gelmesi, şimdi değilse bile gelecekte ada demokrasisinin yaşayabileceği ciddi bir soruna (İskoç ayrılıkçılığı) işaret ediyor.

Nicola Sturgeon

Sonuç olarak, Birleşik Krallık’ın Brexit sürecindeki kaderini belirleyecek olan seçim hakkında şu an için gözüken, Muhafazakâr Parti’nin seçimi birinci sırada bitirmesi ve İşçi Partisi ile Liberal Demokratların da ikinci ve üçüncü sırayı almalarıdır. Ancak Muhafazakâr Parti’nin tek başına hükümeti kurup kuramayacağı, bundan sonrasına dair adadaki en önemli konu olacak ve Brexit sürecinin de kaderini belirleyecektir. Boris Johnson’ın istediği çoğunluğu alması durumunda, Brexit süreci kanımca 31 Ocak 2020’de tamamlanacak ve Birleşik Krallık AB’den ayrılacaktır. Bir diğer iktidar alternatifi ise, son düzlükte oy artışı sağlaması durumunda İşçi Partisi ile Liberal Demokratların bir koalisyon hükümeti kurmasıdır. Bu durumda, Brexit konusunda ikinci bir referandum gündeme gelecektir. Bu referandumdan ne çıkabileceğini öngörmek ise oldukça zordur. Zira ada halklarını adeta ortadan ikiye bölen bu konu, tüm Britanya ve Avrupa’yı çok yormuş ve artık bir şekilde neticelendirilmek zorundadır. Hiçbir partinin tek başına veya koalisyon yoluyla hükümeti kuracak çoğunluğa ulaşamaması durumunda ise, bir kez daha sandık başına gidilmesi durumu ortaya çıkabilir. 

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


KAYNAKÇA

[1] BBC Türkçe (2019), “İngiltere Parlamentosu'nda 12 Aralık'ta erken genel seçim talebi onaylandı”, 29 Ekim 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/amp/haberler-dunya-50229357.
[2] 6-8 Kasım 2019 tarihli Panelbase anketinde (https://www.drg.global/wp-content/uploads/W14242w4-GE-Poll-Tables-for-publication-081119.pdf) Muhafazakâr Parti’nin oy oranı yüzde 40, 5-6 Kasım 2019 tarihli YouGov/The Times/Sky Survey anketinde (https://d25d2506sfb94s.cloudfront.net/cumulus_uploads/document/df8cjzcpgw/TheTimes_Sky_VI_191106_w.pdf) yüzde 36, 1-4 Kasım 2019 tarihli YouGov/The Times anketinde (https://d25d2506sfb94s.cloudfront.net/cumulus_uploads/document/egvvgqz3yk/TheTimes_VI_191104_ww.pdf) yüzde 38 ve son olarak 1-4 Kasım 2019 tarihli ICM/Reuters anketinde de (https://www.icmunlimited.com/wp-content/uploads/2019/11/ICM-Voting-intentions-Data-tables-01-04-Nov-19.xlsx) yine yüzde 38 olarak öngörülmektedir. Bakınız; Wikipedia (2019), “Opinion polling for the 2019 United Kingdom general election”, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/2019_United_Kingdom_general_election.
[3] BBC (2019), “Brexit: All you need to know about the UK leaving the EU”, 29 Ekim 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/uk-politics-32810887.
[4] BBC (2019), “Brexit: All you need to know about the UK leaving the EU”, 29 Ekim 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/uk-politics-32810887.
[5] BBC Türkçe (2019), “İngiltere Başbakanı Johnson, AB'ye imzasız 'Brexit'i erteleme' mektubu gönderdi”, 20 Ekim 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50115238.
[6] BBC Türkçe (2019), “İngiltere Başbakanı Johnson, AB'ye imzasız 'Brexit'i erteleme' mektubu gönderdi”, 20 Ekim 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50115238.
[7] “BREXIT FATIGUE - EU boss Juncker mocks: Everyone understands English but nobody understands England”, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=OnlOknJ_ewc.
[8] Bristol Law School’dan Profesör Phil Syrpis da bu görüştedir. Bakınız; Dilek Yiğit (2019), “EINSTEIN: "Hiçbir Sorun Onu Yaratan Bilinç Seviyesiyle Çözülemez”, Söyledik.com, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: http://soyledik.com/tr/makale/7978/einstein-hicbir-sorun-onu-yaratan-bilinc-seviyesiyle-cozulemez--doc-dr-dilek-yigit.
[9] Milliyet (2019), “Brexit İngiltere seçimlerinin kaderini belirleyecek”, 4 Kasım 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: http://www.milliyet.com.tr/dunya/brexit-ingiltere-secimlerinin-kaderini-belirleyecek-6071537.
[10] James Forsyth (2019), “General election 2019: can Boris Johnson succeed where Theresa May failed?”, The Spectator, 2 Kasım 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://www.spectator.co.uk/2019/11/general-election-2019-can-boris-johnson-succeed-where-theresa-may-failed/.
[11] Fotoğraf, https://www.spectator.co.uk/2019/11/general-election-2019-can-boris-johnson-succeed-where-theresa-may-failed/ adresinden alınmıştır.
[12] Wikipedia (2019), “Opinion polling for the 2019 United Kingdom general election”, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://en.wikipedia.org/wiki/2019_United_Kingdom_general_election.
[13] BirGün (2019), “Corbyn: Seçimi İşçi Partisi kazanırsa ikinci bir Brexit referandumu düzenlenecek”, 1 Kasım 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://www.birgun.net/haber/corbyn-secimi-isci-partisi-kazanirsa-ikinci-bir-brexit-referandumu-duzenlenecek-274815.
[14] Milliyet (2019), “Brexit İngiltere seçimlerinin kaderini belirleyecek”, 4 Kasım 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: http://www.milliyet.com.tr/dunya/brexit-ingiltere-secimlerinin-kaderini-belirleyecek-6071537.
[15] Kate Proctor (2019), “Lib Dems, Greens and Plaid Cymru reveal remain election pact”, The Guardian, 7 Kasım 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/politics/2019/nov/07/lib-dems-greens-and-plaid-cymru-reveal-remain-election-pact ; Dilek Yiğit (2019), “Anti-Brexit İttifakı ve Johnson’ın Farage’a Yanıtı”, Kafkassam, 8 Kasım 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://kafkassam.com/anti-brexit-ittifaki-ve-johnsonun-faragea-yaniti.html.
[16] BBC (2019), “General election 2019: Nigel Farage will not stand as candidate”, 3 Kasım 2019, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/election-2019-50280848.
[17] “Nicola Sturgeon: I want independence for Scotland in 2020”, Erişim Tarihi: 09.11.2019, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=dGwO5XWVGOo.