15 Mart 2017 Çarşamba

Ateş İlyas Başsoy’dan ‘AKP Neden Kazanır? CHP Neden Kaybeder?’


1971 doğumlu Türk yazar ve reklamcı Ateş İlyas Başsoy’un[1] kaleme aldığı “AKP Neden Kazanır? CHP Neden Kaybeder?” kitabı[2], son yıllarda Türkiye siyaseti hakkında yazılmış en ilginç ve özgün çalışmalardan biri olarak dikkat çekiyor. Kitap, elbette bir reklamcının kaleminden çıktığı için, siyaseti ve seçim sonuçlarını doğrudan etkileyen Siyaset Bilimi, Sosyoloji, Ekonomi ve tabii ki Uluslararası İlişkiler gibi disiplinlerin verilerini ele almasa da, siyasal iletişim ve algı yönetimi konusunda birçok ciddi saptama içeriyor. Pegasus Yayınları’nın ilk kez 2011 yılında yayımladığı kitap, bugüne kadar birçok baskı yapmış ve farklı çevrelerde ilgi ve eleştiri konusu olmuştur. Bu yazıda, kitapta dikkatimi çeken bazı önemli noktaları özetlemeye çalışacağım. Elbette kitabın bilimsel bir eser olarak değerlendirilemeyeceğini de akılda tutmakta fayda var.

Ateş İlyas Başsoy

Kitabın ilk kısmı, Ateş İlyas Başsoy’u tanımayanlar için kendisinin bir nevi takdiminin yapıldığı ve 2009 Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı Prof. Dr. Mustafa Akaydın tarafından nasıl kazanıldığını anlatıldığı -dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözünden alıntılanarak- “Çok ama çok anormal bir durum” adı verilen bir bölüm... Bu sözü, şimdi Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, 2009 Antalya Büyükşehir Belediyesi seçim sonuçlarını aldıktan ve büyük bir şaşkınlıkla bu şehirde seçimleri kaybettiğini öğrendikten sonra kullanıyor. Bu bölümde, Başsoy, CHP’nin aslında ideolojik olarak en katı ve geniş parti tabanına sahip olduğunu, fakat “Selim Türkhan” adını verdiği yüzde 20-25’lik ideolojisiz seçmeni kazanmakta başarısız olduğu için katı ideolojik tabanı yüzde 12-15’lerde gezinen Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti-AKP) gibi yüksek oylara ulaşamadığını iddia ediyor. Kendisi ciddi ve başarılı bir reklamcı olan ve Selim Türkhan’lara senelerce farklı ürünler pazarlayan Başsoy, CHP’nin katı ideolojik söyleminin ve çeşitli siyasal konularda karşıt (anti) pozisyon alışının, ortadaki (merkezdeki) ideolojisiz seçmeni kendisinden uzaklaştırdığını ve CHP’nin -AKP’nin aksine- sadece kendi tabanına yönelik mesajlar verdiğini ifade ediyor. AKP ise, zaten cepte gördüğü İslamcı-muhafazakâr oyların yanında, ortadaki ideolojisiz ve hatta farklı yelpazedeki katı olmayan ideolojik oyları da toplamayı başarabiliyor. Bunun sırrı, Başsoy’a göre, siyasal iletişim ve algı yönetiminde yatıyor. AKP, post-modern bir parti olarak her kesime gül dağıtıyor ve ideolojik katılıklardan kaçınıyor, CHP ise, modern bir parti olarak hala ideolojiyi ön plana çıkarıyor ve daha çok kendi seçmenine yönelik söylemler geliştiriyor. Buna ek olarak, CHP, iktidardaki AKP’nin söylem ve icraatlarına reaksiyon olarak karşıt söylemler geliştiriyor ve “takipçi” konumuna düşüyor; bu nedenle de oyunun düzlemini kendisi belirleyemiyor. Başsoy, kitabın bu ilk bölümünde, 2009 yerel seçimlerinde Prof. Dr. Mustafa Akaydın’ın seçim kampanyasında bu durumu nasıl değiştirebildiklerini anlatmaya çalışıyor. Bunun için, kampanyanın daha en başında klasik CHP seçim stratejilerini tersyüz ediyor ve kampanya sürecinde yaptıklarıyla dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “Bir de slogan bulmuşlar ‘Yaparsa hoca yapar’ diye. Görelim bakalım ne yapacak?” şeklinde konuşmaya zorlayarak, belki de siyasal kariyerinde ilk kez “takipçi” konumuna düşürüyor. Kampanya sürecinde, Başsoy, Hoca’nın (Mustafa Akaydın) formasyonuna uygun şekilde projeler geliştiriyor. Projeler, ideolojisiz seçmenleri temsil eden Selim Türkhan’ı heyecanlandırmak ve ikna etmek için çok temel bir görev ifa ediyor. CHP’li olmayan seçmenin Antalya’da o dönemde sıklıkla dile getirdiği “CHP kazanırsa Ankara’dan yardım gelmez, Antalya gelişemez” söylemini kırmak için merak uyandırıcı ve dikkat çekici “Antalya Ankara’dan zengin” sloganını geliştiren Başsoy ve ekibi, sonuçta bu ve benzeri stratejileriyle Akaydın’ı zafere taşıyorlar.

“AKP Neden Kazanır? CHP Neden Kaybeder?”

Kitabın “Bir Seçim Nasıl Kaybedilir?” adlı ikinci bölümünde ise, Başsoy, CHP’nin 2011 genel seçim stratejisini inceliyor ve bu stratejinin nasıl seçimlerden yenilgiyle çıkılmasına neden olduğunu araştırıyor. Başsoy’a göre; CHP, tabanından gelen katı ideolojik seslere yenik düşerek, 2011 genel seçimlerinde de önceki seçimlerde olduğu gibi “bulut algı” yaratmayı başaramıyor ve sadece kendi tabanına yönelik söylemler geliştiriyor. CHP’nin bir kitle partisi olmak için denediği stratejiler ve kullandığı “Herkes için CHP” ve “CHP varsa herkes için var” gibi sloganlar ise, partinin elitist ve kendi tabanı odaklı söylemini zayıflatmak bir yana, daha da güçlendiriyor. “Bakın biz partiyi herkese açıyoruz” şeklindeki bir propaganda, Başsoy’a göre aslında farklı yelpazedeki seçmenlerinin gözlerine soka soka “Biz sizin partiniz değiliz ama oluyormuş gibi yapıyoruz” algısı yaratıyor ve Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun yarattığı heyecanı ve çalışkanlığını gölgeleyerek, partiyi ancak yüzde 26 oya taşıyabiliyor. Başsoy’a göre; CHP’liler Antalya’da Akaydın’ı zafere taşıyan stratejiyi görmediği veya görmek istemediği için, “eski tas, eski hamam” yöntemlerle seçime hazırlanıyor ve AKP’nin bile ilgisini uyandıran iletişim stratejilerini seçimde denemeyi akıl edemiyor. Başsoy, CHP’nin geliştirdiği “Herkes rahat bir nefes alacak” söyleminin Selim Türkhan’ları heyecanlandırmadığını ve sürekli “Büyüyen Türkiye”, “Büyük Düşünmek”, “Hayalleri gerçek yapmak” gibi sloganlar kullanan Erdoğan ve AKP karşısında mağlubiyeti kaçınılmaz hale getirdiğini iddia ediyor. Başsoy, seçim yenilgisinin temelinde Kılıçdaroğlu’nun bir hatası veya eksikliğinden ziyade, yanlış seçim stratejisinin yattığına inanıyor ve doğru bir strateji ile CHP’nin bu seçimde rahatlıkla yüzde 35 oyla birinci olabileceğini iddia ediyor. Başsoy’a göre; “Recep Bey” söylemi de, CHP tabanında ve AKP iktidarından zarar görmüş kesimlerde ses getirse de, aslında Kılıçdaroğlu’nu Erdoğan karşısında “takipçi” konumuna düşüren bir strateji. Kemal Kılıçdaroğlu, kendini ön plana almak ve kendini yükseltmek yerine rakibini zayıflatmak adına “Recep Bey” dedikçe, aslında Erdoğan’ın reklamını yapmış oluyor. Sonuçta, Başsoy’un düşüncesine göre, CHP’nin olağanüstü gelişmeler, sağlık sorunları ya da ara rejim dönemi dışında bir dahaki seçimlerde zafer kazanabilmesi için mutlaka bir “Nizam-ı Cedit” ekibi kurması ve parti içerisindeki engellere rağmen doğru insanları doğru yerlerde görevlendirmesi gerekiyor.

Başsoy’un kitabı düşündüren, yaratıcı ve bir reklamcının elinden çıktığı belli olan bir kitap. Fakat Siyaset Bilimi açısından kitaba çeşitli eleştiriler de getirmek mümkün. Öncelikle, Başsoy’un “Selim Türkhan” adını verdiği ve yüzde 20-25 hatta yüzde 25-30 civarında olduğunu iddia ettiği ideolojisiz seçmenin de çeşitli kimlikleri var ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Sünni”, “Türk” ve “İslamcı” kimliklerini ve buna uygun söylemleri kullanarak bu seçmen üzerinde “Atatürkçü”, “laik” ve “modern” CHP’den daha fazla etkili olmayı başarabiliyor. Dünya Değerler Araştırması verilerine göre; AKP, Türkiye’de her 4 seçmenden 3’ünün yer aldığı merkez, merkez sağ ve aşırı sağ seçmene hitap ederken, CHP ise her 4 seçmenden 1’inin yer aldığı merkez sol seçmene oynamaya çalışıyor. Bu anlamda, CHP kendi konumlanması açısından başarılı bir parti ve alabileceği oyların tamamını almayı başarıyor. Bir diğer önemli nokta ise, AKP’nin seçim stratejilerinde hizmet önde, ideoloji arka planda kalmasına karşın, AKP’nin çekirdek kadrosu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aslında katı ideolojik yapıdan gelen ve hala belli ölçülerde bu katılıkları koruyan kişiler olması. Bu durumda, ya AKP’nin seçim stratejisi o kadar başarılı ki bu ideolojik katılıkları törpüleyebiliyor, ya da “Selim Türkhan” Başsoy’un iddia ettiği kadar ideolojisiz bir seçmen grubu değil. Kitaba yönelik bir diğer önemli eleştiri noktası ise siyasetin doğasıyla ilgili. Siyaset sadece iktidar olmak için değil, öncelikli seçmen grubunuzun çıkarlarını korumak ve belli idealleri ve değerleri yaşatmak için de yapılabiliyor. Elbette iktidar olmadan bunların ne ölçüde başarılabileceği ayrı bir tartışma konusu. Fakat AKP’nin bazı konulardaki ideolojik aşırılıkları nedeniyle, siyaset biraz da ülkenin demokrasisi adına bir denge işi olduğuna göre, CHP de doğal olarak Türkiye açısından bir dengeleme görevi yapıyor. Son olarak, Başsoy, mesleği gereği ekonomi ve dış politika gibi unsurları da değerlendirmelerinde dikkate almıyor; fakat AKP’nin başarısında ekonomi ve dış politikadaki konjonktürlerin belki de en temel faktörler olduğunu iddia etmek kanımca mümkün. Yine de, bana kalırsa kitaptaki görüş ve stratejiler CHP yönetimi tarafından ciddiye alınmalı ve bilimsel düzlemde mutlaka daha ayrıntılı şekilde incelenmeli. Zira bu tarz stratejiler en fazla birkaç puanlık bir değişime neden olabilse de, referandum ve seçimlerde bir oyun bile önemli olduğu unutulmamalı. Ayrıca bu referandum kampanyasında da CHP’nin şu ana kadar başarılı bir performans gösterdiğini iddia etmek zor. Zira CHP kampanyası yine karşıt, yine olumsuz ve yine takipçi durumunda… Ancak önceki seçimlerden farklı olarak, Türkiye'nin dış politikası ve ekonomisi artık iyi durumda değil...

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ



Hiç yorum yok: