31 Ocak 2015 Cumartesi

Siyasal Sistemler: Güney Afrika Cumhuriyeti


Genel ve Coğrafi Bilgiler:
Güney Afrika Cumhuriyeti ya da kısa adıyla Güney Afrika, Afrika kıtasının en güney ucunda yer alan önemli bir Afrika ülkesidir. Güney Afrika Cumhuriyeti, demokratik değerlere dayanan anayasal düzeni ve gelişmiş ekonomisiyle günümüzde Afrika kıtasındaki en güçlü ve istikrarlı ülke konumundadır. 100 yılı aşkın bir süredir seçimlerin yapıldığı ve darbe geçmişi olmayan çok az sayıdaki Afrika ülkelerinden biri olan Güney Afrika, buna karşın neredeyse yarım asır devam eden ve “apartheid” adı verilen ırkçı-ayrımcı rejim nedeniyle, uzun yıllar (1949-1994) gerçek bir demokrasiye ulaşamamıştır.[1] Ülkenin güneybatısında Atlas Okyanusu, güneydoğusunda Hint Okyanusu, kuzeyinde Namibya, Botsvana ve Zimbabve, kuzeydoğusunda ise Mozambik ve Swaziland vardır.[2] Küçük bir krallık olan Lesotho ise, Güney Afrika Cumhuriyeti toprakları içinde yer alır.[3] Güney Afrika Cumhuriyeti, üç farklı devletin birleşmesiyle kurulmuş ve bu üç devletin başkenti olan şehirler yeni devlette de farklı işlevler yüklenerek başkentliğe devam etmiştir (Pretoria - Transvaal Cumhuriyeti, Bloemfontein - Özgür Orange Devleti, Cape Town - Britanya Ümit Burnu Kolonisi).[4]

Güney Afrika Cumhuriyeti, toprak anlamında dünyanın en büyük 25. ülkesi olmakla birlikte, aynı zamanda 53-54 milyon nüfusuyla demografik açıdan da dünyada 25. sırada yer alan bir ülkedir.[5] Heterojen bir nüfus yapısı olan ülkenin yüzde 79’u siyahilerden, yüzde 9,6’sı beyazlardan, yüzde 8,9’u melezlerden ve yüzde 2,5’u Hint-Asya asıllılardan oluşur.[6] Zenci nüfus arasında da farklı kabile aidiyetleri mevcuttur. Siyahi-zenci nüfusun yüzde 25’i Durban’da yoğunlaşan Zulular, yüzde 20’si ülkenin batısında, Cape Town ve Port Elizabeth’te yoğun olarak yaşayan Xhosalar (Nelson Mandela da bu kabiledendir), yüzde 18’i ise Sotholardan oluşmaktadır.[7] Kalan siyasi nüfusu oluşturan temel gruplar ise; Tswanalar, Tsongalar, Vendalar ve Ndebelelerdir.[8] Ülkenin 11 resmi dilinin (Afrikaans, İngilizce, IsiNdebele, Sepedi, Sesotho, Swazi, Xitsonga, Setswana, Tshvenda, IsiXhosa ve IsiZulu) olması da, bu heterojenliğin doğrudan bir yansımasıdır.[9] Bu heterojen nüfus, apartheid karşıtı Güney Afrika Anglikan Kilisesi Başpiskoposu ve Nobel Barış Ödülü sahibi sivil toplumcu Desmond Tutu tarafından “gökkuşağı ulusu” (rainbow nation) şeklinde (sonradan Nelson Mandela da bu terimi benimsemiştir) nitelendirilmiştir.[10] Ülkede, ticari ve kamusal hayatta İngilizce hakimiyeti olmasına karşın, aslında İngilizce en yaygın konuşulan 4. dil durumundadır.[11] Dünya Bankası 2013 yılı verilerine göre dünyanın 33. en büyük ekonomisine sahip olan Güney Afrika Cumhuriyeti, bu sıralamada Afrika kıtasında Nijerya’dan sonra ikinci sıradadır.[12] Buna karşın, kişi başına düşen gayrisafi milli hasıla açısından yapılan sıralamada (2013 yılı IMF verilerine göre), 6.621 Amerikan doları ile dünyada ancak 84. sıradadır.[13] UNDP’nin hazırladığı İnsani Gelişmişlik Endeksi 2014 yılı verilerine göre de, ülke dünyada ancak 118. sıradadır.[14] Bu rakamlardan da anlaşılabileceği üzere, Güney Afrika’nın performansı Afrika ülkeleri açısından etkileyici olsa da, dünya genelinde durumu o kadar da iç açıcı değildir. 

Afrika kıtasında Güney Afrika’nın konumu

Güney Afrika Cumhuriyeti haritası

Tarihçe:
Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri kabul edilen (Bantu medeniyeti bu noktada tarihi açıdan önemlidir) Güney Afrika’nın yazılı tarihi, Portekizli ünlü kaşif (conquistador) Bartholomeu Dias’ın 15. yüzyıl sonlarında burada bir koloni kurmasıyla başlar.[15] 1497’de bir diğer Portekizli kaşif Vasco de Gama da, Arap kılavuzların yardımıyla Güney Afrika’nın en güney ucundaki Ümit Burnu’na varmış ve buradan Hindistan’a ulaşmıştır.[16] Güney Afrika, 17. yüzyıl ortalarından itibaren Portekiz etkisinden çıkarak Vereenigde Oostindische Compagnie (VOC)[17] şirketi hesabına hareket eden Hollandalıların kontrolüne girmiştir. Güney Afrika’ya Endonezya, Madagaskar ve Hindistan’tan köle getirterek bir koloni düzeni inşa eden Hollandalı Boerler, yerel halkla da zaman zaman çatışma içerisine girmişlerdir.[18] Güney Afrika’da kurdukları verimli koloni düzeninin devamı için asıl büyük emperyalist İngilizlerle uzun yıllar mücadele eden ve Boer (Afrikaner dilinde çiftçi demektir) olarak bilinen Hollandalı koloniciler, yine de 1795 yılında ülkenin Fransız 1. Cumhuriyeti’nin eline geçmesinden korkan İngilizlerin kontrolüne geçmesine engel olamamışlardır. İngiliz medeniyetinin gerisinde olan Boerler, İngiltere’nin 1833 yılında çıkardığı köleliği yasaklayan kanununa da karşı çıkmışlardır. Afrikalı kabile nüfusu ve özellikle Zuluları hedef alan Boerler, 1838 Kanlı Nehir Savaşı’nda büyük bir katliam gerçekleştirmişlerdir.[19]

Bu savaş ve çatışmaları izleyen dönemde, elmas (1870) ve altının (1886) bulunmasıyla (Mineral Devrimi[20]), Avrupa’dan yoğun göçe sahne olan Güney Afrika, siyasi olarak İngiliz kontrolünde olmasına karşın, demografik ve toplumsal hayat olarak Boerlerin etkisinde kalmaya devam etmiştir. Ülkenin zengin kaynakları nedeniyle İngilizler ve Hollandalılar arasındaki mücadele; 1880-1881 yılları arasında Birinci Boerler Savaşı’na, 1899-1902 yılları arasında da İkinci Boerler Savaşı’na neden olmuştur. Kanlı geçen bu savaşlarda büyük sıkıntılar çeken ve sonuçta İngilizlere yenilen Boerler, adeta bunun acısını çıkarmak istercesine ilerleyen yıllarda İkinci Dünya Savaşı süresince Nazilere destek vermiş ve savaş sonrasında da ülkede İngiliz kontrolünün azalmasını fırsat bilerek, yapılan seçimlerde iktidarı ele geçirmiş ve ırkçı-ayrımcı apartheid rejimini inşa etmişlerdir. Nitekim 1910-1948 yılları arasında Güney Afrika Birliği adıyla bir İngiliz kolonisi olan ülke, İngilizlerin siyasal ve ekonomik hakimiyetine rağmen, bu ülkeye öfke duyan Boerlerin kontrolünde ırkçı yasa altyapısını oluşturmaya başlamış ve apartheid rejiminin temellerini daha bu yıllardan atmıştır. Bu dönemde Boerlerin kurduğu Ulusal Parti (National Party), İngiliz emperyalizmine karşı çıkarak, Güney Afrika’nın bağımsızlığını savunmuştur.[21] Bu partinin liderlerinden Daniel Malan, 1930’lardan itibaren beyaz üstünlüğünü açıkça savunmaya başlamıştır. Nitekim Boer nüfusu organize etmeyi başaran Ulusal Parti, 1948’de seçimi kazanarak ülkede kontrolü sağlamış ve apartheid rejimini inşa etmeye başlamıştır.

Apartheid, “ayrımcılık” anlamına gelen ve Boer kökenli azınlık beyaz nüfusun 1949-1994 yılları arasında Güney Afrika’da uyguladığı siyasi sistemdir. Apartheid; siyasal, toplumsal, hukuki ve ekonomik olarak Güney Afrika’daki azınlık beyaz nüfusun kollanmasına ve her bireyin mensubu bulunduğu etnik köken çerçevesinde değerlendirilmesine dayalı hayatın her alanını kapsayan insanlık dışı bir sistemdir. Apartheid sistemi doğrultusunda Güney Afrikalılar; beyazlar, zenci Bantular, Asyalılar (çoğu Hintlidir) ve melezler olmak üzere dört gruba ayrılmıştır. 1949 yılında çıkarılan ilk apartheid kanunuyla, farklı ırk gruplarına mensup kişilerin evlenmelerine ya da beraber yaşamalarına yasak getirilmiştir. Ancak ülkedeki ırkçı ayrımcılık, bununla sınırlı kalacak da değildir. Okullar, işler, maaşlar, girilebilecek parklar, kafeler, restoranlar kısa sürede herşey ve her yer apartheid sistemi doğrultusunda işler hale gelmiştir. Beyaz olmayanların siyasal faaliyetlerde bulunmaları yasaklanmış, beyazlar ve diğer grupların mezarlıkları dahi birbirinden ayrılmıştır. Etnik ayrımcılığa ve ırkçılığa dayalı bu yönetim, buna benzer 300 kadar yasa çıkarmış ve tepkilere karşı, ülkede sıkı bir polis denetimi sağlamıştır. Beyazlara her anlamda büyük üstünlük sağlayan ve ırksal olarak saflıklarını korumalarına dayalı apartheid sistemi, tüm kötü özelliklerinin yanı sıra Güney Afrika’nın demografik yapısına da uygun değildir. 1980 yılında yapılan nüfus sayımında da görüldüğü üzere, ülkede 18 milyon Bantu, 6 milyon beyaz, 3 milyon melez ve 1 milyon Asyalı yaşamaktadır. Ancak Bantuların üçte biri kadar olan beyazlar, her anlamda ülkedeki en etkili gruptur. Diğer etnik grupların beyazlarla karışmaması için Güney Afrika hükümeti “laager” adı verilen farklı yerleşim yerleri dahi oluşturmuştur. Apartheid rejimi teorisyenlerinden Güney Afrikalı Profesör ve Başbakan (1958-1966) Hendrik Verwoerd’e göre; Güney Afrikalı siyahi nüfus 10 farklı kabileye ayrıldığı ve beyaz nüfus tek bir ırktan türediği için, ülkedeki en büyük grup, aynı zamanda en medenileşmiş grup olan beyaz Boerlerdir ve bu nedenle de ülke yönetimi onlarda olmalıdır.[22]

Apartheid sistemi yalnızca etnik ayrımcılıkla da sınırlı değildir. Yakından bakıldığında bu sistemin sınıfsal bir temelinin de olduğu görülecektir. Zira beyaz olmayanlar sermaye sahibi değillerdir ve genellikle kol gücü gerektiren düşük maaşlı işlerde çalışmakta, emekleriyle zor koşullarda yaşamaktadırlar. Dahası beyaz işçilerin yaşam koşulları da farklı etnik kökene mensup işçilerden çok daha yüksek düzeydedir. 1980 yılında Güney Afrika’daki inşaat sektöründe yapılan bir araştırmaya göre; beyaz nüfus Asyalıların iki katı, melezlerin üç katı ve Bantuların beş batı civarında maaşlarla çalışmaktadırlar. Apartheid sisteminin yerleşmesi için Güney Afrika hükümeti 1959 yılında Bantular için ülke topraklarının yüzde 13’ü oranında özel yerleşim köyleri, kasabaları hatta şehirleri oluşturmuştur.

Apartheid sisteminin kesin bir şekilde uygulamaya konulması, Nelson Mandela’nın liderliğini yaptığı Afrika Ulusal (Milli) Kongresi’nin de (African National Congress-ANC)[23] mücadele stratejisini değiştirmesine yol açacaktır. Kurulduğu 1912 yılından itibaren daima ırk ayrımına dayalı olmayan demokratik bir rejim için mücadele veren Afrika Milli Kongresi, apartheid sistemi karşısında hiçbir şey yapamadığını görerek, 1960’lı yılların başından itibaren silahlı mücadele fikrine yakınlaşmış ve bu amaçla Umkhonto We Sizwe (Halkın Zıpkını, Halkın Mızrağı) adlı kendi silahlı mücadele örgütünü kurmuştur. Afrika Milli Kongresi’nin lideri Nelson Mandela, Umkhonto Ordusu’nu kurmalarının gerekçesi olarak, “50 yıllık demokratik mücadelelerinin Afrika halklarına bir şey kazandırmadığı gibi, haklarının gün geçtikçe kısıtlanmasına neden olmasını” belirtmiştir. 16 Aralık 1961’de başlayan Umkhonto eylemlerinin ses getirmesi sayesinde, kısa sürede ülkedeki tüm muhalif siyasal hareketler Afrika Milli Kongresi çatısı altında toplanmaya başlamıştır. Komünistler, liberaller, sosyal demokratlar, milliyetçiler, artık hepsi apartheid rejimini devirmek için Afrika Milli Kongresi ve Umkhonto’yu sahiplenmektedirler. Nelson Mandela da Afrika Milli Kongresi’nin lideri olarak Güney Afrika’daki bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin sembolü haline gelmiştir. Bu yıllarda Afrika Milli Kongresi’ne destek veren ülkeler arasında ne Amerika Birleşik Devletleri, ne de Avrupa devletleri vardır. ANC’ye maddi yardım ve silah desteği bir tek Sovyetler Birliği’nden gelmiştir. Ancak bu Sovyetler bağına rağmen, Afrika Milli Kongresi asla Marksist ekonomiyi savunan bir parti olmamış, daha çok anti-emperyalist, apartheid karşıtı ve karma ekonomi yanlısı sosyalist çizgide politikalar izlemiştir. Bu ortamda, apartheid rejimi, gün geçtikçe yıldızı parlayan Mandela’yı durdurabilmek için 1964 yılında kendisini ömür boyu hapse mahkum etmiştir.

Umkhonto We Sizwe Ordusu

1970’li yıllarda tüm dünyada yükselen anti-emperyalist ve özgürlükçü sol hareketler, Afrika halklarını da etkilemiş ve -ABD’de başlayan Afrikalı Amerikalı sivil hareketlerinin devamı niteliğinde- Güney Afrika’da Steve Biko[24] liderliğinde bir zenci uyanış hareketi başlamıştır. Aslında zencilerin de beyazlarla eşit derecede insan olduğunu söylemekten başka bir şey yapmayan Biko, elbette apartheid rejimi için tehlikeli bir isimdir ve bu nedenle 1977 yılında polis gözetimindeyken öldürülür. Biko, yalnızca kendi ülkesindeki Afrikalılar için değil, tüm dünyada ikinci sınıf insan muamelesi gören Afrikalılar için de çaba göstermiş ve apartheid rejimini lanetlemiş önemli bir liderdir. Onun düşünceleri, yaptıkları ve ardında bıraktığı mirası Afrika’da bağımsızlık hareketlerinin gelişmesinde çok etkili olacaktır. Biko’nun öldürülmesi sonrası zenci hareketleri radikalleşmiş ve Afrika Milli Kongresi’nin ırk ayrımına dayalı olmayan demokrasi fikri güç kaybetmeye başlamıştır. Ilımlı ve hümanist bir lider olan Nelson Mandela’nın hapiste olması da, bu radikalleşme sürecinde etkili olmuştur. Ayrıca Mangosuthu Buthelezi liderliğinde örgütlenen Zulu kabilesi mensubu Güney Afrikalı Bantular da, bu ortamda siyasal arenada etkili olmaya başlamış ve sokaklar savaş yerine dönmüştür.

Steve Biko

1985 yılında olayların tırmanması sonrasında, azınlık beyazların kontrolündeki Güney Afrika hükümeti, Nelson Mandela ile siyasi temaslara başlamak zorunda kalmıştır. Hükümet, Mandela’ya özgürlüğünün verilmesi karşılığında Umkhonto’nun silahlı mücadeleyi bırakmasını şart koşmuş, ancak Mandela, bunun siyasi bir tuzak olduğunu görerek o dönemde anlaşmaya yanaşmamıştır. Bu dönemde Güney Afrika hükümeti içerisinde de tartışmalar başlamış ve reformistlerle muhafazakârlar arasında sert bir siyasal mücadele ortamı oluşmuştur. Sovyetler Birliği’nin gücünün azalması sonrası etki alanını genişletmek isteyen Batı dünyasının eleştirilerini de dikkate alan Güney Afrika apartheid hükümeti, kendi içerisinde yaptıkları tartışmalarda yenilikçilerin giderek ağır basması sonucunda “Büyük Timsah” lakaplı Devlet Başkanı P. W. Botha’nın liderliğinde reform sürecini istemeye istemeye başlatmak zorunda kalmıştır.

Güney Afrika’nın demokrasiye geçiş sürecinde 5 önemli faktörden söz etmek gerekir. Bunlardan ilki; 1936’da yüzde 21 olan beyaz nüfusun 1999’da yüzde 10’a düşecek şekilde sürekli göreceli olarak azalmasıdır.[25] Nitekim zenci nüfus arttıkça, siyasal sistemdeki etkileri ve muhalefetleri de daha etkili olmaya başlamıştır. İkinci önemli etken; Güney Afrika ekonomisinin 1980’lerden itibaren ancak yüzde 1 dolayında büyüme oranları yakalamayı başaran durgunluk sürecine girmesi ve bunun da toplumsal huzursuzlukları arttırmasıdır.[26] Üçüncü önemli neden; beyaz nüfus içerisinde P. W. Botha ve sonrasında F. W. De Clerk örneklerinde görüldüğü üzere, reform ihtiyacı olduğunu savunan akil kişilerin ön plana çıkması olmuştur.[27] Dördüncü önemli neden ise dünya koşullarıyla alakalıdır. İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nin aksine, birçok medeni devlet 1980’lerden itibaren Güney Afrika apartheid rejimine yönelik ambargolar uygulamaya başlamış ve Soğuk Savaş’ın bu dönemde yumuşaması da, sosyalist siyahi hareketlerine karşı Batı dünyasından anti-komünist destek alan apartheid rejimini zor durumda bırakmıştır.[28] Beşinci ve son önemli neden ise; demokrasiye geçiş sürecini yöneten De Klerk’in iyi niyeti ve güçlü liderliğidir.[29] Efsanevi lider Mandela’yı salıveren ve onunla birlikte bir anlamda demokrasiye geçişi yöneten Klerk, hiç kuşkusuz Güney Afrika’nın demokrasi şampiyonu olmuştur. 

Frederik Willem De Klerk

Bu doğrultuda, 1988-1994 yılları arasında yapılan reformlarla, apartheid rejimi hafifletilir ve demokrasiye geçiş için uygun bir ortam yaratılır. Bu olumlu gidişte Nelson Mandela kadar payı olan bir diğer isim de, ilerleyen yıllarda P. W. Botha’nın yerine geçecek Frederik Willem De Klerk’tir. 1990 yılında Klerk’in çabalarıyla Mandela ve Afrika Milli Kongresi’nin tüm önemli liderleri serbest bırakılır. 1993 yılında Klerk ve Mandela beraber Nobel Barış Ödülü’nü alırlar.[30] 1994 yılında yapılan genel seçimlerde ise oyların % 62’sini alan Afrika Milli Kongresi iktidar olurken, Nelson Mandela da yarım asırlık mücadelesinin sonunda Güney Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanı olur. Mandela döneminde apartheid rejiminin tüm izleri yok edilerek, Batı tipi demokrasinin hâkim kılındığı bir ülke yaratılır.

Efsanevi bir lider: Nelson Mandela

Uzun on yıllar süren mücadelesi nedeniyle 5 yıllık Başkanlığının ardından artık oldukça yaşlanmış ve yorulmuş olan Nelson Mandela[31], 1998 Aralık’ında yerini Thabo Mbeki’ye bırakır. 1999 ve 2004 yıllarında Afrika Milli Kongresi adayı olarak iki defa seçilen Mbeki, 2008 yılında istifa etmiş ve ülkenin 3. Devlet Başkanı bir yıldan kısa süre Başkanlık yapan Kgalema Motlanthe olmuştur.[32] Motlanthe’nin kısa süreli Devlet Başkanlığını izleyen 2009 yılında seçilen ve ülkenin 4. Devlet Başkanı olan Jacob Zuma ise, geçtiğimiz yıl yapılan Devlet Başkanlığı seçimini de kazanmıştır.[33] 

Jacob Zuma


Güney Afrika Cumhuriyeti anayasasına göre ikinci ve son Başkanlık dönemini icra eden Zuma, gençlik yıllarında ANC’ye ve Güney Afrika Komünist Partisi’ne katılmış ve Nelson Mandela ve diğer ANC önder kadrosuyla birlikte senelerce hapiste kalmış gerçek bir dava adamıdır.[34] Apartheid rejiminin yıkılması sonrasında partide hızla yükselen ve devlette ve partide önemli roller üstlenen Zuma’nın başı, 2000’li yıllarda hakkındaki yolsuzluk ve tecavüz iddiaları nedeniyle oldukça ağrımıştır. Ancak Zuma, 2009 yılında bu iddialara dayalı olarak hakkında açılan davalardan beraat etmiştir. Bunun üzerine, 2009 yılında partisinin başında girdiği seçimlerde yüksek bir oya ulaşarak Başkan seçilmiştir. Sosyalist bir dünya görüşüne sahip olan Zuma hakkında yapılan eleştirilerden birisi de, kendisinin çok eşli olmasıdır. The Daily Telegraph gazetesinin iddiasına göre, Zuma’nın 6 eşinden toplam 20 çocuğu bulunmaktadır.[35]

Siyasi Yapı:
Başkanlık sistemine dayanan parlamenter demokrasiyle yönetilen Güney Afrika Cumhuriyeti’nde[36], ilk serbest ve demokratik seçimler 1994 yılında yapılmış, ırkçı beyaz rejime karşı mücadelenin bayraktarlığını yapan ANC (African National Congress), bu seçimlerden büyük başarıyla çıkmıştır. ANC, 1999, 2004, 2009 ve 2014 yıllarında düzenlenen seçimleri de tek başına hükümet kurabilecek çoğunlukla kazanmıştır.[37] Ülkede kültürel ve demografik gerekçelerle ANC’nin daha uzun yıllar siyaset sahnesini domine etmesi beklenmektedir.[38]

Güney Afrika’da yürütme başkenti Pretoria, yasama başkenti Cape Town, yargı başkenti Bloemfontein’dir.[39] Cape Town’da yerleşik olan Parlamento, hükümeti denetleme görevini anayasanın çizdiği sınırlar içinde yapmaktadır. Şubat 1997’de yürürlüğe giren Güney Afrika Cumhuriyeti anayasasında, temel hak ve özgürlükler teminat altına alınmıştır. Ülkede yargı ve basın bağımsızdır. Ülke siyasi sisteminde, Devlet Başkanı hükümet üyelerini atadığı gibi, aynı zamanda iktidardaki ANC’nin (African National Congress) Genel Başkanı olması nedeniyle Parlamento’daki milletvekillerinin büyük kısmının oylarını da yönlendirebilmektedir.[40] Ancak Parlamento’nun güven oyu vermemesi durumunda, Devlet Başkanı’nın aynı parlamenter sistemdeki bir Başbakan gibi görevden düşürülmesi mümkündür.[41] Ancak bunun gerçekleşmesi o kadar da kolay değildir; zira hem 2/3 çoğunluk ve ABD’deki “impeachment” uygulamasına benzer ciddi bir suçlama ya da görevini layıkıyla yerine getirememesini sağlayan özel bir durum gerekmektedir, hem de pratikte ANC lideri olan Devlet Başkanı, Parlamento’yu da kontrol altında tutmaktadır. 2008’de ANC Kongresi’ni kaybeden Thabo Mbeki’nin istifaya zorlanması bu duruma örnektir.

Parlamento, Ulusal Meclis (National Assembly) ve Ulusal Eyaletler Konseyinden (National Council of Provinces) oluşmaktadır. Ulusal Meclis üyeleri nispi temsil sistemine göre beş yılda bir yapılan genel seçimlerle belirlenmektedir. Son olarak 7 Mayıs 2014 tarihinde yapılan genel seçimler sonrasında göreve gelen Ulusal Meclis’te milletvekili sayısı 400’dür. 5 yıllık süre için seçilen meclis üyeleri, parti listelerindeki sıraya göre nispi temsil sistemi ile seçildiklerinden, mensup oldukları parti yönetiminin tam kontrolündedirler. Milletvekillerinin seçimler sonrasında parti değiştirmeleri mümkün değildir. Parlamentonun diğer kanadı olan Ulusal Eyaletler Konseyi (National Council of Provinces) ise, dokuz eyaletin her birinin Eyalet Meclisi tarafından seçilen 10’ar kişilik heyetlerden olmak üzere toplam 90 temsilciden oluşmaktadır.[42]

Ülkede yargı erki bağımsızdır. Yargıçlar, Devlet Başkanı tarafından Adli Hizmetler Komisyonu ile danışılarak atanmaktadır. Adli Hizmetler Komisyonunda, üst düzeyli yargıçların yanı sıra Parlamentodaki siyasi partilerin genel başkanları da yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin görev yeri Bloemfontein şehrindedir.[43]

İdari Yapı:
Federal olarak adlandırılmasa da, uygulamada Güney Afrika Cumhuriyeti federal bir yapıdadır. İdari olarak Güney Afrika Cumhuriyeti, her birinin kendi meclisi olan 9 eyalete bölünmüştür. Eyalet meclislerinin kendi anayasaları, yasaları ve yöneticileri vardır ve temsilcilerini Ulusal Eyaletler Konseyi’ne gönderirler.[44]

Güney Afrika Cumhuriyeti idari yapılanması

Sonuç:
Apartheid rejimini uzun yıllar süren mücadeleler sonucu yıkması sebebiyle dünyada ırkçılık karşıtı sembol bir ülke haline gelen ve sempati toplayan Güney Afrika Cumhuriyeti, 21. yüzyılda da Afrika kıtasının en önemli ülkesi olmaya devam edecek gibi gözükmektedir. Ancak bu ülkenin, -diğer Afrika ülkelerine benzer şekilde- ciddi sağlık, güvenlik sorunları ve ekonomik zorlukları bulunmaktadır. Bu nedenle Güney Afrika’yı da diğer Afrika ülkeleri gibi modernleşme ve demokratikleşme yönünde uzun bir yolun beklediğini ifade etmek daha doğru olacaktır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


KAYNAKLAR
[1] “South Africa”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/South_Africa.
[2] “Güney Afrika Cumhuriyeti”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCney_Afrika_Cumhuriyeti.
[3] Detaylar için bakınız; http://en.wikipedia.org/wiki/Lesotho.
[4] “Güney Afrika Cumhuriyeti”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCney_Afrika_Cumhuriyeti.
[5] “South Africa”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/South_Africa.
[6] “Ülke Künyesi”, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://www.mfa.gov.tr/guney-afrika-kunyesi.tr.mfa.
[7] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 493.
[8] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 493.
[9] “Ülke Künyesi”, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://www.mfa.gov.tr/guney-afrika-kunyesi.tr.mfa.
[11] “South Africa”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/South_Africa.
[15] Bu bölüm büyük ölçüde şu yazıdan alınmıştır; Örmeci, Ozan (2012), “Güney Afrika”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/guney-afrika/.
[16] “Güney Afrika Cumhuriyeti”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCney_Afrika_Cumhuriyeti.
[18] “South Africa”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/South_Africa.
[19] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 496.
[21] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 497.
[22] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 498.
[24] Kendisi hakkında bazı bilgiler için; http://en.wikipedia.org/wiki/Steve_Biko.
[25] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 500.
[26] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 500.
[27] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 501.
[28] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 501.
[29] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 501.
[30] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 502.
[31] 2013 yılı sonlarında vefat eden Mandela’nın ardından bir yazı için; http://politikaakademisi.org/mandela-life-after-his-death/.
[33] Seçimler öncesinde bir analiz için; Örmeci, Ozan (2014), “2014 Güney Afrika Seçimleri”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/2014-guney-afrika-secimleri/. Seçim sonuçları için; http://politikaakademisi.org/guney-afrikada-zafer-afrika-ulusal-kongresinin/.
[34] Hakkında bilgiler için; http://en.wikipedia.org/wiki/Jacob_Zuma.
[36] Bu ülke sisteminde, Başkan ve Parlamento üyeleri ABD’deki gibi ayrı ayrı seçilmemektedir. Genel seçimler sonrasında Parlamento çoğunluğunu oluşturan partinin lideri Parlamento’dan güvenoyu alarak Başkan seçilmektedir. Bu anlamda sistem, Parlamenter sisteme de yakındır. Ancak Başkan’ın geniş yetkileri ve üzerinde herhangi bir makamın bulunmaması bağlamında sisteme Başkanlık sistemi denilmektedir.
[37] “Güney Afrika’nın Siyasi Görünümü”, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://www.mfa.gov.tr/guney-afrika-siyasi-gorunumu.tr.mfa.
[38] Bu konuda bir yazı için; “Why the ANC will win South Africa’s election, despite governing poorly”, The Economist, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://www.economist.com/blogs/economist-explains/2014/05/economist-explains-1.
[39] “Güney Afrika Cumhuriyeti”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCney_Afrika_Cumhuriyeti.
[40] “Güney Afrika’nın Siyasi Görünümü”, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://www.mfa.gov.tr/guney-afrika-siyasi-gorunumu.tr.mfa.
[41] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 505.
[42] Bu paragraf buradan alınmıştır; “Güney Afrika’nın Siyasi Görünümü”, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://www.mfa.gov.tr/guney-afrika-siyasi-gorunumu.tr.mfa.
[43] “Güney Afrika’nın Siyasi Görünümü”, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Erişim Tarihi: 31.01.2015, Erişim Adresi: http://www.mfa.gov.tr/guney-afrika-siyasi-gorunumu.tr.mfa.
[44] O’Neil, Patrick H. & Field, Karl & Share, Don. 2010. Cases in Comparative Politics (third edition). W. W. Norton & Company, s. 507.

30 Ocak 2015 Cuma

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın Foreign Affairs Dergisine Verdiği Mülakat


Mart ayında 4. yılına girecek ve şimdiye kadar 200.000 insanın ölümüne ve 3 milyon insanın ülkeden kaçmasına neden olan Suriye İç Savaşı; -artık herkesin kabul ettiği şekilde- 2014 yılı içerisinde Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı nasıl finanse edildiği tam olarak anlaşılamayan terör örgütünün ortaya çıkışıyla birlikte, otoriter Suriye yönetimine karşı başlayan özgürlükçü bir devrimci isyandan daha çok, Şeriat’a dayalı bir rejim kurmayı amaçlayan gerici bir ayaklanmaya dönüştü. Ilımlı Sünni muhalefetin zaman içerisinde radikalleşmesi bu olumsuz durumu hazırlarken, bu dönüşüm en çok da Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve iktidardaki Nusayri azınlığın işine yaradı. Öyle ki; Esad rejimine en karşıt ülkelerden olan ABD yönetimi bile, IŞİD karşısında Esad’a sempati duyduğunu gizlememeye başladı.[1] IŞİD’in Suriye ve Irak’ta Kürt, Türkmen ve Yezidi azınlıklara yaptığı katliamlar da bu eğilimin oluşmasında etkili olurken, Suriye devlet güçleri askeri alanda da başarılarını geçtiğimiz yıl içerisinde arttırdı.[2] Ancak buna karşın, Suriye Ordusu henüz iç savaşı bitirebilecek güçte bir performans ortaya koyamadı. Bu da, iç savaşın bir süre daha devam edeceği ama -bir dış müdahale olmadığı sürece- sonuçta Suriye Ordusu tarafından kazanılacağı görüşünün ağırlıkla ortaya çıkmasına neden oldu. 

            Röportaj sırasında Beşar Esad (Ocak 2015)

İşte böyle bir ortamda, ünlü Amerikan dış politika dergisi Foreign Affairs’in muhabiri Jonathan Tepperman[3], 2013 yılında yaptığı Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la röportaj yapma teklifine aylar sonra (yaklaşık 2 yıl) olumlu bir yanıt alarak Suriye’ye gitti.[4] Röportajda ilk olarak, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, tarihteki tüm savaşların siyasi-diplomatik metotlarla çözüldüğünün altını çizmiştir.[5] Suriye’nin Kürtler ve ılımlı Sünni muhalefet, radikal İslamcı Sünni muhalefet ve devlet arasında üçe bölündüğü görüşüne karşı çıkan Esad, halkın büyük ölçüde devleti ve kendisini desteklediğini ve diğer iki unsurun belli bölgeleri askeri güçle kontrol altında tuttuğunu iddia etmiştir. Savaşın başından beri diyaloğa açık olduklarını ve anayasa değişiklikleriyle de muhalefete sistemde yer açtıklarını belirten Esad, ülkede yapılacak siyasal değişikliklerin referandum yoluyla ve demokratik bir şekilde yapılması gerektiğine dikkat çekmiştir. Rusya’da muhalefet ile hiçbir koşul olmadan görüşeceklerini, ancak muhalefet diye ortaya çıkan aktörlerin dış destekli değil, Suriyeli olması gerektiğini belirten Esad, Suriye muhalefetinin halkı temsil etmekte yetersiz olduğunu iddia etmektedir. Moskova görüşmelerinin barış yolunda ancak bir ön adım (hazırlık) olabileceğini düşünen Suriye Devlet Başkanı, yine de söyledikleriyle bu yönde fazla bir umudunun olmadığını belli etmiştir. ABD’nin Moskova görüşmelerini desteklemesine rağmen, ülkesi ile ABD arasında bir güven sorununun olduğuna dikkat çeken Beşar Esad, ABD Başkanı Barack Obama’nın “ılımlı muhalefet” görüşünün bir fantezi olduğunu ve muhalefetin büyük ölçüde El Kaide unsurlarından oluştuğunu iddia etmiştir.

İsyancılara katılan ordu mensuplarının bir bölümünün son aylarda Suriye Ordusu’na geri döndüğünü anlatan Esad, Birleşmiş Milletler’in El Nusra Cephesi ve IŞİD hakkındaki 2170 sayılı kararına karşın, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın halen bu örgütlere destek olduklarını iddia etmiştir. Barış yolunda isyancılara af teklif edildiğini hatırlatan Esad, silah bırakılması durumunda bunun herkese uygulanacağını ve kimsenin can güvenliğine zarar verilmeyeceğini söylemiştir. Tepperman’ın sorusu üzerine, bölgenin güçlü aktörlerinden İran'ın ülkesindeki etkisinin doğal olduğunu, ancak asla ülke yönetimini başka bir ülkeye teslim etmeyeceğini söyleyen Esad, yine de bu ülke ile beraber hareket ettiğini gizlememiştir. İsrail’in 2 yıldır Suriye’ye hiçbir somut neden olmadan saldırdığına da dikkat çeken Esad, İsrail’in Suriye’de El Kaide unsurlarını desteklediğini iddia etmiştir. Irak’ta oluşan durumun, ABD’nin bu ülkeyi işgali sonrasında hazırlanan anayasanın mezhepçi olmasının doğrudan bir sonucu olduğunu belirten Esad, bir ulus devlet anayasasının Suriye’ninki gibi olması gerektiğini söylemiştir.

Düşen petrol fiyatları nedeniyle İran ve Rusya’nın ülkesine yaptığı yardımların azabileceği hatta kesilebileceğinin sorulması üzerine, Esad, ülkesinin bu ülkelerden zaman zaman yardım, zaman zaman borç aldığını söylemiş ve ödemelere devam ettikleri sürece silah ve kredi almaya devam edebileceklerini iddia etmiştir. Hatalarının sorulması üzerine, iç savaş sürecinde 3 adet çok kritik karar aldığını (muhalefetle diyaloğa açık olmak, çok-partili demokratik bir rejim için anayasayı değiştirmek, teröristlere karşı savaşmak) ve bu kararlarla birlikte, geçmişte hatalar olsa bile bunların düzeltildiğini iddia eden Esad, bu nedenle kendisini siyasi açıdan kusurlu görmediğini söylemiştir. Ülkesinin ABD ile terörizmle mücadele konusunda işbirliğine hazır olduğunu da söyleyen Esad, bugüne kadar IŞİD’le mücadele anlamında ABD’nin -göstermelik bazı hava operasyonları dışında- somut bir politika geliştirmediğini iddia etmiştir. Terörle mücadele etmek için bölgede askeri varlık gerektiğine işaret eden Suriye lideri, ancak bunun Amerikan Ordusu değil, Suriye Ordusu olması gerektiğini belirtmiştir. Bu doğrultuda ilk adımın Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın muhalefete verdikleri desteği kesmek olacağını söyleyen Esad, Birleşmiş Milletler Özel Araştırma Komisyonu’nun Suriye rejimi hakkındaki işkence ve toplu katliamlarla ilgili suçlamalarının belgesiz ve dayanıksız olduğunu iddia etmiş ve bu konuda kanıt olarak sunulan belgelerin, Katar tarafından fonlanan grupların ürettiği sahte belgeler olduğunu söylemiştir.

Ülkesinin yalnızca yüzde 45-50’sini kontrol edebilen bir rejimin başında olduğu görüşünü de reddeden Esad, muhalefetin gerilla taktikleriyle ve askeri güçle bu bölgeleri elinde tuttuğunu ve savaşın tüm olumsuz yanlarına rağmen, bu savaşta Suriye halkının terörizmden yana olmadığını tüm dünyaya gösterdiğini belirtmiştir. Dışarıdan desteğin kesilmesi halinde teröristleri kısa sürede yeneceklerini de iddia eden Suriye lideri, bu noktada finansal açıdan Suudi Arabistan ve Katar, lojistik açıdansa Türkiye’yi işaret etmiş ve bu ülkeleri suçlamıştır. Geçmişte yakın dost olduğu Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler çizgisinde radikal İslamcı bir politikacı olduğunu iddia eden Esad, teröristlerle mücadele ettiği sürece Abdülfettah El Sisi ve Mısır rejimiyle yakın ilişkiler içerisinde olmaya devam edeceklerini de sözlerine eklemiştir. ABD’nin bölgeye yönelik politikalarını değiştirmesi gerektiğini belirten Esad, sözlerine Suriye’nin Ortadoğu’nun kalbi olduğunu belirterek son vermiştir.

Jonathan Tepperman’ın röportaj sırasında yaptığı bazı gözlemler de dikkat çekici olmuştur. Tepperman’a göre; Beşar Esad ve yönetimi, -Ortadoğu’daki ender laik rejimlerden biri olarak- ABD ve Batı ülkelerine aynı tarafta oldukları mesajını vermeye çalışmakta ve Paris’teki Charlie Hebdo saldırıları sonrasında da kendi pozisyonlarını doğrulanmış hissetmektedir. Bu anlamda Esad, “Biz kötü adamlar değiliz, kötü adamlar radikal İslamcılardır” çizgisinde ısrar ederek, ABD ve Batı ülkelerinde destek aramaktadır.[6] Tepperman’a göre; Esad röportaj süresince son derece rahat ve iyi hazırlanmış bir görüntü çizmiştir.[7] Ancak bu noktada, Esad’ın neredeyse tüm şehirleri yıkılmış bir ülkenin lideri olarak, biraz da politik psikolojik gerekçelerle böylesine güçlü ve rahatlamış bir görüntü çizmeye çalıştığını belirtmek gerekir.

Sonuç olarak, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Amerikalı gazeteci Jonathan Tepperman’a verdiği mülakatı, başarılı bir kamuoyu diplomasisi örneği olarak ele almak mümkündür. Birçok insan hakları ihlaline neden olmuş bir orduya ve devlete liderlik eden Esad, bugün Batı ülkeleri açısından muhalefete göre daha tercih edilebilir hale geldiyse, bunun nedeni kendisinin politikalarının doğruluğu değil, muhalefetin aşırıcı unsurlara yenik düşmesidir. Savaş süresince her iki tarafın da işlediği insanlığa karşı suçların hasıraltı edilebilmesi ise, ancak siyasi-diplomatik bir çözümle mümkün olacaktır. Aksi takdirde, Suriye rejimi savaşı askeri anlamda kazansa bile, ciddi uluslararası suçlamalara maruz kalmaya devam edecektir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Bu konuda iki analiz için; Graham Fuller (2014), “Embracing Assad Is a Better Strategy for the U.S. Than Supporting the Least Bad Jihadis”, The Huffington Post, Erişim Tarihi: 30.01.2015, Erişim Adresi: http://www.huffingtonpost.com/graham-e-fuller/us-assad-isis-strategy_b_5898142.html ve Aaron David Miller (2015), “Why the U.S. Prefers Assad to ISIS in Syria”, WSJ, Erişim Tarihi: 30.01.2015, Erişim Adresi: http://www.wsj.com/articles/BL-WB-52171.
[2] Bu konuda bir analiz için; “Suriye: Esad’ın Yeni Askeri Başarıları”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 30.01.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/suriye-esadin-yeni-askeri-basarilari/.
[3] Kendisi hakkında bilgiler için; http://en.wikipedia.org/wiki/Jonathan_Tepperman.
[4] Tepperman’ın ağzından röportajın hikayesi ve bazı gözlemler için; https://www.youtube.com/watch?v=vHEjuPr_HJs.
[5] “Syria’s President Speaks: A Conversation With Bashar al-Assad”, Foreign Affairs, Erişim Tarihi: 30.01.2015, Erişim Adresi: http://www.foreignaffairs.com/discussions/interviews/syrias-president-speaks.
[6] Röportajdan alınmıştır; https://www.youtube.com/watch?v=vHEjuPr_HJs.
[7] Röportajdan alınmıştır; https://www.youtube.com/watch?v=vHEjuPr_HJs.

28 Ocak 2015 Çarşamba

Charlie Hebdo Saldırısı Sonrasında Fransa'da Gelişen Tepkiler


7 Ocak 2015 tarihinde Paris’te Charlie Hebdo adlı mizah dergisine yapılan barbarca saldırı sonucunda 12 Fransız vatandaşının hayatını kaybetmesi, başta Fransa olmak üzere tüm dünyada büyük bir şok etkisi yaratmış[1] ve kimilerine göre Fransa’nın 11 Eylül’ü olarak[2] bir milat noktası olmuştu. Olayı izleyen günlerde Paris’te ABD Başkanı Barack Obama hariç birçok önemli dünya liderinin katıldığı büyük bir terör karşıtı yürüyüş düzenlenirken[3], Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın tüm sağduyulu açıklamalarına karşın[4], olaya yönelik tepkilerin Fransa ve genel olarak Avrupa’da İslam karşıtı bir kampanyaya dönüşmesinden ciddi anlamda endişe ediliyor. Nitekim Almanya’dan başlayıp birçok Avrupa ülkesine yayılan İslamcı karşıtı PEGIDA hareketinin[5] eylemleri, bu yöndeki endişeleri doğrular cinsten öncü sinyaller olarak okunabilir. Fransa’nın bu olay sonrasında “Patriot Act” adıyla yeni bir terörle mücadele yasası hazırlaması da, bu yöndeki eğilimin ne derece güçlü olduğunu gösteriyor.[6] Geçtiğimiz gün Ipsos/Sopra-Steria adlı araştırma şirketi tarafından Fransız Le Monde gazetesi için 1003 katılımcıyla yapılan bir araştırma[7] ise, Charlie Hebdo saldırısı sonrasında Fransız halkının İslamcılık, İslam ve terörizme yönelik tepkilerini ortaya koyan değerli bir çalışma olarak dikkat çekiyor. Bu yazıda bu çalışmada ele alınan konuları sizler için Türkçe’ye çevirerek özetlemeye çalışacağım.

Fransa’daki tarihi yürüyüş

21-22 Ocak 2015 tarihlerinde 1003 katılımcıyla internet üzerinden yapılan görüşmeler sonucu gerçekleştirilen araştırma, katılımcılara ilk olarak “Bugün Fransa terörle mücadele anlamında bir savaşta mıdır?” sorusuyla başlamaktadır. Katılımcıların % 53’ü bu soruya “evet” yanıtını verirken, % 47’si “hayır, bu abartılı bir yaklaşım” şeklinde konuşmuşlardır. Bu soruya “evet” cevabı veren katılımcıların % 84’ü bu savaşın yalnızca cihatçı terörizme karşı olduğunu savunurken, % 16’sı genel olarak İslam’a karşı bir savaş verildiğini söylemiştir. Fransa ve Avrupa’daki Müslümanları “düşman” olarak gören bu % 16’lık grubun içerisinde % 42’lik bir kitle Le Front National (Ulusal Cephe) partisi sempatizanıyken, % 16’lık bir kitle UMP (Halk Hareketi Birliği), % 6’lık bir kitle ise iktidardaki PS (Fransız Sosyalist Partisi) taraftarıdır. Fransızların % 63’ü bu savaşın kazanılacağını iddia ederken, % 36’sı olumsuz görüş beyan etmiştir.

Çalışmada dikkat çeken bir diğer konu; Fransızların % 51’inin İslam dininin Fransız değerleriyle uyuşmadığını düşünmesidir. Fransa’da sayıları milyonları aşan çoğu Arap kökenli Müslüman nüfusun entegrasyon sorunlarını daha da derinleştirebilecek olan bu eğilimin henüz sadece % 51 düzeyinde olması, Fransa’da durumun hala toparlanabilir durumda olduğu umutlarını doğurmaktadır. Nitekim iktidardaki Sosyalist Parti (PS) sempatizanlarının % 66’sı İslam ve Fransız değerlerinin uyuşabileceğini düşünmektedir. Ancak bu oran, merkez sağ Halk Hareketi Birliği (UMP) için % 39 ve aşırı sağ Ulusal Cephe (FN) için sadece % 12’dir. Bu noktada merkez sol PS dışında, merkez sağ UMP’ye de büyük sorumluluklar düştüğü açıktır. Zira FN çizgisinin Fransa’da dominant hale gelmesi, ülkeyi büyük sorunlara yönlendirebilir ve iç çatışmalara daha da açık hale getirebilir.    

Araştırmanın karamsar tablosunu yumuşatan bir diğer unsur; Fransızların % 66’sının İslam’ın diğer dinler ölçeğinde pasifist bir inanç olduğunu düşünmesidir. Bu oran, özellikle PS seçmenlerinde çok yüksekken (% 81), UMP (% 53) ve hatta FN (% 39) seçmenlerinde de çok düşük değildir. Araştırmaya katılanların % 50’si Fransa’nın cihatçı terörizme karşı askeri önlemleri arttırması gerektiğini savunurken, % 40’ı aynı düzeyin korunmasını ve yalnızca % 9’u önlemlerin azaltılmasını savunmuştur. Katılımcıların % 65’i özellikle Suriye (IŞİD) konusunda Fransa’nın uluslararası bir koalisyon dahilinde daha aktif olmasını savunmuştur. Halkın bu yöndeki güçlü eğilimi, ilerleyen günlerde Fransız hükümetini de etkileyecek bir baskı unsuru haline gelebilir.

Araştırmada dikkat çeken bir diğer konu ise, Charlie Hebdo katliamına neden olduğu iddialı edilen İslam peygamberi Hz. Muhammed karikatürlerinin yayınlanmasıyla alakalıdır. Fransızların % 53’ü bu karikatürleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirir ve normal bulurken, % 38’i bunları onaylamamış, ancak yine de demokratik bir rejimde yayınlanabileceğini savunmuştur. Katılımcıların % 9’u ise hem bu karikatürleri, hem de bunların yayınlanmasını onaylamamıştır.

Ipsos/Sopra-Steria adlı araştırma şirketi tarafından Fransız Le Monde gazetesi için yapılan araştırmaya buradan ulaşabilirsiniz; http://www.lemonde.fr/societe/article/2015/01/28/securite-politique-islam-comment-reagissent-les-francais-apres-les-attentats_4564681_3224.html.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ



[1] Olay hakkında UPA uzmanları Gizem Araz ve Yrd. Doç. Dr. Göktürk Tüysüzoğlu’nun analizleri için; http://politikaakademisi.org/fransanin-11-eylulu/ ve http://politikaakademisi.org/paris-saldirilari-aslinda-ne-oldu/.
[5] Patriotic Europeans Against the Islamization of the West ya da Almanca orijinal ismiyle Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes (Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar) hareketi, Ekim 2014’te Almanya’nın Dresden kentinde kurulmuş İslamcılık karşıtı bir sivil toplum hareketidir. Siyasal skalada aşırı sağ denilebilecek bir yerde konumlandırılan PEGIDA, İslamcılık karşıtlığı dışında göçmenlik hukuku konusunda da katı reformlar öneren yabancı düşmanı bir çizgidedir. Hareketin Facebook sayfası için; https://www.facebook.com/pages/PEGIDA/790669100971515, Wikipedia sayfası için; http://en.wikipedia.org/wiki/PEGIDA.