31 Mart 2015 Salı

Singapur'un Efsanevi Lideri Lee Kuan Yew


Giriş:
Asya kıtasının en gelişmiş ülkelerinden kabul edilen Singapur'un, "Singapur mucizesi"[1] olarak adlandırılan ekonomik kalkınmasının mimarı olarak gösterilen ve 31 yıl (1959-1990) süreyle bu ülkede Başbakanlık yapan Lee Kuan Yew, 23 Mart 2015 tarihinde 91 yaşında hayata veda etmiştir.[2] Bu yazıda, birkaç gün önce 1,5 milyon insanın katıldığı görkemli bir cenaze töreni ile toprağa verilen[3] Lee Kuan Yew ve Singapur’un hikayesini sizler için özetleyeceğim.

Dünyadaki az sayıdaki şehir devletlerinden biri olan ve 1965 yılında bağımsızlığına kavuşan Singapur’un tarihi, kuşkusuz Lee Kuan Yew olmadan asla yazılamayacaktır. Zira Singapur’u bağımsızlığına kavuşturan, daha da önemlisi, akılcı ekonomik hamleleriyle bu ülkeyi önemli bir finans merkezi[4] ve deniz ticareti durağı haline getiren Yew’e, Singapurlular çok şey borçludur. Yew sayesinde bugün Singapur, 55.000 doların üzerinde kişi başına düşen gelirle 2013 yılı IMF verilerine göre dünyada 8. sıradadır.[5] Yalnızca 5,5 milyon nüfusu olan ülke, toplam gayrisafi milli hasıla açısından da (GDP) 2013 yılı Birleşmiş Milletler verilerine göre 36. sıradadır.[6] Bu nedenle Yew’in başarısı, dünyada eşi-benzeri olmayan önemli bir deneyimdir ve özel bir ilgiyi hak etmektedir. Nitekim dünya politikalarına yön veren bir isim olan Henry Kissinger bile, Lee Kuan Yew’i 50 yıldır tanıdığı dünya liderleri arasında “kendisine en çok şey öğreten kişi” olarak tanımlamıştır.[7]

Koloni Dönemi (1824-1963):
Singapur’un kurucu babası olarak kabul edilen Lee Kuan Yew, 16 Eylül 1923 tarihinde bu ülkede yaşayan zengin bir Çinli ailenin çocuğu olarak Singapur’da doğmuştur.[8] 1824-1963 yılları arasında Birleşik Krallık’a bağlı bir koloni statüsündeki Singapur’da doğan Yew, kuşkusuz Singapur’u daha o günlerde önemli bir liman kenti haline getiren İngiliz medeniyetinden ve ticari zekasından etkilenmiş ve ilk ve orta öğreniminin ardından Cambridge’de Fitzwilliam Koleji’nde hukuk eğitimi almıştır.[9] 1942-1945 yılları arasındaki Japon işgali nedeniyle geciken üniversite eğitiminin ardından, İngiltere’de avukatlık yapmak yerine ülkesine dönen Yew, İngilizlerin Japonlara karşı Singapur’u koruyamadıklarına şahit olduğu ve bu dönemde birçok kez Japon askerlerinin tacizine ve hakaretlerine maruz kaldığı için, hayatının bundan sonraki bölümünü Singapur’un bağımsızlığına adamıştır.[10] İngilizlere kızgınlığı nedeniyle İngilizce “Harry” olan adını da kullanmaktan vazgeçen Yew, hayatı boyunca 4 farklı milli marşı (Koloni döneminde God Save the Queen, Japon işgali döneminde Kimigayo, Malezya ile birleştikleri dönemde Negaraki ve Singapur’un bağımsızlık marşı olan Majulah Singapura) okumak zorunda kalmış, ancak sadece sonuncusunu gerçekten benimsemiştir.[11] Singapur’a dönünce bir hukuk firmasında aylık 500 dolar maaşla işe başlayan Yew, bu dönemde çeşitli öğrenci kulüpleri ve sendikalara da hukuk danışmanlığı yapmıştır. 1951 yılındaki seçimlerde İngiltere yanlısı İlerici Parti (Progressive Party) adayı olan John Laycock adına çalışan genç Lee Kuan, böylelikle ilk siyasi deneyimini de edinmiştir. 1954 yılında İngiltere eğitimli arkadaşlarıyla birlikte sosyalist çizgideki Halkın Hareket Partisi’ni (People’s Action Party) kuran Yew, 1955 seçimlerinde yalnızca 3 sandalye kazanabilmiş, ancak yine de Yew Tanjong Paga temsilcisi olarak meclise girmieyi başarmıştır.[12] Yine bu dönemde Yew, Halkın Hareketi Partisi’nin temsilcisi olarak Londra’daki Singapur’un statüsüyle ilgili görüşmelere katılma fırsatı yakalamıştır. 1959 yılındaki seçimlerde, anti-kolonyalist ve anti-komünist çizgide bir siyaset izleyen Yew, 51 sandalyeden 43’ünü kazanarak büyük bir zafer elde etmiş ve böylelikle Singapur Başbakanı olmuştur.[13]

Malezya Federasyonu Dönemi (1963-1965):
1959 yılında kendi kendini yönetmeye muktedir Singapur’un ilk Başbakanı olan Lee Kuan Yew, bu tarihten itibaren kendisini ekonomik kalkınma ve siyasi bağımsızlık gibi iki temel hedefe odaklamıştır. Ekonomik kalkınma adına şehirleşme, endüstrileşme ve kalkınma planları uygulamaya sokan Yew, siyaseten de Singapur’un bağımsızlığı ve kadınlara yönelik siyasi haklar üzerinde çalışmaktadır. Yew’in çalışmaları neticesinde, 1962 yılı Eylül ayında düzenlenen referandumla (% 70 evet oyu çıkmıştır) Singapur, Malezya ile Malezya Federasyonu şemsiyesi altında birleşmiştir.[14] Ancak bu birleşmenin ülkede Malay-Çinli gerginliklerine neden olması nedeniyle, pragmatik bir devlet adamı olan Yew, Malezya Federasyonu’ndan ayrılmayı tercih etmiş ve bu sayede 1965 yılında bağımsız Singapur Cumhuriyeti kurulmuştur.

Singapur Cumhuriyeti Dönemi (1965-):
Bağımsız Singapur Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı olan Yew, bu tarihten itibaren siyasal tanınma ve ekonomik kalkınma hedeflerini icraya koyulmuştur. Aynı yıl elde edilen Birleşmiş Milletler (BM) üyeliğinin ardından, 1967 yılında Endonezya, Malezya, Filipinler ve Tayland'la birlikte Singapur’u ASEAN’ın kurucusu 5 ülkeden biri yapan Yew, 1973 yılında ilk resmi ziyaretini de Malezya’ya yapmış ve ikili ilişkileri düzeltme yönündeki gayretleriyle dünya kamuoyundan takdir toplamıştır.[15] Bu yıllarda Yew’in kafasında, Singapur’un iki önemli ve stratejik sorununa (doğal kaynaklarının yokluğu ve ülkenin çok sınırlı güvenlik kapasitesi) yönelik geliştirebileceği politikalar şekillenmektedir.[16] Ülkesi için bunu başarmanın çok zor olduğunu fark eden Lee Kuan Yew, bu nedenle yabancı yatırımcıyı Singapur’a çekerek, ülkesini ekonomik açıdan güçlü ve diğer devletler için kıymet ifade eden bir noktaya taşımayı bu sorunlara çare olarak düşünmüştür. Ayrıca İsrail’den de alınan destekle bir Singapur Ordusu’nun kurulması, bu dönemde yapılan önemli hamlelerden birisidir.[17]

Yew’in partisi, muhalefet partisinin yarıştan çekilmesinin ardından, ülkede 1968, 1972, 1976 ve 1980 yıllarındaki seçimleri arka arkaya kazanmış, ancak Yew’in otoriter bazı politikalarına yönelik eleştiriler de daima varolmuştur. Ülkede yolsuzluğu bitirmek için özel bir büro kuran (CPIB) ve sert uygulamalara yönelen Yew, yolsuzluğu bitirmek için üst düzey devlet görevlileri ve özel sektör yöneticilerine yüksek maaş verilmesi uygulamasını devreye sokmuştur.[18] Yine nüfus artışının ülkedeki refah seviyesini düşürmeye ve sosyal sorunlara kaynaklık etmeye başlaması üzerine “İkide Durun” (Stop at Two) adlı bir kampanya başlatan Yew, bu şekilde ülke nüfusunu kontrol altında tutmayı başarmıştır. Ancak yine bizzat Lee Kuan Yew, 1980’lerde ülkede nüfus azalmaya başlandığında, çok çocuğu teşvik eden yeni bir kampanya başlatmıştır.[19] Zaman zaman ülkedeki insanların evlilik tercihlerinden çocuk sayılarına, sakız çiğnenmesinden sigara içilmesine kadar herşeye karışan bir diktatör görüntüsü veren Yew, yine de ekonomik kalkınma ve siyasi bağımsızlık gibi iki temel hedefine de ulaşmayı başarmış başarılı bir siyasetçi olarak 1990’a kadar Singapur’u yönetmiş ve halkını modernleştirmiş ve zenginleştirmiştir. Bu nedenle Yew’in yarattığı Singapur, üçüncü dünyadan birinci dünya kategorisine geçmiş bir başarı modeli olarak diğer ülkelere sunulmaktadır. Yew’in başarısı Asya’da öyle derin izler bırakmıştır ki; Yew’in anti-komünist görüşleri bilinmesine rağmen, Çin’in efsanevi lideri Deng Xiaoping, Singapur’un başarısından etkilenerek, kendi ülkesinde de liberal reformlara yönelmiştir.[20] Yew, ileride nasıl hatırlanacağı ve değerlendirileceği şeklindeki bir soruya ise, “Son kararı arşivlere giren doktora öğrencileri verecektir” diyerek, sosyal bilimlere duyduğu saygıyı da göstermiştir.[21] Kendisini hiçbir ideolojik akımla ya da makro teoriyle özdeşleştirmeyen Yew, daima pragmatizm yanlısı olduğunu söylemiş ve kendisine “devlet adamı” (statesman) diyenlerin bir psikiyatriste gözükmeleri gerektiğini ifade etmiştir.[22]

Mirası:
Bazılarına göre Singapur’un başarısı “sui generis” (kendine özgü) olsa da[23], Prashanth Parameswaran’a göre Lee Kuan Yew’in gelecek nesillere 10 önemli mirası bulunmaktadır;[24]
  • İyi kurucu babalar, bir ülkeye çok şey katabilir.
  • Başarılı yönetim için meritokrasi şarttır.
  • Pragmatizm önemli ve genelde başarıya ulaşan bir yöntemdir.
  • Küçük devletler; savaş değil, ancak barış ve ekonomik kalkınma yoluyla dünyada kendilerine önemli bir yer edinebilirler.
  • İnsanların hayatını değiştiren küçük hamleler, ileride yapılacak büyük reformların temelini oluşturabilir.
  • Kalkınma için yabancı yardıma değil, yabancı yatırıma odaklanılmalıdır.
  • Etnik gruplar sisteme entegre edilmeli ve devletin bu yönde enerji israfı önlenmelidir. Nitekim Singapur’da 4 resmi dil vardır: İngilizce, Çince, Malayca ve Tamilce.
  • Ülkenin stratejik ihtiyaçlarına çözüm bulunmalıdır. Singapur açısından bu sorun, su kaynakları olmuş ve Lee Kuan Yew döneminde büyük ölçüde çözülmüştür.
  • Popülizm tuzağına düşülmemelidir; zira bu hata, ülkede sosyal devlet inşa etmek adına büyük kaynak israflarına yol açabilir.
  • Ülkeyi yöneten liderler dürüst (yolsuzluğa bulaşmamış) ve açıksözlü olmalıdır.
Lee Kuan Yew’in başarısını analiz eden Graham Allison da şu 5 faktör üzerinde durmuştur;[25]
  • Başarı, ölçülebilir sonuçlara göre değerlendirilmelidir.
  • Üstün performans için, üstün liderlik gereklidir. Bu nedenle demokrasinin aşırı dozda uygulanması, ülke adına zararlı olabilir.
  • Herkese fırsat eşitliği sağlanmalı ve potansiyellerinden tam istifade edilmelidir.
  • Disiplin, demokrasiden daha önemli bir değerdir.
  • Başarı için istikrar ve güç gereklidir.
Sonuç:
Singapur’un otoriter yöntemlerine rağmen efsaneleşen lideri Lee Kuan Yew için kararı, ilerleyen yıllarda bizzat tarih verecektir. Zira halen yüzde 74 oranında Çinli nüfusun yaşadığı Singapur’un ilerleyen dönemlerde Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik ve siyasi kontrolüne girmesi, kuşkusuz Yew’in en önemli iki temel hedefinden biri olan siyasi bağımsızlığın kaybı anlamına gelecek ve onu başarısız kılacaktır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Bu ifade Çin devlet televizyonu (CCTV) tarafından Yew’in ölümünün ardından kullanılmıştır. Bakınız; http://news.cntv.cn/2015/03/23/ARTI1427064514836160.shtml.
[2] “Singapore's founding father Lee Kuan Yew dies at 91”, BBC, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/news/world-asia-32012346.
[3] “Lee Kuan Yew: Singapore holds funeral procession”, BBC, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/news/world-asia-32102686.
[4] Bugün dünyada finans kredi notu AAA olan 9 ülkeden biri olan Singapur, Asya’da bu özelliği olan tek devlet statüsündedir. Bakınız; http://www.theguardian.com/business/economics-blog/2014/oct/15/the-aaa-rated-club-which-countries-still-make-the-grade.
[5] “List of countries by GDP (nominal) per capita”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_GDP_%28nominal%29_per_capita.
[6] “List of countries by GDP (nominal)”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_GDP_%28nominal%29.   
[7] Prashanth Parameswaran (2015), “How Do We Remember Lee Kuan Yew?”, The Diplomat, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://thediplomat.com/2015/03/how-do-we-remember-lee-kuan-yew/.
[8] “Lee Kuan Yew Biography”, Biography.com, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://www.biography.com/people/lee-kuan-yew-9377339.
[9] “Lee Kuan Yew Biography”, Biography.com, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://www.biography.com/people/lee-kuan-yew-9377339.
[10] Han Fook Kwang & Warren Fernandez & Sumiko Tan (1998), Lee Kuan Yew The Man And His Ideas. Singapore: Times Edition. Satın almak için; http://www.amazon.com/Lee-Kuan-Yew-Man-Ideas/dp/9812040498/. Aktaran: “Lee Kuan Yew”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Lee_Kuan_Yew.  
[11] “Lee Kuan Yew”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Lee_Kuan_Yew.  
[12] “Lee Kuan Yew Biography”, Biography.com, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://www.biography.com/people/lee-kuan-yew-9377339.
[13] “Lee Kuan Yew”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Lee_Kuan_Yew
[14] “Lee Kuan Yew Biography”, Biography.com, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://www.biography.com/people/lee-kuan-yew-9377339.
[15] “Lee Kuan Yew”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Lee_Kuan_Yew.
[16] “Lee Kuan Yew Biography”, Biography.com, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://www.biography.com/people/lee-kuan-yew-9377339.
[17] Lee, Kuan Yew (2000). From Third World to First: The Singapore Story - 1965-2000. HarperCollins Publishers, ss. 14–15, 20, 25, 26. Satın almak için; http://www.amazon.com/Third-World-First-Singapore-1965-2000/dp/0060197765. Aktaran: “Lee Kuan Yew”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Lee_Kuan_Yew.
[18] Mark Jacobson (2010), “The Singapore Solution”, National Geographic, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://ngm.nationalgeographic.com/2010/01/singapore/jacobson-text.
[19] Sharanjit Leyl (2015), “Singapore at 50: From swamp to skyscrapers”, BBC, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/news/magazine-31626174.
[20] Rachel Lu (2015), “Was Lee Kuan Yew an Inspiration or a Race Traitor? Chinese Can’t Agree.”, Foreign Policy, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: https://foreignpolicy.com/2015/03/23/was-lee-kuan-yew-an-inspiration-or-a-race-traitor-chinese-cant-agree/.
[21] Prashanth Parameswaran (2015), “How Do We Remember Lee Kuan Yew?”, The Diplomat, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://thediplomat.com/2015/03/how-do-we-remember-lee-kuan-yew/.
[22] Prashanth Parameswaran (2015), “How Do We Remember Lee Kuan Yew?”, The Diplomat, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://thediplomat.com/2015/03/how-do-we-remember-lee-kuan-yew/.
[23] Graham Allison (2015), “Lee Kuan Yew: Lessons for leaders from Asia's 'Grand Master'”, CNN, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://edition.cnn.com/2015/03/28/opinions/singapore-lee-kuan-yew-graham-allison/.
[24] Prashanth Parameswaran (2015), “10 Lessons From Lee Kuan Yew's Singapore”, The Diplomat, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://thediplomat.com/2015/03/10-lessons-from-singapores-success/.  
[25] Graham Allison (2015), “Lee Kuan Yew: Lessons for leaders from Asia's 'Grand Master'”, CNN, Erişim Tarihi: 31.03.2015, Erişim Adresi: http://edition.cnn.com/2015/03/28/opinions/singapore-lee-kuan-yew-graham-allison/.

27 Mart 2015 Cuma

Yeni Bildiri: "Turkey's Kurdish Question Revisited"


Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci, 26 Mart 2015 tarihinde AASRJ tarafından KKTC'de Ambelia Village'da düzenlenen IRTBISCHET 2015 - 10. Uluslararası Kongresi'ne katıldı ve burada "Turkey's Kurdish Question Revisited" adlı bildirisini sundu. Aşağıdaki linkten bu bildiriyle ilgili tüm detaylara ulaşabilirsiniz.


Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci


24 Mart 2015 Salı

2015 Fransa Yerel Seçimleri: Sağın Büyük Zaferi


Fransa’da 22 Mart’ta ilk turu yapılan yerel seçimler, sağın büyük zaferiyle sonuçlandı. 29 Mart’ta düzenlenecek olan ikinci turda, birçok seçim bölgesinde önceki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin lideri olduğu merkez sağ Halk Hareketi Birliği (UMP) ile Marine Le Pen’in lideri olduğu aşırı sağ Ulusal Cephe (FN) partisinin adayları yarışacaklar. Kesinleşmiş ilk tur sonuçlarına göre; UMP ve sağ koalisyon toplamda % 32 oy alırken, ikinci sırada yer alan FN % 25 ve üçüncü olan Cumhurbaşkanı François Hollande ve Başbakan Manuel Valls’ın partisi PS (Fransız Sosyalist Partisi) % 22 oy oranına ulaştılar.[1] Son yıllarda Fransa’da -özellikle Avrupa Parlamentosu seçimleri bağlamında- eleştiri konusu yapılan[2] seçime katılım oranı ise, ilk turda yüzde 51 düzeyini bularak, 2011 yerel seçimlerine göre kayda değer oranda yükseldi.[3]

Seçim sonrasında Başbakan Manuel Valls ve sosyalist liderler, bunun ağır bir yenilgi olmadığını ve partilerinin beklenenden daha iyi bir performans gösterdiğini söylediler. Aşırı sağ Ulusal Cephe’nin yükselişi karşısında solu birleşmeye çağıran Valls, Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen tarafındansa derhal istifaya davet edildi. Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından, Sosyalist Parti adaylarının ikinci tura kaldığı bölgelerde Ulusal Cephe ile seçim ittifakı yapmayı reddeden Sarkozy ise[4], sol ve aşırı sağ arasına sıkıştırılan Fransız seçmeni için yeniden bir umut haline geldi. 2015 yerel seçimleri ilk tur sonuçlarına göre artık rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Sarkozy, hakkında açılan davalardan kurtulup aday olabilirse, 2017 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin net favorisi haline gelmiştir. Zira lüks vergisi, ekonomik durgunluk ve artan işsizlik, Charlie Hebdo saldırısı sonrasında açıkça ortaya çıkan Fransa’nın güvenlik politikalarındaki zaafiyet gibi sorunlar nedeniyle iktidardaki Sosyalist Parti ve Cumhurbaşkanı Hollande, ülkede ağır eleştirilere maruz kalmaktadır. Hollande’ın bir daha aday olup olmayacağı bilinmemekle birlikte, güvenlikçi bakış açılarına yatkınlığı nedeniyle sol kesimde “Küçük Sarkozy” eleştirilerine maruz kalan Başbakan Valls da, PS adına iyi bir aday haline gelebilir. Ancak 2017 yılındaki bu seçimlerde, solcuların başarı şansı gerçekten zayıf gözükmektedir. Dolayısıyla, 2017 yılındaki seçimlerde Sarkozy’nin esas rakibinin, aşırı sağın lideri Marine Le Pen olacağı iddia edilebilir.

Bu noktada Marine Le Pen’in son yıllardaki istikrarlı çıkışının nedenlerine göz atmakta fayda var. Öncelikle, çoğu Müslüman ve Afrikalı olan 12 milyon göçmenin yaşadığı Fransa’da, son yıllarda iyice artan ve sokağa yansıyan ekonomik sorunlar, benzer ülkelerde olduğu gibi kuşkusuz Fransa'da da seçmeni öfkelendirmekte ve milliyetçi fikirlerin yükselmesine yol açmaktadır.[5] Bu durum, kuşkusuz en çok Fransızların milliyetçi duygularını kabartan coşkulu konuşmalar yapan Marine Le Pen ve aşırı sağcı partisine yaramaktadır. Bir diğer önemli neden ise, Le Pen’in karizmatik şahsiyeti ve ideolojik olarak da partisini merkez sağa yanaştırmayı başarmasıdır. Irkçı ve anti-semitik fikirleri savunan babası Jean-Marie Le Pen’in aksine, partide Louis Aliot ve David Rachline gibi Yahudi kökenlileri üst noktalara taşıyan Marine Le Pen, eşcinsel olduğu iddia edilen parti yöneticisi Florian Philippot’u da savunarak, klasik bir aşırı sağcı lider olmadığını herkese ispatlamıştır.[6] Aşırı sağcı olarak adlandırılmasına karşın, yalnızca Cumhuriyetçi değerleri savunduğunu söyleyen Le Pen, Fransız Müslümanlarını radikal İslamcılardan ayrıştırarak, bu konuda da aşırı sağ adına önemli bir açılım yapmış ve kamuoyunda takdir toplamıştır. Le Pen’in, “İslamiyet ve laikliğin birbirleriyle örtüşebileceğini Fransız Müslümanları dünyaya göstermelidir” şeklinde Al Jazeera’ye verdiği demeç, oldukça dikkat çekmiş ve sempati yaratmıştır.[7] Le Pen’in rakiplerine göre daha genç olması ve klasik Fransız algısına uygun fiziği de, kuşkusuz onun adına önemli bir avantajdır. Zaten Le Pen’in sorunu, kendisinden ziyade, partisine mensup olan aşırıcı bazı kişilerdir. Örneğin, yakın geçmişte Ulusal Cephe adına aday olan Anne-Sophie Leclere, Facebook hesabından Sosyalist Partili Afrika kökenli Bakan Christiane Taubira’yı maymuna benzeten fotomontaj bir resim yayınlaması nedeniyle mahkeme tarafından tazminat ödemeye mahkum olmuştur.[8] Le Pen’in, 2017 seçimlerinde başarılı olabilmek için, partisini Müslümanlar ve Afrikalılarla savaştaymış gibi gösteren bu aşırıcı isimleri ve ırkçı düşünceleri partiden temizlemesi gerekmektedir.  

Sonuçta ikinci turda ne olursa olsun, 2015 Fransa yerel seçimleri, 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çok büyük bir ihtimalle merkez sağ UMP adayı (muhtemelen Sarkozy) ve aşırı sağ FN’nin adayı olacak Marine Le Pen arasında geçeceğini göstermektedir. Geçmişte Jean-Marie Le Pen karşısında istemeyerek de olsa Jacques Chirac’a oy veren Fransız solcuları, 2017 seçimlerinde de Sarkozy’ye oy vermek gibi enteresan bir tercih yapmak zorunda kalabilirler. Bu durumda, Sarkozy kolaylıkla yeniden Cumhurbaşkanı seçilebilir. Ancak Sarkozy nefretini bir dönem ideoloji haline getiren Fransız solu seçimlerde pasif kalırsa, Marine Le Pen'in Cumhurbaşkanlığı için önü açılabilir.


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ



[1] “France local elections: Conservatives hold off National Front”, BBC, Erişim Tarihi: 24.03.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/news/world-europe-32006268.
[2] Braconnier, Céline & Dormagen, Jean-Yves Dormagen (2014), “Ce que s’abstenir veut dire”, Le Monde Diplomatique, Erişim Tarihi: 24.03.2015, Erişim Adresi: http://www.monde-diplomatique.fr/2014/05/BRACONNIER/50381.
[3] “Elections départementales : la droite en tête devant le FN, qui fait « le meilleur score de son histoire »”, Le Monde, Erişim Tarihi: 24.03.2015, Erişim Adresi: http://www.lemonde.fr/elections-departementales-2015/article/2015/03/22/departementales-large-victoire-de-la-droite-qui-devancerait-le-fn_4598782_4572524.html#YELcpjM3JXTT8AfQ.99.  
[4] “Sarkozy denies far-right Le Pen victory in French polls”, Yahoo! News, Erişim Tarihi: 24.03.2015, Erişim Adresi: http://news.yahoo.com/france-goes-polls-national-front-ascendancy-092853406.html.
[5] Araz, Gizem (2014), “Marine Le Pen’in Önlenemez Yükselişi”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 24.03.2015, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/marine-le-penin-onlenemez-yukselisi/.
[6] Zaretsky, Robert (2015), “Dancing With the Le Pens”, Foreign Policy, Erişim Tarihi: 24.03.2015, Erişim Adresi: http://foreignpolicy.com/2015/03/20/dancing-with-the-le-pens-france-local-elections-reality-television/.
[7] Zaretsky, Robert (2015), “Dancing With the Le Pens”, Foreign Policy, Erişim Tarihi: 24.03.2015, Erişim Adresi: http://foreignpolicy.com/2015/03/20/dancing-with-the-le-pens-france-local-elections-reality-television/.
[8] “Taubira comparée à un singe : 9 mois de prison pour une ex-candidate FN”, L’OBS, Erişim Tarihi: 24.03.2015, Erişim Adresi: http://tempsreel.nouvelobs.com/justice/20140715.OBS3755/taubira-comparee-a-un-singe-une-ex-candidate-fn-condamnee-a-9-mois-de-prison.html

20 Mart 2015 Cuma

Kıbrıs'ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı


Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) İşletme ve Ekonomi Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ulvi Keser’in 2006 yılında IQ Kültür Sanat Yayıncılık tarafından basılan “Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı (1950-1963)” adlı kitabı[1], bu konuda yazılmış az sayıdaki bilimsel eserden biri olarak dikkat çekiyor. Daha çok bir tarihçi gözüyle ve olayların tanıklarıyla yapılan mülakatlar ve ayrıntılı bir literatür taraması sonrasında yazılan bu eser, bu nedenle özel bir ilgiyi hak ediyor. Bu yazıda, 640 sayfalık bu kapsamlı kitapta anlatılan konuları, bu meseleyi hiç bilmeyen ya da üstünkörü bilgilere sahip olan genç okurlarımız için kısaca özetlemeye çalışacağım.

Prof. Dr. Ulvi Keser ve Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci

Geçmişten Günümüze Kıbrıs
Kıbrıs adının nereden geldiğiyle ilgili farklı teoriler bulunmaktadır. En yaygın görüşler; Kıbrıs’ın adını “kına çiçeği” olarak da bilinen Kypros’tan, mitolojideki Kiniros’un kızından, aşk tanrıçası Kipris’ten, Kıbrıs’ta bolca bulunan ve tuzlandıktan sonra kuruması için bir ahır kapısına gerilen öküz derisine benzetilen Kypros bitkisinden ya da “bakır” anlamına gelen Latince “Cuprum” kelimesinden aldığı şeklindedir. Adının kaynağı ne olursa olsun, Kıbrıs, Doğu Akdeniz’deki jeopolitik konumu itibariyle tarih boyunca önemli bir ada olmuştur. 9251 km2’lik yüzölçümü ile Akdeniz’in Sicilya ve Sardunya’dan sonra üçüncü, Doğu Akdeniz’in ise en büyük adası olan Kıbrıs, çok eski ve zengin bir tarihe sahiptir. Geçmişte Fenikeliler, Egeliler, Frenkler, Venedikliler ve daha birçok kavim tarafından zaman zaman yerleşilen ve çok çeşitli uygarlıkların kaynaştığı bir alan olan Kıbrıs’ın tarihi, Osmanlı İmparatorluğu’nun adayı 1571 yılındaki fethinden sonra değişmiştir. Osmanlı fethi sonrası adaya Anadolu’dan Türk nüfus getirilirken, Rumlara inanç-ibadet özgürlüğü verilmesi ve o dönem için ileri bir medeniyet olan Osmanlıların adada hakimiyet kurması, adanın cazibesini ve ekonomik yaşamını canlandırmıştır. Millet sistemine dayalı olan Osmanlı yönetimi, ilerleyen asırlarda İmparatorluğun kendisini yenileyememesi nedeniyle giderek zayıflamış ve o güne kadar birbiriyle çok kaynaşmadan ancak barış içerisinde yaşamayı başarmış Kıbrıslı Türk ve Rum toplulukları da karşı karşıya getirmiştir. Nitekim 1877 Nisan’ında Türk-Rus Savaşı’nın (93 Harbi) başlamasıyla beraber “balayı dönemi” biter ve Yunanistan’ın birkaç on yıl önceki bağımsızlığından da ilham alan Rumlar, hızla adada kendi yönetimlerini kurmak için çalışmalara başlarlar.

Kıbrıs

Kıbrıs’ta İngiliz İdaresi
19. yüzyılın süper gücü olan Britanya İmparatorluğu, Akdeniz ticareti ve jeostratejik mücadelesi konusunda Kıbrıs’ın anahtar konumda olduğunun farkındadır. Bu nedenle 93 Harbi sonrasında Osmanlı ve Rusya arasında imzalanan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması sonrasında Rusların İstanbul’a doğru ilerleyişini önlemek maksadıyla Osmanlı Devleti’ne yardım eder ve karşılığında da Kıbrıs’ın geçici olarak kendilerine verilmesini teklif eder. 4 Haziran 1878’de Hariciye Nazırı Safvet Paşa ve İngiliz elçi Ostan Henry Layard arasında Yıldız Sarayı’nda imzalanan 23 maddelik iki anlaşma ile, yıllık 92.986 sterlin kira karşılığında Kıbrıs adası İngilizlere kiralanır. Ancak İngilizler, bu parayı da Kıbrıs’tan toplayıp öderler. İngilizlerin adaya gelmesi, Rumların da Yunanistan’la birleşmeyi öngören “enosis” politikalarına hız vermelerine yol açar. İngilizler, adada Türk memurları görevlerinden uzaklaştırarak, Rumları ön plana çıkaran yeni bir idare sistemi kurarlar. Zamanla Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu ile karşı saflarda yer alan İngilizler, adayı artık kendi toprakları olarak görmeye başlar. Bu durum, Lozan Anlaşması sonrasında 10 Mart 1925 tarihinde İngiliz Kralı V. George’un Kıbrıs’ı bir koloni toprağı haline getirmesiyle resmi bir statü de kazanır.
İngiliz idaresi döneminde İngilizlere karşı daha saldırgan ve bağımsızlık yanlısı olmalarının da etkisiyle olsa gerek, Rumlar net bir şekilde korunur ve devlet hizmetleri Rumlara ağırlık verilerek gerçekleştirilir. 21 Ekim 1931’de ilk Rum ayaklanması gerçekleşir. İsyan bastırılır, ancak isyan nedeniyle yalnızca Rumlar değil, Türkler üzerinde de büyük bir İngiliz baskısı kurulur. İngilizler adada, klasik “böl ve yönet” politikalarına ek olarak, toplumları pasifleştirmek için dindarlaştırma siyaseti de güderler. Özellikle Kıbrıslı Türklere yönelik Türklük bilincinin kaybolması için İslamlaştırma politikaları uygulayan İngilizler, Türk bayraklarını yasaklar ve Türk isimli okulları İslam ismiyle donatarak ve Cuma namazlarında İngiliz muhibi hocalardan siyasi mesajlar içeren vaazlar dinleterek, Kıbrıslı Türklerin Türk kimliğini zayıflatmaya çalışırlar. 16 Ağustos 1960 tarihinde Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin üçlü garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra dahi bu politika devam eder.
İngiliz idaresi dönemindeki bir diğer önemli olay ise 1950 plebisitidir. Yalnızca Kıbrıslı Rumların katıldığı ve geçerlilik kazanmayan plebisit, Rumların “enosis” fikrine odaklandıkları ve Türkleri artık düşman olarak görmeye başladıklarının ispatı olmuştur. Bu dönemden itibaren, Kıbrıs Sorunu artık Türk-Yunan ilişkilerini de bozmaya başlayan önemli bir mesele haline gelecektir. Nitekim 16 Ağustos 1954 tarihinde Başbakan General Aleksandru Papagu imzalı bir dilekçe ve Dışişleri Bakanı Stefan Stefanopulos başkanlığında bir heyetle self-determinasyon hakkı için Birleşmiş Milletler’e başvuran Yunanistan, artık Kıbrıs Sorunu konusunda ileri hamle yapma kararı almış ve Doğu Akdeniz’de dengeleri kendi lehine değiştirecek revizyonist bir politika izlemeye başlamıştır. Yunanistan yayılmacı enosis politikasını gizlemek için, zaman zaman self-determinasyon kartını oynamakta, ancak temelde Kıbrıs ve Yunanistan’ın birleşmesini savunmaktadır. Kıbrıslı Rumlar da o dönemde yaygın şekilde bu görüşü desteklemektedirler. Bunun üzerine, 1955 yılındaki Londra’da düzenlenen konferanstan başlayarak, Türkiye de Kıbrıs Sorunu’na müdahil olmaya başlamıştır. Adanın önceki yöneticisi durumunda olan Türkler, İngiliz idaresinin kalkması halinde Kıbrıs’ın kendilerine verilmesi gerektiğini savunmaya başlar. Bu durumun doğal sonucu ise, İngilizlerin arabulucu olarak Kıbrıs’ta yeniden avantajlı bir konuma gelmesidir. 1955 yılından itibaren Rumların EOKA adlı bir terör örgütü kurması ise, hem İngilizleri, hem de Kıbrıslı Türkleri oldukça rahatsız edecek ve adada hareketli günlerin başlamasına neden olacaktır. George Grivas ve Nikos Sampson liderliğindeki EOKA’nın terör faaliyetlerine başlaması, kuşkusuz Kıbrıslı Türkleri de canlarını korumak için organize olmaya itecektir. İşte TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı), böyle bir ortamda doğacaktır…
Kıbrıslı Türklerin İlk Örgütlenme Faaliyetleri
Rumların artan saldırıları karşısında, Kıbrıslı Türkler TMT öncesinde de örgütlenme çalışmalarına girişmişlerdir. Örneğin, Kıbrıs Türk Fedailer Birliği, bu tarz amatör girişimlerin ilk örneklerindendir. Daha çok Rum çocuklarla kavga etmek ve duvarlara “Kıbrıs Türk’tür, Türk Kalacak” yazmak gibi faaliyetler yapan Kıbrıs Türk Fedailer Birliği’ni, biraz daha profesyonel bir örgütlenme olan Karaçete izlemiştir. Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş gibi toplum önderlerinin çıkmasıyla bu dönemde milli duyguları kabaran Kıbrıslı Türk gençler, Türk bölgelerinde yaşayan Rum aileleri geri göndermek için onları taciz etmek ve Rum dükkanlarını yağmalamak gibi başıbozuk eylemler içerisine girerler. Bu nedenle KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da, Karaçete’yi Milli Mücadele açısından olumsuz bir örgüt olarak değerlendirmiştir.
Dr. Fazıl Küçük

Kıbrıslı Türklerin ilk ciddi örgütlenmesi ise Volkan olmuştur. Kıbrıs Türk’tür Partisi Genel Başkanı Dr. Fazıl Küçük’ün gayretleriyle kurulan Volkan, İttihat ve Terakki’nin çağdaş bir versiyonu olarak yorumlanabilecek, ancak daha çok mahalli örgütlenmelerle sınırlı kalan bir gizli teşkilattır. Açılımı, “Var Olmak Lazımsa, Kan Akıtmamak Niye” olan Volkan örgütü, Fazıl Küçük’ün yanısıra Şakir Özel ve Kemal Mişon gibi kişilerce kurulmuştur. Lefkoşa Polis Merkezi’nde silah ambarından sorumlu olarak görev yapan Mehmet Hıfzı Işıltan ise, örgüte silah temin eden ve lojistik destek sağlayan kişidir. Volkan, kurulduktan kısa bir süre sonra halka mücadele azmi ve umut aşılayan bildiriler yayınlamaya başlar. Volkan’ın eylemleri, daha çok bildiri dağıtmak düzeyinde kalmıştır. Rumların Türkleri öldürdüğü olaylar sonrasında birkaç bombalama eylemi de düzenlenmiş, ancak TMT’nin örgütlü mücadele yapısına asla ulaşılamamıştır.
Volkan sonrasında kurulan bir diğer örgüt ise 9 Eylül’dür. Ulus Ülfet, İsmail Beyoğlu, Kubilay Altaylı ve Mustafa Ertan Celal gibi Lefkoşa’nın tanınmış ailelerine mensup iyi eğitimli gençlerce kurulan bu örgüt, amatör olmasına karşın bu yönüyle Karaçete’den ayrılır. Ancak bu gençler, bir Rum saldırısı sonrasında Rumlara karşılık vermek için bomba hazırlarken amatörlüklerinin kurbanı olur ve patlama nedeniyle trajik bir şekilde hayatlarını kaybederler.
9 Eylül’den sonra, Rum terörünün daha da azmasından endişe eden İngilizler, Kıbrıslı Türklerin de dahil olduğu komando ünitesini devreye sokarlar. Zira şu da bir gerçektir ki; EOKA’nın hedefinde Kıbrıslı Türkler kadar, hatta onlardan da fazla İngilizler vardır.
Bu güvenlik örgütlenmeleri dışında, Kıbrıslı Türkler TMT öncesinde çeşitli sosyokültürel ve sosyoekonomik örgütlenmelere de girişmişlerdir. Bu örgütlenmeleri tasarlayan ve icra edilmesine önayak olanlar, daha çok Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş olmuştur. Örneğin, ekonomik açıdan geride olan Kıbrıslı Türklerin toparlanması adına başlatılan “Türk’ten Türk’e Kampanyası”, Türk tüccar ve zenginlerin doğmasına yol açan bir ekonomik seferberliktir. Karma köylerde Türklüğün kaybolmaması adına başlatılan “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası da, Kıbrıs’ta azınlık durumundaki Türklerin birliğini sağlamaya yönelik önemli bir sosyokültürel faaliyettir.

Rauf Raif Denktaş

TMT’nin Kıbrıs’ta Kurulma Safhası
TMT’nin kurulması, Kıbrıslı Türklerin malını, canını ve ırzını koruyabilmek için mücadeleye başlaması için verilen çabaların bir sonucudur. Özellikle Rumların EOKA gibi organize ve güçlü bir paramiliter örgüt kurmaları ve kanlı eylemlere girişmeleri, Kıbrıslı Türkleri savunmasız ve çaresiz bırakıyor ve TMT’yi bir zorunluluk haline getiriyordu. Bu noktada, Demokrat Parti döneminde Türkiye ile artan temaslar ve Türkiye’nin Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanlığı’ndan başlayarak Kıbrıs Sorunu’na müdahil olması, Kıbrıslı Türk mücahitlerin elini kuvvetlendiriyordu. TMT’nin kurulma kararı, 27 Temmuz 1957’de Rauf Denktaş, Doktor Burhan Nalbantoğlu ve Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçiliği’nde kripto memuru ve idari ataşe olarak çalışan Mustafa Kemal Tanrısevdi tarafından alınır ve bu üç kişi, TMT’nin kurucuları olarak tarihe geçerler. TMT’nin resmi kuruluşu ise 26-27 Kasım 1957’de gerçekleşir. Artık Dr. Fazıl Küçük’ün Türkiye ziyaretlerinde, Rauf Denktaş da yanında bulunacaktır. Bildiriler dağıtarak eylemlerine başlayan TMT, askeri mühimmat ve eğitim konusunda ise anavatan Türkiye’ye ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne güvenmektedir. Önceki çetelere benzeyen başıbozuk bir yapı istemeyen Denktaş, anavatanın kendilerine her zaman destek olacağına inanmış ve Rumların Yunanistan’dan aldığı desteğin bir benzerini Türkiye’den beklemiştir. TMT, 27-28 Ocak 1958 Olayları’ndan sonra örgütlenmesine hız verir ve Kıbrıslı Türkler arasında giderek güçlenir. “Hareketten Bereket, Bereketten Kuvvet Doğar - İleri Arş İleri, Türk Hiç Dönmez Geri” gibi sloganlarla kurulan TMT, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye hükümeti tarafından da destek görmeye başlar. Bu tarihten başlayarak, Kıbrıslı Türkler arasında enosis’e karşılık olarak adanın taksimi (kısaca taksim) fikri, giderek güçlü bir şekilde gündeme gelmeye başlar. Buna paralel olarak, Türkiye’de de artık meydanlarda “Ya Taksim, Ya Ölüm” sloganları duyulur olmaya başlamıştır.
Ancak Kıbrıslı Türklerin örgütlenmeye başlaması ve Türkiye ile temaslarını arttırması, Rumları ve İngilizleri rahatsız etmeye başlar. 25 Temmuz 1958’de çıkarılan “Fevkalade Ahval” yasasıyla, TMT üyesi 60 civarında Kıbrıslı Türk tutuklanır ve hapse atılır. Bu sıralarda Albay Rıza Vuruşkan yönetiminde Ankara’da TMT’nin Türkiye örgütlenmesinin temelleri atılmaktadır. Bu dönemde Albay Rıza Vuruşkan, Ali Conan sahte ismiyle İş Bankası müfettişi olarak, Yüzbaşı Mehmet Özden de, Mehmet Beyazıt ismiyle müfettiş muavini olarak adaya gelirler. Adada kendisine iki gizli karargah kuran ve Rauf Denktaş’la koordineli olarak çalışan Vuruşkan, örgüte yeni ve güvenilir üye alımlarını başlatır. Posta Müdürü Kemal Şemiler, avukat Osman Örek, Dr. Şemsi Kazım, Dr. Necdet Ünel, Dr. Niyazi Manyera, Dr. Orhan Müderrisoğlu, Nevzat Uzunoğlu, Baf Belediye Başkanı Halit Kazım, öğretmen Necdet Hüseyin ve İsmail Sadıkoğlu TMT’nin ilk üyelerindendir.
Gözü kapalı olarak tabanca, Kuran ve Türk bayrağı üzerine yemin ederek gerçekleşen üye alımları (İttihatçı yeminiyle aynıdır), zamanla yaygınlaşır ve Kıbrıslı Türkler arasında milliyetçi duygular güçlenir. “Bozkurt” lakaplı Albay Rıza Vuruşkan’ın lideri olduğu TMT’de, Dr. Fazıl Küçük “Ağrı”, Rauf Denktaş ise “Toros” kod adlarını kullanmışlardır. TMT’nin yeni üye alımları sırasında gerçekleştirilen yemin töreninde söylenenler ise şöyledir;
“Kıbrıs Türk’ünün yaşayış ve hürriyetine, canına, malına, her türlü anane ve mukaddesatına, her nereden ve kimden olursa olsun vaki olacak tecavüzlere karşı koymak için kendimi yüce Türk ulusuna adadım. Gördüğüm, duyduğum ve hissettiklerimi ve bana emanet edilenleri hiç kimseye ifşa etmeyeceğime, ifşaatın ihanet sayılacağına ve cezasının ölüm olduğuna, verilecek cezayı seve seve kabul edeceğime namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
TMT’ciler de İttihatçı Yemini’ni kullanmışlardır

TMT’nin Teşkilatlanması ve Askeri Yapısı
Türk mitolojisine ve töresine uygun isimler ve özelliklerle örgütlenen TMT, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı direnen Fransız yurtsever örgütlerinden esinlenmiş ve onlara benzer yöntemler benimsemiştir. 1958 Mayıs’ında Ankara’da karargah kuran TMT, Temmuz ayında Lefkoşa’daki karargahını da açar. TMT’nin ihtiyaç duyduğu silahlar, Anamur ve Mersin’de oluşturulan depolarda ve her an gönderilmeye hazır biçimde durmaktadır. Rumların enosis planını icra etmeye başlamaları durumunda, TMT derhal bu silahları Kıbrıs’a getirtecek ve Rumlara karşı mukabele edecektir.
TMT, 5 kişilik hücrelerden oluşan bir yeraltı teşkilatıdır. Hücre üyesi, yalnızca kendi hücresindeki 5 kişiyi tanır, diğer hücreleri ise bilmezdi. Üst kademe ile irtibat ise, sadece hücre lideri aracılığıyla sağlanırdı. Otağ, oba ve çadır olarak üç kademeli olarak düşünülen TMT örgütlenmesi, bunun çok siyasi algılanmasından endişe ederek, zamanla çadırın yerine oğul, obanın yerine petek ve otağın yerine kovan terminolojisini benimser. Hücre üyelerine ise her daim “arı” denmektedir.
1960 yılından itibaren TMT, 6 bölgede 6 birlik teşkil etmiş ve Mağusa, Lefke, Larnaka, Baf, Lefkoşa ve Limasol sancaklarında 3-4 taburdan oluşan bir askeri güç oluşturmuştur. Her taburda 50’şer kişi teşkilatlanmış ve eğitilmiş durumdadır. Her birliğin başında “Serdar” adı verilen komutanlar görev yapmaktadır. Komutanların, “Şahin”, “Atmaca”, “Kartal” ve benzeri yırtıcı kuş isimlerinden seçilen kod adları bulunmaktadır. Çok gizli bir şekilde örgütlenen TMT, bu nedenle 21 Aralık 1963 tarihli Kanlı Noel sonrasında kendi isteğiyle yer üstüne çıkıncaya kadar ne İngilizler, ne de Rumlar tarafından tespit edilememiştir. TMT’nin gizli kalabilmesinin sırrı ise, “Gör, Duy, Konuşma” felsefesidir. Sadakat ve gizlilik eksikliği, örgüt açısından ölümcül bir hata niteliğindedir. Başlarda Kıbrıslı Türklerin güvenliğini sağlamak amacıyla kurulan örgütün ideolojisi ise, zamanla anavatan Türkiye’ye bağlanmak yönünde şekillenecektir.
Oldukça sert ve tehlikeli olan TMT eğitimleri, üç ayrı kategoride incelenebilir. Bunlar; “hasret”te yapılan esas eğitim, ada içerisinde yapılan eğitim ve kovanların kendi birimleri içerisinde yaptıkları eğitimlerdir. Bu eğitimlerde silah atış talimi, silahın kurulması ve bozulması, haber alma ve istihbarat, karşı istihbarat, pusu, baskın ve savunma gibi alt başlıklar bulunmaktaydı. Bu eğitimleri genelde “Karasakal” olarak adlandırılan Türkiye kökenliler veriyordu. Ada içerisindeki eğitim faaliyetleri izci kampları ve spor kulüplerinde, köylerde ise önde gelen kişilerin evlerinde yapılmaktaydı. Bu eğitimleri, din adamı ya da öğretmen kılığındaki görevli kişiler gerçekleştiriyordu.
Örgütün tabanını genişletmesi anlamında önemli bir adım, 29 Mayıs 1959 tarihinde Nacak Gazetesi’nin kurulması olmuştur. Rauf Denktaş’ın imtiyaz sahibi olduğu bu gazete, Kıbrıslı Türkler arasında milli bilinci yaymak ve bu şekilde TMT’ye adada geniş bir taban kazandırmak amacındadır. Ayrıca yine 1958’in 16 Ağustos tarihinden başlayarak, Erenköy bölgesine Türkiye’den silah getirtilmeye başlanmıştır. Silah sevkiyatının ikmal merkezi, Türkiye’nin en güney noktası olan ve Kıbrıs’a yalnızca 70 km mesafedeki Anamur’dur. Türkiye’den sandallarla ve gönüllülük esasına dayalı olarak yapılan bu sevkiyat, TMT tarafından zamanla daha organize bir hale getirilmiştir.
TMT’nin haberleşmek için kullandığı muhabere sistemleri de oldukça ilginç bir hadisedir. Bu sistemler; alfabetik ve şifreli olarak ikiye ayrılmaktadır. Orjinal metnin şifreli bir hale getirilebilmesi için, bir algoritma (işlemler dizisi) ve bir anahtara ihtiyaç vardır. Kullanılan algoritma herkesçe biliniyor olsa bile, anahtarın tümü ya da bir bölümü yalnızca şifreyi gönderen ve alan kişinin bildiği bir husustur.
Sonuç
Prof. Dr. Ulvi Keser’in “Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı (1950-1963)” adlı kitabı, TMT’nin kuruluş hikayesi ve temel örgüt özelliklerini tarihsel perspektiften anlatan önemli bir eserdir. Kitabın sonuç bölümünde yazar, örgütü “Kıbrıslı Türklerin kendi öz eseri”, “Kıbrıs Türk halkını esaretten kurtaran ve varoluş mücadelesini sağlayan milli bir teşkilat” olarak nitelendirmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

18 Mart 2015 Çarşamba

Türkiye ve Avrupa Birliği: Açılan Müzakere Fasıllarında Ne Durumdayız?


İktisadi Kalkınma Vakfı’nın Çisel İleri, Selen Akses, Sema Gençey Çapanoğlu, Yeliz Şahin, İlge Kıvılcım, Gökhan Kilit ve Büşra Çatır tarafından hazırlanan 274 nolu yayını, Türkiye’nin 2005 yılında başladığı Avrupa Birliği ile tam üyelik için yaptığı katılım müzakerelerinde gelinen noktayı özetleyen faydalı bir çalışmadır. Bu yazıda, bu çalışmada ele alınan bazı temel noktaları okurlarımız için özetlemeye çalışacağım.
Türkiye-Avrupa Birliği müzakere sürecini özetleyen ayrıntılı bir tablo

  • Kıbrıs (Ek Protokol) Sorunu, 11 Aralık 2006 tarihli AB Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nde alınan karar doğrultusunda yukarıda altı çizilen 8 fasıl için açılış kriteri, diğer tüm fasıllar için ise kapanış kriteri niteliği taşımaktadır.
Fasıl 25: Bilim ve Araştırma
Türkiye’nin AB müzakere sürecinde ilk açılan başlık olan Bilim ve Araştırma faslı, 2005 yılındaki tarama sürecinin ardından, 12 Haziran 2006 tarihinde start almış ve aynı gün bu fasıl geçici olarak müzakerelere kapatılmıştır. Bilim ve Araştırma faslında, üye devletlerden araştırma ve teknoloji geliştirme alanında AB’nin hedef ve aktivitelerine yönelik uygulama kapasitelerini sağlamaları beklenmektedir. Bu fasıl, Türkiye’nin mevzuatını kendi yasalarına uyarlaması beklenen bir alan olmadığı için, açılış ve kapanış kriterleri de bulunmamaktadır. 7. Çerçeve Programı’na ilişkin son verilere göre; Türkiye, programa katılımında, sunulan ve başarılı bulunan projelerde artış kaydetmiş ve yüzde 16,2’lik bir başarı oranı yakalamıştır. Türkiye, özellikle bilgi ve iletişim teknolojileri, biyoekonomi (gıda, tarım ve biyoteknoloji), taşımacılık ve güvenlik gibi alanlarda başarılı bulunurken, sağlık ve çevre alanlarında zayıf kaldığına dikkat çekilmiştir. Sonuçta, İKV raporuna göre, Türkiye bu başlıkta oldukça iyi bir durumdadır ancak ar-ge alanında atılımlara ihtiyaç duymaktadır.
Fasıl 20: İşletme ve Sanayi Politikası
29 Mart 2007 tarihinde müzakereye açılan İşletme ve Sanayi Politikası başlığı, malların serbest dolaşımı, dış ekonomik ilişkiler, enerji, sermaye, çevre, bilim ve araştırma, devlet yardımları ve rekabet, sosyal politika ve istihdam gibi diğer politika alanlarıyla kesişen yatay bir politika alanıdır. Başlıkta öngörülen reformların temel amacı; rekabet edebilirliğin arttırılabilmesi için en uygun işletme ve sanayi politikalarını belirlemektedir. İKV raporuna göre, Türkiye bu alanda hızla ilerleme kaydetmiş ve AB’ye yeterli düzeyde uyum sağlamayı başarmıştır.
Fasıl 18: İstatistik
2007 yılında müzakereye açılan İstatistik faslı; istatistiksel altyapı, sınıflandırmalar ve kayıtlar ile sektör istatistiklerini içermektedir. İstatistik faslı; doğru, güvenilir, tarafsız ve zamanında veri temini, dağıtımı ve değerlendirilmesi anlamında küresel ölçekte önem taşımakta ve devletlerle birlikte piyasaların beklentileri arasında da önemli bir yer işgal etmektedir. Türkiye’nin bu alanda AB ile ileri düzeyde uyumu söz konusudur. Lakin, ulusal hesaplamalar, tarımsal istatistikler ve bölgesel istatistikler konularında daha fazla ilerleme sağlanması gerekmektedir. Birçok alanda bölgesel istatistikler mevcut değildir, ya da ciddi gecikme ile yayınlanabilmektedir. Bu sorunların üstesinden gelinmesi durumunda, bu fasıl kolaylıkla tamamlanabilir.
Fasıl 32: Mali Kontrol
Mali Kontrol faslı, sınırlı sayıda yasal düzenlemeden oluşmaktadır. Bu fasıl; yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama gibi alanlarla bağlantılı olması sebebiyle, diğer fasıllarla da yakından ilgilidir. Kamu İç Mali Kontrolü, Dış Denetim, AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması ve Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması olmak üzere dört alt politika alanı bulunan fasıl, 26 Haziran 2007’de müzakerelere açılmıştır. Türkiye, Ek Protokol dışında altı adet teknik kapanış kriteri bulunan bu fasılda, halihazırda üç kapanış kriterini yerine getirmiş durumdadır. Bundan sonra Türkiye’nin; KİMK Politika Belgesi’nin kabul edilmesi, kamu idaresinde iç ve dış deneyim görevlerinin güçlendirilmesi ve Sayıştay Kanunu’nun tam olarak uygulanması gibi konularda ilerleme kaydetmesi, bu faslın da başarıyla tamamlanmasını sağlayacaktır.
Fasıl 21: Trans-Avrupa Ağları
Bu faslın muktesebatı; ulaştırma, telekomünikasyon ve enerji alt başlıklarından oluşmaktadır. 19 Aralık 2007’de müzakereye başlanan bu fasılda, Türkiye kapanış kriterlerini yerine getirmiş durumdadır.
Fasıl 28: Tüketicinin ve Sağlığın Korunması
Bu fasıl, AB muktesebatının doğrudan İç Pazar’ı ilgilendiren kısımlarının önemli bir parçasıdır. Faslın kapsadığı alanlarda; bireyi merkeze alan, her bireyin bir tüketici olarak görüldüğü ve aynı zamanda tüketici çıkarlarının ve her türlü güvenliğinin korunması esasına dayanan bir yaklaşım hakimdir. 2007’de açılan bu fasılda da, Türkiye kapanış kriterlerini yerine getirmiş ve AB standartlarına oldukça yaklaşmıştır.
Fasıl 6: Şirketler Hukuku
Bu fasıl; üye ülkeler arasında şirketler hukuku, kurumsal yönetim, muhasebe ve denetim ile ilgili mevzuatların uyumlaştırılması amacıyla yapılan yasal düzenlemelerin oturtulması, tarafların eşit biçimde korunması, şirket kurma özgürlüğünün sağlanması, iş yaşamında rekabet gücünün ve etkinliğin arttırılması, işletmeler arasında sınır ötesi işbirliğinin güçlendirilmesi ve şirketler hukukunun modernizasyonu ile ilgili görüş alışverişinin sağlanması gibi amaçları kapsamaktadır. 2008 yılında açılan bu fasılda da, Türkiye’nin uyum düzeyinin ileri seviyede olduğunu söylemek mümkündür.
Fasıl 7: Fikri Mülkiyet Hukuku
17 Haziran 2008 tarihinde müzakerelere açılan bu fasıl; telif hakları ve sınai mülkiyet haklarına ilişkin mevzuatı kapsamaktadır. Bu başlıkla, AB bütünleşmesinin en önemli unsurlarından olan İç Pazar’ın oluşumu ve korunması amaçlanmaktadır. Türkiye, bu fasıl alanında da gelişmeye devam etmektedir. Bu konuda en önemli eksiklik ise, uygulamada etkinliğin arttırılması ve kurumlararası işbirliğinin güçlendirilmesidir. Toplumsal bilinçlendirme kampanyaları da, bu noktada hayati bir görev üstlenmektedir.
Fasıl 4: Sermayenin Serbest Dolaşımı
İç Pazar’ın kurucu ilkelerinden biri olan sermayenin serbest dolaşımı, temel olarak sermaye hareketleri ve ödemeler ile birlikte, ödeme sistemleri ve kara paranın aklanması ile mücadele alt başlıklarından oluşmaktadır. Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) arasında imzalanan 1963 tarihli Ankara Anlaşması, sermaye hareketlerinin serbest dolaşımını kapsayacak nitelikte bir ekonomik bütünleşmenin sağlanmasını öngörmekte, aynı zamanda Türkiye’nin sermaye hareketlerinin serbest dolaşımı konusunda AB mevzuatı ile uyumunun çerçevesini oluşturmaktadır. 18 Aralık 2008 tarihinde müzakerelere açılan bu fasılda, genel olarak Türkiye’nin uyumunun ileri seviyede olduğu görülmektedir. Bu noktada, yabancılara yönelik gayrimenkul edinimini aşamalı olarak serbestleştirmek için muktesebatla uyumlu bir eylem planının kabulu ve uygulamaya geçirilmesi öngörülmektedir.
Fasıl 10: Bilgi Toplumu ve Medya
2008’de müzakereye açılan Bilgi Toplumu ve Medya faslı; elektronik haberleşme, bilgi toplumu hizmetleri ve görsel-işitsel hizmetlere yönelik mevzuatı kapsamaktadır. Bu mevzuat ile bir yandan telekomünikasyon hizmetleri ve şebekelerindeki İç Pazar’ın etkin bir şekilde işleyebilmesi için mevcut engellerin kaldırılması ve tüketicilerin bu sektördeki haklarının korunması, diğer yandan da görsel-işitsel hizmetlerin İç Pazar’da serbest ve adil bir şekilde dolaşımının sağlanması amaçlanmaktadır. Türkiye, bu alanda da AB ile oldukça uyumlu bir görüntü sergilemektedir, ancak teknik kapanış kriterleri henüz karşılanamamıştır. Önümüzdeki dönemde e-ticaret, kişisel verilerin korunması ve BTİK ve RTÜK’ün şeffaflığı ve bağımsızlığı gibi konularda daha fazla çalışma yapılmalıdır.
Fasıl 16: Vergilendirme
Vergilendirme politikası, AB’de tam olarak uyumlaştırılmış olmamakla birlikte, üye ülkelerdeki vergi sistemlerinin AB’nin hedefleri ve istihdam yaratma amaçlarıyla uyumluluğunu, malların-hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının engellenmemesini, tüketiciler-şirketler ve çalışanlar arasında ayrımcılık yapılmamasını gözetmektedir. Türkiye, AB tarafından açılış kriteri olarak belirlenmiş alkollü ürünler, ithal tütün ve sigaralara ilişkin ayrımcı vergilendirmenin azaltılması konusundaki Eylem Planı’nı sunmuş ve fasıl, Haziran 2009’da açılmıştır. Türkiye, bu alanda AB ile kısmen uyumludur.
Fasıl 27: Çevre
Yüksek maliyet ve uzmanlık gerektiren Çevre faslı, Türkiye’nin hızla ilerleme kaydettiği, ancak halen önemli sorunların görüldüğü bir alandır. 2009’da açılan bu fasıl hakkında genel bir değerlendirme yapmak gerekirse; Aarhus Sözleşmesi’ne taraf olunmaması, iklim değişikliği alanında emisyonların azaltılmasına yönelik uzun vadeli takvimin çıkarılmaması ve yatay mevzuattaki ÇED Yönergesi’ne uygun olmayan mevzuat ve uygulamalar gibi ciddi sorunlar bulunmaktadır.
Fasıl 12: Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı Politikası
30 Haziran 2010 tarihinde açılan bu fasıl; AB’nin yüksek düzeyde gıda güvenliği, hayvan sağlığı, hayvan refahı ve bitki sağlığını garanti altına almayı amaçlamaktadır. Türkiye, bu alanda da henüz hazır bir görüntü vermemektedir. Yani, tarımsal gıda işletmelerinin iyileştirilmesi, hayvanların kimliklendirilmesi ve kayıt altına alınması, hayvan refahı, hayvansal yan ürünler ve hayvan hastalıkları ile mücadele konularında çalışmaların arttırılması gerekmektedir.
Fasıl 22: Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu
5 Kasım 2013 tarihinde müzakerelere açılan Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu faslı; bölgeler arasındaki sosyoekonomik farklılıkları belirleyerek, gelişmişlik düzeyi bakımından geri kalmış bölgelerin, diğer bölgelerle benzer uyum düzeyine ulaşmasını hedeflemektedir. Ayrıca yine bu fasıl, yapısal fonlara ilişkin çerçeve ve uygulama tüzüklerinin uygulanmasını kapsamaktadır. Türkiye’nin bu alanda yaptığı reformlar umut vermekle birlikte, çıktı kalitesinin arttırılması ve fon kaybının önlenmesi için idari kapasitenin güçlendirilmesine ihtiyaç vardır. Bölgeler arası sosyoekonomik gelişmişlik düzeyinin azaltılması da, bu noktada önemli bir gerekliliktir.
Fasılları bu şekilde inceledikten sonra, Türkiye’nin 2006 tarihli Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi kararına dayalı olarak 8 başlığı açamadığı ve açılan başlıkları kapatamadığını hatırlatmakta fayda var. Bu nedenle Türkiye’nin AB üyeliği; Avrupa’nın ciddi güvenlik endişeleri yaşaması ve Türkiye’nin muazzam askeri kapasitesine ihtiyaç duyması ya da enerji temini ve güvenliğinde (Rusya'ya alternatif Kafkasya ve Asya pazarlarına ulaşmak için) Türkiye’nin hayati önemini fark etmesi koşulları dışında, gelecek adına büyük umutlar vadetmiyor.

 Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ