1 Nisan 2017 Cumartesi

CFR Oturumu: Rusya; Düşman, Partner ya da Her İkisi?


Amerika’nın ünlü düşünce kuruluşu Council on Foreign Relations (CFR), 27 Şubat 2017 tarihinde Rusya Federasyonu ile ilişkiler konusunda "Russia: Rival or Partner, or Both?" (Rusya; Düşman, Partner ya da Her İkisi?) başlıklı önemli bir oturum düzenlemiştir. Evelyn N. Farkas’ın moderatörlüğündeki oturuma, konuşmacı olarak Charles A. Kupchan, Stephen Sestanovich ve Angela A. Stent katılmışlardır.[1] Bu yazıda, bu oturum, ana hatlarıyla özetlenecektir.

Oturumun kaydı

Öncelikle konuşmacıların kimliklerini belirtmekte fayda var. Charles A. Kupchan[2], Georgetown Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışan bir Uluslararası İlişkiler Profesörüdür. Stephen Sestanovich[3], Columbia Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışan ve Madeleine Albright döneminde Sovyet coğrafyasında ülkesi ABD adına Büyükelçilik görevlerinde bulunmuş üst düzey bir kişidir. Angela A. Stent ise[4], Rusya politikası ve ABD-Rusya ilişkileri üzerine uzmanlaşmış Georgetown Üniversitesi öğretim üyesi ve Brookings Enstitüsü uzmanıdır.

Stephen Sestanovich, konuşmasına, moderatör Farkas’ın sıraladığı ve hepsi de doğru olan Rusya’nın ve lideri Vladimir Putin’in uluslararası hukuka eylemlerine ilk bakışta odaklanmamak gerektiğini söyleyerek başlamakta ve Putin’in Sovyetlerin en güçlü zamanlarında bile yapamadığı Ortadoğu’ya yönelik bazı hamleleri gerçekleştirebildiği için, şu sıralar kendisini çok güçlü hissettiğinin altını çizerek devam etmektedir. Sestanovich’e göre, Putin, Ukrayna’daki hamleleri ve Avrupa seçimlerine müdahaleleri de düşünüldüğünde, şimdilerde ülkesini Avrupa’nın hâkim gücü haline getirmiş durumdadır. Sestanovich, önemli olanın Rusya’nın ne kadar kötü bir çocuk olduğunu vurgulamaktan çok, yarattığı tahribatı azaltmak olduğunu düşünmekte ve bu doğrultuda yorumlar yapmaktadır. Bu nedenle, Stephen Sestanovich, ABD’de yeni işbaşı yapan Donald Trump yönetimine, toptan bir çevreleme (containment) ya da işbirliği (engagement) politikası yerine, bazı konularda çevreleme, bazı konularda işbirliğini öne çıkaracak seçici (selective) bir Rusya politikası önermektedir. Bunu açıklamaya çalışan konuşmacı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’ne karşı uygulanan çevreleme politikasının asıl amacının Rusya karşıtlığından ziyade, müttefik ülkelerin istikrarlı yönetimlere sahip olabilmesi adına Rusya’nın istikrar bozucu etkilerinden korunması olduğunu vurgulamaktadır. Bu durum, günümüzde de özellikle Avrupa ve Orta Doğu için geçerlidir ve bu bölgelerdeki Amerikan müttefikleri büyük Rus baskısı altındadır. Bu nedenle, Rusya ile bazı konularda işbirliğine gidilmeden önce, güç dengesi politikasına uygun olarak ABD’nin bu bölgelerde daha güçlü ve etkili olduğu gösterilmelidir.

Angela A. Stent, ilk olarak Rusya ile ABD’nin ortak değerlerinin fazla olmadığını vurgulamakta, buna karşın ABD’nin bu ülkeyi dünya sistemine entegre etmek istediğini söylemektedir. Stent, Rusya ile Amerikan dış politikasında daha önce birçok defa yapıldığı gibi bir “reset” (sıfırlama, yeniden başlatma) politikasına gidilmemesi gerektiğini, çünkü iki ülke arasında ortak değerlerin fazla olmaması nedeniyle bu tür politikaların da eninde sonunda yine aynı noktaya geldiğini/geleceğini iddia etmektedir. İkili ilişkilerin son yıllarda Gorbaçov döneminden beri en kötü seviyeye ulaştığını belirten Stent, küçük bazı adımlarla normalleşme yolunda ilerlenmesi gerektiğini kaydetmektedir. Askeri görüşmelerin arttırılması gerektiğini de belirten Stent, buna rağmen Ukrayna’da bir ilerleme kaydedilmeden Rusya’ya yönelik yaptırımların kaldırılmasına karşı çıkmaktadır. Rusya ile Suriye konusunda daha fazla işbirliği yapılabileceğini vurgulayan Stent, dünyanın iki en büyük askeri ve nükleer gücünün silah kontrolü konusunda da daha fazla işbirliğini yapabileceğinin altını çizmektedir.

İlk turun son konuşmacısı olan Charles A. Kupchan ise, konuşmasına Amerikan dış politikasının dna’sında çok fazla Rusofobi olduğunu vurgulayarak başlamakta ve NATO’nun Soğuk Savaş sonrasında doğuya yönelik hızlı genişlemesinin Rusya üzerindeki psikolojik etkisini yeterince anlayamadıklarını belirtmektedir. Kupchan, ayrıca ABD ve Batı dünyasının zaman zaman kendi koydukları kuralları uygulamakta ikiyüzlü ve taraflı davrandıklarını kabul etmekte ve bunun da Rusya ile ilişkileri gerdiğini vurgulamaktadır. Libya’da sivilleri korumaya yönelik Birleşmiş Milletler kararının nasıl rejim değişikliği politikasına dönüştüğünü hatırlatan Kupchan, çifte standartlara dayalı politikaların ABD ve diğer Batılı ülkelerde zaman zaman uygulandığını söylemektedir. Bunları söyledikten sonra, Kupchan, yine de Putin Rusya’sının ABD’ye yönelik en büyük tehdit kaynağı olduğunu açıklamakta ve Rusya’nın medya ve sivil toplum yoluyla Avrupa demokrasilerine nüfuz ettiğini ve seçim sonuçlarını yönlendirmeye başladığını iddia etmekte ve bunun da Batı demokrasileri için ciddi bir tehlike olduğunu sözlerine eklemektedir. Suriye konusunda Rusya ve Türkiye ile daha fazla işbirliği yapılabileceğini, ama bunun yaptırımların kaldırılması anlamına gelmemesi gerektiğini de belirten Kupchan, Rusya konusunda diğer konuşmacılar gibi çok da olumlu bir tablo çizmemektedir.

İkinci turda sözü ilk alan Angela Stent olmuştur. Stent, ilk olarak Kupchan’a cevapla, ABD’de Rusofobi olmadığını ve Putin yönetiminin anti-demokratik ve uluslararası hukuka aykırı hareketlerini eleştirmenin Rus karşıtlığı olmadığını söylemektedir. Sibergüvenlik konusunda Çinlilerle yapıldığı gibi bir anlaşmanın Ruslarla da yapılabileceğini belirten Stent, Ukrayna’nın NATO ve Avrupa Birliği üyeliğinin yakın gelecekte mümkün olamayacağını söylemektedir. Rusya ile gerginliğin temelinde Ukrayna ile Gürcistan’ın NATO’ya katılması meselesinin olduğunu söyleyen Stent, buna karşın, Ukrayna’nın tarafsız bir çizgiye geçmesi halinde bile Rusya’nın Doğu Ukrayna’daki saldırganlığından vazgeçmesinin şüpheli olduğunu iddia etmektedir. Minsk Antlaşması’nın başarılı bir anlaşma olmadığını da belirten Stent, bu turdaki sözlerini böyle tamamlamaktadır. Moderatör Evelyn N. Farkas ise, Stent’in sözlerine ekleme yaparak, Rusya’nın askeri tarafsızlıkla yetinmeyeceğini ve Ukrayna’da kendisine yakın bir yönetim oluşturmak ve onun üzerinde denetim kurmak isteyeceğini iddia etmektedir.

Stephen Sestanovich, bu turda Amerikan siyasal sisteminde Başkan’ın merkezi ve güçlü konumuna dikkat çekmekte, ancak ABD Dış İşleri Bakanlığı ve Dış İşleri Bakanı’nın da kararlı bir dış politika uygulayabilecek güçte olması gerektiğini vurgulamaktadır. Minsk Anlaşması’nın başarılı bir anlaşma olduğunu iddia eden Sestanovich, ABD Başkanı Trump’ın Putin’le büyük bir pazarlık yapmadan önce müttefiklerle anlaşması ve uzlaşması gerektiğini söylemektedir.

Charles A. Kupchan ise, bu turda Avrupalı müttefiklerle dayanışma içinde olmaları gerektiğini hatırlatmakta ve Transatlantik bağların ABD’nin Rusya karşısındaki en büyük gücü olduğunu iddia etmektedir. Putin’in bunun karşısında kendi ülkesinin daha güçlü olduğu Ukrayna, Suriye ve Gürcistan gibi ülkelerde simetrik durumlar yarattığına dikkat çeken Kupchan, ABD’nin de önceliğinin kendi güçlü olduğu ve Rusya’nın daha güçsüz olduğu bölgeler olması gerektiğini düşünmektedir. Bu nedenle, Doğu Ukrayna’da askeri bir müdahaleye hazırlanmak yerine, Rusya’yı ekonomik olarak zor duruma düşürecek yeni ekonomik yaptırımlara odaklanmak gerektiğini belirten Charles Kupchan, NATO’nun Avrupa’da ve özellikle de Baltıklar’daki askeri varlığını arttırarak Putin’e cevap verebileceğini düşünmektedir. ABD Başkanı’nın Minsk Antlaşması’nı yeniden gündeme alması gerektiğini de söyleyen Kupchan, bu konuda Barack Obama döneminde yapılan anlaşma üzerinden ilerleme kaydedilebileceğinin altını çizmektedir.

Oturumun genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; konuşmacıların, Rusya’ya ve onun lideri Vladimir Putin’e oldukça yakın bir görüntü çizen (nitekim ABD’nin yeni Dış İşleri Bakanı Rex Tillerson, Rus hükümeti ve Devlet Başkanı ile çok yakın ilişkileri olan bir kimsedir) Donald Trump yönetiminde de iki ülke arasındaki ilişkilerde büyük ilerleme kaydedilebileceği konusunda oldukça şüpheli ve karamsar oldukları söylenebilir. Zira ABD ve Rusya Federasyonu, dünyada iki farklı siyasal gelenek ve kültürü temsil eden ve halen daha Soğuk Savaş hatıralarının taze olması nedeniyle birbirlerine rakip olarak algılanan ülkelerdir. Dolayısıyla, Başkan Trump’ın Putin’e hayran olması, ABD-Rusya ilişkilerinin seyrini tamamen değiştiremeyebilir. Zira iki ülkenin ulusal çıkarları ve destekledikleri taraflar, Suriye, Ukrayna, Gürcistan, Avrupa ülkeleri ve daha birçok coğrafyada görüldüğü üzere birbirlerinden farklıdır.


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ



Hiç yorum yok: