28 Mayıs 2020 Perşembe

Amerikalı Siyaset Bilimci Dr. Matthew S. Cohen'le Mülakat


Lexington/Massachusetts doğumlu olan Amerikalı Siyaset Bilimci Dr. Matthew S. Cohen, lisans eğitimini Brandeis Üniversitesi'nde Politika ve Sosyoloji bölümlerinde çift anadal yaparak tamamlamıştır. Harvard Üniversitesi Hükümet bölümünden yüksek lisans derecesini alan Cohen, yüksek lisans tezini Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri üzerine yazmıştır. Northeastern Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünden 2018 yılı Şubat ayında doktora derecesini alan Cohen, halen Merrimack Koleji'nde Yardımcı Doçent olarak çalışmaktadır. Matthew S. Cohen, ağırlıklı olarak güvenlik politikaları, sibergüvenlik ve Türkiye-İsrail ilişkileri gibi konularda yayın yapmaktadır.

Dr. Matthew S. Cohen

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Dr. Matthew merhaba, mülakatımıza koronavirüs (Covid-19) kriziyle ilgili bir soruyla başlamak isterim. Amerika Birleşik Devletleri'nde son durum nedir? ABD Başkanı Donald Trump, hükümetini dünyada en fazla test yapan ülke olmayı başarmaları bağlamında övmesine karşın, toplam ölü ve enfekte olan insan sayısında ABD'nin dünyada ilk sırada olduğu anlaşılıyor. Amerikalılar bu krizi nasıl algılıyorlar ve Amerika'da normalleşme başladı mı?

Dr. Matthew S. Cohen: Dr. Ozan, bana bu fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim. Mevcut küresel kriz nedeniyle bu sorunuz büyük önem taşıyor. ABD'nin birçok bölgesinde yeni vaka sayıları sabit ya da düşüşte olmasına karşın, başka bazı yerlerde vaka sayıları yüksek seviyede seyretmeye ve hatta artmaya devam ediyor. Kriz başladığı zamandan beri ABD'de işler iyi gitmiyor. Belirttiğiniz üzere, ABD, ölü ve enfekte sayısında dünyada birinci sırada. Başkan Trump'ın iddiasına karşın, test sayısında da dünyada ilk sırada falan değiliz. Daha da beteri, ekonominin çökmesi nedeniyle ülkede Büyük Buhran'dan bu yana en yüksek işsizlik seviyelerine ulaşılmış durumda. Amerika'da birçok insan bu kötü performansın büyük bir liderlik eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyor. Bu kişiler, birçok önemli soruna işaret ediyorlar: Başkan Trump, ilk başta virüsün ABD'ye ulaşamayacağını ve bunun o kadar da tehlikeli bir durum olmadığını söyledi, bu süreçte krizle ilgilenmek yerine basınla ve siyasi muhalifleriyle uğraştı, virüsle, nedenleri ve potansiyel tedavi yöntemleriyle ilgili hatalı bilgiler yaydı ve hatta sağlık uzmanlarının tavsiye ettiği maske takmak ve sosyal mesafeyi korumak gibi önerileri bile uygulamayı reddetti.

Buna rağmen, Başkan Trump'ın krizi yönetme tarzından çok memnun olan kişiler ve gruplar da var. Bu kişilere göre, salgını önlemek zaten imkânsızdı ve Trump yapabileceğinin en iyisini yaptı. Bu kişiler, ayrıca, Trump'ın Savunma Yetki Yasası'nı kullanarak endüstriden daha fazla sağlık ekipmanı üretmesi ve aşı çalışmalarını hızlandırması konusunda gösterdiği çabayı da not ediyorlar.

Ancak bunun dışında, -rahatsız edici bir şekilde- ABD'de bu konuda komplo teorilerine inanan kişiler de var. Onlara göre; ölü ve enfekte sayıları Trump'ı başarısız göstermek için abartılıyor, koronavirüsün grip virüsünden bir farkı yok ve bu virüsü Batı'daki insanları öldürmek için Çin üretti ve yaydı. Elbette bunlar yanlış görüşler ve ne mutlu ki çok sayıda insan bu görüşlere inanmıyor. Buna rağmen, evde kalmaya ve işyerlerinin kapatılmasına yönelik yasakları protesto eden grupları da gördük. Bazıları eyalet meclislerine silahlarını bile getirdiler; hatta Michigan'da protestolar ve şiddet tehditleri nedeniyle yasama dönemine ara verildi. Elbette Amerikalıların çoğunluğu risklerin farkında ve hemen normalleşmeyi beklemiyorlar; ancak bu durum Amerika'nın nasıl bir tehlike ve bölünmüşlükle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Genel tabloya bakıldığında, anketlere göre Amerikalılar Trump yönetiminin koronavirüs krizinde gösterdiği performanstan memnun değiller. Ben de yukarıda saydığım nedenlerden ötürü bu görüşü paylaşıyorum. Ancak ABD'de günümüzde bu konu ve neredeyse her konuda giderek derinleşen bir çatlak ve kutuplaşma söz konusu.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Sizce koronavirüs krizi Kasım ayında yapılacak olan 59. ABD Başkanlık seçimlerini etkiler mi? Seçim konusunda bir erteleme ya da düşük katılım söz konusu olabilir mi? Donald Trump ve Joe Biden'ı kıyasladığınızda, bu konjontürde hangi aday daha şanslı olabilir?

Dr. Matthew S. Cohen: Bu konuda yorum yapmak için erken, ancak koronavirüs krizinin seçime ciddi etki yapacağını zannediyorum. Bir erteleme olacağını düşünmüyorum; bu, anayasaya aykırı bir durum olur. Başkan Trump da buna karşı olduğunu -her ne kadar siyasi görüşlerini sık sık değiştirse de- daha önce açıkladı. Seçime katılım oranını öngörmek ise kolay değil. Koronavirüs salgınına rağmen Wisconsin'daki önseçimlerde katılım oranı çok yüksekti; ancak birçok insanın salgın nedeniyle sandığa gitmek istemeyebileceği bir gerçek. Katılım oranında en kritik konu, posta (mektup) yoluyla oy vermenin kabul edilip edilmeyeceği. Trump buna karşı çıkıyor, Demokratlar ise bunu istiyor.

Kimin kazanacağı konusuna gelirsek; söylediğim gibi birçok Amerikalı Trump'ın koronavirüs krizine yaklaşımından hoşnut değiller, bu durum kazanma şansını azaltıyor. Ayrıca tarihsel deneyim gösteriyor ki, ekonomik durum seçimde en önemli etken. Ekonomi bu şekilde devam ederse, Trump'ın yeniden seçilmesi zorlaşır. Buna karşın, bu etkilerin bile seçimin sonucunu değiştireceğinden emin değilim. Anketler gösteriyor ki, Trump'ın seçmenleri fikirlerini değiştirmiyor ve onu desteklemeye devam ediyorlar.

Şu an için, Trump'ın -2016 seçimlerinde olduğu gibi- toplam oyda açık farkla kaybedip, Seçmen Heyeti sistemiyle kazanabileceğinden şüphe ediyorum. Ancak seçime kadar daha uzunca bir süre var ve bu süreçte yaşanacaklar, özellikle de ekonomideki gelişmeler seçim sonucunda belirleyici olacaktır.

Doç. Dr. Ozan Örmeci:  Umuyorum yakında Türk-Amerikan ilişkileri konulu yeni bir editörlü uluslararası kitap yayınlayacağız. Bu kitap için siz de İsrail'in Türk-Amerikan ilişkilerine etkisi konulu özgün bir kitap-içi bölüm yazdınız. İsrail'in ve İsrail lobisi veya Yahudi lobisinin Türk-Amerikan ilişkilerine etkisini nasıl değerlendirebiliriz? İsrail'le yaşanacak bir normalleşme sizce Türkiye'nin Washington'daki etkisini arttırabilir mi?

Dr. Matthew S. Cohen: Kitap için ben de heyecanlıyım ve editör olarak çabaların için sana teşekkür ediyorum. Türkiye'nin bugüne kadar ABD'de hiçbir zaman güçlü bir lobisi olmamıştır. Yakın geçmişte Türkiye-İsrail ilişkileri bozulana kadar, genelde İsrail yanlısı gruplar Türkiye'nin çıkarlarının Washington'da savunulması konusunda en etkili grup olarak dikkat çekiyorlardı. Türkiye'nin ABD'de çok etkili olamaması Amerika'nın demografisiyle yakından alakalı; ABD'de 7 milyon civarında Yahudi Amerikalı var ve bunların neredeyse tamamı ABD-İsrail ilişkilerinin güçlü olmasını istiyorlar. Buna karşın, Türk kökenli Amerikalıların sayısı yalnızca 500.000 civarında. Ayrıca bir de ABD'de çok etkili olan Evanjelist Hıristiyan gruplar var ve onlar da İsrail'e çok güçlü destek veriyorlar.

İsrail yanlısı grupların Türkiye'ye destek vermelerinin sebebi, Türkiye'nin İsrail'le ilişkileri olan az sayıda Müslüman ülkeden biri olmasıydı. Bu gruplar, Türkiye'nin askeri ve diğer alanlarda teknolojik gelişmeleri takip etmesine ve Türkiye karşıtı yasa tasarılarının reddedilmesine yardımcı oldular. Ancak şimdilerde durum böyle değil; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan olarak görev yaparken İsrail'le ilişkileri bozmasından sonra, Amerikalı yasa-yapıcıların Türkiye'ye bakışı da değişti. Bunun birkaç önemli sebebi var. Ancak sorunuzla alakalı olarak iki önemli ve birbiriyle alakalı konu var. İlk olarak, Türkiye'nin kendi çıkarlarını koruyan bir lobiyi  (İsrail lobisi veya Yahudi lobisi) kaybetmesi ve bu nedenle çıkarlarını eskisi gibi koruyamaması. İkinci olarak ise, Türkiye'nin İsrail'le geçmişte olduğu gibi yakın çalışmayı reddetmesi, Amerikalı yasa-yapıcıların gözünde Türkiye'nin Amerikan çıkarlarına da karşı olduğu algısı yarattı.

Ben, bu üç devletin (ABD, İsrail ve Türkiye) kendi çıkarlarına uygun şekilde ilişkilerini geliştirebileceklerini umut ediyorum. Bunun -kitaptaki bölümümde yazdığım gibi- hem bu devletlere, hem de tüm dünyaya faydalı olacağını düşünüyorum. Türkiye için en önemli kazanç ABD'de yeniden lobi gücü kazanmak olacaktır. Türkiye-İsrail normalleşmesi gerçekleşirse, ben, en fazla birkaç sene içerisinde İsrail lobisinin yeniden Türkiye'yi savunmaya başlayacağını düşünüyorum. Türkiye ve İsrail hiçbir zaman müttefik olmadılar; şimdi de olmak zorunda değiller. Normalleşme için, ilişkilerin Erdoğan ilişkileri kesmeden önceki haline gelmesi yeterli. Ancak asıl mesele, bu üç devlette bu konuda istek ve irade olup olmadığıdır. Şu an için, her üç ülkedeki liderde de bu istek ve iradeyi göremiyorum.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türkiye demokrasisi ABD'de nasıl algılanıyor? Sizce Türk tipi Başkanlık sistemine ABD'de bir muhalefet mi söz konusu?

Dr. Matthew S. Cohen: ABD'nin dünyadaki gelişmiş demokrasiler arasında Başkanlık sistemi uygulayan bi devlet olduğu da düşünülürse, bu soru oldukça anlamlı hale geliyor. Amerikan yasa-yapıcıları için -doğru olsun veya olmasın- Türkiye demokrasisinin kalitesi her zaman şüpheli bir konu olmuştur. Başkanlık sistemine geçilmesiyle bu konudaki algılar daha da pekişti. Birçok kişi, yeni geçilen Başkanlık sistemini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın denge ve fren mekanizmalarını aşmak için uyguladığı bir yöntem olarak algılıyor. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olduktan sonra bir daha Başbakan adayı olamayacağı için oyunun kurallarını değiştirdiği düşünülüyor. Rusya'daki Vladimir Putin örneğine benzer şekilde, Erdoğan'ın istediği sürece iktidarda kalmak istediği ve bunun için sistem değişiklikleri yaptığından endişe ediliyor. Bunun yanında, bunu destekleyen ya da önemsemeyen yasa-yapıcılar da var. Örneğin, Başkan Trump, bu konuyu önemsemiyor ve seçim zaferi sonrasında da Erdoğan'ı tebrik etmişti. Kitaptaki bölümümde de belirttiğim gibi, Erdoğan ile Trump'ın birçok ortak özellikleri var ve bu nedenle birbirlerine kişisel destek vermeleri şaşırtıcı değil. Bunun yanı sıra, hem ABD, hem de Türkiye'de son 10 yılda milliyetçilik ve popülizmde kayda değer bir artış yaşandı. Bu durum şimdilerde dünyada da trend haline gelmeye başladı; uluslararasılık ve geleneksel liberal değerlerden uzaklaşan ülkeler, giderek daha fazla merkezileşmiş yönetimlere ve dış politikada da içe kapanmaya yöneliyorlar.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Özellikle Türk-Amerikan ilişkileri konusunda ABD'de etkili olan Türk akademisyen ve uzmanları sayabilir misiniz?

Dr. Matthew S. Cohen: Türkiye, ABD ve diğer ülkelerde ABD'deki Türkiye algısına katkıda bulunan ve böylelikle Türk-Amerikan ilişkilerine yön verebilen birçok değerli akademisyen ve uzman var. Gerçekten o kadar çok önemli isim var ki, ben, hem Türk-Amerikan ilişkilerine katkıları, hem de bana katkıları anlamında değer verdiğim birkaç isim üzerinde durmak istiyorum. Bu, burada saydığım isimlerin hepsiyle her konuda anlaştığım anlamına gelmiyor; ancak Türkiye hakkındaki algılarım ve görüşlerimin oluşmasına katkıda bulunan isimler olarak bu kişileri belirtiyorum.

ABD'deki iki çok önemli ve etkili uzman, Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü'nde çalışan Soner Çağaptay ve Mehmet Özkan. Her ikisi de Türkiye hakkındaki birçok konuda ve Türk-Amerikan ilişkileri hakkında önemli çalışmalar yaptılar. ABD'deki uzmanlar, bu iki kişinin çalışmalarını ciddiye alıyorlar. Koç Üniversitesi'nden Ali Çarkoğlu'nun çalışmaları da oldukça önemli. Dr. Örmeci, sizin de çalışmalarınızın giderek önem kazandığını ve bunun daha da artacağını düşünüyorum!

Burada Ahmet Davutoğlu'nu da belirtmek de gerekir. Siyasete girmeden önce, Davutoğlu bir akademisyendi. Davutoğlu'nun çalışmaları Türkiye ile ilgilenen Amerikalılar tarafından yaygın olarak çalışılıyor. Türk-Amerikan ilişkileri konusuna özel olarak odaklanmasa da, Davutoğlu'nun Türkiye siyaseti, kültürü ve dış politikası hakkındaki görüşleri ve bunları uygulamaya dökme şansı yakalaması birçok Siyaset Bilimci için bir rüya olsa gerek!

Benim Türkiye hakkında okuduğum ilk kitabın yazarı ise Şerif Mardin'di; ne yazık ki 2017'de vefat etti. Aslında bir Siyaset Bilimci değil, Sosyolog olmasına karşın, onun eserlerine sıklıkla referans verdim. Onun kitapları ve görüşleri benim Türkiye'ye yönelik ilgimi arttırdı. Cemal Kafadar'dan bahsetmeden de geçemeyeceğim. Aslen Osmanlı İmparatorluğu uzmanı olmasına karşın, Kafadar'ın verdiği dersler ebedi nitelikte. Kendisi benim yüksek lisans tezimi denetlemişti ve bunun için ona minnettarım.

Burada saydığım isimler dışında da elbette birçok önemli isim mevcut. Ancak bu kişilere benim gelişimim açısından özel bir minnet duyuyorum.

Ayrıca bana zaman ayırdığınız için teşekkür ediyor ve gelecekte yeni projelerde birlikte çalışmayı umuyorum.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Dr. Matthew, ben de size teşekkür ediyor ve çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Tarih: 27.05.2020



27 Mayıs 2020 Çarşamba

Interview with American Political Scientist Dr. Matthew S. Cohen


Born in Lexington, MA, Dr. Matthew S. Cohen received his BA degree from Brandeis University with a double major in Politics and Sociology. He earned an A.L.M degree in from the Government department at Harvard University. He graduated from Harvard University with a master’s thesis on Turkish-European Union relations. Dr. Matthew Cohen obtained his PhD in Political Science in February 2018 from Northeastern University. He is currently teaching at Merrimack College as Assistant Professor of Practice. He has published extensively on emerging security threats, cyber-security, and Turkish-Israeli relations.

Dr. Matthew S. Cohen

Dr. Ozan Örmeci: Dr. Matthew hi, I would like to start with a question on coronavirus crisis. How is the situation in the United States right now? U.S. President Donald Trump praises his government’s efforts for transforming the U.S. as the country that makes most tests, but at the same time U.S. is leading the world in terms of infected people and total deaths according to official statistics. How Americans perceive this crisis and has normalization already begun?

Dr. Matthew S. Cohen: Hi Dr. Örmeci, thank you for speaking with me. With the current global crisis your question is obviously of great importance. While there are signs that in many areas of the U.S. new cases are holding steady or declining, there are many other areas where infection rates are still high or are increasing. Since the start of this crisis, things have not been going well. As you noted, America has the highest number of infections and deaths in the world. We are also not really leading the world in testing in any meaningful way as we still badly lack adequate access to tests, despite President Trump’s claims. Further compounding the pain, the economy has collapsed, and we have the highest rate of unemployment since the Great Depression. There are many people in America who believe that the main reason the U.S. has faired so poorly is that we have a massive leadership deficit. They correctly note a number of problems: the President at first dismissed the idea the virus would make it to America and tried to convince people it was not particularly dangerous, has spent his time attacking the media and political opponents instead of focusing on the crisis, has spread incorrect information on the virus, its origins, and potential cures, and refuses to engage in the behaviors, such as wearing a mask and keeping some distance from others, that public health officials strongly recommend.

At the same time, there are some who are strongly supportive of his handling of the crisis. They argue this outbreak was inevitable and that he has done as well as could be expected. They note that he made use of the Defense Authorization Act to require industry to produce more safety equipment and has ordered a speeding up of the vaccine development process.

Disturbingly, there are many people in America who believe some combination of the following conspiracy theories: death and infection rates are false and simply fabricated to make Trump look bad, that the virus is no more dangerous than the flu, and that China produced and spread the disease to kill people in the West. These are patently false and are thankfully not the dominant beliefs. However, we have seen groups of people protesting stay at home orders and business closings. Some have even brought weapons into State Houses, and Michigan stunningly felt it needed to suspend its legislative session in the face of these protests and threats of violence. While that is extreme and not representative of most Americans calling for an immediate reopening of the country, it illustrates the danger, and division, America currently finds itself in.

In general, polling appears to show that Americans are dissatisfied with the Trump administration’s response to the crisis, a feeling I share for the reasons I noted above. However, there is a widening divide in America, as there is, sadly, on virtually everything else right now regarding the reasons why America is struggling to deal with the pandemic and its fall-out.

Dr. Ozan Örmeci: Do you think coronavirus crisis will have an impact on the 59th U.S. Presidential election in November 2020? Could there be any delay or a fall in terms of turnout rate? In terms of two official candidates (Donald Trump vs. Joe Biden), who do you think will have more chance to get elected?

Dr. Matthew S. Cohen: I strongly suspect that it will have a substantial impact, but in exactly what way is too early to tell. I do not think a delay will occur in the election. That would be blatantly unconstitutional, and Trump has already said he opposes doing so, though he often changes his positions. The turnout rate is harder to predict. Turnout rates in the Wisconsin primary remained high despite the virus, but it seems likely there are people who will not want to take the chance. The biggest key to turnout, I think, is whether or not vote by mail is allowed. Trump has been opposing this move, while Democrats are supportive of it.

In terms of who will win, as I noted, most Americans are dissatisfied with Trump’s response to the virus, which one would suspect would harm his chances. More important, based on historical precedence, will likely be the state of the economy. If it stays the way it is now, it should harm his reelection bid. However, I am not certain either of these factors will affect enough votes to really impact the election results. His supporters are not going to change their minds due to this, and polling shows that to be true.

At the moment, I suspect Trump will once again badly lose the popular vote, but he may be able to secure enough electoral college votes to win. I am not confident of that outcome, however, as we are too far away from the election, and too many other things can happen between now and then. Much depends on events, especially economic trends, right before the election.

Dr. Ozan Örmeci: Hopefully we’ll be publishing soon a new edited book on Turkish-American relations. You wrote an original chapter for this book focusing on the role of Israel in Turkish-American relations? How can we assess the role of Israel and Israeli lobby in Turkish-American relations? Do you think a normalization process with Israel could increase Ankara’s influence in Washington D.C.?

Dr. Matthew S. Cohen: I am excited for the book to come out, and I thank you for your hard work putting it together! Turkey has never really had much of a lobby in America. Up until Turkey largely severed relations with Israel, pro-Israel groups often served as the most effective groups pushing for Turkey’s interests in America. Part of the reason Turkey does not have a strong lobby of its own, but pro-Israel groups do, is because of the demographics of America. There are roughly 7 million American Jews and they are overwhelming in favor of strong U.S.-Israeli ties. By contrast, there are only roughly 500,000 Americans of Turkish background. In addition, America has a large number of evangelical Christians who are also overwhelmingly strong supporters of Israel.

Pro-Israel groups took on the role of lobbying for Turkey because Turkey was one of the few Muslim majority nations that had any relations with Israel. These groups helped Turkey to secure military and civilian technology and pushed back against laws that Turkey deemed detrimental to its interests. This is no longer the case, however, and since President Recep Tayyip Erdoğan severed relations with Israel back when he was Prime Minister, American policy-makers’ views of Turkey appear to have taken a downturn. The decline in American decision-makers’ views of Turkey has happened for a number of reasons. There are two key, and interconnected, reasons related to your question. The first is Turkey’s loss of a lobby supporting it, which harms its ability to defend or promote its interests. The second is that Turkey’s willingness to work with Israel was seen as a marker of Turkey’s commitment to U.S. interests. So, when Turkey cut ties it not only lost a lobby, but many American policy-makers saw it as a sign Turkey was no longer really supportive of American interests either.

It is my strong hope that the three great nations of Turkey, Israel, and the U.S. will all improve relations with each other as I believe it is highly beneficial to all three parties, and the entire world, as I argue in part in my article in the book. Regaining lobbying strength in America is one of the potential major gains for Turkey. I do think that if normalization occurs, after a few years, at most, pro-Israel groups would return to lobbying on behalf of Turkey. Turkey and Israel were never allies, of course, and they do not have to become so. A real and meaningful normalization of relations back to a point similar to what existed before President Erdoğan broke off relations would be enough. The question is whether there is the desire or will in any of the three nations to really improve relations. At the moment I do not see that the leaders of any of the three nations have that desire.

Dr. Ozan Örmeci: How Turkish democracy is perceived in the U.S.? Do you think there is an opposition to Turkish Presidentialism in the U.S.?

Dr. Matthew S. Cohen: This is a fascinating question, particularly given that the U.S. itself has one of the few Presidential systems among the major democracies. Fairly or not, the quality of Turkish democracy has always been suspect to U.S. policy-makers. The move towards a Presidential system has generally further harmed perceptions of the quality of Turkish democracy. Most appear to view recent strengthening of the presidential role in Turkey as an attempt by President Erdoğan to undermine Turkey’s democratic checks and balances. They note that he was not going to be able to run for Prime Minister again, so instead he changed the rules of the game. The fear among these policy-makers is that Erdoğan aims to find ways to stay in power for as long as he wants, regardless of the law and that how he is doing so has a great deal in common with what President Putin in Russia, an inarguably nondemocratic country, has done to maintain power. At the same time, there is a group of policy-makers who either support the move or do not care. This appears to include President Trump, who called to congratulate Erdoğan on his victory. As I note in my chapter in the book, Trump and Erdoğan share some similarities which make this personal support not all that surprising. Further, both the U.S. and Turkey have seen a notable rise in populism and nationalism over the past decade. This is a trend around the world, and countries that had long stood for traditional liberal values and internationalism have turned more towards centralized types of leadership and governance in their internal affairs and greater isolationism in their foreign affairs.

Dr. Ozan Örmeci: Could you tell us which Turkish academics and experts are influential in the United States especially in terms of Turkish-American relations?

Dr. Matthew S. Cohen: There are many outstanding academics and experts in Turkey, the U.S., and elsewhere who have shaped how the U.S. views Turkey and therefore the course of Turkish-American relations. Really there are too many Turkish experts to name here, so in my answer, I want to highlight a few who are both influential broadly and whose work had a major impact on me. I do not necessarily agree with the conclusions of the people I am discussing here, but in each case they helped to shape my understanding of Turkey and my thinking regarding it.

Two of the best-known and most influential Turkish experts in America are Soner Cagaptay, who is at the Washington Institute for Near East Policy, and Mehmet Özkan. Both of them have written central works on a wide range of topics related to Turkey, including Turkish-American relations. Their works are ones that experts in America frequently rely on. Ali Çarkoğlu’s (Koç University) works are also of particular importance to the field. And, Dr. Örmeci, I believe that your work is already growing in importance and will continue to do so!

It is also important to mention Ahmet Davutoğlu. Before he was a politician, he was an academic. His works are widely studied and known among Americans interested in Turkish policy. While he did not focus on Turkish-American relations, his work on politics, culture, and international relations are integral, particularly given that he had the opportunity to try to put his ideas into practice, which is something I think most political scientists dream of!

In my case, the first book I ever read on Turkey was by Şerif Mardin, who, unfortunately, passed away in 2017. While he was a sociologist and not a political scientist, I have frequently cited his work. His books and insights helped spark my interest in Turkey. I would also be highly remiss if I did not mention Cemal Kafadar. While he is an expert primarily on the Ottoman Empire, the lessons he teaches are timeless. He oversaw my Masters Thesis and I am eternally grateful to him for that.

The scholars and experts I am highlighting are certainly not the only ones of importance, and this is far from a complete list of the ones who influenced me, or others, but each of them is of major importance in this field. I owe each of them, including you, a debt of gratitude for their hard work and crucial insights.

Thank you for taking the time to talk with me and I look forward to working with you further in the future!

Dr. Ozan Örmeci: Thank you for this interview and good luck in your studies.

Interview: Dr. Ozan ÖRMECİ
Date: 27.05.2020

26 Mayıs 2020 Salı

2020 ABD Başkan Adaylarının Türkiye’yi İlgilendiren Kritik Konulardaki Görüşleri


GİRİŞ
3 Kasım 2020 tarihinde yapılacak olan 59. ABD Başkanlık seçimlerinde kimlerin yarışacağı artık kesinleşti: Cumhuriyetçiler adına mevcut Başkan (45. ABD Başkanı) Donald Trump (1946-) ve Demokratlar adına 2009-2017 döneminde -44. ABD Başkanı Barack Obama’nın yanında- Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Joe Biden (1942-). Henüz 3 Kasım 2020 tarihindeki seçime kadar daha oldukça uzun bir süre olduğu ve şu an için tüm dünyada olduğu gibi ABD’de de gündem Covid-19 (koronavirüs) salgınına kilitlendiği için, seçimi kimin kazanacağı konusunda yorum ve tahmin yapmak için erken. Ancak son dönemde yapılan tüm anketlerde[1] Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden’ın önde olduğunu belirtmek gerekiyor. Bunun sebebi olarak da, Başkan Trump’ın koronavirüs krizi sırasında gösterdiği ciddiyetsiz tavır ve o ana kadar çok iyi giden ABD ekonomisinin son 2-3 ayda hızla bozulması olarak düşünülebilir. Ancak bu noktada, Trump’ın 2016 ABD Başkanlık seçimlerini kazanırken de tüm anketlerde açık farkla geride gösterildiğini ve seçimde rakibi Hillary Clinton’dan 3 milyona yakın daha az oy aldığını[2] hatırlatmak gerekir. Ayrıca iki dereceli farklı bir seçim sistemi olan (bu sisteme Electoral College adı veriliyor) ABD’de, yüksek delege sayısına sahip kritik eyaletlerde kazanmayı başaran aday, toplamda az oy almasına rağmen Başkan seçilebiliyor. Bu nedenle, toplam oyu ölçen bu gibi anketleri incelerken ihtiyatlı olmakta fayda var.

ABD’deki eyaletlerin delege sayıları

Bu yazıda, henüz seçim kampanyalarına tam anlamıyla başlamamalarına karşın, bu iki deneyimli siyasetçinin Türkiye’yi ilgilendiren kritik konularda daha önce yaptıkları açıklamaları derleyerek, hangi adayın Türkiye açısından daha yararlı olabileceğine dair bazı tespitlerde bulunacağım. Ancak seçim kampanyası döneminde, kuşkusuz, adaylar -güçlü lobilerin de etkisiyle- görüşlerini revize edebilirler.

ANALİZ
PYD/YPG’ye Destek: Başkan seçildikten sonra çok eleştirdiği Barack Obama’nın Suriye’de Beşar Esad yönetimi ve IŞİD ve diğer radikal İslamcı terör örgütlerine karşı Kürt milislerini (PYD/YPG) destekleme politikasını sürdüren Donald Trump, kısa süre içerisinde bu gruplara rekor düzeyde silah yardımı yapma kararı almış ve bu yardımları gerçekleştirmiştir. Bu anlamda, Trump, Obama’dan da daha ileri bir adım atarak, Türkiye’nin tepkisini çekmek pahasına, Kürt gruplara büyük silah yardımı gerçekleştirmiştir. Ancak ilerleyen dönemde, özellikle de Türkiye’nin PYD/YPG’nin PKK ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle yaptığı büyük baskıların etkisiyle, Trump, bu konuda daha orta yolcu bir çizgiye gelmiş ve IŞİD’in yok edilmesi sonrasında da Suriye’deki Amerikan askerlerini geri çekme kararı alarak (ancak henüz tamamen geri çekilme gerçekleşmemiştir), PYD/YPG’nin kendisini savunabileceği koşulları yarattıktan sonra ABD’yi bu denklemden çıkarmak istemiştir. Hatta Trump, Türkiye’nin Suriye sınırındaki askeri operasyonlarını kolaylaştırmak için, bölgedeki Amerikan askerlerini de güneye doğru geri çekmiş ve PYD/YPG güçlerinin de geri çekilmesini (sınırdan 20 mil-32 km kadar) talep etmiştir. Bu anlamda, Başkan Trump, Türkiye ile Kürt güçler arasında daha dengeli bir pozisyon benimsemiş; ancak Türkiye’nin tüm Kürt grupları yok etmesine engel olmak için de, bu ülkeyi ekonomik krizle (Rahip Andrew Brunson meselesinin gündeme geldiği dönemde olduğu gibi) tehdit etmiştir. Bu açıklama ise, Suriyeli Kürtlerle değil, PKK’nın kolu olan terör gruplarıyla mücadele ettiğini düşünen Ankara’nın tepkisini çekmiştir. Trump’ın Kürt gruplarla Suriye’deki yakın ilişkisinin Pentagon’un İran’a yönelik politikalarının bir uzantısı olduğunu düşünenler de vardır.

44. ABD Başkanı Barack Obama’nın siyasi mirasını sürdürmek amacındaki ABD Başkan adayı Joe Biden ise, görev yaptığı dönemde Türk muhataplarıyla yaptığı görüşme ve konuşmalarda, IŞİD ve PKK’yı terör örgütleri ve ortak düşmanlar olarak işaret ederken, PYD/YPG konusunda genelde sessiz kalmayı tercih etmiştir.[3] Bu anlamda, bu konuda Trump ile Biden'ın politikalarının benzer olduğu söylenebilir. Zira Türkiye’nin bu konudaki rahatsızlığını anladığını belirten Biden[4], buna karşın seçilirse bölgedeki 1.000 kadar Amerikan askerini tutmaya devam edeceğini ve IŞİD’e karşı savaşan Kürtleri koruyacağını söylemiştir.[5]

Bu konuda iki Başkan adayını kıyasladığımızda; daha sol bir partinin adayı olan Joe Biden’ın Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri müdahaleleri ve Ankara’nın Kürt gruplarla mücadelesi konusunda biraz daha ihtiyatlı olduğu, ancak iki lider arasında büyük bir politika farklılaşması olmadığı söylenebilir. Bunun sebebi de, ABD’nin Suriye’de, hedefleri, kapsamı ve amaçları netleştirilmiş bir politikasının olmamasıdır. Bu nedenle, bu konuda Türkiye açısından iki aday arasında bir tercih durumu söz konusu olmamakla birlikte, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin askeri operasyonlarına “üslupta sert, ama özde daha yumuşak” bir tavır gösteren Donald Trump’ın Ankara için biraz daha avantajlı gözüktüğü söylenebilir.

İran Nükleer Anlaşması: Kısaca JCPOA olarak bilinen ve İran’ın nükleer programını sınırlandırmayı amaçlayan İran nükleer anlaşması, Başkan Barack Obama döneminde bizzat Obama ve onun ikinci döneminde Dışişleri Bakanı (2013-2017) olarak görev yapan John Kerry’nin yoğun çabalarıyla İran İslam Cumhuriyeti ile P5+1 ülkeleri (ABD, Birleşik Krallık, Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa, Rusya Federasyonu + Almanya) arasında 2015 yılında yapılmıştır. Bu dönemde, Obama’nın Başkan Yardımcısı olan Joe Biden da anlaşmaya destek vermiştir. 2020 seçimleri öncesinde de, Biden, İran nükleer anlaşmasının yeniden yürürlüğe sokulmasına sıcak bakmaktadır. Ancak bu konuda daha istekli gözüken Bernie Sanders ve John Kerry gibi Demokratlardan farklı olarak, Biden, İran’ın daha kapsamlı bir anlaşma konusunda istekli davranması durumunda anlaşmayı yenilemeyi önermektedir.[6] Bu anlamda, Biden, bu konudaki pozisyonunu Trump’tan çok farklılaştırmamaya ve böylelikle İran karşıtı lobiler (İsrail lobisi) nezdinde zayıf düşmemeye gayret etmektedir.

45. ABD Başkanı Donald Trump ise, daha 2016 seçim kampanyası döneminden başlayarak, İran nükleer anlaşmasına hararetle karşı çıkmış ve bu anlaşmayı “gördüğü en kötü anlaşma” olarak değerlendirmiştir.[7] Trump, kampanya döneminde söz verdiği şekilde, 2018 yılında ülkesi ABD’yi anlaşmadan geri çekmiş; hatta bununla da yetinmeyerek, İran’a yönelik yeni yaptırımları devreye sokmuş ve İran’la iş yapan müttefik ülkeleri de tehdit etmeye başlamıştır. Trump’ın bu kararını değerlendiren BBC’den Anthony Zurcher, bu konuda 3 önemli nedeni işaret etmiştir: 1-) Trump’ın Obama’nın siyasal mirasını yok etmeye çalışması, 2-) İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’yu siyaseten daha güçlü bir konuma getirmek için gayret etmesi ve 3-) Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo gibi İran karşıtı şahinlerin kabinesinde yer alması.[8] Buna karşın, İran’ın nükleer anlaşmanın iptali ardından yeniden uranyum zenginleştirmeye başlaması[9] ve Trump’ın yaptığı “ikinci bir anlaşma” önerisini reddetmesi[10] nedeniyle, Trump’ın bu konuda uyguladığı politikaların “İsrail’in güvenliği” konusunda ciddi bir risk oluşturduğunu belirtmek gerekiyor.

Bu konuda iki Amerikalı Başkan adayını karşılaştırdığımızda; aslında üslup dışında siyasal pozisyon anlamında iki adayın birbirlerine yakın durduklarını, ancak gerek daha sert pozisyon alması, gerekse de İran’ın tepkisini çekmesi bağlamında Trump'ın Joe Biden’a kıyasla ikinci bir anlaşma konusunda çok daha az şanslı olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak İran’a yönelik sertlik politikasının ABD’nin kendi iç dinamiklerinden ziyade Arap ülkelerinin ve İsrail’deki mevcut Netanyahu yönetiminin bu yöndeki baskılarından kaynaklandığını da bu noktada belirtmek gerekiyor. Bu konu şu an için en önemli gündem maddesi olarak gözükmemesine karşın, İran’ın nükleer silah kapasitesine ulaşması durumunda, kuşkusuz, bu konu çok önemli bir siyasi mesele olacak ve İsrail’in bölgedeki stratejik üstünlüğüne son verecektir (resmi olarak açıklanmamasına karşın İsrail Ortadoğu’daki tek nükleer güçtür). Türkiye açısından bakıldığında ise; Ankara’nın resmi pozisyonu şu an için İran’a yönelik sertlik politikasına karşıt olduğu için, bu konuda Joe Biden daha avantajlı bir aday olarak gözükmektedir. Zira Biden seçilirse, Tahran yönetimi ikinci bir anlaşma için Washington’a çok daha sıcak bir yaklaşım gösterebilir ve yeni bir anlaşmanın olması gayet yüksek bir ihtimal haline gelir.  

Kıbrıs Sorunu: ABD Başkanı Donald Trump, Kıbrıs Sorunu konusunda köşeli açıklamalar yapmaktan kaçınmakta ve Kıbrıs görüşmelerine resmi düzeyde destek vermesine karşın[11], bu konuyu neredeyse hiç gündeme getirmemektedir. Buna karşın, Trump, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almasının ardından, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne (Kıbrıs Cumhuriyeti) ABD’nin yıllardır uyguladığı silah ambargosunu kaldırmayı amaçlayan yasa tasarını onaylamıştır.[12]

Görev yaptığı dönemde 2014 yılında Kıbrıs’a bir resmi ziyarette bulunan ve hem KKTC, hem de GKRK’de görüşmeler yapan[13] Joe Biden ise, Kıbrıs adasında bir siyasi çözüm noktasında daha istekli bir siyasetçi olarak dikkat çekmekte ve Kıbrıs’ta bir çözümün mümkün olduğunu düşünmektedir.[14]

Bu konuda iki Başkan adayını kıyasladığımızda; Ankara açısından Trump’ın konuya ilgisiz pozisyonunun daha faydalı olduğunu; zira resmi düzeyde Kıbrıs’ta çözüm görüşmelerine destek verilmesine karşın, Ankara’nın Kıbrıs’a drone üssü kurması ve son yıllarda birçok önemli ekonomik projeyi gerçekleştirmesi nedeniyle, KKTC’yi hiçbir zaman kontrolünden çıkarmak istemediğini ve Doğu Akdeniz güvenliğini KKTC üzerinden kurguladığını belirtebiliriz. Ancak Trump döneminde Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ne yönelik silah ambargosunun kaldırılması, kuşkusuz Ankara adına olumsuz bir gelişmedir.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne Bakış: ABD Başkanı Donald Trump, 2017 yılında Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yaptığı bağımsızlık referandumuna destek vermemiştir. Bunun temel nedeni ise, IŞİD’le mücadele nedeniyle bölgedeki önceliklerin farklı olması ve Trump’ın Türkiye’yi kızdırmak istememesiydi. Ancak Trump’ın en yakın siyasi müttefiki olan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, bu referanduma destek veren tek önemli siyasi lider olarak dikkat çekmişti. Bu bağlamda, İsrail’in Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti’ne -bölgede Arap entitesi dışında yeni bir siyasi varlık oluşturma bağlamında- destek verdiği de düşünülürse, uygun koşulların oluşması durumunda Trump’ın Kürt bağımsızlığına soğuk bakmadığı düşünülebilir. Ancak Türkiye’nin bu konuyu kırmızı-çizgisi olarak kabul etmesi ve Erbil’i savaşla tehdit etmesi nedeniyle, Trump, bu konuda şimdilik orta yolcu bir pozisyon almaktadır. Trump, referandum sonrasında istifa eden Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin yerine geçen Neçirvan Barzani’yle de kısa süre önce Davos’ta görüşmüş ve onunla iyi geçindiğini gösteren açıklamalar yapmıştır.[15] Ancak bu durum, Trump’ın bağımsızlığa hemen destek vereceği anlamına gelmemektedir; ABD, bu konuda şartların oluşmasını bekleyecek ve Ankara’yı da kendi çizgisine çekmeye çalışacaktır.

Obama döneminde uzun süre (2009-2017) 47. ABD Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Joe Biden ise, bu konuda Barack Obama dönemi politikalarını sürdürmekte ve Kuzey Irak’ta bir Kürt bağımsızlığına Obama’dan bile daha sıcak yaklaşmaktadır. Öyle ki, 2015 yılında Mesut Barzani’nin Beyaz Saray ziyaretinde onunla bir araya gelen Biden, “Müsterih olun, ömrümüz Kürt Devleti’ni görmeye yetecek” gibi ilginç bir söz kullanmıştır.[16] Biden’ın Irak politikası konusunda etnik/mezhepsel kimliklere dayalı federatif bir yapıdan yana olmasını[17] eleştirenler olmakla birlikte, bu konuda Trump’ın pozisyonu da çok farklı değildir.

İki Başkan adayını kıyasladığımızda ise; aralarında ciddi farklar olmamasına karşın, Trump’ın bu konuda evrensel demokratik ilkelerden (self-determinasyon vs.) ziyade Amerikan ulusal çıkarlarını önde tutması nedeniyle, Ankara açısından Trump’ın Biden’a kıyasla daha tercih edilebilir olduğu düşünülebilir. Ancak bu noktada Biden’ın Başkan seçilmesi durumunda daha pragmatik bir siyaset benimseyebileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.

Ermeni Soykırımı İddiaları: 45. ABD Başkanı Donald Trump, Ermeni Soykırımı iddiaları konusunda oldukça ilgisiz bir tutum sergilemekte ve bu konuda bir açıklama yapmaktan özellikle kaçınmaktadır. Bu konuda Türkiye ve yatırımlarının olduğu Azerbaycan’la ilişkilerini bozmamak için özel gayret gösteren Trump, “soykırım” ifadesini kullanmamak için de azami dikkat göstermektedir.[18]

ABD Başkan adayı Joe Biden ise, ülkesindeki Ermeni gruplara oldukça yakın bir siyasetçi olup, seçilirse Ermeni Soykırımı’nı tanıyacağını söylemiştir.[19] Bu, kuşkusuz seçim öncesinde Ermeni Amerikalılardan oy alabilmek için söylenmiş olsa da, bu konuda Biden’ın pozisyonunun Ankara açısından daha tehlikeli olduğu söylenebilir.

Bu konuda iki Başkan adayını kıyasladığımızda; Trump’ın Biden’a kıyasla Ankara’nın mevcut pozisyonu için daha iyi bir aday olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum, aslına bakılırsa Bakü (Azerbaycan) için de geçerli olan bir durumdur.

FETÖ Konusu: ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye tarafından 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimini organize etmekle suçlanan Müslüman din adamı Fethullah Gülen konusunda genelde sessiz kalmakta ve Ankara’nın Gülen’in iadesine yönelik taleplerini “gündemimizde değil” diyerek cevaplandırmaktadır.[20]

ABD Başkan adayı Joe Biden ise, bu konuda Ankara’ya daha sıcak bir yaklaşım göstermekte ve ikna edici kanıtlar sunulması durumunda, ülkesinin Türk-Amerikan ilişkilerine zarar veren bir kişiyi himaye etmeyeceğini söylemektedir.[21]

Bu konuda iki lideri kıyasladığımızda; Joe Biden’ın Ankara’nın pozisyonuna daha yakın durduğu söylenebilir.

SONUÇ
Sonuç olarak, Türk-Amerikan ilişkilerine doğrudan etki edebilecek 6 temel konuda (PYD/YPG’ye Destek, İran Nükleer Anlaşması, Kıbrıs Sorunu, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne Bakış, Ermeni Soykırımı İddiaları ve FETÖ Konusu) 2020 ABD Başkanlık seçimlerinde yarışacak iki aday değerlendirildiğinde, mevcut Başkan Donald Trump’ın Joe Biden’a kıyasla Ankara’nın statükosuna daha yakın durduğu ve 4 konuda daha avantajlı aday olarak öne çıktığı söylenebilir. Ancak hem seçim kampanyası döneminde adayların daha fazla oy almak yönünde hareket etmeleri, hem de Washington ve Ankara’nın zaman zaman değişen hükümetler ve konjonktürler gereği politikalarını değiştirebilmeleri nedeniyle, bu durumun zamanla değişebileceğini de belirtmek gerekiyor. Bu konuda bir tablo yapmak gerekirse ise, karşımıza şöyle bir durum çıkıyor:


Bu yazıda listeye dahil edilmeyen ama önemli bir konu olan Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliği konusunda da geleneksel olarak Demokrat Parti'nin, özel olarak da Joe Biden'ın Cumhuriyetçiler ve Başkan Trump'a kıyasla daha büyük destek verdiğini belirtmek okurlar açısından faydalı olabilir. Kim seçilirse seçilsin, Türk-Amerikan ilişkilerinin düzeltilmesi hepimizin ortak dileğidir. 

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Birkaç örnek için bakınız;
[2] Bakınız; https://en.wikipedia.org/wiki/2016_United_States_presidential_election.
[3] Bakınız; https://www.hurriyet.com.tr/gundem/joe-biden-pkkya-vurdu-pydye-sustu-40044458.
[4] https://www.voanews.com/middle-east/biden-us-recognizes-kurdish-threat-turkey.
[5] https://npasyria.com/en/blog.php?id_blog=2008&sub_blog=10&name_blog=Joe%20Biden%20vows%20to%20protect%20the%20Syrian%20Kurds%20in%20case%20he%20wins%20the%20U.S.%20presidential%20elections.
[6] Bakınız; https://www.politico.com/story/2019/07/20/iran-nuclear-deal-democrats-1424113.
[7] Bakınız; https://www.bbc.com/news/av/world-us-canada-41587428/trump-on-the-iran-deal-worst-horrible-laughable.
[8] https://www.bbc.com/news/world-us-canada-43902372.
[9] https://www.dw.com/tr/iran-uranyum-zenginle%C5%9Ftirme-oran%C4%B1n%C4%B1-y%C3%BCkseltti/a-51191254.
[10] https://www.bbc.com/news/world-middle-east-51118236.
[11] https://www.youtube.com/watch?v=InQ9ZI2Cjgc.
[12] Bakınız; https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-baskani-trump-gkryye-silah-ambargosunu-sartli-kaldiran-yasayi-imzaladi-/1679973.
[13] http://politikaakademisi.org/2014/05/22/bidens-historic-visit-and-cyprus-settlement-talks/.
[14] https://www.ekathimerini.com/218948/article/ekathimerini/comment/joe-biden-a-cyprus-peace-deal-is-within-reach.
[15] Bakınız; https://www.youtube.com/watch?v=ebdLXFm7lJo.
[16] https://tr.sputniknews.com/abd/201505181015530099/.
[17] https://theintercept.com/2019/09/06/joe-biden-defends-record-iraq-including-plan-divide-along-sectarian-lines/.
[18] https://anca.org/trump-fails-to-properly-characterize-armenian-genocide/.
[19] Bakınız; https://www.politico.com/news/2020/04/24/biden-armenian-genocide-207587.
[20] https://www.dailymotion.com/video/x6xd0xf.
[21] https://www.trtworld.com/americas/biden-us-looking-at-evidence-against-gulen-171381.

25 Mayıs 2020 Pazartesi

Prof. Dr. Baskın Oran Mülakatı


Emekli Uluslararası İlişkiler Profesörü olan Baskın Oran (İzmir, 1945), 1968’de bitirdiği Siyasal Bilgiler Fakültesi’de (Mülkiye) asistanken 1971 ve 1980 cuntaları tarafından toplam 9 yıl süreyle üniversiteden atıldı; her seferinde Danıştay’da kazanarak akademiye geri döndü. 1999-2009 arasında Avrupa Konseyi Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) nezdinde ulusal irtibat görevlisi idi. Ekim 2004’te Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulunun Azınlık ve Kültürel Haklar Raporu’nu yazınca mahkemeye verildi ve beraat etti. 2006’da erken emekliliğini isteyerek Oxford (2006) ve Harvard (2009) üniversitelerinde bir dizi konferanslar verdi. Aralık 2008’de “Ermenilerden Özür Kampanyası”nı başlatan dört kişi arasında yer aldı. Nisan 2013’te Kürt Barışı çerçevesinde “Akil İnsanlar” Ege bölgesi heyetinde bulundu. Ocak 2016’da 1.128 akademisyenin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzalayanlardan biriydi. Mülkiye’de vermekte olduğu lisansüstü dersleri Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL döneminde yasaklandı. Haftalık yazıları AgosT24Artigerçek ve Ahval’de yayınlanıyor. Bugüne kadar 80’i aşkın bilimsel makalesi yayınlandı.
Türkiye’de sırayla şu kitapları basıldı: Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği – Kara Afrika Modeli; Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu; Atatürk Milliyetçiliği – Resmî İdeoloji Dışı Bir İnceleme; Kenan Evren’in Yazılmamış Anıları (2 cilt); Nerde O Eski Mahpushaneler; Devlet Devlete Karşı; Kalkık Horoz – Çekiç Güç ve Kürt Devleti; Yunanistan’ın Lozan İhlalleri; Küreselleşme ve Azınlıklar; Türk Dış Politikası – Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (ed.), (1919-1980, 1980-2001, 2001-2012 olarak 3 cilt); Dalavera Memet’in Bodrum Tarihi (Feyhan Görgün’le birlikte); Enişte Gözüyle Bodrum; Türkiye’de Azınlıklar – Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama; M.K. Adlı Çocuğun Tehcir Anıları-1915 ve Sonrası; Türkiye İnsan Hakları Bilançosu – 2006 İzleme Raporu; Türkiyeli Kürtler Üzerine Yazılar; Türkiyeli Gayrimüslimler Üzerine Yazılar; Türk Yargısı ve Adaleti Üzerine Yazılar; Kürt Barışında Batı Cephesi – “Ben Ege’de Akilken…”; Recep Tayyip Erdoğan’ın Yazılmamış Anıları.
Yurtdışında yayınlanmış kitapları ise şunlardır: M.K., Récit d’un déporté arménien – 1915 (Editions Turquoise, Fransa); Turkish Foreign Policy 1919-2006 (ed.) (The University of Utah Press, ABD). Nisan 2018’de Farsça yayınlanacak: (ed.) Türk Dış Politikası – 2001-2012, (Tahran, Institute for Political & International Studies-IPIS).
Prof. Dr. Baskın Oran’ın önemli bir İngilizce eseri olan Turkish Foreign Policy 1919-2006 
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Sayın hocam, yoğun çalışmalarınıza ara vererek bize zaman ayırdığınız için öncelikle size okurlarımız adına teşekkür ederim. Size Türkiye iç siyaseti ve Türk Dış Politikası hakkında birkaç soru sormak ve değerli fikirlerinizi almak istiyorum. Türkiye’deki demokratik rejimin kalitesi konusunda son yıllarda Batı ülkelerinin akademik çevreleri ve basın-yayın organlarında yaygın bir eleştirel duruş gözlemleniyor. 15 Temmuz 2016 tarihindeki başarısız darbe girişimi ve sonrasında uygulamaya sokulan Türk tipi Başkanlık sistemiyle bu yöndeki eleştiriler daha da arttı. Siz, Türkiye’deki cari rejimi Batılı demokratik standartlar açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin yer aldığı Orta Doğu coğrafyasının gerektirdiği zorluklar ve terörizmden kaynaklanan riskler de değerlendirildiğinde, sizce Türkiye’de istikrarlı bir demokratik rejim kurulması için neler yapılabilir?
Prof. Dr. Baskın Oran: Birincisi, “terörizm” derken, PKK’nin (ki bunu söyleyen bizzat İçişleri Bakanı), “dağda 300 kişi kaldığı” bir durumdan bahsediyoruz. “Türk tipi Başkanlık” rejimi derken ise, “Tek Adam” rejiminden bahsediyoruz. Çünkü Başkanlık rejimi olabilmesi için karşı dengeler şarttır; yürütme üzerinde parlamentonun denetimi ve özellikle de yargının denetimi. Oysa TBMM fiilen kapatıldı (düşünün ki iş olmadığı için şu anda kapalı), yargı da tamamen “Tek Adam“ın elinde çünkü tüm siyasal ve toplumsal yaşamı elinde tutan, bütün yasaklamalara ve tutuklamalara karar veren Sulh Ceza yargıçlarını atayan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nu (HSK) tek başına AKP (AK Parti) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tayin ediyor; bir kısmını doğrudan, bir kısmını da AK Parti+MHP koalisyonu vasıtasıyla TBMM üzerinden. 1925 Şeyh Said İsyanı’nı Mustafa Kemal Paşa nasıl tüm muhalefeti bastırmak için kullandıysa (ki Nutuk’u ancak 1927’de okuyabilmiş olmasının sebebi budur), Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Allah’ın lütfu” dediği 15 Temmuz darbe teşebbüsünü aynen öyle kullandı. Ama arada 91 yıl var; böyle mi olacaktı siyasal gelişme?
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türk Dış Politikası’nda son yıllarda zorlu bir dönemden geçiliyor. Tıkanan Avrupa Birliği (AB) tam üyeliği yolunun yanı sıra, geleneksel müttefiklerden Amerika Birleşik Devletleri ile de Suriye, Kürt Sorunu ve Rusya’dan S-400 alınması gibi konularda yaşanan ciddi anlaşmazlıklar var. Ayrıca İslam dünyasında da -Katar başta olmak üzere birkaç ülke dışında, bilhassa da Körfez ülkeleriyle- ilişkilerin hız kestiğini görüyoruz. İsrail’le ilişkiler ise zaten yıllardır düşük profilde seyrediyor. Buna karşın, Türk Dünyası ile ilişkiler konusunda ciddi ilerleme ve ümitler söz konusu. Siz Türk Dış Politikası’nın yaşadığı bu dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Baskın Oran: Türk Dünyası ile ilişkilerin neler olduğunu bilmiyorum. Ama (Gürcistan hariç) bütün komşularımızla ve ayrıca bütün büyük devletlerle (ABD, Rusya, AB) sürekli kavga halinde olduğumuzu biliyorum. Türkiye, eğer ben dış politika biliyorsam, dış politikasında hiç bir zaman böyle bir duruma gelmemişti. Ben hiç böyle şey görmedim. Herkesle kavga ne demek yahu? “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”u kanıtlamaya mı çalışıyoruz, nedir? Katar kim, ne zaman nereden çıktı?
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Koronavirüs (Covid-19) salgını, son birkaç aydır dünya siyasetini belirleyen en önemli konu haline geldi. Siz bu salgının dünya siyaseti ve Uluslararası İlişkilere nasıl etkileri olabileceğini düşünüyorsunuz?
Prof. Dr. Baskın Oran: 15 dakikada bir gündem ve koşullar değiştiği için birşey diyemeyeceğim doğrusu. Ama korktuğum bişey var: İnsanları cep telefonu vasıtasıyla uzaktan kontrol etmenin gerçekleşeceği bir “1984”ten çekiniyorum.
Prof. Dr. Baskın Oran’ın 3 ciltlik Türk Dış Politikası serisi
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türkiye’de yeni kurulan muhalefet partilerini (Gelecek Partisi ve DEVA Partisi) nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce muhalefetin sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanma şansı var mı?
Prof. Dr. Baskın Oran: Dediğim gibi, her an her şey değişiyor bu istikrarsız ülkede; kesin birşey söylemem sadece müneccimlik olur. Fakat şunu söyleyebilirim: dünyanın en olumlu olayı, yanlış bir hareketin içinden muhalefet başlamasıdır. Bu iki parti ve ayrıca AK Parti içinden yükselmeye başlayan sesler çok sağlıklı ve çok doğal bir duruma işaret ediyor. Yol-köprü müteahhitlerini beslemek için örgütlenmiş bir iktidarın ekonomik bakımdan sıfırı tükettiği, siyasal bakımdan tüm muhalefete baskı yapılan, bu baskıların yayın yasakları ve başka şiddet yöntemleriyle örtülmeye girişildiği, dış politikada ise Suriye’nin iki parçasının ilhak edilmeye çalışıldığı bir ülkede bu iktidarın gidişi gidiş değil. Fakat CHP muhalefeti de muhalefet değil ve HDP felç edilmiş vaziyette. Durum budur. Bekleyelim biraz daha…
Doç. Dr. Ozan Örmeci: 2007 yılında bağımsız sol aday olarak milletvekili seçilmek için çok renkli ve etkili bir kampanya düzenlediniz. Ancak az bir oy farkıyla milletvekili seçilemediniz. Bir akademisyen olarak siyasi deneyimlerinizi nasıl özetlersiniz? Sizce halkımızın bilimadamlarının siyaset yapmalarına yönelik bakışı nedir?
Prof. Dr. Baskın Oran: Ben asla ve kat’a bir politikacı değilim, olamam da. Bir akademisyenin söylemi ile bir politikacının söylemi yüzde yüz farklıdır, farklı olmak zorundadır. Çünkü akademisyen ilke olarak bilimsel doğruları söyler, politikacı ise halkın duymak istediklerini söylemek zorundadır yoksa kaybeder. Bu durumda yapılacak tek şey, politikacının bilim adamının danışmanlığına başvurması ve onun söylediklerini siyasal terimlerle ifade etmesidir. Benim 2007’de aday oluşum, tamamen, yeni ortaya çıkmakta olan Türk sivil toplumunun sesini duyurmak içindi; bundan öte birşey değildi. Kazanamayışımız ise, tamamen bir siyasal hata yüzündendir: Seçim olacağı anlaşılınca, o zamanki Kürt partisinin (BDP) eşbaşkanları (Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk) evimde ziyaret ettiler; partinin beni karşıma o bölgede aday çıkartmayarak destekleyeceğini söylediler. Ben çok teşekkür ettim ve şunu söyledim: “Şimdiden konuşmalıyız: Seçilirsem bağımsız kalırım, partinize katılmam”. Buna cevapları: “Biz sizi otuz yıldır izliyoruz, böyle birşey talep etmiyoruz, sizin bizim dışımızdaki varlığınız demokrasi için daha önemlidir”. “Tamam” dedik, anlaştık. Fakat siyasal hata dediğim olay (veya, Kürt hareketinin gençlik hatası) gerçekleşti: Partinin İstanbul İl Başkanı aynı bölgeden adaylığını koydu benden sonra. Onun üzerine parti temsilcileriyle bir toplantı yaptı bizim hareket, ben de vardım, şöyle dedim: Biliyorsunuz değil mi, iki çok önemli gerçek var: 1-) Oylar bölüneceği için ikimiz de kazanamayacağız; 2-) Bunun faturası partinize yollanacak. Anlamışlardı durumu, daha fazla ısrar etmedik ve sonuç böyle oldu. Sonucun böyle olması, benim gibi bir akademisyeni bir politikacı gibi hareket etmekten alıkoydu, ayrıca ailemin düzeni de bozulmamış oldu, bunlar da şerden hayırdır.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Genç okurlarımız için eserlerini beğendiğiniz yazar ve bilimadamlarından birkaç tanesinin ismini öğrenmek isterim.
Prof. Dr. Baskın Oran: Çok sayıda insandan, yazardan yararlandım 1964’ten beri. Aralarında tercih yapmak doğru olmaz.
Doç. Dr. Ozan Örmeci: Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkürler. Yeni bilimsel çalışmalarınızı merakla bekliyor ve Türkiye’de istikrarlı bir demokratik rejimin kurulması noktasında katkı ve tavsiyelerinizi talep ediyoruz.
Baskın Oran: 1923’te rejim kurulduğunda, demokrasiye geçmek çok zordu; çünkü hem bir imparatorluk yıkılıyor ve yepyeni bir düzen kuruluyordu, hem de uluslararası toplum o sırada (iki savaş arasında) faşist veya en azından faşizandı. Ama aradan 100 yıl geçti. Bir asır geçtikten sonra hâlâ otokratik bir rejim kurmaya soyunmak bu memleketi ziyan etmektir. Demokrasiden başka seçenek yoktur. Şunu da söyleyeyim: O dönemde demokrasinin tanımı “çoğunluğun iradesi” idi. Yani, bugün “çoğunlukçuluk” (majoritarianism) denilen çoğunluk diktatörlüğü ki, azınlık diktatörlüğünden daha tehlikelidir. Bugün ise demokrasinin tanımı, “azınlığa saygı”dır. Bu kadar basit.
Röportaj: Doç. Dr. Ozan Örmeci
Tarih: 25.05.2020

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Les Perceptions du Peuple Turc sur la Pandémie de Covid-19

Introduction
La pandémie de Covid-19 ou le coronavirus a déstabilisé la vie quotidienne des gens en Turquie comme dans les autre pays. Même si l’état turc a montré son pouvoir en organisant des aides médicales destinées aux autres pays incluant le Royaume-Uni, l’Espagne et les Etats-Unis, il y a presque 4.000 morts en Turquie jusqu’à maintenant. Le gouvernement turc impose régulièrement un couvre-feu pendant les week-ends et préfère travail à distance. Les firmes privées aussi préfèrent que ses employés travaillent a distance (de la maison) pour arrêter la dispersion du virus. L’Université de Kadir Has à Istanbul d’autre part a récemment publié les résultats d’une recherche scientifique pour mesurer les perceptions du peuple turc.[1] Dans cet article, je vais résumer les résultats.

Méthodologie
Le coordinateur de ce projet est Mustafa Aydın, un professeur des relations internationales connu à l’Université de Kadir Has. Les autres membres du projet sont Mitat Çelikpala, Sinem Akgül Açıkmeşe, Aslı Çarkoğlu, Soli Özel et Sabri Deniz Tığlı, tous professeurs de l’Université de Kadir Has. Le projet est basé sur des interviews face à face ou virtuel par l’ordinateur avec 1,000 personnes dans 26 différentes villes de Turquie. Le data est collecté du 3 Avril 2020 au 17 Avril 2020. La marge d’erreur de cette recherche est de 3 % parmi l’équipe scientifique du projet.

Les Résultats
Il y a deux résultats importants concernant les professeurs de sciences politiques et de relations internationales parmi cette recherche. Le plus important résultat se concentre sur la perception du peuple turc concernant la performance du gouvernement pendant la crise. 30.3 % du peuple turc considère le gouvernement turc « assez performant » pour la gouvernance de la crise. En plus, 9.6 % des gens turcs considère le gouvernement turc « très réussi ». Alors ces résultats montrent que le gouvernement de l’AKP (Parti de la justice et de développement) a encore 40-41 % d’appui parmi le peuple turc. On doit rappeler ici que le gouvernement turc a établi le Conseil Scientifique Coronavirus (Koronavirüs Bilim Kurulu) sous la présidence du ministre turc de la Santé, Monsieur Fahrettin Koca à Ankara et a commencé à prendre des mesures préventives rapidement. La Turquie semblait avoir mieux réussie pendant la crise comparée aux autres pays européens avec son système de santé assez développé concernant la capacité des hôpitaux et aussi les masques respiratoires et ses citoyens humanistes qui ont décidé d’aider les gens âgés au lieu de les abandonner. C’est pour ça que même si la crise économique va arriver dans des mois prochains, le gouvernement turc et le président de la République Monsieur Recep Tayyip Erdoğan peuvent garder leur popularité après la crise. Mais l’état d’esprit dans le monde peut être facilement plus gauchiste après cette pandémie comme tout le monde a bien compris que la santé est le plus important service d’un état. Alors, le parti gauchiste et socio-démocrate le CHP (Parti républicains de peuple) peut aussi augmenter ces voix pour l’élection prochaine. Le CHP déjà dirige les municipalités des trois plus grandes métropoles de la Turquie (Istanbul, Ankara et Izmir) et ces municipalités ont essayé d’organiser des campagnes pour aider les victimes de la crise.

Le ministre turc de la Santé Fahrettin Koca est devenu un homme politique populaire pendant la crise

Deuxième résultat politiquement important c’est la perception du peuple turc sur la cause de la pandémie. 41.3 % des turcs considère cette crise comme une conséquence naturelle de la nutrition chinoise. On ne sait pas vraiment si c’est la cause réelle de Covid-19 ; mais ça montre que beaucoup de turcs ont des préjugés envers la culture chinoise. Alors on peut dire que cette pandémie va mettre en circulation plus de clichés sur les chinois en Turquie surtout après les avis du Président des Etats-Unis Donald Trump accusant la Chine et le problème politique entre la Chine et des Ouïghours, un peuple turc qui vit en Chine. Même si la Chine et la Turquie ont augmenté leur commerce rapidement durant les dernières années, cette crise peut créer une petite pause à cause des mesures extraordinaires. Si une crise politique se déroule, ça peut même diminuer le taux de commerce bilatéral. Un footballeur connu turc de Beşiktaş, Burak Yılmaz qui est resté en Chine quelque mois a même dit à cause de la nutrition chinoise bizarre et l’absence d’hygiène dans les bazars de nouvelles épidémies peuvent émerger en Chine.[2] Les turcs historiquement aiment les coréens du sud et les japonais plus que les chinois. Les turcs aussi supportent des autres peuple turcs asiatiques comme les Ouïghours, les Kazakhs, les Kirghizes, les Ouzbeks, les Turkmènes etc. Alors cette crise peut se transformer en une crise politique si les gouvernements de deux pays provoquent des sentiments nationalistes. Mais jusqu’à maintenant, les gouvernements et les peuples de ces deux pays ont bien dirigé la crise et ont montré la solidarité au lieu du nationalisme.

La Conclusion
Finalement, les résultats de cette recherche organisée par l’Université de Kadir Has à Istanbul sont importants pour la politique intérieure et extérieure de la Turquie. On voit que le gouvernement turc a encore 40 % d’appui mais ce n’est pas suffisant pour gagner l’élection présidentielle ou on doit avoir 50 % + 1 des votes pour être élu. En plus, le gouvernement Chinois peut organiser des campagnes de relations publiques en Turquie car presque la moitié des gens en Turquie accuse la Chine d’être responsable de cette pandémie.

Correcteur d’orthographe et de grammaire : Françoise Barere Yörük

Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] http://www.mustafaaydin.gen.tr/source/Covid19%20KamuoyuAlg%C4%B1lar%C4%B1_6May202011.pdf.
[2] https://www.hurriyet.com.tr/sporarena/galeri-orada-daha-cok-hastalik-cikar-diyen-burak-yilmaz-cinde-gundem-oldu-41504101.

A Research on Turkish People's Perceptions of Coronavirus Disease


Introduction
Turkish Studies Group (Türkiye Çalışmaları Grubu) from Istanbul based Kadir Has University conducted a new scientific research about Turkish people’s perceptions of the coronavirus disease.[1] The findings of the research were published as a report on May 6, 2020. Due to its political implications, this research deserves to be analyzed carefully.

Researchers and Methodology
The coordinator of the project is Professor Mustafa Aydın, a well-known Turkish scholar of International Relations. The other members of the project are Kadir Has University staff including Professor Mitat Çelikpala, Professor Sinem Akgül Açıkmeşe, Associate Professor Aslı Çarkoğlu, famous journalist Soli Özel, and Sabri Deniz Tığlı. The aim of the research was to understand and interpret Turkish people’s perceptions about the coronavirus disease. The field research for the study was conducted between April 3 and April 17, 2020 in 26 different Turkish cities. According to the methodology adopted by the researchers, 1,000 people over 18 years were interviewed face-to-face or through computer. Error margin of the study was declared as 3 %.  

Findings
The first and one of the most important political findings of the research is that 41.3 % of Turkish people interpret coronavirus disease as the consequence of Chinese people’s food and nutrition habit. Whether this claim is scientifically correct or not, it shows that prejudices against Chinese people continue to exist in Turkish society despite developing economic relations in recent years and Turkish people are strongly affected from U.S. President Donald Trump’s accusations towards China as well as recent political problems between Uyghur Turks (Uyghurs) and the Chinese State. 18.4 % of Turkish people on the other hand view the coronavirus disease as a biological attack. In addition, 10.1 % of Turkish people think that the coronavirus is the natural consequence of the disappearance between human life and wild life.

The second important finding of the research reveal that most of the Turkish people are either anxious (40.9 %) or very anxious (32.4 %) about the coronavirus disease, which shows that the government’s performance in handling the issue might be a strong political factor in the next Presidential and parliamentary election. Interestingly, Turkish women seem more anxious compared to Turkish men according to study.

The third interesting finding is that 47.6 % of Turkish people think that they have fifty-fifty chance to get sick due to contagion. Another 20.6 % people think there are high risks to get sick whereas 9.7 % people claim that there are very high risks. This shows that return to ordinary economic and social life will not be easy; it will be gradual and it will take a long time to reach full-capacity production and social interaction.

The fourth finding is about personal precautions to fight against the coronavirus. The findings show that Turkish people take the coronavirus very seriously and almost all of them obey to the advices of the Coronavirus Scientific Advisory Board (Koronavirüs Bilim Kurulu). Hand-washing with soap (96 %), staying at home maximum as possible (95.4 %), not shaking hands (93.1 %), keeping the social distance (92.9 %), using mask (92 %), using cologne (91.8 %), and using disinfectant (90.5 %) are most popular measures adopted by Turkish people. Using gloves on the other hand is not a very popular precautionary mechanism with only 19.2 % people doing it.

The fifth and maybe the most important political finding of the research is about Turkish government’s success in handling the issue. 30.3 % of Turkish people find Turkish government successful in terms of dealing with the disease in addition to another 9.6 % people who consider the government as “very successful”. This shows that the AK Parti government keeps its 40 % strong electoral base but this might not be enough for winning the next Presidential election. 29.5 % of Turkish people consider Turkish government “neither successful, nor unsuccessful” whereas 18.4 % of people find it “unsuccessful” and 12.2 % of people think “very unsuccessful”. Interestingly, Turkish women’s support to government is higher compared to men.

The sixth finding is about a complementary question on whether the governmental precautions are enough or not. 29.6 % of people think that measures taken by the government are enough in addition to 10.5 % of people who think it’s highly proficient. This proves the earlier question's findings and shows that the government has 40 % solid support at the moment.

The seventh question is about the type of precautions taken by the government and whether people support them or not. According to research’s findings, suspending schools and universities temporarily is the most popular measure taken by the government with 89.5 % support. The other popular precautions are: banning over 65 age people to go out in the street (88.5 %), suspending sports matches (88.4 %), putting people coming from other countries into quarantine (88.1 %), closing down restaurants, cafes, and other stores temporarily (88 %), suspending public prayers in mosques (87.6 %), implementing quarantine measures in some parts of cities or some cities (87.5 %), closing down all stores except pharmacies and markets (85.7 %), and nation-wide ban on going out into the street (84.6 %).

Conclusion
The findings of this research prove that Turkish people are not religious fanatics (support given to suspending public prayers is a proof for this) and they do take health issues very seriously. In addition, China’s image in Turkey is not very good due to cultural differences and nationalist arguments (situation of Uyghurs). In addition, Turkish government still has considerable support and President Recep Tayyip Erdoğan has high chance to get reelected if he could manage this crisis successfully and fix economic problems until the next election. Since perceptions do matter in democracies as well as non-democracies, all political parties should take this study very seriously.


Assoc. Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ