Giriş
Soğuk Savaş döneminin çift kutuplu dünya düzenini anımsatan bir şekilde, Amerika Birleşik Devletleri (kısaca ABD) ile Rusya Federasyonu'nun (kısaca Rusya) Dışişleri Bakanları Marco Rubio ile Sergey Lavrov, 18 Şubat 2025 Salı günü Suudi Arabistan kolaylaştırıcılığında Riyad yakınlarındaki Diriyah şehrinde-Diriyah Sarayı'nda bir araya gelerek Ukrayna krizine bir çözüm bulmaya çalıştılar. Henüz yorum yapmak için erken olsa da, iki ülke temsilcilerinin uluslararası basına verdiği mesajlar, görüşmelerin yapıcı ve verimli geçtiğini ve Ukrayna'da barış ve bilhassa da ateşkes sağlanması ihtimalinin uzak olmadığını düşündürüyor. Ancak bir yandan da görüşmelere Ukrayna tarafı ile Avrupa Birliği (AB) temsilcilerinin katılmamış olması, görüşmelerin kapsayıcılığı konusunda soru işaretlerine yol açıyor. Bu yazıda, ABD ile Rusya arasında Suudi Arabistan'da gerçekleştirilen Ukrayna mesaisine göz atacağım.
Ukrayna Krizi: Ne Olmuştu?
Hatırlanacak olursa, Kasım 2013'ün sonlarında, dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç'in ülkeyi Avrupa Birliği'ne entegre edecek anlaşmayı imzalamaması nedeniyle başlayan kitlesel protestolar, zamanla Yevromaydan Olayları adlı büyük bir halk isyanına dönüşmüş ve Devlet Başkanı Yanukoviç baskılar nedeniyle istifa edip ülkeden kaçmak zorunda kalırken, Ukrayna Parlamentosu Rada'da azil de edilmiştir.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in "darbe" olarak nitelendirdiği süreç, Ukrayna'da seçimler yoluyla önce çikolata kralı Petro Poroşenko (2014-2019), sonra da televizyon yıldızı Volodimir Zelenski'nin (2019-) Devlet Başkanı olmasıyla sonuçlanmıştı. Ancak Ukrayna'da gelişen süreçte Rusofobi'nin çok yükselmesi nedeniyle, Ukrayna'nın doğusunda Rus kökenli ve Rusça konuşan nüfusun çok yoğun yaşadığı Donbas bölgesindeki Donetsk ve Luhansk oblastlarında çeşitli olaylar yaşanmış ve Ukrayna'da Rusya'ya yakın gruplara yönelik baskılar ve Ukrayna'nın -Moskova'nın uyarılarına rağmen- NATO ve Avrupa Birliği (AB) üyeliğine yönelmesi nedeniyle, Rusya Kırım'ı Kiev'den kopararak ilhak etmişti.
Rusya, 2014'ten 2022'ye kadar bekle-gör politikası uygularken, Kiev'in Batı yöneliminin devam etmesi ve NATO ve AB üyeliğinde ısrarcı olması nedeniyle 2022'nin Şubat ayı sonunda başkent Kiev'i de kapsar şekilde Ukrayna'daki rejimi değiştirmek ve Ukrayna'yı "Nazilerden arındırmak" için kapsamlı bir askeri operasyon başlatan Rusya, başlarda oldukça zorlanmasına karşın, sonradan askeri operasyonun odağını halk tarafından Rusya'ya sıcak bakılan doğu bölgelerine kaydırınca, sahada kayda değer başarılar elde etmiş ve şimdilerde Ukrayna topraklarının yaklaşık dörtte birini fiilen kontrol etmeye başlamıştır. Nitekim Moskova'daki liderlik, bu süreçte Çin, İran ve Kuzey Kore gibi BRICS+ ülkelerinden aldığı siyasi, ekonomik ve kısmen de askeri desteklerle, Batı dünyası tarafından uygulanan çok sert yaptırımlara karşın ayakta kalmayı başarmış ve içeride yaşanılan Wagner darbe girişimi (Yevgeni Prigojin vakası) ve Navalny Olayı gibi sorunlu süreçleri de kazasız-belasız atlatabilmiştir.
Bu süreçte Batı desteğiyle Rusya gibi büyük bir güç karşısında çok hesapsız hareket eden Kiev rejimi ise, halkının kahramanca direnişine ve ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerden gelen muazzam mali ve askeri yardımlara ve teknik desteklere karşın, zamanla sahada gerilemiş ve 2023 yaz aylarındaki karşı taarruzun başarısız kalması ve 2024 yılı yaz aylarında Kursk'ta girişilen maceranın da nihayete ermemesi neticesinde Rusya karşısında giderek çaresiz kalmaya ve sahada erimeye başlamıştır.
Bu ortamda, Rusya'daki cari liderliğe Demokrat Joe Biden yönetimi kadar olumsuz bakmayan ve Moskova ile bazı konularda iş birliği yapılmasını savunan Donald Trump ve Cumhuriyetçi MAGA ekibinin ABD'de seçimler sonucunda işbaşına gelmesi ve Trump'ın önceden seçilirse Ukrayna-Rusya Savaşı'nı kısa sürede bitireceğini iddia etmesi, Ukrayna-Rusya ilişkilerinde savaşı sona erdirmek ve yeni barışçıl bir dönemi başlatmak konusunda umutları yeşertmiştir. İşte bu ortamda, Trump'ın iki ülke liderleriyle yaptığı telefon diplomasisini müteakiben, iki devletin Dışişleri Bakanları Suudi Arabistan'da müzakere masasına oturmuşlardır.
Washington ile Moskova'nın Suudi Arabistan Temasları
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman'ın isteği ve tarafların oluruyla Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan'ın kolaylaştırıcılığında Diriyah şehrindeki Diriyah Sarayı'nda bir araya gelen iki ülke Dışişleri Bakanları ve mahiyetlerindeki üst düzey diplomatlar (ABD adına Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ve Özel Temsilci Steven Witkoff, Rusya adına ise Devlet Başkan Yardımcısı Yuriy Uşakov), Ukrayna krizine çözüm bulmak için müzakere masasına oturarak oldukça uzun süren bir görüşme gerçekleştirdiler.
ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre, iki ülke diplomasi şefleri, aşağıdaki hususlarda uzlaşmaya vardılar:
- Diplomatik misyonların işleyişini normalleştirmek için gerekli adımları atmak amacıyla ikili ilişkilerdeki rahatsızlıkları ele almak üzere bir istişare mekanizması oluşturmak.
- Ukrayna'daki çatışmayı kalıcı, sürdürülebilir ve tüm taraflarca kabul edilebilir bir şekilde mümkün olan en kısa sürede sona erdirecek bir yol üzerinde çalışmaya başlamak üzere ilgili üst düzey ekipleri atamak.
- Ukrayna'daki çatışmanın sona erdirilmesinden doğacak ortak jeopolitik çıkarlar ve tarihi ekonomik ve yatırım fırsatları konularında gelecekteki iş birliği için zemin hazırlamak.
- Sürecin zamanında ve verimli bir şekilde ilerlemesini sağlamak üzere angaje olmaya devam etmek.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, toplantı sonrası yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan zirvesi öncesinde Pazartesi günü NATO'nun Avrupalı üyelerinin katıldığı Paris'teki toplantıda gündeme gelen NATO ülkelerinin Ukrayna'ya barış gücü göndermesi önerisini ülkesinin kabul etmeyeceğini açıkladı. Lavrov, görüşmelerin verimli geçtiğini de vurgulayarak, iki tarafın birbirlerini yalnızca dinlemediğini ve bu defa anladığını vurguladı. Hatırlanacak olursa, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un girişimiyle Suudi Arabistan'daki ABD-Rusya zirvesi öncesinde Paris'te bir araya gelen NATO'nun Avrupalı üyeleri, burada Ukrayna krizini görüşmüş ve Paris Zirvesi ardından Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, ülkesinin Ukrayna'ya ateşkes sonrasında barış gücü için asker gönderebileceğini açıklamıştı. Lavrov, Moskova'nın bu öneriye sıcak bakmadığını da açıkça ilan etmiş oldu.
Tepkiler
Suudi Arabistan'daki tarihi görüşmeyi diğer ülke liderlikleri ve basın mensupları da ilgiyle takip edip bu konuda görüşlerini paylaştılar. Bu konuda CNN adına bir makale kaleme alan Amerikalı gazeteci Stephen Collinson, Başkan Trump'ın Rusya-Ukrayna Savaşı konusunda Ukrayna'yı suçlamasını ve savaş öncesinde Kiev'in Moskova ile anlaşma sağlayabileceği konusundaki iddiasını eleştirerek, bu gelişmenin Moskova açısından bir zafer gibi algılanacağını ve Trump'ın açıklamalarıyla Zelenski'yi zor duruma düşürdüğünü kaydetti. Yine CNN adına yazan Nick Paton Walsh da, Suudi Arabistan'daki temasın Rusya adına kısmi bir zafer anlamına geldiğini vurguladı. BBC'den Jeremy Bowen ise, Başkan Trump'ın politikasının Transatlantik ittifakta çatlaklara neden olduğunu iddia ederek, Ukrayna'da yapılan halk röportajlarına dayalı olarak Ukraynalıların Putin'e güvenmediklerinin altını çizdi.
Türkiye'yi ziyaret eden Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski ise, ABD ile Rusya arasında gerçekleştirilen Suudi Arabistan görüşmesinin kendileri için sürpriz olduğunu ve bunu medyadan öğrendiklerini açıklarken, yeni ABD yönetimiyle olan mesafeli ilişkileri de bu şekilde ifşa etmiş oldu. Türkiye'ye Ukrayna halkına yardımları için teşekkür eden Zelenski, müzakerelerin adil olması ve müzakere masasında Rusya ve ABD ile birlikte Ukrayna ve Avrupa'nın da olması durumunda barış umudu olduğunu söyledi.
Sonuç
Sonuç olarak, Ukrayna'daki Rusya karşıtı direnişin en büyük destekçisi ve sponsoru olan ABD'nin bu konuda Trump yönetimiyle birlikte farklı bir pozisyon alması, bu konuda Rusya'nın lehine bazı gelişmelerin olmasına uygun bir konjonktür yaratmaktadır ki, Suudi Arabistan'daki görüşme de bunun öncü sinyali olarak değerlendirilmelidir. Bu noktada her ne kadar ilkesel açıdan Kiev haklı gibi gözükse de, unutulmamalıdır ki, siyasette güç dengeleri çok önemli bir konudur ve bu dengeler gözetilmeden hareket edilirse, başarı şansı düşük kalacaktır.
Gücün yeniden temel parametre olduğu yeni dünya düzeninde, elbette, büyük ülkeler orta ve küçük ölçek devletlere kıyasla daha avantajlı olacaklardır. Bu da, Rusya gibi ABD'nin de ilerleyen aylarda Grönland'ın Danimarka'dan satın alınması, Gazze'de kontrolü ABD'nin ele geçirmesi ve Latin Amerika'da ABD karşıtı yönetimlerin çeşitli özel operasyonlarla değiştirilmesi gibi hususlarda agresif bazı uygulamalara yönelmesine neden olabilir. Türkiye de, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'de uluslararası hukuktan ziyade askeri güce dayalı politikasıyla, ABD, Rusya ve İsrail gibi devletlerle aslında taban tabana zıt bir çizgide değildir ve gelişmeler Türkiye'deki güvenlik birimleri ve mevcut hükümetin resmi dış politika duruşuna uygundur. Zira maalesef AB üyelik sürecinden cayan veya caydırılan Türkiye, yeni dönemde uluslararası hukuktan ziyade ulusal çıkarlarına göre hareket edecektir ki, aslında AB üyelik süreci öncesinde de Ankara'nın genel yaklaşımı hep İdealizm'den ziyade Realizm'e daha yakın olmuştur.
Sonsöz, NATO'nun genişlemesi konusunda Rusya'nın hassasiyetlerini görmezden gelen ve sürekli ilerlemeye odaklanan NATO eksenli politika, maalesef günümüzde duvara toslamış gibi durmaktadır. Bunun sebebi de Rusya'nın direnci ve küresel güney ve Batı-dışı devletlerden de Moskova'ya hatırı sayılır destek verilmesidir. Zaten dünya dengeleri açısından da Batı'nın herşeye hâkim olması iyi bir gelişme olmayabilir. Ancak burada kritik husus, oyunun kurallarının iyi belirlenmesi ve tarafların bundan sonra mütecaviz politikalardan uzak durmalarıdır. Bunun yolu da Ukrayna'nın nötralize edilmesi ve Rusya ile NATO arasında tampon bölge olmasından geçmektedir. Günümüzde Çin'in ve BRICS'in ekonomik büyüklüğü ve gücü dikkate alınırsa, bu, reel politikle de uyumlu bir gelişme olacaktır.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder