Amerika’nın en saygın düşünce kuruluşlarından olan Council on Foreign Relations (CFR), birçok konuda zaman zaman çeşitli tartışma ve paneller düzenlemekte ve ABD ve dünya kamuoyunu yakın gelecekte yaşanabilecek gelişmeler hakkında önceden haberdar etmektedir. Kurumun 13 Şubat 2017 tarihinde “President’s Inbox” (Başkan’ın Gelen Kutusu) serisi kapsamında düzenlediği “U.S.-China Relations: What’s Next for Taiwan, Trade, and Regional Competition” (ABD-Çin İlişkileri: Tayvan, Ticaret ve Bölgesel Rekabet Konularında Sıradaki Aşama) başlıklı ve New Yorker yazarı Evan L.R. Osnos’un moderatörlüğünde gerçekleştirilen paneli de, bu açıdan dikkate değer ve Türkçe’ye çevrilmesi faydalı olabilecek bir etkinliktir.[1] Panele konuşmacı olarak katılan kişiler; CFR ABD-Çin ilişkileri ve Çin iç politikası uzmanı Elizabeth C. Economy[2], CSIS Asya Ekonomisi uzmanı Matthew P. Goodman[3] ve Eurasia Group yöneticisi Evan S. Medeiros’tur[4]. Bu yazıda, bu panelde konuşulanlar özetlenecek ve yorumlanacaktır.
Panel kaydı
Paneldeki ilk konuşmacı olan Elizabeth C. Economy, Donald Trump yönetiminin yeni oluşmakta olan Çin politikası konusunda 3 önemli eğilime dikkat çekmektedir. Birincisi, Trump döneminde ikili ilişkilerde mütekabiliyet/karşılıklılık (reciprocity) konusunun yeniden önem kazanacak ve artacak olmasıdır. Ticaret ve yatırım gibi ekonomik konular dışında vize rejimi ve Konfüçyüs Enstitüleri gibi politik konularda da, Trump yönetimi döneminde mütekabiliyet ilkesi doğrultusunda yeni gelişmeler yaşanabilir. İkincisi, ABD’nin Çin politikasının Trump döneminden yeniden şekillenecek/dengelenecek (rebalancing) olmasıdır. Şu ana kadar ABD’nin Trump döneminde Asya’ya yönelik politikasının ne olacağı konusunda kesin görüşler/ilkeler açıklanmasa da, zaman zaman birbirleriyle de çelişebilecek bölgesel güvenlik ve ikili ticaret anlaşmaları temelinde bu politika zaman içerisinde dengelenecek ve yeni bir hal alacaktır. Üçüncüsü ise, Trump döneminde –muhtemelen- ABD’nin küresel yönetişim (global governance) konusunda Çin’le ortak hareket etmesi ve sorumlu davranması konusunda bir geri çekilme (retreat) yaşanacaktır. İklim değişikliği, mülteci sorunu, İran’la ilişkiler ve Ebola başta olmak üzere birçok konuda, Trump, Çin’le ortak hareket etmekten ziyade daha bağımsız hareket edebilir. Bu durum, ABD’nin kendisini küresel bir lider mi, yoksa ulusal çıkarlarını savunan bir devlet gibi mi göreceğiyle de yakından alakalıdır.
İlk turun ikinci konuşmacısı olan Matthew P. Goodman, ekonomi odaklı bir araştırmacı olarak, Barack Obama yönetiminin son yıllarından itibaren ABD’nin Çin’le ekonomik konularda sorunlar yaşamaya başladığına dikkat çekmektedir. Ayrıca Goodman’a göre, Trump’ın seçim kampanyası döneminde Çin’e yönelik kur manipülasyonu eleştirileri ve bu ülkeye yönelik olarak uygulamaya sokmayı önerdiği gümrük vergileri nedeniyle, ekonomik ilişkiler açısından daha zorlu bir döneme hazır olmak gerekir. Ancak Trump, Trans Pasifik Ortaklığı’ndan (TPP) geri çekilmek dışında aslında şu ana kadar somut bir icraat da yapmamıştır. Bu nedenle, neler olacağı konusunda biraz beklemek gerekir.
İlk turun üçüncü ve son konuşmacısı olan Evan S. Medeiros, konuşmasına Trump döneminde ABD’nin Çin politikasında daha şimdiden bir değişiklik yapılmaya başlandığını söyleyerek başlamaktadır. Somut olarak örnek vermek gerekirse, Güney Çin Denizi konusunda ABD’nin tavrı giderek sertleşmektedir. Hatta yeni Dış İşleri Bakanı Rex Tillerson, Güney Çin Denizi’ni abluka altına almaktan bile söz etmiş ve Çin’i bir anlamda tehdit etmiştir. Ayrıca Trump’ın “tek Çin politikası” (one China policy) konusunda da sonradan geri aldığı bir çıkışı olmuştur. Ayrıca Medeiros’a göre, yeni ABD yönetimi Çin konusunda 3 noktaya dikkat etmelidir. Bunlar şöyle sıralanabilir:
A-) Yönetim, kendi içerisinde yapacağı tartışmalarla Çin politikası konusunda önceliklerini belirlemelidir.
B-) Politikalar, belli bir süreç (process) içerisinde uygulamaya sokulmalıdır.
C-) Çin’le farklı kanallardan temas edilmeye yani iletişim kurulmaya (communication) devam edilmelidir. Başta Devlet Başkanları Şi Cinping ve Donald Trump arasında kurulacak ilişki olmak üzere, farklı kanallar ve mekanizmalar yoluyla Çin’le iletişim hattı daima açık tutulmalıdır.
Bunlara ek olarak, Medeiros, 2017 yılının Çin iç politikası açısından da zorlu bir yıl olacağını hatırlatmakta ve 19. Çin Komünist Partisi Kongresi’nde sürekli komitelerde yüzde 70, Politbüro’da da yüzde 60 oranında değişim yaşanacağını, dolayısıyla Şi Cinping’in partiye ve devlete iyice hâkim olmaya başlayacağını vurgulamaktadır. Son olarak, Medeiros’a göre, değişen ekonomik koşullar içerisinde, Çin, artık yatırım ve ihracat ikilisinden çok yatırım ve tüketim ikilisine uyum göstermeye başlayacaktır.
İkinci turda yine ilk sözü alan panelist Elizabeth C. Economy olmuştur. Economy, Şi Cinping’in Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda yaptığı konuşmayı hatırlatmakta ve ABD’nin “önce Amerika” sloganları içerisinde içe kapandığı bir dönemde, Şi ve ülkesinin dünya liderliği konusunda öne çıkmak isteyebileceğini vurgulamaktadır. Ancak paneliste göre, Çin, ABD gibi dünya lideri olabilecek bir potansiyele henüz sahip değildir. Lakin bu dönemi ve Trump yönetimini kendileri açısından bir fırsat olarak da görebilirler. Çin yönetiminin öngörülemezliği ve Tayvan konusundaki belirsizlik ise halen sorunlu alanlardır. Ek olarak, Trump yönetiminin Rusya’ya yakın tavrı ve bunun Çin politikasına etkileri de belirsizliğini korumaktadır. Economy, bunların dışında Trump yönetiminin “tek Çin politikası”nı bozmadan Tayvan’la daha yakın ilişkiler kurmaya çalışacağını vurgulamakta ve Çin’de özgürlük arayan ve ABD’den destek isteyen sivil toplum liderleri ve kuruluşlarının Trump döneminde fazla desteklenmeyebileceğinin altını çizmektedir.
Matthew P. Goodman, bu turda Çin’in küreselleşme şampiyonu olarak ortaya çıkmadan önce kendi içerisindeki sorunlara çözüm bulması ve diğer ülkelere güvence (credentials) vermesi gerektiğini söylemektedir. Çin’in gelişmiş ve liberal bir devlet olmadığını vurgulayan Goodman, bu ülke nüfusunun yarısının halen fakirlik içerisinde yaşadığını hatırlatmaktadır. Buna karşın, Çin’in sınır komşusu olan 14 ülke ile birlikte Japonya ve diğer yakın ülkelerin, bu ülkenin içe kapanması veya başka tür politikalara yönelmesinden ziyade kendileriyle ticaret yapmalarından daha mutlu olacaklarını belirten Goodman, ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde kural koyucu düzeni sağlayamaması durumunda, diğer ülkelerin bu konuda Çin’den bir atılım bekleyebileceklerini kaydetmektedir.
Evan S. Medeiros ise, bu turda, Asya-Pasifik bölgesinde endişe ve telaşın son dönemde hızla arttığını ve bunun belli sebeplerden kaynaklandığını söylemektedir. Medeiros’a göre, birincisi, ABD’nin TPP’den çekilmesi bölge ülkeleri için bir şok olmuştur. Zira birçok ülke için, TPP, dijital ekonomiye geçiş ve serbest ticaret düzeninin doğru kurallarla kurulması bağlamında çok önemli bir adımdı. İkincisi, ekonomide korumacılık (protectionism) tehlikesinin yeniden belirmesidir. Asya, yıllardır dünya ekonomik büyümesinin merkezi durumundadır. Medeiros’a göre, Çin ve Hindistan gibi devleri bir kenara koyduğunuzda bile, Filipinler, Endonezya ve Vietnam gibi bölgede yüzde 5’in üzerinde ekonomik büyümesi olan ülkeler vardır. Bu ülkeler için ekonomik büyüme ve serbest ticaret çok önemlidir; ABD’nin Trump döneminde korumacılığa yönelmesi ise, onlar için bir felaket senaryosu olabilir. Üçüncüsü, Asya’daki hiçbir ülke ABD ile Çin arasında bir seçime zorlanmak istememektedir. Bu nedenle, Trump’ın Çin’e karşı saldırgan yaklaşımı, bölge ülkelerinde yakın gelecekte bu tür bir seçime sürüklenmek zorunda kalacakları hissiyatını doğurmakta ve rahatsızlık yaratmaktadır. Bu bağlamda, “tek Çin politikası”nın tartışmaya açılmaması doğru bir tavır olmuş ve ortalığı biraz olsun yatıştırmıştır. Sonuçta, Trump’ın iç ve dış politikalarının yarattığı belirsizlik, ekonomiye de olumsuz etki yapmakta ve bölge ülkelerini zor duruma sokmaktadır.
Panelin genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse, henüz yeni oluşmaya başlayan Trump Doktrini’nde ağırlık noktasının Orta Doğu ile birlikte Asya-Pasifik olacağının sinyalleri bu panelden alınmaktadır. Trump yönetimi, Asya-Pasifik’te ortalığı biraz gerecek ve ABD müttefiklerini olası Çin saldırganlığına karşı silahlandırmayı isteyecektir. Japonya ve Güney Kore başta olmak üzere, bölgede Çin’in yükselişinden rahatsız olan bazı ülkeler, bu dönemde ABD’ye daha yakın politikalar geliştirebilirler. Ancak Çin’in bölgedeki tüm ülkelerle yakın ekonomik ilişkiler kurması, bu durumu biraz zorlaştırmaktadır. Çin’le ABD’nin birlikte çalışmalarını gerektiren en önemli konu ise Kuzey Kore’dir. Çin’e yakın bu ülke, nükleer programı ve ofansif politikalarıyla bölgesel istikrar konusunda ciddi bir tehlike olabilir. Ayrıca radikal İslamcı hareketlerle ve terörizmle mücadele konularında da, Trump yönetimi ile Çin liderliği, söylenenin aksine çok yakın ve iyi ilişkiler tesis edebilir. ABD’deki yüzbinlerce Çinli Amerikalı’nın varlığı ve iki ülke ekonomilerinin iç içe geçmişliği de, ilişkilerde büyük bir kopma yaşanmasını engelleyecek unsurlardır. Ayrıca Çin lideri Şi Cinping, serbest ticareti savunması ve uluslararası hukuka yaptığı vurgularla, küresel barış ve istikrar konusunda ABD’ye yardım edebilecek sorumlu bir lider görüntüsü çizmektedir. Bu nedenlerle, ABD-Çin ilişkilerinde, bu yeni dönemde zaman zaman gerginlikler olması ama büyük bir kriz yaşanmaması olasıdır.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Detayları burada bulabilirsiniz; http://www.cfr.org/china/presidents-inbox-us-china-relations/p38808.
[2] Bakınız; http://www.cfr.org/experts/asia-china-environment-us-china-relations/elizabeth-c-economy/b21.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder