24 Mayıs 2021 Pazartesi

MI6 Müsteşarı Richard Moore'un Time Radio Röportajı

 

2014-2017 döneminde Birleşik Krallık'ın Ankara (Türkiye) Büyükelçisi olarak görev yapan 1963 doğumlu İrlanda asıllı Britanyalı diplomat Richard Moore, 2020 yılı son aylarından beri Birleşik Krallık istihbarat teşkilatı MI6'in başında müsteşar olarak görev yapmaktadır. Türkiye'nin çok yakın ve iyi ilişkilerinin olduğu bir ülke olan Birleşik Krallık'ın istihbarat teşkilatının başına Türkçe bilen ve Türkiye'yi çok iyi tanıyan Moore'un geçmesi oldukça önemli ve pozitif bir gelişmedir. Bunun yanı sıra, Moore'un Twitter kullanan ve radyo programlarına demeç veren sıradışı bir istihbarat müsteşarı olması da dikkat çekmektedir. Bu sebeple, bu yazıda Richard Moore'un geçtiğimiz gün Times Radio'ya verdiği mülakatı özetleyeceğim.

Röportajın kaydı

Geçtiğimiz aylarda İngiliz istihbarat servisinin başına geçen Richard Moore, röportajda ilk olarak kendisine sorulan soru üzerine neden canlı bir radyo programına katıldığını açıklamaktadır. Moore, işlerinin bir bölümünün doğal olarak gizlilikle halledilmesi ve kamuoyu önünde konuşulmaması gereken meselelerden oluştuğunu, buna karşın, son yıllarda kendisinden önce görev yapan MI6 müsteşarlarının değişen yaklaşımları ve kendisinin bu yöndeki çabalarıyla birlikte insanların ne iş yaptıklarını daha iyi anlamaları için bu tarz yayınlara katıldığını belirtmektedir. Temel görevlerini Birleşik Krallık'ı güvenli bir ülke yapmak ve ülkesinin değerlerini savunmak olarak açıklayan Moore, Twitter kullanan ilk müsteşar olmasını da benzer şekilde açıklamakta ve sosyal medya üzerinden insanlarla yazışarak bazı konulara (bilhassa da komplo teorileri) açıklık getirmeye çalıştığını belirtmektedir. Daha sonra soru üzerine istihbarat mesleğine nasıl dahil olduğunu anlatan Moore, kendisinin profesyonel bir istihbaratçı olmaktan büyük memnuniyet duyduğunu ve Büyükelçi olarak görev yapmadan önce de MI6 için çalıştığını söylemekte ve bu mesleğe üniversite eğitimi sonrasında gazetecilik mesleğinde başarılı olamadığı için başladığını anlatmaktadır. İstihbarat mesleğinin düzgün bir iş/kariyer olduğunu da belirten Moore, amaçlarının yalnızca insanları güvende tutmak olduğunu ve bunun doğru/iyi bir amaç olduğunu vurgulamaktadır. Günümüzde istihbarat işinin çok daha şeffaf bir hale geldiğini de vurgulayan Moore, artık online olarak MI6 web sitesinden bile iş başvurusu yapılabildiğini ve eskiden olduğu gibi yalnızca Oxbridge mezunlarından çalışanlar seçmediklerinin altını çizmektedir. Günümüzde teknolojinin yaptıkları işler için büyük bir rekabet alanı oluşturduğunu da belirten müsteşar, bu nedenle herşeyi olabildiğince şeffaf yapmaya çalıştıklarını ve hatta yakında yeni "Q" alımı için reklam vereceklerini söylemektedir. Q benzeri karakterlerin yalnızca James Bond filmlerinde değil, gerçek istihbarat işlerinde de olduğunu belirten Moore, kendilerinin de bu konuda romanları/filmleri takip ettiklerini ve sanattan ilham aldıklarını vurgulamaktadır. Günümüzde istihbarat işlerinin teknolojiyle yakından bağlantılı hale geldiğini ve bu nedenle özel sektörle ve özellikle teknoloji şirketleriyle birlikte çalışmaları gerektiğini kaydeden müsteşar, ayrıca bu konuda daha açık fikirli olunması gerektiğinin de altını çizmektedir.

Daha sonra soru üzerine günümüz dünyasının güvenlik açısından yarattığı riskleri anlatan Richard Moore, günümüzde güçlü bir devletin bazı kritik alanlarda/sektörlerde teknoloji ve bilim açısından ileride/gelişmiş olması gerektiğini vurgulamaktadır. Günümüz koşullarında en büyük güvenlik riski olarak otoriter/totaliter rejimleri işaret eden Moore, ayrıca yeni teknolojilerle gerçekleştirilen terör saldırılarını da diğer önemli risk unsuru olarak kaydetmektedir. Britanya açısından tehlike oluşturan terör örgütleri olarak El Kaide ve IŞİD (DAEŞ) gibi radikal İslamcılık motifli grupları işaret eden Moore, IŞİD'e karşı askeri olarak Suriye ve Irak'ta müttefiklerin önemli başarılar kazandığını ve benzeri başarıların son 20 yılda Afganistan'da El Kaide'ye karşı da elde edildiğini, ancak buna rağmen Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da devletlerin zayıf düşmeleri durumunda bu ve benzeri radikal örgütlerin kısa sürede yeniden örgütlenebildiğini/örgütlenebileceğini ve bu nedenle bu tarz oluşumlar üzerinde baskı kurmaya devam etmeleri gerektiğini ifade etmektedir. Daha sonra ABD'nin Joe Biden Başkanlığında Afganistan'dan askeri olarak çekilme kararı almasını değerlendiren Moore, bunun işleri farklı şekilde sürdürmek anlamına geleceğini söylemekte ve bu anlamda Batılı devletlerin Afganistan'da radikal İslamcı grupların yeniden güçlenmesini önlemek için daha istihbari yöntemlere başvuracağının sinyallerini vermektedir. Ülkesinin Taliban'la ABD'nin yürüttüğü müzakere sürecine destek verdiğini de hatırlatan Britanyalı istihbarat şefi, buna karşın Afganistan'ın radikal grupların kontrolüne geçmemesi gerektiğini ve bunun Afganistan mücadelesinde hayatını kaybeden asker ve görevlilere borçları olduğunu sözlerine eklemektedir. İkinci bir 9/11 (11 Eylül) vakasına asla izin vermemeleri gerektiğini kaydeden Richard Moore, bu doğrultuda Amerikalılar ve diğer müttefiklerle birlikte çalışacaklarını vurgulamaktadır. Yine bir soru üzerine Amerikalı muhataplarıyla (CIA) çok yakın çalıştıklarını belirten Moore, Afganistan'da işlerinin sona ermediğini de açıkça söylemektedir.

Programın ilerleyen dakikalarında bir soru üzerine Rusya-Ukrayna gerilimine değinen MI6 şefi Richard Moore, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in aklından geçenleri bilmenin zor olduğunu ve büyük ihtimalle henüz Putin'in de Ukrayna konusunda kesin bir karar vermediğini, buna rağmen Rusya'nın Ukrayna sınırında Soğuk Savaş'tan bu yana en büyük askeri yığınağı yapmasının endişe verici olduğunu ifade etmektedir. Günümüzdeki askeri yığınağın 2014 Kırım ilhakı sürecinden bile daha kapsamlı olduğunu belirten Moore, Moskova'ya Ukrayna'ya müdahale etmeleri durumunda çok ağır bir bedel ödeyeceğini açıkça belirtmeleri gerektiğini söyleyemektedir. Ayrıca, Moore, Putin Rusya'sının tercih ettiği politikalar nedeniyle Rus halkının ekonomik olarak ağır bedeller ödemeye devam ettiklerini ve Batı'nın yaptırımlarının Rusya ekonomisini altüst ettiğini söylemekte ve Putin yönetimini eleştirmektedir. MI6 müsteşarı, Rusya'nın gelecekte benzer hatalar yapmayacağı umduğunu söyleyerek, Salisbury vakasını gündeme getirmekte ve bunun kendisinde ve ülkesinde yarattığı rahatsızlığı anlatmaktadır. Bu konuda müttefiklerle birlikte koordineli hareket ettiklerini ve Putin'e doğru mesajı vermeye çalıştıklarını belirten Britanyalı istihbaratçı ve diplomat, ülkesiyle Rusya arasındaki iletişim kanallarının açık olduğunu ve bu konuda kendilerinin ve ABD'nin (Biden yönetiminin) görüşlerini Moskova'ya açıkça ilettiklerini vurgulamaktadır. Rusya ile sorunlu ilişkileri kendilerinin tercih etmediğinin de altını çizen Moore, ilişkileri sorunlu hale getiren unsurun Moskova'nın sorumsuz tavırları olduğunu iddia etmektedir. Bunun yanında, Rusya'nın dış politikada küçük bir elitin karar alma sürecinde etkin olması nedeniyle zaman zaman Batılı devletlerin verdikleri mesajları anlamakta zorluk çektiğini de söyleyen Moore, bu nedenle Ukrayna konusunda mümkün olduğunca açık ve net davranmaya çalıştıklarını söylemektedir. Rusya'nın demografik ve ekonomik sorunları ile son dönemde Alexei Navalny protestolarının yarattığı etkinin bu ülke açısından zorlayıcı olduğunu da vurgulayan Moore, Rusya'nın Ukrayna konusunda tansiyonu düşürmesi gerektiğini belirtmektedir. GRU üyelerinin Rusya adına yaptığı bazı faaliyetleri de eleştiren Moore, Sergey Skripal ve Çekya'daki bazı GRU faaliyetlerini gündeme getirmektedir.

Programın sonraki bölümünde Çin Halk Cumhuriyeti konusuna odaklanan Richard Moore, Çin’i yöneten kişilerin kendileriyle aynı değerleri paylaşmadıklarını ve onların çok farklı değer yargıları olduğunu, ayrıca birçok konuda iki ülkenin çıkarlarının da örtüşmediğini belirtmekte ve buna örnek olarak da Birleşik Krallık çıkarları açısından önemli olan Hong Kong’da "tek ülke iki sistem" temelinde kurgulanan anlaşmaya Çin'in son dönemde uygun hareket etmemesini göstermektedir. Bu gibi meydan okumalara cevap vermeleri gerektiğini söyleyen Moore, akademik özgürlükleri ve fikri mülkiyet haklarını savunmaları gerektiğini, buna rağmen, Çin konusunu siyah-beyaz bir mesele olarak değil, karmaşık bir mesele olarak değerlendirmeleri gerektiğinin altını çizmektedir. Çin’le iyi ilişkiler kurmak istediklerini ve bunun iki ülke için de önemli olduğunu düşündüğünü belirten Moore, ticaret ve özellikle iklim değişikliği gibi konularda Çin’le işbirliği içerisinde olmak gerektiğini vurgulamakta ve birkaç yıl içerisinde dünyanın en büyük ekonomisi olacak ülkeyle ilişkilerin dengeli şekilde sürmesi gerektiğini ifade etmektedir. Yayının son bölümünde Ian Fleming romanlarından uyarlanan James Bond filmlerine de değinen Moore, yeni Bond filmi "No Time To Die"ı henüz izlemediğini de (yani kendilerine önceden özel bir gösterim yapılmadığını) sözlerine eklemektedir.

Richard Moore röportajının genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; yeni MI6 müsteşarının sempatik ve medya ile ilişkilere önem veren bir kişi olmasının avantaj olduğu ve Rusya ve Çin'le ilişkiler gibi konularda Moore'un mesajlarının demokratik, dengeli ve pozitif olduğu söylenebilir. Buna karşın, Birleşik Krallık'ın da, geçmişte ve günümüzde dış politika ve güvenlik politikasında demokratik bir devlet olmasına karşın bazı hatalı politikalar uyguladığını ve mesleğinin doğası gereği Moore'un görevinin doğruları söylemekten ziyade ülkesinin çıkarlarını korumak olduğunu belirtmek gerekir.

 Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

2023 Türkiye Cumhurbaşkanlığı Seçimi Öncesinde Bazı Fikir ve Öngörüler

 

Giriş

Türkiye Cumhuriyeti, 100. yıldönümünü kutlayacağı 2023 yılında (tabii ki eğer bir erken seçim olmazsa), çok önemli bir Cumhurbaşkanlığı seçimine sahne olacaktır. Türkiye’nin adeta gelecek yönelimini ve ruhunu belirleyecek olan bu seçimde, 2002’den beri iktidarda olan İslamcılıktan gelme bir sağ parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Büyük Birlik Partisi (BBP) ile birlikte oluşturduğu Cumhur İttifakı bloku karşısında, 2002’den beri anamuhalefet partisi konumunda olan seküler çizgideki sosyal demokrat Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile merkez sağ İYİ Parti, İslamcı Saadet Partisi ve merkez sağ Demokrat Parti’nin oluşturduğu Millet İttifakı bloku yarışacaklardır. Ayrıca, son dönemde kurulan Ali Babacan’ın DEVA Partisi ile Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’nin de bu seçimde Millet İttifakı’na (muhtemelen ikinci turda) destek vermesi beklenmektedir. Bunun dışında, Türkiye’deki Kürtlerin yoğun şekilde oy verdiği Halkların Demokratik Partisi-HDP’nin de bağımsız bir parti olarak seçime gireceği ve kendi adayını öne süreceği öngörülmektedir. Bu yazıda, iktidar ve muhalefetin 2023 stratejilerini analiz edeceğim.

Cumhur İttifakı Bloku

2002’den beri Türkiye’yi yönetmekte olan İslamcı kökenli merkez sağ-sağ bir parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), seçim performansı anlamında Cumhuriyet tarihinin en başarılı siyasal oluşumu olan dikkat çeken ve tarihe geçen bir partidir. AK Parti ve onun tartışmasız lideri olan 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugüne kadar girdikleri 8 ulusal seçimin[1] ve 3 referandum sürecinin[2] tamamını kazanmıştır. Bu, azımsanamayacak ve 2023 seçimleri öncesinde de AK Parti destekçilerine güven veren bir durumdur. Lakin, Türkiye’de 2002-2012 döneminde genelde daima demokratikleşme, Avrupa Birliği (AB) reformları ve daha özgür bir siyasal düzen kurma arayışında olan AK Parti, Türkiye-AB ilişkilerinin Kıbrıs engeli başta olmak üzere çeşitli sorunlar nedeniyle tıkanması, Arap Baharı sürecinde Batılı ülkelerin başta ABD olmak üzere İslami demokratik hareketler yerine askeri cunta rejimlerine arka çıkması ve Türkiye’nin 2013 sonrasında düşen ekonomik ve performansının da etkisiyle, son yıllarda daha otoriter ve devletçi politikalara yönelmiş; aşırı sağ çizgideki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Büyük Birlik Partisi (BBP) ile Cumhur İttifakı adlı bir sağ-aşırı sağ blok oluşturmuştur AK Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan, 2014 yılında doğrudan halk oyuyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı olmasının ardından, 1982 anayasasının öngördüğü yetkileri sonuna kadar kullanan bir Cumhurbaşkanı olmak istediğini belirtmiş; zaman içerisinde de sistemi Başkanlık sistemine dönüştürme isteğini ortaya koymuştur. Nitekim 2017 yılında “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen Başkanlık sistemine geçiş referandumunun kabulünün ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda kazanarak, tartışmasız liderliğini perçinlemiştir. Buna karşın, dünya ve Türkiye siyasetindeki olumsuz trendlerin de etkisiyle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bugüne kadar beklenen ölçüde başarılı olamamıştır.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Millet İttifakı’nın kozlarına baktığımızda; başörtüsü (türban) ve İmam Hatiplilere uygulanan katsayı engeli gibi sorunları çözmeyi başardığı için İslamcı sağ tabanda adeta kutsiyet kazanan Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi kişisel destek ve oyu yüzde 40 civarında olan büyük bir lidere sahip olmaları, Türkiye’nin Cumhur İttifakı’nın belirlediği politikalar doğrultusunda 2016’dan itibaren yöneldiği askeri aktivizme dayalı dış politikanın 2020 Dağlık Karabağ Savaşı, Libya ve Doğu Akdeniz’deki siyasi dengeler ve Suriye’deki terör oluşumlarının (IŞİD, PYD-YPG) Türkiye sınırından uzaklaştırılması gibi konularda gösterdiği önemli başarılar, MHP ve BBP gibi milliyetçi-İslamcı tabandan toplamda yüzde 10’nun altında oy alması beklenmeyen önemli bileşenleri blok içerisinde tutmayı başarması, İsrail’in Filistin’de uyguladığı sert politikalara karşıtlık başta olmak üzere halkın genel hissiyatı ve nabzını çok iyi anlayan çizgide bir iç ve dış politika anlayışı belirlemesi, Kanal İstanbul gibi yeni projelerle sürekli medya ve seçmen algısını canlı tutması ve medyada ağırlığını hissettirmesi gibi unsurlar ön plana çıkmaktadır.

Millet İttifakı’nın dezavantajlarını değerlendirdiğimizde ise; 2002’den beri iktidarda olan Erdoğan ve AK Parti’nin haliyle yıpranma süreci yaşamaları, Türkiye ekonomisinin özellikle Rahip Brunson krizinden beri bir türlü toparlanamaması ve Türk lirasının dolar ve avro karşısında sürekli değer kaybetmesi, Türk-Amerikan ve Türkiye-AB ilişkilerinin bir türlü istikrarlı bir zemine çekilememesi, AK Parti’nin DEVA Partisi ve Gelecek Partisi gibi kendi içerisinden çıkan İslamcı-sağ nitelikte partilere oy kaybetmesi riski, Türkiye’nin çeşitli başarılar kazanan askeri aktivizme dayalı dış politikasının uluslararası kamuoyunda yarattığı tepkiler ve ekonomik zorluklar nedeniyle artık bir duraklama dönemine girilmesi, CHP ve Millet İttifakı’nın Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi yeni siyasi yıldızlar yaratabilmesi ve HDP ile Kürtlerin MHP ile ittifak nedeniyle Erdoğan’a oy vermeyecek olmaları gibi temalar öne çıkmaktadır.

Son dönemde pandemi sürecinde yaşanan ağır kayıplar ve ekonomik kriz nedeniyle oy erimesi süreci yaşayan AK Parti ve Cumhur İttifakı, buna karşın seçime kadar ekonomi ve pandemiyle mücadele gibi konularda mesafe alırsa, yeniden oy oranını yükseltebilecektir. Zira tüm çalışmalar göstermektedir ki, Türkiye halkının temel kaygısı ekonomik sorunlardır. Bunun yanı sıra, AK Parti ve Cumhur İttifakı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni reforme ederek, gelen eleştirileri dizginlemek ve Avrupa standartlarında demokratik bir siyasal düzen kurmak için bazı vaatlerde bulunmak yoluna da gidebilir. Bir diğer önemli konu da seçim düzenlemesi olabilecektir. Nitekim Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turunda yüzde 45 oyla seçilebilmenin kabul edilmesi halinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın riskli olacak ikinci tura kalmadan seçilmesi mümkün olabilecektir.

Millet İttifakı Bloku

Anamuhalefet CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı ise, 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bu defa çok daha özgüvenli ve iddialı hazırlanmaktadır. 2002’den beri Deniz Baykal’ın liderliğinde AK Parti ile siyasal-kültürel değerler üzerinden çatışmaya dayalı (laiklik-İslamcılık tartışmaları) siyaset güden ve sürekli kaybeden CHP, Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2010 yılından itibaren liderliği sürecinde ise, halkın değerleri konusunda daha özenli davranarak, farklı siyasal gruplara (İslamcılar, merkez sağcılar vs.) karşı daha kucaklayıcı bir anlayış benimsemiş ve oy oranını arttırdığı gibi, İslamcı ve sağ partilerden de blok siyasetine destek bulabilmiştir. Öyle ki, Erdoğan ve AK Parti’nin kaynağı olan Refah Partisi’nin devamı niteliğindeki Temel Karamollaoğlu liderliğindeki İslamcı SP, bugün CHP ve Millet İttifakı’nı desteklemektedir. Bunun yanı sıra, MHP’de önü kesilen Meral Akşener’in kurduğu İYİ Parti’nin istikrarlı bir şekilde yükselmesi de, sağ oyları Millet İttifakı hanesine kazandıran çok önemli bir dönüm noktasıdır. Kılıçdaroğlu’nun benimsediği blok stratejisi sayesinde, son dönemde Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi önemli AK Partililer de kendi sağ partilerini kurmuşlardır. Bu partiler henüz istenilen yüksek oy düzeyine ulaşmasalar da, AK Parti’den oy alabildikleri ortadadır. Ayrıca, özellikle Babacan’ın oy potansiyeli hayli yüksek gözükmektedir.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Millet İttifakı’nın kozlarına baktığımızda; 2002’den beri iktidarda olan Erdoğan ve AK Parti’nin yıpranma sürecine girmeleri, Türkiye’nin pandeminin de etkisiyle son birkaç yıldır ekonomide iyi bir performans gösterememesi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin henüz beklenen verimli yönetişim algısını ve modelini oluşturamaması, İYİ Parti ve DEVA Partisi’nin sağ seçmenleri AK Parti’den koparabilmeleri, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi yeni siyasal yıldızların ortaya çıkması ve bu kişilerin Cumhurbaşkanı adayı olma ihtimalleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürt seçmenler nezdindeki yüksek desteğinin kalmaması, uluslararası kamuoyundan ve Batılı siyasal çevrelerden (başta ABD Başkanı Joe Biden ve ekibi olmak üzere) Türkiye’de muhalefete destek verilmesi, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun son yıllarda bilge, komplekssiz ve olgun bir devlet adamı profili sergilemeye başlaması ve toplumun farklı kesimlerince de saygı görmesi gibi unsurlar öne çıkmaktadır.

Millet İttifakı’nın dezavantajlarını değerlendirdiğimizde ise; CHP’nin İslamcı-sağ tabanda halen bile önyargıları tam olarak aşamamış olması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüzde 40’ları bulan kişisel desteği, HDP’nin ittifaka dışarıdan desteğinin tam olarak sağlanamaması ve HDP desteği halinde blok içerisinde (özellikle İYİ Parti bağlamında) sorunlar yaşanması olasılığı, AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın SP ve Gelecek Partisi ve seçmenlerini Millet İttifakı’ndan koparmaya yönelik muhtemel girişimleri, aday belirleme sürecinin krize dönüşmesi riski, doğru aday belirlenememesi durumunda seçmenlerin yeterince motive edilememesi sorunu, Kılıçdaroğlu-İmamoğlu-Yavaş üçlüsünden en doğru adayı bulma yönünde yaşanan belirsizlikler, Türkiye ekonomisinin 2023’e kadar toparlanacak olması ve en önemlisi, muhalefetin savunduğu “güçlendirilmiş parlamenter sistem” modelinin siyasal iletişim ve siyasi süreçler açısından biraz karışık bir algı yaratması (bu durumda sistem değişikliği sonrasında yeniden bir seçime gidilecek ve halkoyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanı büyük ihtimalle sembolik bir makamın sahibi olacaktır) olarak sıralanabilir.

Dolayısıyla, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibini 2023 seçimi öncesinde önemli ve stratejik kararlar beklemektedir. Son dönemde kendi adaylığını gündeme getirmeye başlayan Kılıçdaroğlu, anketlerde çok ağır basan İmamoğlu-Yavaş ikilisinden birini de Cumhurbaşkanı adaylığı için tercih edebilir. Bu noktada, Kürt oylarını da toplaması muhtemel İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ismi öne çıkmaktadır. Anketlerde İmamoğlu’nun bile üzerinde başarı kazanan Mansur Yavaş ise, Kürt oyları konusunda daha dezavantajlı bir tercih olabilir. Bunlar kadar önemli diğer mesele de, CHP ve Millet İttifakı’nın iki aşamalı stratejilerini halka iyi izah etmeleri gerekmesidir. Öyle ki, ilk seçimden 6 ay veya 1 sene sonra gerekli reformların yapılıp yeniden bir Başbakan seçmek için parlamento seçimine gidilecek olması, seçmenlerin aklını karıştırabilecek ve siyasi istikrar yönünden endişeler yaratabilecek bir husustur. Muhalefet partilerinin bu konuda siyasal iletişim uzmanlarıyla entegre şekilde daha yoğun çalışmaları gerekmektedir.

Sonuç

Sonuç olarak, 2023 Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çok renkli ve kıyasıya geçeceğini öngörmek yerinde olur. Şu an için avantaj muhalefette gibi gözükse de, AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, pandemi ile mücadele ve ekonomi konusunda iki yıl içerisinde bir atılım yaparak, kısa sürede durumu kendi lehlerine çevirebilirler. Bu nedenle, muhalefetin de yönetmeye hazır, yapacakları önceden planlanmış ve daha basit ve mümkünse tek aşamada çözüm öneren bir siyasi strateji benimsemesi şarttır. Aslolan Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında demokratik ve gelişmeye devam eden bir ülke olmasıdır ki, bunu kim daha iyi yapacaksa, halk da o bloka yönelmelidir.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

[1] 2002, 2007, 2011, 2015 Haziran, 2015 Kasım ve 2018 parlamento seçimleri ile 2014 ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri.

[2] 2007, 2010 ve 2017 referandumları.


18 Mayıs 2021 Salı

Doç. Dr. Ozan Örmeci'den Yeni Kitap-içi Bölüm: "Fransa'nın Doğu Akdeniz Politikasını Anlamak"

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Doç. Dr. Ozan Örmeci, duayen akademisyenler Prof. Dr. Tayyar Arı ve Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın editörlüğünde hazırlanan Uluslararası Güç Mücadelesinin Yeni Arenası Doğu Akdeniz adlı 2021 İdeal Kültür Yayıncılık basımı kitaba "Fransa'nın Doğu Akdeniz Politikasını Anlamak" başlıklı çalışmasıyla katkıda bulundu. Aşağıdaki linkten bu makaleyi okuyabilirsiniz. 

- Örmeci, Ozan (2021), "Fransa'nın Doğu Akdeniz Politikasını Anlamak", içinde Uluslararası Güç Mücadelesinin Yeni Arenası Doğu Akdeniz (editörler: Tayyar Arı & Mesut Hakkı Caşın), İstanbul: İdeal Kültür Yayıncılık, ss. 175-213


8 Mayıs 2021 Cumartesi

Une recette pour la normalisation de la politique étrangère en Turquie


En 2023 la République de la Turquie va fêter son 100ieme anniversaire. 2023 sera aussi l’année des prochaines élections présidentielles en Turquie selon la planification ordinaire. La Turquie est devenue un pays moins démocrate, économiquement très affaibli et surtout moins diplomatique après le coup d’état manqué de 2016. Le système hyperprésidentiel adopté par l’état après le référendum en 2017 n’a pas pu régler les problèmes du pays jusqu’aujourd’hui. Dans cet article, je vais essayer de présenter une recette pour la normalisation dans la politique étrangère de la Turquie.

Résoudre le problème de S-400 : En 2017, la Turquie a décidé d’acheter un système de défense aérienne russe (le S-400). Comme la Turquie est un pays membre de l’OTAN, ce choix n’a pas été soutenu par les Etats-Unis et par les autres pays membres de l’OTAN. C’est vrai que les Etats-Unis ont créé des difficultés à Ankara pour l’achat de système de défense aérienne américaine, le Patriot, pendant le période présidentiel de Barack Obama. Mais la Turquie avait la chance d’acheter le system de défense aérienne italienne-français, le SAMP-T, pour empêcher des problèmes politiques et de sécurités dans l’OTAN. A cause de cet achat, la Turquie est maintenant expulsé du programme de F-35, le dernier avion de chasse américain. Même si la Turquie a fait l’achat avant la ratification de la loi CAATSA en Etats-Unis, le congrès américain et le président précèdent des Etats-Unis, Donald Trump, ont confirmé l’application des sanctions (CAATSA) contre Ankara en décembre 2020. Les sanctions visent de léser la présidence des industries de défense (SSB) de la Turquie et ses chefs. Cette crise crée des risques vitaux pour la continuation de la coopération de défense dans les relations turques-américaines, car la Turquie peut décider d’approfondir ses relations stratégiques avec la Russie. Le ministre turc des Affaires étrangères, Mevlüt Çavuşoğlu, a déjà assuré que la Turquie se tournera vers d’autres pays si les Etats-Unis annulent la livraison des chasseurs F-35 à cause de l’achat des fusées russes S-400.[1] D’autre part, le ministre de la Défense nationale M. Hulusi Akar a proposé « le model de Crète », un propos rappelant l’usage système de défense aérienne russe, le S-300, par la Grèce. Mais malheureusement, le nouveau président américain Joe Biden et son administration ne s’attache pas à ces propos. Alors, dans les mois prochains, pour empêcher un fractionnement dans l’OTAN, Washington et Ankara doivent travailler ensemble pour résoudre cette crise. La Turquie doit retourner au programme de F-35 ou acheter des avions de combat de la part des pays membres de l’OTAN.

Retourner au processus de l’adhésion à l’Union européenne : La Turquie a vécu ses meilleures années entre 2001 et 2013 grâce au processus de l’adhésion à l’UE démocratiquement et aussi économiquement. La Turquie est devenue avantageux et brillant pour le capital financier pendant cette période. Mais après la halte de ce processus, l’économie et la démocratie de la Turquie a commencé à régresser. Alors même si l’adhésion de la Turquie va durer beaucoup plus de temps et peut être sera jamais terminé, c’est plus avantageux pour Ankara de ranimer ce processus. La Turquie devient un pays plus effectif et assidu quand il y a une grande ambition et un objectif déterminé. La présence d’un président américain qui soutient l’UE peut aussi aider Ankara à retourner au processus de l’adhésion à l’UE.

Préférer la diplomatie contre des méthodes militaires : La démocratie de la Turquie est affaiblie après 2016 pas seulement à cause des choix politiques de président Recep Tayyip Erdoğan. Suite à des opérations militaires d’Ankara en Syrie, Iraq, Haut-Karabakh, Méditerranée d’ouest et Libye, il y a toujours une atmosphère inattendue, militariste et ultranationaliste en Turquie depuis 2016. C’est vrai que cette ligne de politique a fait des succès pour Ankara en Syrie, Iraq, Haut-Karabakh et Libye ; mais maintenant, comme la Turquie est en difficulté de trouver des alliés, elle doit changer sa politique étrangère et commencer à préférer des méthodes diplomatiques. Surtout en Libye et Syrie, la Turquie doit commencer à planifier le futur.

La normalisation avec l’Arménie : L’Azerbaïdjan a sauvé ses territoires occupés par l’Arménie avec la guerre en 2020. Alors, maintenant la Turquie a la chance de normaliser ses relations diplomatiques avec l’Arménie. La normalisation avec l’Arménie peut aider Ankara à ajuster son image comme un pays démocratique et défenseur. L’Azerbaïdjan et la Géorgie peuvent aussi rentrer dans un pacte de collaboration économique régionale initié par Ankara et Erevan.

Liberté pour la presse et les universités : La qualité de la démocratie en Turquie est affaiblie à cause de la pression de l’état et du gouvernement contre les journalistes et les académiciennes. La Turquie est maintenant catégorisée comme un pays autoritaire (un pays qui n’est pas libre) dans les indexes de la démocratie.[2] En 2023, la Turquie doit fêter son 100ime anniversaire comme un pays libre et démocratique. Pour y arriver le plus tôt possible, le gouvernement doit commencer à faire des reformes dès maintenant.

Une solution politique pour la Syrie : La guerre civile en Syrie, depuis 2011, a donné lieu à la régression de la démocratie turque. Les groupes terroristes en Syrie et les opérations militaires de la Turquie ont eu des effets très négatifs pour la politique intérieure et étrangère et aussi pour l’économie de la Turquie. Alors, la Turquie doit collaborer avec la Russie, l’Iran et les Etats-Unis pour normaliser la vie en Syrie. La Turquie peut continuer à critiquer le régime de Bachar al Assad, mais le « réel politique » oblige Ankara à trouver une solution politique en Syrie.

La normalisation avec le monde arabe et l’Israël : La Turquie depuis des années n’a plus d’ambassadeur en Syrie, en Egypte, ni en Israël. C’est une situation critique. Les pays peuvent avoir des problèmes mais la diplomatie doit toujours continuer à opérer. Alors, la Turquie peut commencer à tempérer ses relations avec les pays arabes et l’Israël aussi dès maintenant.

Dr. Ozan ÖRMECİ



5 Mayıs 2021 Çarşamba

A Recipe for Normalization in Turkish Foreign Policy


The Republic of Turkey is heading towards its 100th anniversary. According to normal schedule, Turkey’s 100th anniversary will coincide with the country’s next presidential election. Before the election, both the government coalition (AK Parti + MHP + BBP) and the opposition bloc (CHP + İYİ Parti + DEVA Partisi + Gelecek Partisi + Saadet Partisi) seem not enough ready for this very important turning point in Turkish political history. Here is a list of tips for both the government and the opposition bloc to get back to normal in Turkey’s democratization process as well as classical Western-oriented Turkish foreign policy.

Solve the S-400 crisis: Turkey is a member of NATO and a traditional U.S. ally. However, Turkey’s strange choice of buying its air missile defense system from Russia recently created serious disturbance and harsh reactions in the U.S. as well as in other NATO allies. Turkey was even removed from the F-35 program due to its S-400 purchase. It is true that in the past the U.S. acted very reluctantly to sell its Patriot system to Ankara. Even the 45th President of the U.S. Donald Trump confessed this reality. However, at the same time, this problem creates further problems and complications in Turkish-American relations. Thus, it is better for Ankara to sell the S-400 system to a third country or to convince Washington in implementing a formula (Turkish National Defense Minister Hulusi Akar already offered the “Crete model”) to prevent additional problems to arise between two countries.

Get back to EU reforms: Turkey’s golden years in terms of economic growth and democratization took place between 1999 and 2013. It was not a coincidence; Turkey’s aim to become a full member to the European Union and its reformist governments were the main reasons of the country’s gradual success. Thus, it is very essential to revitalize Turkey’s EU membership process although it might take long years for Ankara to become a full member of the Union. Since the new U.S. President Joe Biden and his Secretary of State Antony Blinken are also known as pro-EU statesmen who care much more about Transatlantic ties compared to Trump administration, Turkish-EU normalization could be realized at the same time with the Turkish-American normalization. Providing French support to Turkey’s EU process would be crucial in doing this.

Support diplomacy instead of military moves: Turkey has been recently criticized in the Western press and academia as a country whose foreign policy is largely militarized. Thus, Ankara might begin to prefer diplomatic methods over warfare and militaristic methods in Cyprus and the Eastern Mediterranean dispute, in Libya, and in Syria from now on. In addition, instead of two states solution, Ankara could prefer a thesis based on confederation or federation in Cyprus in order not to destroy UN Secretary General Antonio Guterres’ sincere efforts. This will be welcomed by all sides including the U.S., the EU, and the Russian Federation.

Normalization with Armenia: Since Turkey’s number one ally Azerbaijan got back its territories in Nagorno Karabakh with the recent war, Turkey could try to normalize its relations with Armenia as well. Azerbaijan and Georgia could also join these two countries to establish a regional framework of cooperation. Of course, Armenian contribution to peace is also expected in this scenario. 

More freedoms for the press and the academia: Although Turkey is not living its best days as a democracy, it is also a fact that Turkey is still much more developed and democratic compared to other Muslim countries (with the exception of Tunisian democracy). In order to develop Turkish democracy further, the government might allow more freedoms for the press and the academia in the following months. This will change the mood in the country and reduce Western criticism against the Turkish regime.

Political solution to Syrian crisis: In order to establish a normal democratic regime in Turkey, the war in Syria must end. Turkey, together with Russia, Iran, and the U.S., should work on how to arrange the transition period in Syria and to create a unified country once again. This should be followed by Turkey-Syria normalization process which would help Turkey to get normalized within its borders as well.

Normalization with the Arab world and Israel: Turkey should also normalize its relations with Arab countries and Israel. Turkey does not have an ambassador now in Syria, Egypt, and Israel. Turkey’s relations with the Gulf States -with the exception of Qatar- have also become very problematic in recent years. Thus, Ankara should try to improve its diplomatic relations in the Middle East in the new term to have a better political positioning.

These tips could be used as a basic recipe for Turkish government to improve Turkish foreign policy. Turkey deserves a good reputation and image in its 100th anniversary since Turkish people are very friendly towards other nations.

Assoc. Prof. Ozan ÖRMECİ