Medeniyetin beşiği
Avrupa, son yıllarda aşırı sağın yeniden yükselişe geçmesiyle tehlikeli
sinyaller veriyor. Ekonomik krizin ve yüksek işsizlik oranlarının yarattığı
tepkiler, dünyada ve özellikle Avrupa’da sosyalist solun da zayıflaması
sonrasında göçmen karşıtı aşırı sağ hareketlerde ifadesini buluyor. Fransa’da
yapılan son anketler, Jean-Marie Le Pen’in kızı Marine Le Pen’in lideri olduğu
Front National (FN) yani Milli Cephe’nin birinci parti konumunda olduğunu
gösteriyor.
Bu yazıda özellikle
Avrupa’da yaşayan Müslüman ve Türk azınlıkları hedef aldığı gözlemlenen Avrupa aşırı
sağının yükselişine örneklerle daha yakından bakmaya ve bunun nedenleri üzerine
düşünmeye çalışacağım.
Dünya kamuoyu 2011
yılının Temmuz ayında Norveç’ten gelen bir haberle sarsılmıştı… Dünyada sosyal
demokrat modelin en başarılı örneklerinden biri olarak bilinen Norveç’ten gelen
haberler; aşırı sağcı Anders Behring Breivik adlı katilin Müslümanlara ılımlı
yaklaşımıyla bilinen Norveç İşçi Partisi’nin (Arbeiderpartiet) gençlik kampına
saldırı yaptığını ve 70’in üzerinde genci
katlettiğini duyuruyordu. Bu olay sonrasında Avrupa’da yıllardır devam eden
aşırı sağın yükselişi nihayet kamuoyunda hak ettiği ilgiyi görmeye ve konu daha
ciddi şekilde ele alınmaya başlandı. Olayın hemen ardından dünya kamuoyundan
gelen tepkiler üzerine resmi makamlarca
Avrupa
Polis Teşkilatı Europol’ün Avrupa’da aşırı sağcı hareketlerin güncel bir
haritasını oluşturacağı açıklandı.
Avrupalı birçok siyasetçi olayı kınayarak, aşırı sağ ile mücadele edecekleri
konusunda açıklamalar yaptılar. Ancak geçen 2 yılı aşkın sürede Avrupa’da aşırı
sağ ve İslamofobinin azalmadığı gibi yükseldiğini görmek mümkün. Somut
örneklerle bu duruma daha yakından bakalım…
Avrupa'nın aşırı sağ haritası
Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin ilk
belirtisi, Avusturya’da 1999 yılında Jörg Haider liderliğindeki FPÖ –
Özgürlükçüler Partisi’nin yüzde 26 oy alması olmuştur.
2002 yılında Fransa’da Jean-Marie Le Pen’in ilk kez yüzde 16’ları bulması
tehlikenin Avusturya’ya özgü olmadığını ispatlıyordu. Bulgaristan’da Türk
azınlık karşıtı ve anti-semitist ATAKA’nın, İsviçre’de İsviçre Halk Partisi –
SVP’nin (oy oranı yüzde 26’ları bulmuştur), Danimarka’da Danimarka Halk
Partisi’nin (Dansk Folkeparti, oy oranı yüzde 12’leri aşmıştır), Norveç’te
İlerici Parti’nin (Fremskrittspartiet, oy oranı yüzde 23’lere yaklaşmıştır),
Macaristan’da faşist Jobbik’in, Hollanda’da liderleri Geert Wilders’le tanınan
Özgürlük Partisi - PVV’nin (oy oranı yüzde 15’leri aşmıştır) yükselişleri ve
zaman zaman hükümet ortağı olmaları kötü gidişatın vahametini gözler önüne
seriyordu.
Ancak durumun korkutucu boyutlara ulaştığının son ispatları Almanya’da yaşanan
tüyler ürpertici “Dönerci Cinayetleri”
ve Yunanistan’da zaman zaman şiddet olaylarına da karışan Altın Şafak Partisi –
Hrisi Avgi’nin seçimlerde oylarını arttırması ve yüzde 7’leri bulması oldu. Aslına bakılırsa Avrupalı sağcı liderler dahi
liberal kanatlarının zayıfladığını ve aşırı sağın yükselişini önlemekteki
başarısızlıklarını itiraf ediyorlar. İlk olarak Almanya Şansölyesi Angela
Merkel'in 2010 Ekim’inde itiraf ettiği bu gerçeği, daha sonrasında Şubat 2011’de
İngiltere Başbakanı David Cameron ve önceki Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas
Sarkozy de ifade etmiş ve Avrupa’da çok kültürlülüğün sonunun geldiğini
söylemişlerdir.
Aşırı sağın Avrupa’da yükseliş nedenlerine
baktığımızda ise şu gerçeklerle karşılaşıyoruz
;
1-) Ekonomik kriz: 2008 yılından beri yaşanan
ekonomik krizin Avrupa’da sürmesi ve işsizlik oranlarının (özellikle genç
işsizliği) birçok Avrupa ülkesinde alışılmadık yüksek seviyelere yükselmesi
aşırı sağ yükselişin en önemli nedeni olarak gözüküyor.
Avrupa ülkelerinde işsizlik oranları
2-) İslamofobi: Avrupa’da aşırı sağın
yükselişinin en önemli nedenlerinden birisi İslam dini ve Müslümanlara yönelik
korku ve tepkiler olarak gözüküyor. 11 Eylül (9/11) felaketi sonrasında tüm
dünyada Müslümanlara yönelik tepkilerin arttığını zaten biliyoruz. Ancak Avrupa
özelinde bu durum daha vahim bir hal alıyor. Zira maalesef Avrupa’da yaşayan ve
daha çok ucuz işgücü olarak tercih edilen Müslümanlar sisteme entegre olmakta
bugüne kadar başarılı olamadılar. Bunda Avrupalı siyasetçilerin hatalarının
olduğu tartışma götürmeyen bir gerçek. Ancak Müslüman toplulukların da 21.
yüzyıl dünyasında hala feodal bazı değerleri savunmaları ve demokratik topluma
adapte olmakta çekinmeleri onları önyargılı Avrupalıların gözünde daha da
sevimsiz hale getiriyor. Elbette bu durumun giderilmesi konusunda Türkiye gibi
Müslüman nüfusu yoğun laik bir ülkenin Avrupa Birliği’ne girmesi ve Avrupalı
Müslümanların sisteme entegrasyonu konusunda lider rolü üstlenmesi gerekiyor.
200 yıllık modernleşme ve 80 yıllık laiklik tecrübesiyle Türkiye belki de
dünyada bu rolü üstlenebilecek tek aktör.
3-) Irkçılık: Avrupa’da temelleri atılmış
ırkçılık, İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’yı sürüklediği felakete rağmen
maalesef bugün hala Avrupa’nın bazı kesimlerinde etkinliğini sürdürüyor. Avrupa’da
ırkçı yeraltı örgütlenmelerine yönelik etkin politikaların geliştirilememesi ve
aşırı sağ siyasal partilerin siyasal alanda yer almalarına izin verilmesi
kuşkusuz bu noktada en önemli sorunu teşkil etmekte.
4-)
Solun zayıflaması: Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin en önemli
nedenlerinden birisi de, Sovyetler Birliği’nin çökmesi sonrasında dünya çapında
büyük oranda itibarı düşen sosyalist sol ve sol düşüncenin zayıflaması ve bunun
Avrupa’daki hümanist değerlerin de aşınmasına yol açmasıdır. Maalesef
geçmişte sosyalist solun tüm dışlanmış aktörleri kendi içerisine entegre ederek
başardığı bu hümanist yaklaşım, bugün Avrupa’daki sosyal demokrat ve liberal
partiler tarafından yeterince başarılı ölçüde sahiplenilemiyor.
5-) Türkiye’deki eksen kayması: Avrupa’daki
aşırı sağın yükselişinde pek dile getirilmeyen bir husus ise, Adalet ve
Kalkınma Partisi iktidarının ikinci döneminin sonlarından başlayarak Orta Doğu
liderliği rolüne soyunan ve Yeni Osmanlıcılık tartışmalarına neden olan Türkiye’nin
“eksen kayması” olarak değerlendirilen dış politik dönüşümüdür. İslam dünyası
ile Avrupa arasında her zaman bir iletişim kanalı ve denge unsuru olan Türkiye’nin
bu hızlı dönüşümü, elbette Avrupa’daki dengeleri de değiştirmiş ve orada da aşırı sağa gidişi hızlandırmıştır. Bu nedenle eski dengelere dönmek
için Türkiye’deki hükümetin liberal reformist çizgisine dönmesi ve AB üyeliğini
yeniden dış politika ajandasının ilk sırasına koyması gerekmektedir.
Dünyaya bugüne
kadar ırkçılık, faşizm ve emperyalizm gibi kötü değerler dışında insan hakları,
demokrasi, özgürlük-eşitlik-kardeşlik gibi çok faydalı değerler de kazandıran
Avrupa’nın bir an önce yakalandığı hastalıktan kurtulması ve demokrasisini
güçlendirmesi dileğiyle…
Yrd.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
“IFOP kamuoyu araştırmaları kuruluşu
tarafından haftalık Le Nouvel Observateur
dergisi için Mayıs 2014’te yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri
perspektifinde gerçekleştirilen yoklamada, Marine Le Pen liderliğindeki FN’nin
seçimlerde yüzde 24 oyla birinci sırada geleceği sonucu ortaya çıktı. Yoklamada,
şu an ana muhalefette olan klasik sağ eğilimli Halk Hareketi İçin Birlik (UMP)
partisi yüzde 22 oy oranı ile ikinci, iktidardaki Sosyalist Parti (PS) ise
yüzde 19 oyla üçüncü sırada görünüyor. 2009
yılında yapılan son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 15 oy elde ederek
sansasyon yaratan Yeşiller Partisi için bugün oy vereceğini söyleyen seçmen
oranı ise yüzde 6’yı geçmiyor”. “Fransız milliyetçiler siyaseti
karıştırdı”, Ntvmsnbc, Erişim Tarihi:
11.10.2013, Erişim Adresi: http://www.ntvmsnbc.com/id/25471745/.