23 Nisan 2017 Pazar

Birleşik Krallık'ta Erken Seçim Heyecanı


Halen Brexit sürecinin devam ettiği Birleşik Krallık’ta, Başbakan Theresa May’in aldığı sürpriz erken seçim kararı geçtiğimiz gün Avam Kamarası’nda da onaylandı. Böylelikle, ülkede genel seçimlerin 8 Haziran 2017 tarihinde düzenlenmesi kesinleşti. Bu yazıda, Birleşik Krallık iç politikasında son dönemde yaşananları özetleyerek, erken genel seçimden nasıl bir siyasi tablo ortaya çıkabileceğini yorumlayacağım.

Hatırlanacağı üzere, 7 Mayıs 2015 tarihinde düzenlenen önceki genel seçimden David Cameron liderliğindeki Muhafazakâr Parti (Conservative Party) -yüzde 37 oyla- büyük bir zaferle ayrılmış ve 2010’dan beri Liberal Demokrat Parti ile kurduğu koalisyon hükümetinin ardından tek parti hükümeti kurmayı başarmıştı. 2014 yılında İskoçya bağımsızlık referandumunu savuşturan ve 2015 seçiminden Avam Kamarası’nda yüzde 51’lik çoğunluğu sağlayarak çıkan Cameron ve arkadaşları, o dönemde çok güçlü ve yenilmez gibi görünmelerine karşın, o tarihten sonra yaşanan bazı siyasi krizler Muhafazakâr Parti hükümetini oldukça zorladı. Öncelikle 2016 yılındaki Brexit referandumunda Avrupa Birliği’nde kalınmasını savunan Cameron’ın Britanya halkının “hayır” kararı nedeniyle istifa etmek zorunda kalması, Birleşik Krallık’ı bir değişim sürecine zorladı ve siyasi sistemi biraz bocalattı. Özellikle önceki hükümetin en medyatik isimleri Başbakan David Cameron ve Maliye Bakanı George Osborne’un kabineden ayrılmalarıyla, hükümette, kısmen bir boşluk meydana geldi. Her ne kadar yeni Başbakan Theresa May ve yeni Dış İşleri Bakanı Boris Johnson liderliğinde kısa sürede yeni bir liderlik inşa edildiyse de, bu hızlı dönüşümü hazmetmek İngilizler ve Birleşik Krallık’ı oluşturan diğer halklar için o kadar da kolay olmadı. Bir diğer önemli kriz konusu ise, İskoçya’nın bağımsızlığı için SNP (İskoç Ulusal Partisi) lideri ve İskoçya İlk Bakanı Nicola Sturgeon’dan gelen baskılar oldu. Sturgeon, İskoç halkının AB’den ayrılmakta olan bir Birleşik Krallık’ta kalmak istemediğini iddia ederek, yeni bir referandum konusunda hükümeti sıkıştırmaya başladı. Başbakan Theresa May, Brexit sürecini yönettikleri bu zorlu dönemde bu talebin karşılanamayacağını belirtmesine karşın, İskoçya kartı, Downing Sokağı’nın son yıllardaki en büyük korkulu rüyası olmaya devam etti. Bu olumsuz gelişmelerin dışında, karamsar tahminlerin aksine, Birleşik Krallık ekonomisi bu süreçte ciddi bir kayba uğramadı ve ekonomik büyüme devam etti. Ancak Brexit sürecinin fiilen gerçekleşmesi durumunda, bunun olumsuz sonuçlarının olabileceği yönündeki tahminler hala mevcut. Dahası, Brexit sürecinde AB ülkeleri ile nasıl bir siyasi ve ekonomik ilişkiler sistemi kurulacağı ve AB ülkelerinde yaşayan ve çalışan İngilizlerin ve diğer Britanyalıların durumlarının ne olacağı konusunda da hala soru işaretleri bulunmakta. Bu belirsizlik ortamı, aslında bir bakıma Başbakan May ve Muhafazakâr Parti’nin avantajı haline de gelebilir; zira Britanya halkı, başladıkları işi bitirmeleri konusunda “Torie”lere bir şans daha vermek isteyebilir. Bu anlamda, May’in erken seçim kararını aslında bir “baskın seçim” kararı olarak okumak da mümkün. Ancak AB’den ayrılmaya olumsuz bakan ülkenin neredeyse diğer yarısı da, bu süreçte yapılan bir genel seçimde Muhafazakârların karşısında yer alan İşçi Partisi ve diğer alternatiflere yönelmeyi tercih edebilirler. Bu nedenle, bu seçim, Siyaset Bilimi merceğinden bakılınca, çok ilginç ve özgün bir deneyim olacaktır.

Seçimlere daha epey zaman olmasına karşın, yapılan son anketler incelendiğinde[1]; Muhafazakâr Parti ve Başbakan Theresa May’in genel seçimler öncesinde oldukça avantajlı gözüktüğü ve yüzde 40-50 arası yüksek bir oy oranıyla ve epey farkla seçimi kazanmasının beklendiği görülmektedir. Bunun temel sebepleri ise; halkın Brexit sürecinin nasıl tamamlanacağını görmek istemesi ve hükümete başladığı işi bitirmeleri için fırsat tanımaya meyilli olması, May’in Cameron’ın ardından beklenmedik şekilde başarılı bir Başbakan olması ve Brexit kararı ardından Britanya’da ekonominin kötüye gitmemesi olarak yorumlanabilir. Hakikaten de, 2010 yılından beri adada iktidarda olan Muhafazakâr Parti, bugüne kadar iyi yönleri kötü yönlerine ağır basan başarılı bir performans göstermeyi başarmıştır. Bu nedenle, seçimlerin net favorisi Theresa May ve Muhafazakârlardır. 

Geleneksel olarak ülkede iktidara gelebilen iki partiden biri olan İşçi Partisi (Labour Party) ise, Jeremy Corbyn liderliğinde beklenen çıkışı henüz gerçekleştiremedi ve oy oranları yüzde 25-29 bandına sıkışmış bir görüntü vermeye devam etti. Corbyn ve İşçi Partisi liderliği, Brexit sürecinde hükümeti olumsuz bir muhalefet tarzı benimsemeyerek fazla sıkıştırmadı ve hatta bu sürece destek oldu. Bu açıdan, Corbyn’in Britanya halkının kararına saygılı ve sorumlu bir liderlik örneği göstermesi ülkesinde kendisine duyulan saygıyı arttırsa da, bu durumda seçimdeki şansı da epey azalmış duruyor. Zira bu sürecin mimarı olarak görülen May ve hükümeti, süreç devam ettiği ve İşçi Partisi tarafından da geriye çevrilmesi yönünde bir talep gelmediği için seçimi kazanmaya daha yakın gözüküyor. Yine de, ülkedeki gelir eşitsizliklerinin yüksek oranda olması, son dönemde tüm Avrupa’da ve Britanya’da ırkçı, aşırı milliyetçi ve İslamofobiye dayalı düşüncelerin artmaya başlaması ve 2010 yılından beri Muhafazakârların iktidarda olması nedeniyle, bu seçimde sosyal demokrat çizgideki İşçi Partisi’nin de iyi bir seçim kampanyası ile bir şansı olabilir. Aksi durumda ise, partide liderlik tartışmalarının başlaması muhtemeldir.

Seçimdeki diğer önemli aktörler ise SNP, UKIP, Liberal Demokrat Parti ve Yeşiller Partisi (İngiltere ve Galler Yeşiller Partisi) olacaktır. Nicola Sturgeon liderliğindeki SNP, ülke genelinde yüzde 4-5 oy oranını geçememesine karşın, İskoçya Parlamentosu’ndaki neredeyse tüm sandalyeleri kazanmaları (son seçimde 54) ve İskoçya’nın bağımsızlığı konusunun sürekli gündemde olması nedeniyle, Britanya’da son yıllarda çok önemli bir siyasal oluşum haline gelmiştir. Bu seçimde de, SNP’nin İskoçya’da açık farkla birinci parti olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Ancak bu durumda bile, Birleşik Krallık hükümetinin 2014’ten birkaç yıl sonra hemen yeni bir bağımsızlık referandumuna izin vermesi kolay gözükmemektedir. Tim Farron liderliğindeki Liberal Demokratlar, yüzde 11-12 civarında oy oranıyla ülkedeki üçüncü büyük parti durumundadır. Ancak Birleşik Krallık’ta uygulanan dar bölgeli seçim sistemi nedeniyle, LDP’nin sandalye sayısı oy oranına kıyasla çok düşüktür. Oy oranı yüzde 7-11 arasında değişen milliyetçi ve AB karşıtı UKIP (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi) ise, karizmatik liderleri Nigel Farage liderliği bırakmasına rağmen, Paul Nuttall liderliğinde ülkedeki dördüncü büyük parti olmaya devam etmektedir. Bir diğer önemli siyasal aktör ise, Caroline Lucas ve Jonathan Bartley liderliğindeki İngiltere ve Galler Yeşiller Partisi’dir. İngiltere ve Galler Yeşiller Partisi, yüzde 3-5 arasında bir oy oranının üzerine çıkması zor gözüken yeni bir siyasal harekettir. Galler’in bağımsızlığını savunan Plaid Cymru ise, seçimde 3 vekil çıkarması olası gözüken bir diğer önemli yerel siyasal oluşumdur.

Bu tablo ve son oy oranları incelendiğinde, Birleşik Krallık’ın seçimden Theresa May Başbakanlığında yeni bir Muhafazakâr hükümetle çıkması ve Brexit sürecine devam etmesi en akla yatkın ihtimal olarak gözükmektedir. Ancak zaman zaman sürprizler yapmayı seven Britanya halkı, ülkedeki gidişatı iyi görmezse, bu süreçte farklı bir tercihe de yönelebilir. Bu tercih ise, kuşkusuz büyük ölçüde İşçi Partisi ve bir ölçüde Liberal Demokratlar olabilir. Ayrıca SNP'nin gücü ve genel olarak İskoç muhalefeti, Britanya demokrasisini zorlamaya her koşulda devam edecektir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Son üç anket için;

Hiç yorum yok: