30 Ekim 2025 Perşembe

2025 Hollanda Genel Seçimleri: Merkezci Güçler Toparlandı

 

18 milyonluk sınırlı nüfusuna karşın dünyanın en büyük 18. ekonomisi olarak başarılı bir ekonomik model olarak dikkat çeken Hollanda, siyaseten ise son yıllarda İslam, göçmen ve Avrupa Birliği (AB) karşıtı aşırı sağ hareketlerin güç kazanmasıyla daha zayıf bir döneme girmiş ve siyasi krizler ülkenin tüm dünya genelindeki müspet imajına da -özellikle Müslümanlar nezdinde- zarar vermeye başlamıştır. Bu bağlamda, şimdilerde NATO Genel Sekreteri olan merkezci bir siyaset olan Mark Rutte'nin ardından ciddi bir lider boşluğu yaşayan Hollanda'da, 2023 genel seçimlerinde korkulan senaryo gerçekleşmiş ve aşırı sağcı Özgürlük Partisi (PVV) ve onun İslam karşıtı açıklamalarıyla tepki çeken tartışmalı lideri Geert Wilders, sandıktan birinci çıkmayı başarmıştır. Yüzde 23,5 gibi yüksek bir oy oranına ulaşan Wilders, buna karşın diğer siyasi partilerin koalisyon hükümetine girmek istememesi nedeniyle Başbakan olamamıştır. Bu durumun Wilders ve partisini daha da popüler hale getirmesinden ve Wilders'ın olası Başbakanlığında uygulanabilecek olan aşırı politikalarla (Müslümanları ülkeden göndermek, camileri kapatmak, AB üyeliğini referanduma götürmek vs.) Avrupa'nın kalbinde sosyal barışın bozulmasından korkulan bir ortamda dün gidilen 2025 Hollanda genel seçimlerinde ise, Wilders ve partisi PVV kısmen güç kaybetmiş ve başını merkez-merkez sol Demokratlar  66 (D66) partisi ve onun karizmatik genç lideri 1987 doğumlu Rob Jetten'in çektiği merkezci güçler toparlanmayı başarmıştır.

Geert Wilders

Henüz kesinleşmeyen seçim sonuçlarına göre, D66, seçimler sonucunda 26 veya 27 milletvekilliği kazanarak 150 sandalyeli meclisteki en büyük siyasi parti olmayı başaracaktır. Ancak görece zayıflamasına karşın Wilders ve partisi PVV'nin de halen gücünü koruduğu ve 26 milletvekilliği ile ülkedeki en büyük ikinci parti olmayı sürdürdüğü görülmektedir. Bu şekilde, aşırı sağcı Wilders'ın Hollanda'da Başbakan olması bir kez daha önlenebilecek gibi durmaktadır. Seçimden beklenmedik bir zaferle çıkan küçük partisi D66'yı zirveye taşıyan Rob Jetten ise, seçimlerde "milyonlarca Hollandalı'nın nefret ve olumsuzluk politikalarına hayır dediğini" iddia ederek, Hollanda siyasetine yeni bir soluk getirmeyi ve kendisinden yeni bir siyasi lider yaratmayı başarmıştır. Hollanda seçmenleri de, olası aşırı sağ iktidarının yaratabileceği kriz riski karşısında, 1966'dan beri siyaseten var olan ama ülkedeki en büyük 6. parti olmaktan öteye gidememiş D66'ya yüklenerek kendilerine yeni bir alternatif yaratmayı başarmışlardır. Şimdilerde Türk-Kürt asıllı siyasetçi Dilan Yeşilgöz'ün lideri olduğu Başbakan Rutte'nin eski ve köklü partisi merkez sağ Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi-VVD de 22 veya 23 milletvekilliği kazanarak koalisyon formülleri için anahtar parti haline gelmiştir. Sosyal demokrat çizgideki Yeşil Sol - İşçi Partisi/GroenLinks–PvdA (GL/PvdA) partisi ise beklentilerin altında kalmış ve Frans Timmermans liderliğinde ancak 20 civarında parlamento sandalyesi elde edebilmiştir. Henri Bontenbal liderliğindeki merkez sağ Hristiyan Demokrat Çağrısı (CDA) da büyük bir çıkış yaparak 18 milletvekilliğine hak kazanmıştır. Bir diğer çıkış yapan parti de Joost Eerdmans başkanlığındaki sağ popülist JA21 olmuş ve 9 sandalye kazanmıştır. Hollanda medyası, seçimleri "siyasi nezaket yükselişte" olarak yorumlamış ve aşırıcı partilerin güç kaybetmesini memnuniyetle karşılaşmıştır.

Dilan Yeşilgöz

Sonuç olarak, Hollanda seçimleri merkezin toparlanması ve aşırı sağın güç kaybetmesi bağlamında demokrasi adına faydalı bir gelişme olurken, hükümetin yine de ancak 4 partili bir koalisyonla kurulabilecek olması, ülkeyi siyaseten aşırıcıların toparlanabileceği bir ortama sürükleyebileceğini de not etmek gerekir. Genç lider Rob Jetten ve partisinin yeni bir liberal-sol alternatif haline gelmesi adına Hollanda ve AB'nin geleceği adına çok müspet bir gelişmedir.

Kapak fotoğrafı: Rob Jetten

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

28 Ekim 2025 Salı

Başkan Trump'ın Asya Turu ve ABD'nin Siyasi Geleceği

 

Giriş

Amerika Birleşik Devletleri (kısaca ABD) Başkanı Donald Trump, Mısır'ın Şarm el-Şeyh şehrindeki büyük zirvede Gazze'de Hamas-İsrail Savaşı nedeniyle yaşanan trajediye acilen son verilmesi ve Gazze'nin yeniden imar edilmesi noktasında önemli bir anlaşmaya imza attıktan kısa bir süre sonra, şimdi de üç ülkeyi kapsayan Asya turuna çıktı. Malezya, Japonya ve Güney Kore'yi içeren 5 günlük turuna hızlı bir giriş yapan Trump, Malezya ve Japonya ziyaretleri kapsamında önemli anlaşmalara imza atarken, ABD siyasetinin geleceğine yön vermek konusundaki isteğini de açıkça ortaya koydu. Bu bağlamda ABD siyasetinde Trump'ın anayasal kısıtlamaları aşarak üçüncü dönem Başkanlığı bile tartışılan bir mesele haline gelirken, Demokrat Parti cephesinde de ara seçimler yaklaşırken bir hareketlenme ve yeni ve genç siyasi yıldızlar yaratarak Trump sonrasında Başkanlığı yeniden kazanma hazırlıkları yapılıyor. Bu yazıda, tüm bu konuları kısaca değerlendireceğim.

Asya Turunda İlk Durak: Malezya

Asya turunun ilk ayağında 26-27 Ekim 2025 tarihlerinde Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur'u ziyaret eden Başkan Trump ve heyeti, burada yalnızca ticari anlaşmalara imza atmakla yetinmedi ve Mayıs ayındaki 2025 Kamboçya-Tayland sınır çatışması nedeniyle savaşın eşiğine gelen Kamboçya Krallığı ile Tayland Krallığı arasında bir barış anlaşması yapılmasına da aracılık etti. Nitekim 26 Ekim'de Kuala Lumpur'da imzalanan anlaşma sonucunda, Kamboçya Başbakanı Hun Manet ile Tayland Başbakanı Anutin Charnvirakul, ülkeleri arasındaki sorunların şiddet kullanmadan çözülmesi yolunda önemli bir metni imzaladılar. Kuala Lumpur Barış Anlaşmaları adı verilen bu önemli gelişmenin yanı sıra, Trump, Tayland, Kamboçya, Malezya ve Vietnam gibi dört önemli ASEAN üyesi devletle serbest ticaret anlaşmaları imzaladı. Hatta Trump, Malezya ve Tayland ile bu ülkelerin nadir toprak elementlerinin çıkartılması ve işletilmesi konusunda da bir anlaşmaya vardı. Bu şekilde, Trump, ülkesinin teknolojik üstünlüğünün olduğu ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları imzalayarak, ABD dış ticaretini geliştirmeyi amaçlarken, ulusal çıkarlar temelinde serbest ticarete karşı olmadığını da göstermek istedi. Trump'ın bu hamleleri, kuşkusuz, dünya siyasetinin geleceğine yön verecek en kritik bölge olan Asya'da Çin Halk Cumhuriyeti ile girişilen büyük güç rekabetinde ülkesi adına kazanımlar sağlamayı da amaçlıyor. Nitekim ASEAN ülkelerinin 2009'dan bu yana en büyük dış ticaret ortağı olan Çin'i dengelemek adına, Başkan Trump, işgücünün halen ucuz olduğu ve ABD'den teknolojik olan geride olan bu ülkelerle ticareti geliştirmeyi ve bölgede Çin'i dengelemeyi amaçlıyor. Trump, 13. ASEAN-ABD Zirvesi'ne bizzat katılarak bu konudaki kararlı duruşunu sergilemiş oldu. Çin açısından bakıldığında ise, Washington'ın Pekin'le rekabeti jeopolitik düzlemden ekonomik düzleme kaydırması bazı kayıplara rağmen siyaseten bir artı olarak görülebilir. Zira tarihin ispatladığı üzere, büyük güçler arasındaki jeopolitik rekabet kaçınılmaz şekilde bir savaş, çatışma ya da gerginliğe neden olacağı için, bu şekilde ticari rekabet düzeyindeki mücadele, Çin'in kalkınma odaklı ve uzun zamana yayılan politik vizyonu bağlamında daha az zararlı görülebilir.

Kuala Lumpur Barış Anlaşmaları imzalanırken

Asya Turunda İkinci Durak: Japonya

Başkan Trump'ın 27-28-29 Ekim tarihlerindeki durağı ise Japonya oldu. Japonya'da LDP içerisindeki liderlik mücadelesini kazanarak Başbakan olan Sanae Takaichi'nin ilk iktidar günlerine denk gelen bu ziyaret, kuşkusuz Trump'ın Japonya ve Şinzo Abe geleneğini devam ettiren Takaichi'ye desteğini de gösteriyor. Ziyareti kapsamında ilk olarak Tokyo İmparatorluk Sarayı'nda İmparator Naruhito ve ailesiyle de görüşen Trump, özellikle güzel eşi Melania Trump'ın varlığının da etkisiyle Japonya'da basın mensuplarının ilgi odağı haline geldi. Trump, daha sonra ise Akasaka Sarayı'nda Japonya tarihinin ilk kadın Başbakanı Sanae Takaichi ile görüştü.

Trump çifti, İmparatorluk Sarayı'nda İmparator Naruhito ve İmparatoriçe Masako ile görüştü

Başbakan Takaichi'nin "ABD-Japonya ilişkilerinin altın çağı" olarak nitelendirdiği yeni dönemi başlatmak için görüşen iki lider, ilk olarak nadir toprak elementleri ve mineraller konusunda bir anlaşmaya imza attılar. Görüşmelerde Trump'tan eski Başbakan Şinzo Abe'ye yönelik övgü dolu sözler gelirken, Takaichi'nin Başkan Trump'ın Nobel Barış Ödülü'ne aday göstermesi konusuna da değinildi. Trump, bu anlaşmalarla ayrıca Japonya'dan 550 milyar dolarlık bir yatırımı ülkesine çekmeye çalışıyor. "Great Deal" (Büyük Anlaşma) ve "New Golden Age" (Yeni Altın Çağ) olarak duyurulan anlaşma, şu maddeleri içeriyor:

Bölüm I: Kritik Mineraller ve Nadir Toprak Elementleri

Tedarik güvenliği: Katılımcılar, ABD ve Japonya'nın mali destek mekanizmaları, uygun durumlarda ticaret önlemleri ve kritik mineraller stoklama sistemleri gibi politika araçlarından yararlanarak, ileri teknolojiler ve ilgili endüstriyel altyapılar da dahil olmak üzere yerli endüstrileri desteklemek için gerekli olan kritik minerallerin ve nadir toprak elementlerinin güvenli tedarikini hızlandırmak için iş birliği çabalarını yoğunlaştırmaktadır. Katılımcılar, tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesini kolaylaştırmak için, tedarik zincirinin üst ve alt kademelerindeki şirketler arasında diyaloğu teşvik etmek için çabalarını yoğunlaştıracaktır.

Madencilik ve işleme yatırımları: Katılımcılar, hibe, garanti, kredi veya öz sermaye yoluyla sermaye ve işletme giderleri dahil olmak üzere hükümet ve özel sektör desteğini harekete geçirmeyi amaçlamaktadır.

Proje seçimi: Katılımcılar, kalıcı mıknatıslar, piller, katalizörler ve optik malzemeler gibi türev ürünler dahil olmak üzere kritik mineraller ve nadir toprak elementleri için tedarik zincirlerindeki boşlukları gidermek üzere ilgi çekici projeleri ortaklaşa belirlemeyi amaçlamaktadır.

Finansman: Yukarıdaki adımlara ek olarak, katılımcılar bu Çerçeve'nin tarihinden itibaren altı ay içinde, seçilen projelere finansal destek sağlamak için önlemler almayı planlamaktadır. Bu destek, ABD ve Japonya'daki alıcılara ve uygun olduğu hallerde benzer görüşteki ülkelere teslim edilecek nihai ürünlerin üretilmesini amaçlamaktadır.

Yatırım desteği: Katılımcılar, özel sermayeyi harekete geçirmek ve kritik mineraller ile nadir toprak elementleri tedarik zincirlerini güçlendirmek için yeni veya özel mekanizmalar geliştirmek üzere birlikte çalışmayı planlamaktadır.

Bakanlar: Katılımcılar, bu Çerçeve'nin tarihinden itibaren 180 gün içinde ikili Madencilik, Mineral ve Metal Yatırımları Bakanlar Toplantısı düzenleyerek madencilik yatırımlarını teşvik etmeye karar vermişlerdir. Bu toplantıda, ortak hedeflerimize ulaşmak için yatırım yaklaşımları ve önceliklerini belirlemek üzere ilgili paydaşlarla bir diyalog gerçekleştirilecektir.

İzin verme: Katılımcılar, ilgili yasalara uygun olarak, kendi ulusal düzenleme sistemleri dahilinde kritik mineraller ve nadir toprak elementlerinin madenciliği, ayrıştırılması ve işlenmesi için izinler de dahil olmak üzere, izin verme sürelerini ve süreçlerini hızlandırmak, kolaylaştırmak veya deregüle etmek için önlemler almaktadır.

Adil Rekabet ve Fiyatlandırma Mekanizmaları: Katılımcılar, sorumlu madencilik, işleme ve ticaretin gerçek maliyetlerini yansıtan yüksek standartlı pazarlar oluşturmak ve alternatif projeleri ve bu tür yüksek standartlı pazarları desteklemek için fiyatlandırma önlemleri almak da dahil olmak üzere, piyasa dışı politikalar ve haksız ticaret uygulamalarını ele alarak kritik mineraller ve nadir toprak elementleri tedarik zincirlerini güvence altına almak için çalışacaklardır. Katılımcılar, bu amaçları ilerletmek için uluslararası ortaklarla birlikte çalışacaklardır.

Varlık Satışları: Katılımcılar, kendi iç hukuklarına uygun olarak, ulusal güvenlik gerekçesiyle kritik minerallerin ve nadir toprak elementlerinin varlık satışlarını gözden geçiren ve caydıran yeni yetkiler geliştirmeye veya mevcut yetkileri ve diplomatik araçları güçlendirmeye yönelik olarak birlikte çalışmayı taahhüt ederler.

Hurda: Katılımcılar, mineral geri dönüşüm teknolojilerine yatırım yapmayı ve tedarik zincirinin çeşitlendirilmesini destekleyen kritik minerallerin ve nadir toprak elementlerinin hurda yönetiminin sağlanması için birlikte çalışmayı taahhüt ederler.

Üçüncü taraflar: Katılımcılar, tedarik zinciri güvenliğini sağlamak ve mevcut katılım mekanizmalarını kullanmak için uygun olduğu şekilde diğer uluslararası ortaklarla birlikte çalışmayı amaçlamaktadır.

Jeolojik haritalama: Katılımcılar, çeşitlendirilmiş kritik mineral ve nadir toprak elementleri tedarik zincirlerini desteklemek için Amerika Birleşik Devletleri, Japonya ve diğer yerlerde karşılıklı olarak belirlenen mineral kaynaklarının haritalanmasına yardımcı olmak için iş birliği yapmayı amaçlamaktadır.

Hızlı Müdahale: Katılımcılar, öncelikli mineralleri ve tedarik zafiyetlerini belirlemek ve bu Çerçeve kapsamında işlenmiş minerallerin teslimatını hızlandırmak için koordineli bir plan geliştirmek üzere, ABD Enerji Bakanı ve Japonya Ekonomi, Ticaret ve Sanayi Bakanı'nın liderliğinde bir ABD-Japonya Kritik Mineraller Tedarik Güvenliği Hızlı Müdahale Grubu kurmaktadır.

Stoklama: Katılımcılar, her ülkenin düzenlemelerine uygun olarak mevcut ulusal sistemleri kullanarak, karşılıklı olarak tamamlayıcı bir stoklama düzenlemesi üzerinde birlikte çalışmayı amaçlamaktadır.

Bölüm II: Genel Hususlar

Katılımcıların ilgili makamları, Bölüm I, paragraf 2 altında belirlenen projeleri izlemeyi ve gözden geçirmeyi amaçlamaktadır. Katılımcılar, kendi iç hukuklarına uygun olarak proje gözden geçirme unsurlarını geliştirecektir. Katılımcılar, diğer Katılımcının yazılı talebi üzerine, talebin alınmasından itibaren 10 gün içinde sanal olarak veya yüz yüze toplanmayı planlamaktadır. Her iki Katılımcı da, diğer Katılımcıya yazılı bildirimde bulunarak bu Çerçeveye katılımını sonlandırabilir. Katılımını sonlandıran Katılımcıdan aksi yönde bir bildirim gelmemesi halinde, bu çerçeve, diğer Katılımcı tarafından yazılı bildirimin alındığı tarihten itibaren otuzuncu günde sonlandırılacaktır. Bu Çerçeve, ulusal veya uluslararası hukuk kapsamında haklar veya yükümlülükler oluşturmayan veya yaratmayan, herhangi bir yasal sürece yol açmayan ve açık veya zımni olarak yasal olarak bağlayıcı veya uygulanabilir yükümlülükler oluşturmayan veya yaratmayan bir politika ve programatik eylem planı ortaya koymaktadır.

Asya Turunun Devamı

Başkan Trump, Asya turunun üçüncü durağı olarak 29-30 Ekim 2025 tarihlerinde Güney Kore'ye gidecek ve burada Busan ve Gyeongju şehirlerinde çeşitli temaslarda bulunacaktır. Bu ziyaretlerde de temel konu ABD-Güney Kore askeri ve siyasi iş birliğinin yanında, ticari meseleler olacaktır. Ancak ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, basına yaptığı açıklamada, ticari anlaşma konusunda çerçevenin çizildiğini, ancak bu ziyarette bu anlaşmanın hemen imzalanmasının beklenmediğini söyledi. Bessent, anlaşma kapsamında iki ülkenin özellikle gemi yapımında iş birliğine yönelmek istediklerini de belirtti.

Trump'ın Üçüncü Dönemi?

Trump'ın başarılı giden Asya turu devam ederken, ABD içerisinde de siyasi tartışma ve polemikler ara vermeden sürüyor. Nitekim Trump'ın eski danışmanlarından Steve O'Bannon, geçtiğimiz gün katıldığı bir yayında Trump'ın 2028'de bir kez daha aday olmak istediğini ve bunu yapacağını düşündüğünü açıklaması tartışmalara neden oldu. Bilindiği üzere, ABD anayasasının 1951 tarihli 22. değişikliği (amendment) Başkanlığı iki dönemle kesin bir dille sınırlıyor. Bunun tek istisnası olan Franklin Delano Roosevelt ise, 1933-1945 döneminde 4 dönem Başkan seçilmeyi başarmıştı. Ancak tam da bu nedenle 22. değişiklik yapıldığı için, Trump'ın bu isteğinin nasıl gerçekleştirilebileceği konusunda yasal bir açıklama bulunmuyor. Bannon ise, bunu başarmak için Cumhuriyetçi Parti'nin bir plan üzerinde çalıştığını açıkladı. Bu bağlamda, Trump'ın eski baş stratejisti, bu maddenin yürürlükten kaldırılması için Temsilciler Meclisi ve Senato’nun üçte ikisinin onayı ya da eyalet yasama organlarının üçte ikisi tarafından bir anayasa kongresi çağrısının gerektiğini kaydetti. Ancak Demokrat muhalefet nedeniyle Trump'ın her iki mecliste 2/3 destek alması veya 38 eyaletin onayına ulaşması gerçekçi bir ihtimal gibi algılanmıyor. Trump'ın üçüncü dönemi olmazsa ise, Cumhuriyetçi Parti'de J.D. Vance ismi Başkan adayı olarak öne çıkabilir. 

Demokrat Parti Cephesinde Gelişmeler

Trump'ın cephesinde işler iyi giderken, ABD içerisinde Başkan Trump'ı otoriter bulan Demokrat seçmen de protestolarını gün geçtikçe arttırıyor. Öyle ki, geçtiğimiz gün düzenlenen ve New York, Washington DC, Chicago, Miami ve Los Angeles gibi büyük şehirler de dahil olmak üzere ABD'nin çeşitli kentlerinde etkili olan protestolarda milyonlarca Amerikalı sokaklara çıkarak mevcut yönetimi protesto ettiler. "No Kings" (Krallara Hayır) sloganıyla düzenlenen mitinglerde, Demokrat Parti'nin kıdemli ismi ve Vermont Senatörü Bernie Sanders ile birlikte partinin genç yıldızları New York Temsilciler Meclisi üyesi Alexandria Ocasio-Cortez ve New York Belediye Başkan adayı Müslüman siyasetçi Zohran Mamdani de yer aldılar. Protestolar, Trump'ın politikalarının ülkede büyük bir kutuplaşmaya neden olduğunu tescil ederken, Başkan'ın üçüncü dönem hayallerinin de gerçekçi olmadığını gösterdi. Demokratlar cephesinde ise 2024 Başkan adayı Kamala Harris'in yeniden Başkan adayı olabileceğini açıklaması tartışma yarattı.

"No Kings" protestoları 

Sonuç

Sonuç olarak, ABD Başkanı Donald Trump'ın Asya turu, ABD iç siyasetinde yaşanan gerginlikler nedeniyle biraz arka planda kalsa da, stratejik anlamda Trump'ın kendisinden beklenmeyecek şekilde tutarlı ve makul davrandığı ve ABD'nin dış ticaret açığını kapatmak ve göreceli üstünlüğünü korumak adına özellikle az gelişmiş ülkelerle serbest ticaret anlaşmalarına yönelerek Asya kıtasında Çin'i dengelemeye çalıştığı söylenebilir. Trump, ülkesinin dış ticaret açığı verdiği gelişmiş ülkelere karşı ise gümrük tarifeleri koyarak, ABD sanayisini canlandırmayı hedeflemektedir. Bu, bir mantığı olan, ama insanların pahalı yerli mallara yönelmesi nedeniyle aynı zamanda alım güçlerini de düşüren bir yaklaşımdır. Bu bağlamda, Trump'ın ekonomi politikalarına zamanla tepkilerin gelmesi kaçınılmaz gözükmektedir. 

Kapak fotoğrafı: ABD Başkanı Donald Trump ile Japonya Başbakanı Sanae Takaichi (The Guardian)

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

27 Ekim 2025 Pazartesi

Prof. Dr. Ozan Örmeci TİNGADER Söyleşisine Katıldı

 

26 Ekim 2025 Pazar günü TİNGADER (Tüm İnternet Gazeteciliği ve Gazeteciler Derneği), WTJ (Dünya Türk Yazarlar Birliği) ve TYGD'nin (Tarafsız Yerel Gazeteciler Derneği) ortaklaşa düzenlediği "Kıbrıs'ta Yeni Dönem: Federatif Çözüm Olası Mı?" söyleşisine katılan Üsküdar Üniversitesi mensubu ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, 2025 KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 6. KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Tufan Erhürman döneminde Türkiye-KKTC ilişkilerine dair görüşlerini dinleyicilerle paylaştı. Deneyimli gazeteci Müslüm Aktürk'ün moderatörlüğünde gerçekleşen etkinlik, soru-cevap bölümüyle birlikte 2 saat kadar sürdü. Aşağıda etkinlikle ilgili haberlere ulaşabilirsiniz.

İlk Havadis

Mersin Medyatek

İlk Havadis

Prof. Dr. Ozan Örmeci'den Yeni Kitap: Japonya Siyaseti ve Türkiye-Japonya İlişkileri

 

Ekin Kitap

Kitap Yurdu

Pandora

Sarmal Kitabevi

Simurg Kitabevi



Kitaptan bölümlere ise aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

Yazar Sayfası

İçindekiler

Önsöz

Sonsöz


Kitap hakkında yazarın tanıtım videosu için;

Arjantin'de Milei'nin Parlamento Seçimleri Zaferi

 

Önceki gün (26 Ekim 2025) düzenlenen 2025 Arjantin parlamento seçimleri, anketler ve öngörülerimizi doğrular şekilde, 2023'ten beri Arjantin Devlet Başkanı olarak görev yapan ve ultra-piyasacı ekonomi politikaları ile kültürel muhafazakârlık ve rock star imajını bir potada eriterek adeta yeni bir siyasal çizgi yaratan Javier Milei'nin partisi “Özgürlük İlerliyor” veya La Libertad Avanza (LLA) partisinin zaferiyle sonuçlandı. Bu şekilde, ABD Başkanı Donald Trump'ın da desteğini alan Milei, Arjantin siyasetindeki gücünü koruduğunu ve reformlarına halktan destek bulduğunu da gösterdi. Bu yazıda, seçim sonuçları kısaca analiz edilecektir.

Devlet müdahalesini reddeden sağ liberter çizgisiyle Arjantin siyasetinde ABD'deki Donald Trump etkisini hissettiren La Libertad Avanza (LLA), 2025 Arjantin genel seçimlerini yüzde 40,84 civarında bir oyla ve anlamlı bir farkla birinci sırada tamamlamıştır. Bu, Arjantin halkının yeni Devlet Başkanı'nın karizmatik imajı ve farklı siyasetine verdiği desteği göstermekte ve dahası, Arjantin'in son yıllarda uyguladığı piyasa reformlarının başarılı algılandığını göstermektedir. Seçim öncesinde Trump'ın verdiği 40 milyar dolarlık kredi desteğiyle rahat bir nefes alan Milei, seçimdeki üstün başarısıyla dünyada son yıllarda gelişen anarko-kapitalist siyasi çizgiye de büyük itibar kazanmayı başarmıştır. Nitekim seçimler sonucunda Milei'nin partisinin meclisteki sandalye sayısı 37'den 101'e, Senato'daki sandalye sayısı da 6'dan 20'ye yükselmiştir. Ek olarak, Milei, bu şekilde Eylül ayında Buenos Aires eyaletinde aldığı seçim yenilgisini de unutturmayı başarmıştır. Seçim sonrasında kameralarının karşısına geçen Arjantin Devlet Başkanı, "Arjantin'i yeniden büyük yapmak ve Arjantin'in tarihini bir kez ve sonsuza kadar değiştirmek için başlattığımız reform sürecini pekiştirmeliyiz..." şeklinde konuşmuştur. Milei ve partisinin en büyük rakibi olan sol Peronist ve popülist çizgideki Fuerzo Patria-FP ise (eski adıyla Unión por la Patria/UP), bu seçimlerde yüzde 31,67 oyda kalmış ve ağır bir yenilgi yaşamıştır. Seçimlere katılım düzeyi ise yüzde 67,85 oranında kalmıştır.

Sonuçlar, bence Arjantin'in ve genel olarak Latin Amerika ülkelerinin üzerindeki ABD etkisinin arttığını göstermektedir. Nitekim bölgedeki ABD karşıtı ülkelerin başında gelen Venezuela konusunda da son günlerde Başkan Trump'tan çok sert açıklamalar ve hamleler gelmektedir. Hatta ABD yönetimi, "narko-devlet" olarak adlandırdığı Venezuela açıklarına uçak gemisi ve savaş gemileri göndererek Karakas'a ve Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'ya açıktan gözdağı vermektedir. Bu anlamda, ABD'nin küresel siyasetteki etkisini korumak adına uluslararası siyasette adeta bir görev dağılımına gittiği ve Avrupa güvenliği ve Rusya karşısında Ukrayna'ya destek konusunda Avrupalı müttefiklere, Ortadoğu güvenliği konusunda İsrail ve Türkiye gibi bölgesel müttefiklere ve Latin Amerika ile Asya-Pasifik (Hint Pasifik) konusunda da bizzat kendisine daha büyük roller biçtiği gözlemlenmektedir. ABD'nin bu bağlamda desteklediği politikalar ise demokrasi ve insan haklarından öte askeri harcamaların ve güvenlik politikalarının arttırılmasıdır. Bu ise, kuşkusuz, halkların refah ve özgürlüklerini kısıtlayacak girişimlere neden olabileceği için önümüzdeki dönemde birçok soruna neden olacaktır. Ancak şimdilik yalnızca ABD ile İspanya arasında yaşanan zıtlaşma, ABD'nin büyük stratejisi destek bulamazsa, zamanla diğer birçok başka müttefikle de arasını açabilir. Arjantin'deki Milei yönetimi ise, ABD'nin bu zor döneminde en başarılı hamlelerinden biri olarak dikkat çekmektedir.

Kapak fotoğrafı: Buenos Aires Times


24 Ekim 2025 Cuma

Dr. Nikolaos Stelgias Mülakatı: 2025 KKTC Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Kıbrıs Müzakereleri


Dr. Nikolaos (Nikos) Stelgias (Stelya), 1982 yılında İstanbul’da doğdu. Türkiye’deki siyasi partileri 1918-1938 döneminde merceği altına altığı doktora çalışmasını Yunanistan Panteion Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Tarih bölümünde 2011 yılında tamamlayan Stelya, 2012-2023 döneminde İngilizce, Helence, Türkçe ve İngilizce olmak üzere birçok akademik makale ve kitaba imza attı. Stelya, şimdilerde bilimsel uğraşlarının yanı sıra Kıbrıs Haber Ajansı'nda gazetecilik faaliyetlerini sürdürüyor. Akademik alanda ise Stelya’nın yeni dönemde Yunanistan Komünist Partisi’nin tarihine odaklanan bir Türkçe kitap çalışması ve doktora sonrası Türkiye-İran ilişkilerinin güncel gelişimini incelediği bir çalışması sürüyor.

Rum Lider Nikos Hristodulidis'ten Önemli Açıklamalar

 

Giriş

1 Ocak 2026- 30 Haziran 2026 tarihlerinde Avrupa Birliği (AB) Konseyi dönem başkanlığı görevini üstlenecek olan Güney Kıbrıs Rum Kesimi/Yönetimi'nin (resmi adıyla Kıbrıs Cumhuriyeti) Devlet Başkanı Nikos Hristodulidis, önceki gün Euronews kuruluşunun YouTube platformuna önemli bir röportaj vermiş ve güncel siyasi gelişmeler ve özellikle Kıbrıs müzakerelerine dair bazı açıklamalarda bulunmuştur. Bu yazıda, bu açıklamalar kısaca özetlenecektir.

Konuşmanın Özeti

2023 yılı Şubat ayında yapılan Başkanlık seçimlerini kazanarak iktidara gelen bağımsız siyasetçi Nikos Hristodulidis, yakın geçmişte Nikos Anastasiadis'in Başkanlığı döneminde Hükümet Sözcüsü (2014-2018) ve Dışişleri Bakanı (2018-2022) gibi önemli görevler üstlenmiş, Kıbrıs Sorunu'nu iyi bilen, Tarih alanında üniversite eğitimli, Siyaset Bilimi alanında akademik derece (doktora) sahibi ve merkez sağ DISY partisine mensup olmuş merkez sağ/liberal eğilimli bir Avrupalı siyasetçidir. 49 yaşında en genç Rum Devlet Başkanı seçilen Hristodulidis, bu anlamda Kıbrıs Sorunu başta olmak üzere ülkesini ilgilendiren hayati meselelerde genelde ılımlı milliyetçi, AB yanlısı ve aşırı sağ ve aşırı sola mesafeli bir pozisyon almasıyla bilinmektedir. Bu yönüyle, Hristodulidis dönemi için "Üçüncü Anastasiadis dönemi" benzetmeleri de yapılmaktadır.

Nikos Hristodulidis, programda ilk olarak AB dönem başkanlığında Kıbrıs dokunuşunu hissettireceklerini belirterek, iki konuya öncelik vereceklerini vurgulamaktadır. Bunlar ise; 1-) AB'nin stratejik özerkliği (stratejik otonomi) ve 2-) AB'nin -Kıbrıs'ın da yer aldığı- Ortadoğu bölgesinde daha aktif bir güç haline gelmesidir. Bu bağlamda iyi bir AB'ci olduğunu hissettiren Hristodulidis, buna karşın AB'nin halen güvenlik anlamında ABD'ye, enerji anlamında Rusya'ya ve ham madde bağlamında Çin'e bağımlı durumda olduğunun altını çizerek, bu şekilde bir stratejik özerklik elde edilemeyeceğini vurgulamaktadır. Hristodulidis, ayrıca Rusya-Ukrayna Savaşı'nın kısa vadede sona ermesini gerçekçi görmediğini sözlerine ekleyerek, Ukrayna topraklarında işgalci durumda olan Rusya'ya karşı Ukrayna'ya destek verilmeye devam edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Aralık ayında Ukrayna'yı ziyaret etmek istediğini de dile getiren Rum lider, bu anlamda AB ve uluslararası hukuk çizgisini savunmaya devam etmektedir. Hristodulidis, göç konusunda ise dengeli bir pozisyon alarak, yasal göçe olumlu, kayıt dışı göçe olumsuz yaklaşmakta ve göçmenlerle uğraşmaktan ziyade, göçe neden olan sorunların ortadan kaldırılması gerektiğini söylemektedir. Bu anlamda, Rum lider, herkesin kendi ülkesinde mutlu ve güvenliği yaşayabileceği şekilde, AB'yi çevreleyen ve Avrupa'ya göçe akışına kaynaklık eden devletlerde gelişmiş siyasi (demokratik) ve ekonomik koşulların yaratılması gerekliliğini vurgulamaktadır.

AB'nin genişlemesi konusunda ise, Kıbrıs Devlet Başkanı, 2014'te Avrupa Komisyonu eski Başkanı Jean-Claude Juncker'in "2024'te yeni bir genişlemeye hazır olun" dediğini, ancak 2025 yılına gelmelerine rağmen henüz bunun yaşanmadığını hatırlatarak, genişlemenin AB'nin en önemli jeopolitik aracı olduğunu ama bunu yeterince iyi kullanamadıklarını belirtmektedir. Bu bağlamda özellikle Karadağ'ın üyeliğinin kısa vadede gerçekleşebileceğini söyleyen Hristodulidis, gelecekte başka ülkelerin de AB'ye katılabileceğini belirtmektedir. Rum lider, üyelik süreçlerinin iyi yönetilememesi durumunda aday ülkelerin AB'ye sırtlarını dönebileceklerini de sözlerine eklemekte ve bilhassa Balkan ülkelerinde son dönemde AB'ye yönelik pozitif yönelimin azalması tehlikesinden söz etmektedir.  Genç lider, ülkesinde 2,5 yıllık iktidarında gösterdiği ekonomik anlamdaki üstün başarı konusunda ise, hiç şüphesiz şekilde mali disiplini işaret etmekte ve üye devletlerin kamu borçlarının azaltılması gerektiğini ve bunun kemer sıkma (austerity) politikalarıyla değil, mali disiplinle (responsible fiscal policy) sağlanabileceğinin altını çizmektedir. Hristodulidis, bu anlamda ülkesinin beyin göçünü tersine çevirerek, yurt dışına yerleşen vatandaşlarını ve dünyadaki yetenekli insanları Kıbrıs'a getirmeyi ve ülkelerinin gelişimine katkı sağlamalarını istediğini belirtmektedir.

Ortadoğu konusunda bölgeye yakın ülkesinin tüm gelişmelerden haberdar olduğunu belirten Kıbrıslı Rum lider, Mısır'daki Gazze barış planı sürecine bizzat katıldığını ve gelişmeleri pozitif karşıladığını söylemekte, ancak halen halledilmesi gereken sorunları da küçümsemediklerini belirtmektedir. ABD Başkanı Donald Trump'a destek verdiklerini söyleyen Hristodulidis, bölgedeki tüm ülkelerle (İsrail, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer Arap devletleri) çok iyi ilişkilerinin olduğunu ve özellikle insani yardım konusunda ısrarcı olduklarını sözlerine eklemektedir. Gazze'nin yeniden inşası ve uzlaşma çabalarını da gündeme getiren Rum lider, 20 maddelik planın önemli maddelerini özetlemekte ve plana destek verdiklerini söylemektedir. Rum lider, Filistin Sorunu konusunda iki devletlilik dışında bir çözüm yolu olmadığını da açıkça ifade etmekte, ancak bunun Filistin'le alakalı olduğunu belirtmektedir.

Daha sonra soru üzerine Kıbrıs konusuna odaklanan Rum lider, BM Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda Kıbrıs'taki çözüm yolunun federal devletten geçtiğini anımsatmakta ve Filistin'den çok farklı olduğunu düşünmektedir. Bu anlamda, Hristodulidis, iki bölgeli ve iki toplumlu federal Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında çözüme açık olduklarını samimiyetle ifade etmektedir. Kıbrıslı Rum lider, 2025 KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerini federasyon ve AB yanlısı söylemiyle kazanan Tufan Erhürman'ı da tebrik etmekte ve kendisiyle yeniden müzakerelere başlayarak Kıbrıs Sorunu'nu çözmeye hazır olduklarını ve Erhürman isterse haftaya bile görüşebileceklerini sözlerine eklemektedir. Ancak bu noktada, Rum lider, Erhürman'ın müzakereler için ilan ettiği ön koşullar konusunda henüz bir renk vermemektedir. Rum lider, Kıbrıs'ta statükonun devam ettirilemeyeceğini de iddia ederek, Kıbrıs'ı birleştirmenin tek çözüm olduğunu ve müzakerelerle bu sorunu çözebileceklerine inandığını söylemektedir.

Sonuç

Sonuç olarak, son yıllarda izlediği başarılı ekonomik politikalar ve diplomasideki ataklarıyla gündeme gelen genç Rum lider Nikos Hristodulidis, kendinden emin ve güçlü bir devlet adamı profili çizdiği röportajında ılımlı ve iyimser bir tablo çizmekte ve Kıbrıs Sorunu'nun müzakereler yoluyla çözümlenebileceğine inandığını söylemektedir. Ancak bu konuda detaya girmeyen Hristodulidis, ülkesi ve Yunanistan'ın Türkiye'nin Avrupa Güvenlik Programı-SAFE'e dahil olmasına engel çıkararak Avrupa güvenliği konusunda Brüksel ve diğer Avrupalı devletlere yarattığı büyük riskleri ise hiç gündeme getirmemektedir. Kuşkusuz, Türkiye kamuoyu ve devletinin bu şekilde hasmane bir tutum karşısında Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlara güvenmesini beklemek hayalcilik olacaktır. Zira diplomaside ancak karşınızdaki taraf da çözüm ve karşılıklı menfaatler yönünde adımlar atıyorsa bir ülkenin devlet eliti ve halkını bu yönde mobilize etmek mümkün olabilmektedir. Rum ve Yunan liderliği ise, hem Türkiye karşıtı pozisyon almakta, hem de Türkiye'nin Kıbrıs müzakerelerine destek olmasını beklemektedirler. Bu, Türkiye çok zayıf düşmediği müddetçe bence pek de gerçekçi bir yaklaşım değildir. Hatta tam tersine, Türkiye'nin Batı dışı ülkelere yönelimini daha da hızlandırabilir. Bu anlamda, tesadüfi değildir ki, Kıbrıs Sorunu adil şekilde çözümlenmeden Türkiye de Güney Kıbrıs'ın NATO üyeliğine sıcak yaklaşmayacaktır

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

22 Ekim 2025 Çarşamba

Points forts du programme électoral de Tufan Erhürman, le nouveau président de la RTCN

 

Dimanche dernier, le Dr Tufan Erhürman, juriste et universitaire, a été élu sixième président de la République turque de Chypre du Nord (RTCN). Certaines spéculations ont circulé dans la presse turque concernant son point de vue sur la question chypriote et les négociations sur Chypre. La réponse la plus pertinente à ces spéculations consiste à évaluer les engagements pris par M. Erhürman concernant la question chypriote, tels qu'ils sont exposés dans son programme électoral, toujours disponible sur son site web. C'est précisément ce que je vais tenter de faire dans cet article à l'intention de nos lecteurs.

Le deuxième titre du programme électoral d'Erhürman, « Des négociations centrées sur les droits et les intérêts de notre peuple, axées sur les solutions et déterminées », expose les engagements du 6e président de la RTCN concernant la question chypriote et les négociations. Dans cette section, le jeune président critique l'absence de toute tentative de négociation pendant le mandat du 5e président, Ersin Tatar, et souligne que pendant son mandat, des négociations axées sur les solutions et déterminées seront menées, dans le but d'obtenir des résultats concrets pour les Chypriotes turcs, qui sont des partenaires fondateurs à part entière de la République de Chypre. Dans ce contexte, critiquant les accords énergétiques conclus par les Chypriotes grecs sans inclure les Chypriotes turcs, Erhürman exprime sincèrement son soutien à une République fédérale de Chypre dans laquelle les Chypriotes turcs seront des partenaires fondateurs à part entière.

Dans la troisième partie du manifeste, intitulée « Il est temps d'entamer les négociations pour trouver une solution globale », Erhürman souligne que les négociations commenceront dès que les dirigeants chypriotes grecs agiront conformément aux paramètres fixés par l'ONU, comme l'a souligné le secrétaire général de l'ONU, António Guterres. À cet égard, afin d'éviter de répéter des processus qui ont échoué, tels que le plan Annan et Crans-Montana, Erhürman pose certaines conditions préalables et adopte une position rationnelle pour garantir que la RTCN puisse tirer quelque chose des négociations si celles-ci échouent, en avançant les arguments suivants :

a-) Les Chypriotes grecs doivent accepter l'égalité politique et la présidence tournante,

b-) Un calendrier des négociations doit être fixé et les travaux ne doivent pas être retardés,

c-) Il faut s'engager à ne pas rompre l'accord conclu sur la question des biens immobiliers,

d-) Si les Chypriotes grecs abandonnent une nouvelle fois les négociations, il faut convenir qu'il n'y aura pas de retour au statu quo et que la RTCN obtiendra certains avantages.

Le quatrième titre du manifeste d'Erhürman, intitulé « Mesures à prendre jusqu'au début des négociations en vue d'une solution globale », rappelle les activités de la Commission des biens immobiliers, qui fonctionne conformément aux arrêts de la Cour européenne des droits de l'homme (CEDH) et s'oppose aux poursuites judiciaires à l'encontre des particuliers et des investisseurs. En outre, Erhürman s'oppose à la privation des droits de citoyenneté des enfants nés de mariages mixtes et s'engage à résoudre cette question. De même, en ce qui concerne les ressources en gaz naturel (hydrocarbures), Erhürman insiste fermement sur le fait que ses droits ne peuvent être ignorés. En outre, le nouveau président a soulevé des questions telles que le non-report de la réglementation sur le commerce direct, la non-entrave aux projets communs et aux activités d'aide en raison de la non-reconnaissance de la RTCN, l'autorisation des activités des athlètes, artistes, jeunes et membres de la société civile chypriotes turcs, et l'ouverture de nouveaux points de passage.

Dans le cinquième chapitre, intitulé « Consultation, dialogue, diplomatie », Tufan Erhürman s'engage à mener la politique étrangère de la RTCN en consultation, en dialogue et en accord avec la Turquie, et à agir en harmonie avec la Turquie, pays frère et État garant.

Ces points démontrent que les politiques d'Erhürman sont rationnelles, décisives et cohérentes avec la ligne traditionnelle de la politique étrangère, à l'exception de la période de politique réactive de la Turquie qui s'est développée au cours des dernières années. Si l'on interprète les engagements d'Erhürman, on comprend que son objectif politique est le suivant :

  1. Réunifier Chypre en concluant un accord avec les Chypriotes grecs et relancer la République de Chypre, en garantissant que le statut des Chypriotes turcs soit permanent et compatible avec le système international – ou, si cela n'est pas possible,
  2. Établir que les Chypriotes grecs font obstacle à une solution et obtenir des avancées pour la RTCN dans des domaines tels que la reconnaissance et la participation au système de libre-échange.

En ce sens, la position du 6e président est beaucoup plus rationnelle et stratégiquement plus profonde que la thèse des deux États, qui n'apporte aucun avantage tangible à la RTCN. Ceux qui ne comprennent pas cela et qui ne connaissent pas bien le sujet réduisent la question à une dichotomie entre pro-turcs et pro-grecs, ce qui n'est certainement pas aussi simple que cela. Cependant, contrairement à la période du plan Annan, si les Grecs ferment les yeux et disent « oui » à une solution, donnant ainsi le feu vert à la réunification sous le nom de République de Chypre, il ne sera pas facile pour la Turquie d'accepter cela, et encore moins de convaincre l'opinion publique turque de l'accepter. Par conséquent, la tactique d'Erhürman ne sera efficace que si les Grecs, comme ils l'ont toujours fait et comme le disait toujours feu Rauf Denktaş, le président fondateur de la RTCN, gâchent à nouveau le jeu... Si les Grecs disent « oui » à la fédération, il semble que la Turquie connaîtra une crise politique et diplomatique majeure et des processus turbulents.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ


Highlights from the Election Manifesto of Tufan Erhürman, the New TRNC President

 

Last Sunday, Dr. Tufan Erhürman, a legal scholar and academic, was elected as the 6th President of the Turkish Republic of Northern Cyprus (TRNC). Some speculation has been circulating in the Turkish press regarding his views on the Cyprus Problem and the Cyprus negotiations. The most accurate response to these speculations is to evaluate Erhürman's commitments regarding the Cyprus Problem, as outlined in his election manifesto, which is still available on his website. In this article, I will attempt to do just that for our readers.

The second heading of Erhürman's election manifesto, ‘Negotiations centred on the rights and interests of our people, solution-oriented and determined’, outlines the commitments of the 6th President of the TRNC regarding the Cyprus Problem and negotiations. In this section, the young President criticises the lack of any negotiation attempts during the term of the 5th President, Ersin Tatar, and emphasises that during his term, solution-oriented and determined negotiations will be conducted, striving to achieve concrete results for the Turkish Cypriots, who are equal founding partners of the Republic of Cyprus. In this context, criticising the energy agreements made by the Greek Cypriots without including the Turkish Cypriots, Erhürman sincerely states his support for a federal Republic of Cyprus in which Turkish Cypriots will be equal founding partners.

In the third section of the manifesto, entitled ‘Time to commence negotiations for a comprehensive solution’, Erhürman emphasises that negotiations will commence once the Greek Cypriot leadership acts in accordance with UN parameters, as highlighted by UN Secretary-General António Guterres. In this regard, Erhürman, in order to avoid repeating processes that ended in failure, such as the Annan Plan and Crans-Montana, puts forward certain preconditions and takes a rational position to ensure that the TRNC can gain something if the negotiations fail, arguing as follows:

a-) Greek Cypriots must accept political equality and the rotating presidency,

b-) A timetable for negotiations must be set and work must not be delayed,

c-) A commitment must be made that the agreement reached on property will not be broken,

d-) If Greek Cypriots abandon the negotiations once again, an agreement must be reached that there will be no return to the status quo and that the TRNC will gain certain advantages.

The fourth heading in Erhürman's manifesto, entitled ‘Actions to be taken until comprehensive solution negotiations commence’, recalls the activities of the Immovable Property Commission, which operates in accordance with European Court of Human Rights (ECHR) rulings, and opposes the prosecution of individuals and investors. Furthermore, Erhürman reacts against the deprivation of citizenship rights of children born to mixed marriages and pledges to resolve this issue. Similarly, regarding natural gas (hydrocarbon) resources, Erhürman firmly emphasises that his rights cannot be ignored. Furthermore, the new President has raised issues such as the non-delay of the direct trade regulation, the non-impediment of joint projects and aid activities due to the non-recognition of the TRNC, the permission of activities by Turkish Cypriot athletes, artists, young people and civil society members, and the opening of new crossing points.

In the fifth chapter, entitled ‘Consultation, Dialogue, Diplomacy’, Tufan Erhürman pledges to conduct the TRNC's foreign policy in consultation, dialogue, and agreement with Türkiye and to act in harmony with Ankara, the brother country and guarantor state.

These points demonstrate that Erhürman's policies are rational, decisive, and consistent with the traditional foreign policy line, except for Türkiye's reactive policy period that has developed over the last few years. If we are to interpret Erhürman's commitments, it is understood that his political aim is as follows:

  1. Reunify Cyprus by reaching an agreement with the Greek Cypriots and revive the Republic of Cyprus, ensuring that the status of Turkish Cypriots is permanent and compatible with the international system – or, if this is not possible,
  2. Establish that the Greek Cypriots are obstructing a solution and secure gains for the TRNC in matters such as recognition and participation in the free trade system.

In this sense, the stance of the 6th President is much more rational and strategically profound compared to the two-state thesis, which brings no tangible benefit to the TRNC. Those who fail to understand this and are unfamiliar with the subject reduce the issue to a pro-Turkish versus pro-Greek dichotomy, which is certainly not as simple as that. However, unlike during the Annan Plan period, if the Greeks this time close their eyes and say ‘yes’ to a solution, giving the green light to unification as the Republic of Cyprus, it will not be easy for Türkiye to accept this, let alone convince the Turkish public to accept it. Therefore, Erhürman's tactic will only be effective if the Greeks, as they always have and as the late Rauf Denktaş, the founding President of the TRNC, always said, spoil the game again... If the Greeks say ‘yes’ to the federation, it seems that Türkiye will experience a major political and diplomatic crisis and turbulent processes.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

21 Ekim 2025 Salı

KKTC Yeni Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman’ın Seçim Manifestosundan Satırbaşları

 

Geçtiğimiz Pazar günü KKTC’nin 6. Cumhurbaşkanı seçilen hukukçu akademisyen Dr. Tufan Erhürman’ın Kıbrıs Sorunu ve Kıbrıs müzakereleri hakkındaki görüşlerine dair Türkiye'deki basın-yayın organlarında bazı spekülasyonlar yapılmaktadır. Bu spekülasyonlara dair verilebilecek en doğru yanıt ise, Erhürman’ın halen web sitesinde yayında olan[1] seçim manifestosunda yer alan Kıbrıs Sorunu’na ilişkin taahhütleri değerlendirmekten geçer. Bu yazıda, okurlarımız için bunu yapmaya çalışacağım.

Erhürman’ın seçim manifestosunun ikinci başlığı olan “Halkımızın hak ve çıkarlarını merkeze alan, çözüm odaklı ve kararlı müzakere” bölümünde, KKTC 6. Cumhurbaşkanı'nın Kıbrıs Sorunu ve müzakerelerine dair taahhütleri yer almaktadır. Bu bölümde, genç Cumhurbaşkanı, 5. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar döneminde hiçbir müzakere girişiminde bulunulmamasını eleştirmekte ve kendi döneminde çözüm odaklı ve kararlı bir müzakere yürütülerek, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit kurucu ortağı olan Kıbrıslı Türkler için artık somut bir netice alınmaya çalışılacağını vurgulamaktadır. Bu bağlamda, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türkleri dahil etmeden yaptığı enerji anlaşmalarını eleştiren Erhürman, Kıbrıslı Türklerin eşit kurucu ortağı olacakları federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti’ne destek verdiğini samimiyetle belirtmektedir.

Manifestodaki üçüncü başlık olan “Kapsamlı çözüm için müzakerenin başlama zamanı” bölümünde ise, Erhürman, müzakerelerin, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in de vurguladığı şekilde, Kıbrıs Rum liderliğinin BM parametrelerine uygun hareket ettiği aşamada başlayacağını vurgulamaktadır. Bu doğrultuda, Erhürman, Annan Planı ve Crans-Montana benzeri hüsranla sonuçlanan süreçleri yeniden yaşamamak adına, bazı ön koşullar ileri sürerek KKTC’nin müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda kazanımlar elde edebilmesi adına akılcı bir pozisyon almakta ve şunları ileri sürmektedir:

a-) Kıbrıslı Rumlar, siyasi eşitlik ve dönüşümlü Başkanlığı kabul etmelidir,

b-) Müzakereler için bir takvim belirlenmeli ve iş ağırdan alınmamalıdır,

c-) Mülkiyet konusunda varılan uzlaşının bozulmayacağı taahhüt edilmelidir,

d-) Kıbrıslı Rumlar müzakereleri bir kez daha terk ederlerse, statükoya dönülmeyeceği ve KKTC’nin bazı kazanımlar elde edeceği konusunda uzlaşıya varılmalıdır.

Dördüncü başlık olarak Erhürman’ın manifestosunda yer alan “Kapsamlı çözüm müzakereleri başlayıncaya kadar yapılacaklar” bölümünde ise, 6. Cumhurbaşkanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uygun olarak çalışan Taşınmaz Mal Komisyonu’nun faaliyetlerini anımsatmakta ve bireyler ve yatırımcıların dava edilmesine karşı çıkmaktadır. Ayrıca, Erhürman, karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlık haklarının alınmasına tepki göstermekte ve bu sorunu çözeceğini taahhüt etmektedir. Keza doğalgaz (hidrokarbon) kaynakları konusunda da, Erhürman, kendi haklarının görmezden gelinemeyeceğinin altını kararlı cümlelerle çizmektedir. Ek olarak, yeni Cumhurbaşkanı, doğrudan ticaret tüzüğünün geciktirilmemesi, KKTC’nin tanınmaması nedeniyle ortak projelerin ve yardım faaliyetlerinin engellenmemesi, Kıbrıslı Türk sporcu, sanatçı, gençler ve sivil toplumcuların faaliyetlerine izin verilmesi ve yeni geçiş noktalarının açılması gibi konuları gündeme getirmektedir.

“İstişare, Diyalog, Diplomasi” başlıklı beşinci bölümde ise, Tufan Erhürman, KKTC dış politikasını Türkiye ile istişare, diyalog ve uzlaşı içerisinde yürüteceğinin ve kardeş ülke ve garantör devlet Türkiye ile uyumlu hareket edeceğinin sözünü vermektedir.

Bu noktalar, Erhürman’ın politikalarının akılcı, kararlı, Türkiye’nin son birkaç yılda gelişen tepkisel politika dönemi haricinde geleneksel dış politika çizgisi ile uyumlu olduğunu göstermektedir. Erhürman’ın bu taahhütlerini yorumlamak gerekirse ise, siyaseten amacının şu olduğu anlaşılmaktadır:

  1. Kıbrıslı Rumlarla uzlaşarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ihya etmek ve Kıbrıslı Türklerinin statülerinin kalıcı ve uluslararası sistemle uyumlu olmasını sağlamak - veya bu olmuyorsa,
  2. Kıbrıslı Rumların çözüme engel olduğunu tescil ettirerek, KKTC’nin tanınma ve serbest ticaret sistemine katılma gibi konularda kazanımlar elde etmesini sağlamak.

Bu anlamda, 6. Cumhurbaşkanı’nın çizgisi, KKTC’ye hiçbir somut fayda sağlamayan iki devletlilik tezine kıyasla çok daha akılcı ve stratejik açıdan da derinlikli durmaktadır. Bunu anlayamayan ve konuyu iyi bilmeyenler ise, olayı bir Türkiye yanlısı-Rum yanlısı dikotomisine indirgemektedir ki, olay kesinlikle bu kadar basit değildir. Lakin şu da var ki, Annan Planı döneminden farklı olarak, Rumlar, bu defa gözlerini karartıp çözüme “evet” derler ve Kıbrıs Cumhuriyeti olarak birleşmeye yeşil ışık yakarlarsa, bunu Türkiye’nin kabul etmesi ve dahası Türkiye kamuoyuna bunun kabul ettirilmesi de hiç de kolay olmayacaktır. Bu nedenle, Erhürman’ın taktiği ancak Rumlar her zaman olduğu ve KKTC kurucu Cumhurbaşkanı rahmetli Rauf Denktaş'ın de hep söylediği gibi yine oyunu bozarlarsa etkili olacaktır… Rumların federasyona “evet” demesi durumunda ise, Türkiye’de büyük bir siyasi-diplomatik kriz ve çalkantılı süreçler yaşanacak gibidir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] Bakınız; https://tufanerhurman.org/.


Interview with Dr. Theano Kalavana: Cyprus Negotiations in the new term?

 

Dr. Theano Kalavana is the President of OPEK. An association for social reform that aims to facilitate dialogue on issues such as foreign policy, the Cyprus participation in the EU, Turkey’s European path, various aspects of European integration and many more. Dr Theano Kalavana is an adjunct faculty at the EIMF (European Institute of Management and Finance) and an Associate Executive Coach with BTS. Dr Theano Kalavana holds a PhD in Psychology, MSc in Health Psychology and BSc in Psychology. Her career focuses on the Psychology of Motivation, Communication Skills and Self-management. Until 2019 she was in academia as an Assistant Professor in Health Psychology and Clinical Communication at the St. George’s Medical Program of the University in London through the Medical School, University of Nicosia. Before that, she was a visiting lecturer at the Nursing department of Cyprus University of Technology and at the department of Psychology of the University of Cyprus. In 2014, she received a big European Research Grant and started her research with health professionals on their self-regulation skills and patients’ satisfaction. Since then, she started delivering training programs (based on the research results) to hospital organizations on resilience, effective communication skills, self-regulation for goal accomplishment and patients' satisfaction. Due to this experience and exposure, her journey into HR and Business world started. Apart, from the academia, she has worked as a project manager and facilitator for leadership programs in large organizations. Since 2019, she works mostly, as an Executive Coach in Leadership and Well Being. She is a Professional Certified Coach in Leadership accredited by the International Coach Federation, with more than 4000 hours on one-to-one and team coaching. She Certified in Multipliers and ExPI.

Ukrayna Konusunda Trump Diplomasisi: Rusya’yı Barışa İkna Etmek Kolay Olmayacak


Geçtiğimiz yıl sonunda yeniden Başkan seçilmeden önce Ukrayna-Rusya Savaşı’nı kısa sürede bitirebileceğini iddia eden[1] 45. ve 47. ABD Başkanı Donald Trump, bu konuda ofise girdiği 9 aylık süreçte ciddi bir mesai harcamasına karşın, henüz somut bir kazanım elde edemedi. Nitekim 15 Ağustos 2025’te Alaska’da Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’le önemli bir görüşme gerçekleştiren Trump[2], bu süreçte ilerleme sağlandığını iddia etse de, ne sahada henüz bir ateşkes konusunda anlaşmaya varıldı, ne de iki taraftan birinin veya her ikisinin de savaşma azminde bir gerileme yaşandı. Bu bağlamda, Başkan Trump’ın güçlü adam diplomasisi Kafkasya, Ortadoğu ve Asya’da bazı ihtilaflarda (Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri, Hamas-İsrail Savaşı, Pakistan-Hindistan çatışması, Tayland-Kamboçya Savaşı, Mısır-Etiyopya gerginliği ve Ruanda-Kongo Demokratik Cumhuriyeti çatışması) şimdiye kadar başarı kazansa da[3], anlaşılıyor ki Rusya gibi bir süper güç kalıntısı devletle müzakere etmek o kadar da kolay olmayacak ve Ukrayna’da çatışma en azından bir süre daha devam edecek.

Ukrayna Savaşı’nda mevcut harita

Hatırlanacak olursa, Rus askeri kuvvetlerinin Ukrayna’ya saldırmasıyla 2022 yılı Şubat ayının 24’ünde başlayan ve Rusların deyimiyle “Ukrayna’yı Nazilerden arındırmayı” amaçlayan “özel askeri operasyon”, başlarda Rus birliklerinin Kiev saldırısının püskürtülmesiyle Ukrayna ve Batı bloku adına büyük bir başarı şeklinde başlasa da, zamanla Batı yaptırımlarına rağmen Küresel Güney ve Doğu ülkelerinden aldığı destekle yıkılmayan Moskova, Ukrayna’nın doğusunda Rusça konuşan ve Rus kökenli nüfusun bulunduğu Luhansk, Donetsk, Kherson (Herson) ve Zaporijya gibi yerlerde kontrolü neredeyse tamamen sağlamayı başardı. Bilhassa Ukrayna’nın ABD ve Avrupa ülkelerinin desteğiyle Haziran 2023’te başlattığı karşı taarruzun başarıyla sonuçlanmaması, Ukrayna’nın Rusya’yı askeri olarak mağlup edebileceği konusundaki umutları azaltırken, ABD’de Donald Trump’ın Başkan seçilmesiyle birlikte Batı dünyasında bu konuda iki farklı görüş oluşmaya başladı.

Başkan Trump’ın temsil ettiği birinci yaklaşım, Ukrayna’ya ABD’nin büyük ekonomik ve askeri desteği nedeniyle Amerikan halkının gelirlerinin azalması görüşü temelinde, savaşı Rusya ile büyük bir jeopolitik müzakere ile sonuçlandırmak ve bu anlamda Ukrayna’nın savaşma iradesini zayıflatmak adına Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’ye baskı yapmak şeklinde özetlenebilir. Nitekim 2025 yılı Şubat ayı sonlarında Beyaz Saray-Oval Ofis’te ağırlanan Zelenski’yi Başkan Trump ve ekibinin adeta rezil ederek göndermesi[4], bu yaklaşımın somut bir örneği olmuştur. Bu görüş doğrultusunda, Başkan Trump, ayrıca, Ukrayna’ya yönelik askeri ve ekonomik yardımların daha ziyade Avrupa devletleri tarafından yapılmasını savunmuş ve Kiev’e verilen desteği azaltarak, Ukrayna ile nadir elementlerinin ABD tarafından çıkarılması konusunda bir anlaşma imzalayarak harcamalarını çıkarmaya gayret etmiştir. Trump ve ekibine göre, Ukrayna Savaşı, özünde bir Avrupa güvenliği meselesidir ve bu nedenle de öncelikle Avrupalı devletlerin bu savaşı finanse etmeleri gerekir. Avrupalı liderler arasında Macaristan Başbakanı Victor Orban, Slovakya Başbakanı Robert Fico ve Çekya’nın yeniden seçilen lideri Andrej Babiš bu yaklaşımın temsilcileridir. AB ülkeleri içerisinde birçok muhalif lider de bu çizgiye yakın durmakta ve Ukrayna’ya verilen desteğin azaltılarak Rusya ile uzlaşılmasını savunmaktadırlar.

Avrupa Birliği’nin önde gelen devletleri Fransa, Almanya ve diğer devletlerde ise, mevcut iktidarlar, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının Avrupa’nın geleceği ve uluslararası sistem adına büyük bir tehdit kaynağı olduğunu düşünmekte ve bu nedenle Rusya’daki Putin yönetiminin mutlaka bu savaşı kaybetmeye zorlanmasını savunmaktadırlar. Bu konuda özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un oldukça iddialı, ısrarcı ve kararlı bir duruşu bulunmaktadır. Keza İngiltere (Birleşik Krallık) de Rusya'nın mağlup edilmesi konusunda oldukça ısrarcıdır. Bu, kuşkusuz uluslararası hukuk açısından daha tutarlı bir görüş olmakla birlikte, Ukrayna’nın insan kaynağında yaşanan gerileme ve ekonomik yaptırımların Moskova’yı durduramaması nedeniyle, Trump’ın da etkisiyle, son dönemde bu görüş biraz zayıflamaya başlamıştır. Yine de, NATO’nun yeni Genel Sekreteri Mark Rutte başta olmak üzere Batı’nın askeri liderleri de Rusya ile mücadeleye devam edilmesi tezini savunmakta ve Ukrayna’nın Kiev de dahil olmak üzere toprak bütünlüğünü savunmaktadırlar. Bu yaklaşımın başarı kazanması için Rusya’daki Putin yönetiminin değiştirilmesi ve yerine daha Batıcı ve barışçıl bir yöneticinin getirilmesi şarttır. Son dönemde Başkan Trump’ın barış diplomasisinden netice alınamaması sonucunda, ikinci görüşte yeniden bir canlanma görülmeye başlanmıştır. Ancak Ukrayna’nın askeri açığını kapatmak adına ne yapılabileceği (üçüncü dünya ülkelerinden paralı askerler tutulması vs.) konusunda henüz somut bir plan ortaya konamamıştır.

Rusya’nın en önemli enerji müşterileri

Bu iki yaklaşımdan hangisinin ağırlık kazanacağı ise, önümüzdeki aylarda sahadaki somut gelişmelerle birlikte ABD yönetiminin alacağı kararlara bağlıdır. ABD yönetimi, eğer Rusya ile enerji ticaretine yönelik somut bazı yaptırım kararları alırsa, bu, Türkiye ve birçok Avrupa ülkesini çok olumsuz etkileyebileceği için, Moskova üzerindeki barış baskısı hızla artacaktır. Lakin bu yönde somut adımlar atılamazsa, Rusya, savaşı daha uzun yıllar sürdürebilecek kaynaklara sahiptir. Rusya’nın Kuzey Kore ve bazı müttefiklerinden asker getirtebilmesi, İran’dan drone (insansız hava aracı) alabilmesi ve Çin, Hindistan ve Türkiye gibi önemli müşterilerine doğalgaz ve petrol satmaya devam etmesi[5], içerideki ciddi ekonomik sorunlara rağmen, otoriter sistemin Rusya’da halk tarafından da içselleştirilmesi nedeniyle, savaşın devamını halen mümkün kılmaktadır. Fakat Rusya’nın en önemli gelir kaynağı olan enerji gelirlerinin azalması durumunda, Moskova’nın savaşı devam ettirebilmesi mümkün olmayabilir. Nitekim bunu bilen Kiev yönetimi de, son dönemde Rusya’nın enerji kaynaklarını hedef almakta ve Moskova’nın gelirlerini azaltmaya çalışmaktadır.[6]

Elbette her savaşın bir sonu olmuştur ve olacaktır… Bu nedenle, Ukrayna-Rusya Savaşı’nın da yakın bir gelecekte sonuçlanması mümkündür. Ancak bunun için her iki tarafın da savaşma kararlılığının azaltılması, buna yönelik yapısal koşulların sağlanması ve abartılı taleplerden kaçınılması gerekmektedir. Bu bağlamda, Ukrayna’nın tarafsızlığı ve bağımsızlığı, Rusya tarafından bir daha saldırılmayacağına dair somut garantiler ve Rus nüfusun ağırlıkta olduğu Kırım ve Donbass (Donbas) bölgesi haricinde toprak bütünlüğünün sağlanması gibi bir uzlaşı formülü üzerinde durulabilir. Ancak her daima kapalı ve gizemli bir devlet olan Rusya’da içeride neler yaşandığı pek bilinmediği için, rejimin istikrarı ve gücü konusunda da elbette farklı yorum ve çıkarımlar yapmak mümkündür. Bu, elbette, ancak Kremlinologların bilebileceği bir husustur…

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] https://daktilo1984.com/yazilar/trumpin-hayal-dunyasinda-ukrayna-savasi-100-gun-0-baris/.

[2] https://politikaakademisi.org/2025/08/16/alaskadaki-trump-putin-gorusmesi-ve-ukrayna-krizinde-son-durum/.

[3] https://www.bbc.com/turkce/articles/c0ql39w3e2wo.

[4] https://www.bbc.com/turkce/articles/cly22vpw64lo.

[5] https://energyandcleanair.org/august-2025-monthly-analysis-of-russian-fossil-fuel-exports-and-sanctions/#:~:text=Russia's%20fossil%20fuel%20exports%20remain,narrow%20set%20of%20key%20customers.

[6] https://www.theguardian.com/world/2025/oct/20/ukraine-war-briefing-energy-war-continues-with-strikes-on-russian-oil-and-gas-plants.

20 Ekim 2025 Pazartesi

Dr. Özker Kocadal Mülakatı: 2025 KKTC Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Tufan Erhürman

 

Dr. Özker Kocadal, KKTC’de Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Exeter Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi alanında doktora derecesi sahibidir. Araştırmaları, özellikle uluslararası arabuluculuk ve barış inşası olmak üzere devlet içi çatışmaların barışçıl çözümüne ve ayrıca orta güçlerin uluslararası sistemdeki rolüne odaklanmaktadır.

19 Ekim 2025 Pazar

Azerbaycan'da Darbe Girişimi

 

Dost ve müttefik ülke Azerbaycan'da son dönemde hareketli olaylar yaşanıyor... Öyle ki, Türkiye ve uluslararası basın-yayın organlarına son günlerde düşen bir iddiaya göre, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'e yönelik bir askeri darbe girişimi son anda önlendi. Bu yazıda, Azerbaycan darbe girişimi konusunu değerli okurlarımız için kısaca özetlemeye çalışacağım.

Azerbaycan haber ajansı APA'nın geçtiği bilgilere göre, 1938 doğumlu ve ülkenin önde gelen bilim insanlarından birisi olan ve Cumhurbaşkanlığı İdaresi Başkanlığı görevini yürüten Ramiz Mehdiyev (Ramiz Mektiyev), bir süredir ülke içerisinde Cumhurbaşkanı Aliyev'i devirmeye yönelik planlamalar içerisine girmiş ve bu konuda Rusya'dan da destek arayışı içerisindeydi. Rusya ile Azerbaycan arasında son dönemde bozulan ilişkiler de bu tarz arayışlar için uygun bir ortam yaratıyordu. Ancak Rus gazetesi Novaya Gazeta’nın haberine göre, bu girişimlerden Rus istihbaratı kanalıyla haberdar olan Rusya (Federasyonu) Devlet Başkanı Vladimir Putin, 9 Ekim’de Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de düzenlenen Rusya-Orta Asya Zirvesi sırasında Cumhurbaşkanı Aliyev ile yaptığı görüşmede bu konuyu gündeme getirdi ve Aliyev'i bilgilendirdi. Bunun üzerine geçen Cumhurbaşkanı Aliyev de Mehdiyev'i hemen görevden aldı. Euronews'ün verdiği bilgilere göre, birkaç gün içerisinde Mehdiyev tutuklanarak hakkında soruşturma da başlatıldı

Türkiye'ye benzer şekilde yakın geçmişte 1993 ve 1995 yıllarında ciddi askeri darbe girişimlerine sahne olan Azerbaycan'da, İlham Aliyev döneminde sağlanan istikrar ve huzur ortamı sayesinde artık bu tarz girişimlerin yaşanmaması bekleniyordu. Hatırlanacak olursa, Türkiye, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel aracılığıyla 1995 darbe girişimi sırasında da Azerbaycan'daki sivil yönetime destek vermiş ve Haydar Aliyev'in koltuğunu korumasına yardımcı olmuştu. Bu süreçte de, Türkiye'deki istikrarlı siyasi yönetim, Azerbaycan'ın İlham Aliyev önderliğinde kazandığı İkinci Karabağ Savaşı veya 44 Gün Savaşı da dahil olmak üzere Bakü'deki resmi hükümete her süreçte destek olarak Azerbaycan'ın istikrarlı gelişiminin sürmesine yardımcı olmak istemiştir. Bu bağlamda, Moskova'nın bu süreçte Bakü'ye verdiği destek ise, Rusya'nın bölgedeki ülkeleri küstürme yönünde yaptığı hataları telafi etmek çabası olarak yorumlanabilir. Bu anlamda, Azerbaycan-Rusya ilişkilerinde yakın gelecekte yeniden bir canlanma ve ısınma olması mümkündür.

Ancak her ne olursa olsun, bölgesinde bağımsız bir dış politika izleyen ve kalkınma odaklı bir vizyonu olan Azerbaycan için komşu ülkelere yönelik saldırgan politikalar izleyen devletler her zaman tehlike kaynağıdır. Bu nedenle, Rusya'nın Ukrayna Savaşı'na bir an önce uzlaşı ile bir son vermesi ve bölgenin ekonomik gelişimine katkı sağlaması önemlidir. Türkiye ise, Azerbaycan'a her koşulda destek vermeye devam edecektir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ


Tufan Erhürman remporte les élections présidentielles dans la République turque de Chypre du Nord

 

Introduction

Lors du premier tour des élections présidentielles qui se sont tenues aujourd'hui (19 octobre 2025) en République turque de Chypre du Nord (RTCN), le leader du Parti républicain turc (CTP) de centre-gauche et candidat à la présidence, le Dr Tufan Erhürman, qui a obtenu 63 % des voix au premier tour des élections présidentielles, a remporté les élections et est devenu le sixième président de la République après Rauf Denktaş, Mehmet Ali Talat, Derviş Eroğlu, Mustafa Akıncı et Ersin Tatar. Le rival de M. Erhürman et cinquième président de la République, Ersin Tatar, a quant à lui obtenu 36 % des voix. C'est ainsi que M. Erhürman, qui prône le dialogue avec les Chypriotes grecs et les négociations fédérales pour résoudre le problème chypriote, a été élu à cette fonction honorable. Dans cet article, j'analyserai les élections et présenterai le Dr Tufan Erhürman à nos lecteurs.

Analyse des élections

En tant que politologue connaissant bien l'évolution historique du problème chypriote et les caractéristiques sociologiques des Chypriotes turcs, je dois admettre que le résultat de l'élection présidentielle de 2025 en RTCN ne m'a pas du tout surpris. Si l'on examine les présidents précédents de Chypre du Nord, après Rauf Denktaş, qui a dominé la politique chypriote turque avec le soutien de la Turquie, à une époque où le souvenir des massacres de Chypriotes turcs par les Chypriotes grecs et de l'opération de paix de 1974 à Chypre était encore frais, une tendance s'est dégagée selon laquelle des candidats de gauche généralement favorables à la fédération (Mehmet Ali Talat et Mustafa Akıncı) étaient élus, puis des candidats nationalistes (Derviş Eroğlu et Ersin Tatar) favorables à une solution à deux États. En ce sens, après la période Ersin Tatar, qui a canalisé le soutien vers la thèse des deux États mais s'est soldée par une déception lorsqu'elle n'a pas abouti, l'élection d'un politicien favorable à la fédération dans le nord de l'île était, à mon avis, une attente très naturelle et raisonnable. Cependant, en raison du soutien de la Turquie à Ersin Tatar et de son pouvoir important sur l'île, l'idée que les électeurs pourraient être influencés avant les élections et donner une nouvelle chance à Tatar par gratitude envers la mère patrie a sans aucun doute été fréquemment évoquée dans nos articles d'analyse.

À ce stade, il convient de souligner les graves erreurs de communication commises ces dernières années dans les relations entre la Turquie et la RTCN, dont la culture politique et la structure sociologique sont très différentes de celles de la Turquie. En effet, dans la RTCN, que la Turquie soutient à tous égards (sécurité, politique, économie, logistique, etc.), la position d'Ankara est passée ces dernières années de celle d'un grand frère bienveillant à celle d'un parent autoritaire. Cette évolution, conjuguée à la détérioration des conditions économiques et à l'évolution démographique, a entraîné une montée du ressentiment à l'égard d'Ankara parmi les Chypriotes turcs. À cette situation s'ajoute le malaise créé par l'administration actuelle de l'UBP et l'incapacité d'Ankara à présenter une solution concrète à court et moyen terme basée sur la thèse des deux États. Alors, les Chypriotes turcs ont commencé à considérer la réconciliation avec les Chypriotes grecs et le retour à la République de Chypre comme une option politique plus raisonnable pour un avenir meilleur et plus prévisible, leur permettant de devenir citoyens d'un État membre de l'UE accepté dans le monde entier. Dans ce contexte, Tufan Erhürman, qui est plus pro-Ankara que Mustafa Akıncı mais aussi plus pro-Chypre que les candidats de droite de l'UBP, a remporté une victoire électorale significative, à la hauteur des attentes.

Dans la RTCN, qui compte 218 313 électeurs inscrits, le taux de participation est resté à 65 % dans les 777 bureaux de vote mis en place dans tout le pays. Cela a probablement profité davantage à Erhürman qu'à Tatar et a été un facteur déterminant dans la victoire du candidat de l'opposition. Les déclarations de Tatar au cours des derniers jours de la campagne électorale, qui semblaient accepter la défaite, ont en fait préfiguré les résultats et ont incité la base de droite à se montrer réticente à se rendre aux urnes. Cependant, contrairement à ce qu'ont affirmé à tort certains médias turcs, Erhürman n'est pas un homme politique anti-turc, et la Turquie n'a pas déployé d'efforts sérieux et actifs pour empêcher Erhürman de remporter l'élection. En ce sens, Ankara, en tant qu'État respectueux du droit international mais soucieux de protéger les droits des Chypriotes turcs, soutient raisonnablement les négociations de règlement, mais en raison du climat de méfiance créé par les Grecs dans le plan Annan de 2004 et les pourparlers de Crans-Montana de 2017, elle s'efforce d'agir de manière équilibrée et de protéger ses propres intérêts. Dans ce contexte, la nature démocratique et le résultat des élections ont, à mon avis, été la meilleure réponse aux préjugés et aux accusations entourant cette question.

Qui est le Dr Tufan Erhürman ?

Né le 11 septembre 1970 à Nicosie, Dr Tufan Erhürman est un universitaire et homme politique qui a suivi ses études secondaires au Türk Maarif College et s'est inscrit à l'université d'Ankara en 1988 pour étudier le droit. Erhürman a obtenu sa licence, sa maîtrise et son doctorat à l'université d'Ankara. Il a obtenu son doctorat en 2001 avec une thèse intitulée « Contrôle extrajudiciaire de l'administration et du médiateur » et s'est vu décerner un doctorat en droit. Entre 1995 et 2001, Erhürman a enseigné le droit public dans des universités turques prestigieuses telles que l'université d'Ankara, l'université technique du Moyen-Orient (METU) et l'université Hacettepe. Entre 2001 et 2006, puis entre 2008 et 2013, il a été maître de conférences à l'université de la Méditerranée orientale (DAÜ) dans la RTCN. Entre 2006 et 2008, M. Erhürman a été membre du personnel académique de l'université du Proche-Orient (YDÜ), une autre université de la RTCN, et s'est distingué au sein de sa communauté en tant qu'universitaire brillant défendant des opinions progressistes.

Erhürman a fait ses débuts en politique entre 2008 et 2010 en tant que membre de l'équipe de négociation de Mehmet Ali Talat, deuxième président de la République turque de Chypre du Nord. Il s'est rapidement fait connaître pour ses connaissances juridiques et sa personnalité charismatique et a été élu député de Lefkoşa pour le Parti républicain turc-Forces unies (CTP) lors des élections générales de 2013. Au cours de son premier mandat de député, Tufan Erhürman a mené les efforts au sein de l'assemblée pour modifier la constitution et a été nommé secrétaire général de son parti en 2015. Le 13 novembre 2016, Erhürman a été élu à la tête du Parti républicain turc et de la principale opposition, remplaçant Mehmet Ali Talat. Réélu député du CTP Lefkoşa lors des élections générales de 2018, Erhürman a dirigé le gouvernement de coalition pendant cette période, occupant le poste de Premier ministre de la RTCN pendant 15 mois et acquérant une expérience significative. Cependant, lorsque le gouvernement Erhürman s'est effondré en 2019 en raison de désaccords entre les partenaires de la coalition, Erhürman a commencé à occuper le poste de chef du principal parti d'opposition le 22 mai 2019.

Conclusion

En conclusion, Tufan Erhürman, jeune universitaire et homme politique brillant, cherchera à créer un climat politique modéré à Chypre et à participer activement aux négociations en vue d'une solution, relançant ainsi le processus de réchauffement des relations entre la Turquie et la Grèce et entre la Turquie et l'Union européenne. Il tentera d'expliquer à Ankara qu'il est plus avantageux pour lui-même et pour les Chypriotes turcs d'agir conformément au droit international, sans recourir à des politiques de confrontation avec la Turquie comme à l'époque de Mustafa Akıncı. Cependant, il est également évident que le droit international est devenu très controversé dans le contexte des politiques menées ces dernières années par des États tels qu'Israël, les États-Unis et la Russie.

C'est pourquoi je pense qu'il ne sera pas facile pour Erhürman de parvenir à une solution fédérale sur l'île. Ankara estime que les Chypriotes turcs ne peuvent vivre en sécurité que sous l'égide d'une UE qui l'inclut elle-même et élabore ses projets d'avenir principalement sur la base d'une solution à deux États. Je pense donc que les attentes vis-à-vis d'Erhürman ne devraient pas être un miracle politique, mais plutôt une modération et un adoucissement du climat politique dans la région égéenne et méditerranéenne. Cependant, bien sûr, dans un contexte où Ankara sera très affaiblie, comme lors de la crise économique de 2001, le processus de réintégration du nord de l'île dans le territoire européen pourrait se faire pacifiquement, avec un rapide fait accompli à Chypre. Cela est bien sûr étroitement lié au fait que la Turquie est un État pacifique qui respecte le droit et les normes internationales, car elle n'est pas légalement justifiée sur l'île selon les résolutions du Conseil de sécurité des Nations unies. S'opposer aux négociations créerait le risque qu'Ankara devienne un État isolé du monde et complètement exclu par l'UE. Par conséquent, afin de montrer que le problème découle de questions structurelles plutôt que de lui-même, Ankara devrait, à mon avis, soutenir les négociations, ou du moins ne pas les entraver. Cependant, en raison de l'habitude qu'a le public turc d'aborder la politique avec le fanatisme d'une équipe de football, il n'est pas toujours facile de lui expliquer les réalités politiques et les questions juridiques. Néanmoins, compte tenu de la prise de conscience et du niveau d'éducation croissants du public turc ces dernières années, le peuple turc sera toujours ouvert à la paix et la soutiendra.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECi