27 Mart 2013 Çarşamba

BRIC Ülkeleri



BRIC veya BRIC ülkeleri deyimi, adını Brezilya, Rusya Federasyonu, Hindistan (India) ve Çin (China) gibi ekonomileri son yıllarda yüksek hızda büyüyen ülkelerin baş harflerinden alan bir ekonomi terimidir. Kimi analistler bu dörtlü gruba Güney Afrika’yı (South Africa) ekleyerek BRICS[1], kimileri ise Meksika’yı ekleyerek BRIMC[2] gibi benzer tabirler de kullanmaktadırlar. Hatta bir dönem Türkiye ekonomisinin istikrarlı olarak yüzde 10 dolaylarında büyümesi nedeniyle kimi ekonomistler tarafından (örneğin 2011 yılında RBS Gelişen Piyasalar Başekonomisti Tim Ash) Türkiye’yi kastederek T-BRIC tabiri de kullanılmıştır.[3] BRIC ülkelerinin ekonomi alanında son yıllarda dünya dengelerini bozar ölçüde ağırlık hissettirmeye başlaması, genelde siyasal alanda bunun ABD’nin nihai zaferiyle sona eren Soğuk Savaş sonrasında yeni bir çok-kutupluluk düzenine doğru gidişe işaret ettiği şeklinde yorumlanmaktadır. Bu yazıda BRIC ülkeleri hakkında bazı temel bilgi ve tartışmaları sizinle paylaşmaya çalışacağım.
BRIC ülkeleri ifadesi ilk olarak Goldman Sachs’ın baş ekonomisti Jim O’Neill tarafından 12 yıl önce 2001 yılında kaleme aldığı bir çalışma (Building Better Global Economic BRICs) ile literatüre sokulmuştu.[4]O’Neill, geniş coğrafyalara hükmeden (dünyanın % 25’i), büyük nüfusa sahip (dünyanın % 40’ı) ve çok zengin yer altı kaynakları bulunan bu dört ülkenin dünya ekonomisinde giderek büyüyen bir pay sahibi olacağını, dolayısıyla ekonomiye yön verilmesinde onlara daha fazla söz hakkı tanınması gerektiğini savunuyordu.[5] BRIC kelimesinin bu denli popüler olmasında en önemli etken; İngilizce brick (tuğla) kelimesini andırır biçimde bu tabiri yaratan ülkelerin yeni bir dünya ekonomik düzeni yaratacaklarına duyulan inanç bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin dev yatırım bankası Goldman Sachs’ın ortaya attığı teze göre, bu ülkeler büyüme hızlarını korumaları durumunda 2050 dolaylarında dünyanın en büyük ekonomileri olacaklardır.[6] Hakikaten O’Neill’in öngördüğü şekilde 2001 yılından itibaren bu ülkeler, GSYH artışları açısından dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasında yer almıştır.[7]


G7 ve Bric ülkelerinin 2000-2010 yılları arasında sıralanması
2009 yılında ABD’den başlayan ve tüm dünyaya yayılan ekonomik krizle beraber, BRIC ülkelerinin Avro-Atlantik ittifakı merkezli geleneksel güç dengelerini 2050’lere kalmadan çok daha kısa bir süre içerisinde değiştirebilecekleri tartışmaları dünya gündemine oturdu. Örneğin, yine Goldman Sachs tarafından hazırlanan bir raporda Çin’in 2030 dolaylarında ABD’yi gayrisafi milli hâsıla alanında geçebileceği iddia edilmiştir.[8] BRIC ülkelerinin siyasi liderliğini bugüne kadar Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin üstlenmiştir. Ülkesinde siyasi dengeleri tek başına kontrol altında tutmayı başaran Putin, dış politikada da BRIC ülkeleri arasında en sertlik yanlısı lider olarak dikkat çekmiş, özellikle Gürcistan’la 2008 yılında yaşanan Güney Osetya Savaşı’nda askeri gücünü de çekinmeden kullanabileceğini göstermiştir. Putin’in elini kuvvetlendiren Rusya’nın bir diğer önemli gücü de kuşkusuz ülkenin enerji kaynakları anlamında zenginliği ve boru hatları diplomasisi ile enerji yollarında hâkimiyet kurarak Avrupa ülkelerini ve çevre ülkeleri kendisine bağımlı kılmasıdır. BRIC ülkelerinden ekonomi ve nüfus anlamında çok ağır basan Çin Halk Cumhuriyeti ise 2010 yılına kadar dış politikada mahcup bir görüntüde olmasına karşın, son 3 yıldır çok ciddi bir atılım içerisindedir ve ilk kez Batı’ya karşı kaslarını göstermeye başlamıştır. Rusya ve Çin’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Suriye konusunda ABD’nin herhangi bir atılım yapmasına imkân vermemesi, bu ülkelerin Batı planlarında öncelikle yer aldığı görülen Suriye ve İran konularında ciddi bir direnç gösterdiklerini ispatlamaktadır. Çin’in son dönemde Orta Doğu ve Afrika’da ilk kez sahada yer almaya başlaması, Atlantik ittifakının önemli bir üyesi olan Türkiye ile ekonomik ilişkilerini geliştirmeye çalışması da dikkat çekicidir. BRIC ülkelerinden Çin ve Rusya’nın Şanghay İşbirliği Örgütü’nde de işbirliği içerisinde olduğu unutulmamalıdır. BRIC’in diğer iki üyesi Brezilya ve Hindistan da son yıllarda ekonomi ve teknoloji anlamında ciddi gelişim içerisindedir ve siyaseten de geçmişe nazaran daha istikrarlı bir grafik yakalamışlardır. Hindistan’ın bilişim sektöründe yakaladığı muazzam ilerleme ve Brezilya’nın ekonomik gelişimine paralel olarak dünya siyasetinde ön plana çıkması (2016 Olimpiyatlarını da bu ülke düzenleyecektir), bu ülkelerin de ciddi sorunlarına rağmen parlak bir gelecekleri olabileceklerine dair önemli işaretlerdir.
Goldman Sachs’ın büyüme tahminleri
Batı ittifakının bir üyesi olan Türkiye de, Batı karşısında siyasal anlamda daha güçlü durabilmek ve buradan gelen ve kendi ulusal çıkarlarına karşı olan her talebe boyun eğmemek için, muhakkak ki BRIC ülkeleriyle olan ekonomik münasebetlerini geliştirmek zorundadır. Ancak bunun için öncelikle uzun yıllar adeta Batı’nın demirperdesinde yaşamış olan Türkiye’nin dünyaya açılmaya ve bu ülkeleri tanımaya ihtiyacı vardır.

Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] “BRIC, BRICS oldu”, Hürriyet, Erişim Tarihi: 27.03.2013, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/ekonet/17066473.asp?gid=373.
[2] “BRICS”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 27.03.2013, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/BRICS.
[3] “T-BRIC’e niyet BRICS’e kısmet”, Milliyet, Erişim Tarihi: 27.03.2013, Erişim Adresi: http://ekonomi.milliyet.com.tr/t-bric-e-niyet-brics-e-kismet/ekonomi/ekonomidetay/20.02.2011/1354541/default.htm.
[4] “For Mr. BRIC, nations meeting a milestone”, CNN Money, Erişim Tarihi: 27.03.2013, Erişim Adresi: http://money.cnn.com/2009/06/17/news/economy/goldman_sachs_jim_oneill_interview.fortune/index.htm.
[5] “BRIC ülkeleri ile 10 yıl”, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 27.03.2013, Erişim Adresi: http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2011/11/111129_brics.shtml.
[6] “Dünyada Değişen Güç Dengeleri”, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 27.03.2013, Erişim Adresi: http://www.bbc.co.uk/turkish/specials/1017_wryw_progs/page7.shtml.
[7] “BRIC ülkeleri ile 10 yıl”, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 27.03.2013, Erişim Adresi: http://www.bbc.co.uk/turkce/ozeldosyalar/2011/11/111129_brics.shtml.
[8] “Global Economics Paper No: 204”, Goldman Sachs, Erişim Tarihi: 27.03.2013, Erişim Adresi: http://www.dasinvestment.com/fileadmin/images/pictures/0809_Global_Econ_Paper_No__204_Final.pdf.

Kasımpaşalılaşan Dünya


            “Kasımpaşalılaşan Dünya” tabirini ilk kez sevdiğim bir meslektaşımdan geçen yıl duymuştum. Cümle içerisinde belki de ilk defasında anlamı üzerine çok uzun düşünmeden kullandığı bu söz sonrasında bu meslektaşımla yaptığımız sohbetler sayesinde “Kasımpaşalışan Dünya” kavramının günümüz dünyasının popüler kültürüne, estetik zevklerine, edebiyat hayatına ve hatta siyasetine etki eden önemli bir olgu olduğuna kanaat getirdim. Bunu biraz açmak isterim...

            Rönesans döneminde entelektüellerin dünyayı güzelleştirme ve güçlü egolarını tatmin etme dürtüsüyle başladıkları modernizm serüveni, özgürlük ve eşitlik gibi ideallerin yaratılmasıyla Yakın Çağ’da bambaşka bir düzleme oturmuş ve bilgi düzeyleri ve eğitimleri nedeniyle halihazırda elit olan düşünürler, kendi istekleriyle bu seçkin konumlarından feragat etmek ve sıradan halkla eşitlenmek istemişlerdir. Muhafazakarlığın yerini önce bireyler arasında bilgi düzeyi yerine piyasa başarısı temelinde bir mücadele başlatan liberalizmin, daha sonrasında ise gerçekçi olmayan bir eşitlik talebi olan sosyalizmin almasıyla entelektüellerin ölümü ve seçkinciliğin tükenişi de yavaş yavaş gerçekleşmeye başlamıştır. 20. yüzyıl sonlarındaysa bu durumun kaçınılmaz sonucu olarak dünyada artık siyasete yön veren ve herkesin saydığı devlet adamlarının yerini, halkla bütünleşebilen popülist, karizmatik ve güçlü liderler almaya başlamıştır. “Kasımpaşalılaşan Dünya” elbette üç dönem üstüste oylarını arttırarak eşi görülmemiş bir siyasi başarıya imza atan Recep Tayyip Erdoğan’dan ileri gelen bir tabirdir. Hakikaten Erdoğan gafları, hataları, duygularını çok iyi kontrol edebilen poker suratlı diplomatlardan farklı olan tepkisel ve fevri kişiliği ve hatta mahalle kültürüne özgü kabadayılığıyla Türk toplumuyla müthiş bir kimya yakalamış ve daha şimdiden tarihe geçmiştir. Erdoğan’ın başarısı elbette Kasımpaşalışan Dünya’nın tek semptomu değildir. Amerika Birleşik Devletleri’nin başına Hawai, Honolulu doğumlu ve Müslüman olduğu iddia edilen bir Afrikalının (Barack Obama) geçmesi bu durumun bir diğer somut ispatıdır. Küreselleşen dünyada yerellik ve sıradan olmak ilginç bir şekilde kutsanabilmekte ve piyasada ve demokratik düzende (sandıkta) daha değerli hale gelebilmektedir. Elbette bu durum aynı zamanda entelektüelliğin sefaleti, estetik zevklerin bayağılaşması ve yüksek kültürün de kaybolması demektir. Kitap okumanın yerini televizyon ve internetin aldığı bu yeni dünyada bilgi düzeyleri yüzeysel, cümleler kısa (140 karakter), tartışma programı konukları bir nevi şovmendirler. Sanatta da bunun uzantılarını görmek mümkündür. Örneğin kültür endüstrisinin yeni dünyadaki en önemli merkezi olan ABD’de oldies’in yerini rap ve hiphop’un alması, artık mafyaya ve iş adamlarına kadife sesiyle aşk şarkıları söyleyen elit Frank Sinatra’ların değil, ezilmiş zencilerin sisteme yönelik aşırı öfkesini yansıtan Tupac Shakur’ların popüler olması demektir. Türkiye’de de küçük çocukların özendiği isimler Okay Temiz’ler değil, “seni çöpe atacağım poşete yazık” benzeri şarkı sözlerini kaleme alabilen pop şarkıcılarıdır. İşte ancak böyle bir dünyada tipsiz, bodur ve şişman bir Asyalı (Psy), hızlı ancak müzikal açıdan pek de yaratıcı olmayan bir şarkı ile dünyanın en büyük sanatsal fenomeni haline gelebilir. Bu yeni dünya böylesine tersinedir ve bunun sonuçları her an ve her yerde karşımızdadır...

Türkiye’de bu durumun doğal sonucu ise siyasal İslam’ın, gelenekselliğin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın zaferidir. Yine bir diğer kazanan grup Kürtlerdir. Ancak bu avamlık Kürtlerin özendikleri isimlerin de iyi eğitimli, edebiyatçı ve müthiş Türkçe konuşan-yazan Yaşar Kemal'ler değil, Öcalan ve Tatlıses olduğu bir düzeni beraberinde getirir. Kaybeden ise elbette daha iyi eğitimli ve genelde “Beyaz Türk” adı verilen geleneksel seçkinlerdir. Onların büyük çaresizliği ve Alev Alatlı’nın son kitabında da belirttiği gibi sonuçta ortaya çıkan “küskünlükleri”, Türkiye’nin geleceğinin daha da avamlaşacağının bir göstergesidir. Bu durumda bunca deli arasında akıllı kalmaya çalışmak son derece zor ve hatta imkansıza yakın bir durumdur. Bunu başarabilmenin tek yolu da toplumdan ve televizyonlardan-gazetelerden izole yaşamaktır. Son olarak tüm entelektüeller artık iyice farkına varmalıdırlar ki, bu beğenmedikleri düzeni krallıkları yıkarken kendileri istemişlerdir...      

Dr. Ozan ÖRMECİ


25 Mart 2013 Pazartesi

Başbakan Erdoğan'ın İmdadına İsrail Yetişti!



Okuyanlar hatırlayacaktır... PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’la yapılan “barış” (!) görüşmelerinin toplumda büyük öfke yaratacağını, Kürt sorunu ile PKK sorununu devlet katında mutlaka ayrıştırmak gerektiğini, aksi takdirde toplumda silahla hak kazanılabilir düşüncesinin yaygınlaşacağını ve Türkiye’nin çok çalkantılı bir sürece girebileceğini daha önceki yazılarımda ifade etmiştim. Her ne kadar Türk medyası -üzerindeki baskıların da etkisiyle- bu konuda tarafsızlık ilkesini gölgeyecek ölçüde karartma yapsa ve taraflı yayın politikası gütse de, bu sürecin daha şimdiden AKP başta olmak üzere tüm siyasal partilerin tabanında huzursuzluk yarattığını görebiliyorum. İşte böyle bir ortamda gelen İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun kanlı Mavi Marmara Baskını ile ilgili olarak yaptığı özür telefonunu nasıl okumalıyız? Bu yazıda bu sorunun cevabını aramaya çalışacağım.

Şu bir gerçek ki, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşu ve hızlı yükselişi İsrail açısından kritik bir faktör olan İran’ın nükleer enerji çalışmalarıyla ilginç bir şekilde aynı tarihsel döneme denk gelmiş, bu iki olgu kolkola ilerlemiştir. Aslına bakılırsa tüm bu “Arap Uyanışı” ya da “Arap Baharı” adı verilen süreci de, İsrail’in varlığına yönelik bir saldırı olarak gördüğü İran’ın nükleer çalışmalarına yönelik askeri tedbirler geliştirmesi durumunda, İran’ı destekleyebilecek olan aktörlerin zayıflatılması, karıştırılması ya da dağıtılması olarak okuyanlar da vardır. Nitekim bu süreçte Türkiye’nin ve Başbakan Erdoğan’ın öne çıkması ve Arap dünyasında özellikle Sünni nüfus üzerinde çok etkili bir kişi haline gelmesi, İran’ın elini zayıflatmış ve İsrail’in konumunu güçlendirmiştir. Suriye’de Esad yönetiminin zayıflaması hatta iktidarı kaybedecek duruma gelmesi örneğin, İran’ı olası bir çatışmada İsrail karşısında yalnızlığa itebilecek bir gelişmedir. İran’ın nükleer silaha ulaşmasının yalnızca İsrail değil, Türkiye ve tüm bölge aktörleri için olumsuz bir gelişme olduğu fikrine katılsam da, bu durumun sahne önündeki teatral şovlarla aptal yerine konan Müslümanlara ve Türk milletine farklı yansıtılması oldukça üzücü bir durum. Zira “one minute krizi” ve benzeri şovlara rağmen Türkiye ile İsrail tarihlerinin en iyi ekonomik ilişkilerini yaşıyorlar. Dahası PKK açılımının yapıldığı ve AKP oylarının ciddi erime riskinin olduğu şu son dönemde İsrail Başbakanı Netanyahu’dan gelen özür telefonunun zamanlamasına dikkatinizi çekmek istiyorum. Şunu artık net olarak söyleyebiliriz ki; ABD ve İsrail başta olmak üzere Batı dünyası İran meselesi çözülene kadar AKP’yi ve Başbakan Erdoğan’ı iktidarda tutmak istiyorlar. Bu mesele çözülünce elbette AKP ve Erdoğan da siyasal tarihte diğer birçok partimize ve liderimize yapıldığı şekilde uğurlanacak. Ancak henüz İran meselesi çözülmediğine göre, Netanyahu’nun telefonu Başbakan Erdoğan’ın düşen oy ve prestijini arttırmak için yapılmış açık bir yardım ve jesttir. Başbakan Erdoğan’ın dün buna sert tepki göstermesi ise işin teatral boyutunun yeni bir yansımasıdır. Gerçekler gün gibi ortadadır, Başbakan Erdoğan ve AKP’nin imdadına her zaman olduğu gibi İsrail yetişmiştir. Bundan on yıllar sonra, eminim 2007 ve 2009 yıllarındaki kriz dönemleri de incelendiğinde burada yine İsrail etkisi fark edilecektir. İsrail ve ABD açısından bu durumun makul bir açıklaması vardır; İran düşmanlığını laik ve solcu bir partiye yaptırmak Türkiye’deki İslamcıların tepkisi çekecek ve anti-emperyalizmi körükleyecektir. Oysa bunları İslamcı bir parti yaparsa, muhafazakar taban da çok rahat sürece entegre edilebilir ve uyutulabilir. Türkiye’nin son 10 yıldaki hikayesi aslına bakılırsa budur. Bu durum Türkiye açısından da faydalı olarak değerlendirilebilir. Bu bir görüştür ve her görüş gibi saygıyla değerlendirilmeli, kar-zarar hesabı mantığında incelenmelidir. Ancak Türkiye’deki temel sorun, bu gerçeklerin tv ekranlarında cereyan eden şovlarla halka farklı yansıtılması ve halkın alenen aptal yerine konmasıdır. Beni rahatsız eden de politikanın kendisinden ziyade durumun bu sanal boyutudur.

Son olarak İsrail’in özrü meselesinin AKP oylarında ufak bir artış sağlayabilecek olmasına karşın, PKK açılımı nedeniyle partinin totalde kayba uğradığını düşündüğümü belirtmek isterim. Bu noktada AKP’nin tek şansı sağda kendisine güçlü bir rakip bulamaması, CHP’nin de solda olması ve Başbakan Erdoğan’ın olağanüstü yıpratma çalışmaları sebebiyle toplumun yarısı tarafından hiçbir şekilde tercih edilmemesidir. Türkiye’de istisnai dönemler hariç unutulmamalıdır ki her zaman sağ sağa alternatiftir. Bu nedenle AKP’nin çekinmesi gereken soldaki CHP’den ve Bahçeli döneminde merkez sağa yanaşmasına rağmen ideolojik yapısı nedeniyle bir türlü tüm sağı kucaklayamayan MHP’den ziyade sağda yeni bir partinin kurulmasıdır. Genel Koordinatörü olduğum Uluslararası Politika Akademisi adına öğrencilerimin büyük anket şirketleri ve gazeteler gibi yüklü paralar alarak değil, cep harçlıklarından arttırdıkları ufak paralarla yaptıkları “Bugün Seçim Olsa?” anketinin sonuçlarını da yakında açıklayacağımızı belirterek Kıbrıs’tan hepinize sevgiler ve selamlarımı iletirim.

Dr. Ozan ÖRMECİ

19 Mart 2013 Salı

Erdoğan: A Cultural Conservative, Not A Political One


Recently I wrote an article “Liberal Criticism of Erdoğan’s Turkey”, which took both positive and some negative reactions from our readers. General critics towards my article focused on the political liberalism of Erdoğan compared to his harsh and ultra-conservative positioning in terms of cultural and some social issues (alcohol, smoking, abortion etc.). That is why, in this article I want to explain first what is conservatism as an ideology and then try to assess Erdoğan’s political stance according to conservative approach.

Conservatives, in general, seek to preserve the traditional way of life in their societies. Conservatives think that human beings are naturally flawed and imperfect (which goes back to original sin) and that they should be under the control of some social institutions and mechanisms (norms, ethics, traditions, religion etc.) in order not to make big mistakes. Conservatism basically claims that radical attempts to change human nature or transform society are foolish and dangerous. Thus, conservatives are strongly against radical changes such as revolution. We should also mention that conservatism historically developed as a response to liberal radicalism. We could easily see the negative consequences of liberal radicalism from the French Revolution (1789) and the reign of terror. For conservatives, the role of government is to restrain the passions that lead to conflict among individuals and societies. Edmund Burke, the founder of conservatism, developed his views in reaction to the French Revolution (1788-1789) and argued that French revolutionaries had overly optimistic view of human nature and a dangerous propensity for unrestrained liberty. For conservatives unlike liberals, the society is not consisted of free and atomistic individuals but rather the society is like an organic living creature. Conservatives believe that the society is an intergenerational partnership that is rooted in customs and traditions, which should be kept carefully since traditions represent the historical accumulated wisdom of the society. The role of government for conservatives is to prevent people from acting on whims and impulses. For a conservative, government restraints are necessary to ensure the social peace. Conservatives advocate a gradual change instead of a sudden one, in other words reform and innovation instead of revolution. Conservatives welcome private property because in their view property and richness make people more attached to the system. Conservatives' main reaction to socialist/communist movements is derived from their disagreements over progress, perfectibility and planning. Although nowadays there are different versions of conservatism such as traditional conservatives, individualist conservatives, neo-conservatives and religious right, conservatism is still an important and influential political ideology in the political spectrum.

If we try to analyze Turkey’s Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan from a conservative point of view, we can easily notice that Erdoğan represents the harshest version of conservatism (religious right) in terms of social and cultural values. Erdoğan’s reactions to alcohol, smoking, sexual desires and abortion are clear examples of his social and cultural conservatism. However, Erdoğan’s political positioning strangely represents the exact opposite of what conservatives claim. It is a fact that Erdoğan has been changing and redesigning Turkish political system in the last decade with an enormous speed as if he is trying to catch a train. This is the exact opposite of conservative stance against rapid and revolutionary change. Erdoğan is now trying to establish a new Presidential system instead of Turkey’s classical Parliamentary system inherited from the old Ottoman times starting from 1876, the first Constitutional period. Erdoğan and his party (Justice and Development Party – JDP) has been making very defiant openings in terms of Turkey’s Kurdish question and PKK problem. In fact, the government has been conducting so-called “peace talks” with PKK, a clear revolutionary step in Turkish political history, not a conservative one. Erdoğan and his party’s courageous challenge to Turkish Armed Forces starting from the troublesome President of the Republic elections of 2007 also represents the political revolutionary aspect of JDP.

In that sense, we can conclude that Erdoğan is a cultural conservative, not a political one. Politically Erdoğan and his party is somehow revolutionary and ultra-liberal and this rapid transformation of the Turkish society, which reminds me the famous saying “All that is solid melts into the air”, makes Turkish people and especially people from oppositional parties very uncomfortable and unsafe. Maybe what Turkey needs a reformist liberal government that would not act like superstar sprinter Usain Bolt, but rather like a marathon racer such as Haile Gebrselassie. Otherwise, the country always faces with the risks of political instabilities and polarization which could lead to many new social problems.

Dr. Ozan ÖRMECİ


BIBLIOGRAPHY
- Ball, Terence & Dagger, Richard. 2011. Political Ideologies and the Democratic Ideal (8/E), Pearson


17 Mart 2013 Pazar

Kudret Özersay ve Mehmet Ali Talat’la Yaptığımız Toplantılar


Danışmanı olduğum Girne Amerikan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Kulübü – GAÜSBUİK’in artık klasik haline gelmeye başlayan yuvarlak masa toplantılarının 15 Mart 2013 Cuma günü iki çok önemli konuğu vardı; Doç. Dr. Kudret Özersay ve KKTC 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat. Şimdi bu iki önemli devlet adamıyla yaptığımız toplantılardan bazı önemli gözlem ve bilgileri sizinle paylaşacağım.

Girne Amerikan Üniversitesi Tekno Park Binası’nın 3. katındaki toplantı salonunda ağırladığımız ilk misafirimiz Kudret Özersay, 1973 doğumlu çok genç bir isim olmasına karşın tüm akademik kariyerini Kıbrıs sorunu ve uluslararası hukuk üzerine yapmış, daha sonrasında da Birleşmiş Milletler Antlaşmalar Komitesi üyeliği ve KKTC Cumhurbaşkanı Özel Temsilciliği gibi çok önemli görevler yaparak Kıbrıs sorunu müzakerelerinde aktif görev almış, birikimli ve tecrübeli bir isim. Aynı zamanda fanatik milliyetçi Rumlar tarafından babası katledilmiş bir şehit çocuğu olan Özersay, kendisini okutan Kıbrıs Türk devletine ve Kıbrıs sorununun adil bir şekilde çözülmesine hayatını adadığını ifade ediyor. Özersay internette twitter üzerinden attığı birkaç mesaj sonrasında ortaya çıkan “Toparlanıyoruz” hareketi ve Temiz Toplum Derneği’nin kuruluş hikâyesi hakkında bize detaylı bilgiler verdi. Özersay’a göre Kıbrıs’taki siyasi partiler mevcut yozlaşmış düzenin parçası haline geldikleri için topluma umut veremiyor ve özellikle Kıbrıslı Türk gençler adadaki bu başıbozuk ortamda çareyi yurtdışına kaçmakta buluyor ve kimliklerini kaybediyor. Kudret Özersay, Kıbrıs sorununun çözümü için çaba gösterilmesi gerektiğini ancak KKTC’nin tek sorununun bu olmadığını altını çizerek belirtiyor. Ona göre Kıbrıs sorununun çözülememiş olması belediye hizmetlerindeki yetersizliğin, ekonomideki durgunluğun ve dış politikadaki hareketsizliğin bahanesi olamaz. Kıbrıs sorununun 45 senedir müzakereler yoluyla konuşulduğuna ancak henüz bir çözüme ulaşamadığına dikkat çeken Özersay, yeni dönemde de hakkaniyetli bir çözüm için uğraş gösterilmesini ama en az onun kadar mesainin KKTC iç siyasetinin düzeltilmesi adına verilmesini savunuyor. Özersay, Toparlanıyoruz hareketinin bu kadar ilgi görmesini diğer partilerden farklı olmalarına bağlıyor. İnternet üzerinden örgütlenmesi bağlamında İtalya’da son genel seçimlerde büyük bir başarıya imza atan Bebbe Grillo ve Beş Yıldız Hareketi ile İsveç ve Almanya’da örgütlenen Korsan partilerine benzeyen “Toparlanıyoruz”, henüz bir siyasal parti olmamasına karşın yüzlerce aktif katılımcısı ve binlerce takipçisi olan KKTC adına umut veren bir sivil toplum girişimi. Özersay henüz nihai kararını vermemekle birlikte ileride uygun koşullar ve halk desteği olması durumunda partileşebileceklerini ve siyasette şansını deneyebileceğini belirtiyor. Hareket ve konuşmalarından gözlemlediğim kadarıyla Özersay siyasete ısınma turları yapıyor ve çok iddialı konuşmamasına karşın bir dahaki seçimlerde aday olmayı deneyebilir. Enerjinin Kıbrıs sorununun çözümünde önemli bir itici güç olabileceğini belirten Özersay, yine de aceleci ve iddialı konuşmamak gerektiğini zira Kıbrıs özelinde -özellikle Rumlarda- dünya standartlarından farklı olarak siyaset ve ideolojinin ekonomiden ağır bastığını belirtiyor. Rum liderlerle tanışıklığı ve 10 senelik müzakere tecrübesi olduğunu belirten Özersay, gençliği, karizması ve hitabet gücüyle özellikle genç Kıbrıslılara hitap edebilecek ve kolaylıkla sürükleyici olabilecek bir isim. Hareketinin köşeli bir ideolojik pozisyonu olmamasına karşın, ekonomide liberal, dış politikada makul ölçülerde milliyetçi, gece kulüpleri ve benzeri meselelerde ise ahlakçı ve biraz muhafazakâr olduğu izlenimine kapılıyoruz. Bir öğrencimin sorusu üzerine Kıbrıs Türk halkının Türklük bilinci sayesinde asimile olmamayı başarmış bir topluluk olduğunu belirten Özersay, ayrıca sanılanın aksine Kıbrıslı Türklerin kendilerine özgü ve güçlü bir dindarlık anlayışı olduğunu belirtiyor. Açıklamalarına ve köy gezilerine basının da oldukça geniş yer ayırdığı Kudret Özersay’ın yakın bir zamanda Kıbrıs siyasetinde daha ön planda olabileceğini düşünmek akla oldukça yatkın.

Özersay’dan sonra akşam saatlerinde ağırladığımız ikinci konuğumuz ise KKTC 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat. 1952 Girne doğumlu olan Talat, şimdilerde -Cumhurbaşkanlığı yapmış olmanın verdiği sorumluluğun da etkisiyle olsa gerek- iç siyasette fazla ön plana çıkmasa da, her zaman için Kıbrıs siyasetinde ağırlığı olan bir isim. Kendisi bize 45 dakika kadar Kıbrıs sorununun tarihçesi hakkında bilgiler verdi ve özellikle Annan Planı ve müzakereler dönemine dair bazı önemli detayları bizimle paylaştı. Son derece beyefendi ve Avrupa tipi bir politikacı olan Talat, Kıbrıslı Türkler için çözümsüzlüğün asla bir çözüm olamayacağını belirterek, geçmişte Rumlar avantajlı pozisyona geçirildiği için bugün barışa yanaşmadıklarından dert yanıyor. Rahmetli Denktaş’la siyaseten taban tabana zıt pozisyonda olmalarına karşın kendisi hakkında son derece saygılı konuşan Talat, Cumhurbaşkanı ve hükümetin gerek iç siyaset, gerekse dış politikada yeterince aktif olmadığını belirterek Kıbrıs sorununda yeniden bir canlanmaya ihtiyaç duyulduğunu söylüyor. Talat’a göre enerji Kıbrıs sorununun çözümünde bir katalizör işlevi görebilir ancak sorun esasen siyasal olduğu için çözümün de siyaset noktasında olması gerekiyor. Barışı isteyen taraf olmanın geçmişte Kıbrıslı Türklere avantaj sağladığını belirten Talat, bu sayede Avrupa’da ve dünyada saygı gördüklerini ve bu pozisyonlarını korumalarının gerektiğini ifade ediyor. Siyaset için henüz genç bir yaşta olan Talat’ın da uygun koşulların oluşması durumunda yeniden Cumhurbaşkanlığı’na aday olacağını düşünmek makul gözüküyor. Zira kendisi Kıbrıs’ta tanınan, sevilen ve sayılan bir siyasetçi ve Denktaş ve Eroğlu gibi Kıbrıs siyasetine damga vurmuş iki ismin ardından gelen en tanınmış siyasi olduğu için her zaman için Kıbrıs siyasetinde büyük ağırlığı bulunuyor.,

Bu iki değerli ismi dinledikten sonra Kıbrıslı Türklerin geleceği hakkında daha da umutlanıyorum zira her ikisi de Kıbrıs sorunu konusuna ve dünya siyasetine son derece hâkim, yabancı dil bilen ve ülkelerini/toplumlarını yurtdışında gayet iyi temsil etmiş ve edebilecek kişiler. Siyasetçilerin kalitesi elbette bir ülkede siyasetin kalitesini de belirliyor, bu nedenle iktidarı ve muhalefetiyle Kıbrıs sorununda dünya enerji politikalarının da yönlendirmesiyle yeni bir hareketlenme olabileceğini öngörüyorum. Bu noktada Türkiye’nin büyüyen, Rumların çöken ekonomisi de elbette çözüme hep Türklerden daha uzak olmuş Rumları masaya oturtabilmek anlamında önemli bir faktör olacak. Kıbrıs’tan sevgilerle.

Dr. Ozan ÖRMECİ


14 Mart 2013 Perşembe

Prof. Dr. Ata Atun'la Beyin Fırtınası


Dün Girne Amerikan Üniversitesi Tekno Park binasında, Kıbrıs iç siyaseti ve dış politikası konusunda görüşlerine her zaman başvurduğum önemli bir akademisyen olan Prof. Dr. Ata Atun’u bir beyin fırtınası toplantısında ağırladık. Öğrencilerimin kurduğu Girne Amerikan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Kulübü – GAÜSBUİK’in davetlisi olarak üniversitemize gelen sayın Atun, yaklaşık 2 saat boyunca sorularımızı içtenlikle yanıtlandırdı ve önemli bilgilerini bizimle paylaştı. Bu yazıda Prof. Atun’dan dinlediklerimi sizin için özetlemeye çalışacağım.

Siyasete çok genç yaşta rahmetli Rauf Denktaş’ın ısrarı üzerine girdiğini ve henüz 20’li yaşlarında milletvekilliği yaptığını anlatan Atun, geçmişte ve günümüzde görev alan Rum liderlerin hepsini şahsen tanıdığını ve bu nedenle Rum siyaseti üzerinde önemli bilgi sahibi olduğunu belirterek söze başladı. Rum Kesimi’ndeki siyasal yapı hakkında bilgi veren Atun, dış değil iç siyasal faktörlere bakıldığında Kıbrıs’ta bir barış sürecinin şu an için mümkün gözükmediğini ifade etti. Atun’a göre Rumların yeni lideri Nikos Anastasiades, olumlu bir havada başa geçmesine karşın, kısa süre içerisinde Kilise’nin ve onun etkili olduğu Rum Ulusal Konseyi’nin  baskısına yenik düşecek ve daha milliyetçi bir politika izlemek zorunda kalacak. Zira Rum siyasal sisteminde Kilise’nin çok büyük ağırlığı bulunuyor ve okullarda dahi Kilise onaylı aşırı milliyetçi kitaplar okutuluyor. Bu nedenle iç dinamikler açısından Kıbrıs sorununun çözümü Atun’a göre hiç de kolay gözükmüyor. Fakat yine Atun’a göre dış dinamikler açısından son derece ilginç ve yeni fırsatlar karşımıza çıkmakta. Profesör Atun’a göre doğalgazın bulunması aslında Rumların başına bela olacak, zira Rumların egemenlik haklarını kullanmaları ve şu andaki avantajlı durumlarını devam ettirmeleri doğalgaz nedeniyle zorlaşacak. Dünya siyasetine yön veren sermaye çevreleri ve büyük şirketler, Rum kesimi açıklarında bulunan doğalgazın uygun bir maliyetle KKTC ve sonrasında da Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması konusunda ısrarcı olacak ve Annan Planı’nda da görüldüğü gibi barışa daima daha mesafeli duran Rumlar bu şekilde köşeye sıkışabilecek. Profesör Atun’a göre Limasol’dan Güzelyalı’ya, oradan da Türkiye’ye aktarılacak olan doğalgaz, Nabucco ya da TANAP (Trans Anadolu Projesi) projelerine dahil edilerek Avrupa’ya aktarılacak. Sermaye çevreleri bu projenin gerçekleşmesi konusunda Türkiye, Yunanistan, KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi üzerinde ısrarcı olacaklar. Ekonomik açıdan Yunanistan’a benzer şekilde çok zorda olan Rumlar, ne kadar kendileri bunu istemeseler ve iç dinamikler buna elvermese de, dünya koşullarının zorlamasıyla bu sürece razı olabilecekler. Elbette bu noktada tek çözüm 1960’ta kurulan federal Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüş olmayabilir. İki devletli, konfederatif ya da KKTC’nin tanınmasına dayalı bir çözüm de Profesör Atun’a göre peki hala mümkün olabilir. Profesör Atun dünyadaki önemli güç merkezlerinin doğalgazı Rumların kontrolüne bırakmayacakları konusunda son derece emin. Öyle ki Atun hoca, Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne vereceği kredinin anlaşmalarında dahi doğalgazın Türkiye üzerinden taşınmasına dair şartlar koyacağını iddia ediyor. Prof. Atun’a göre büyük devletler ve Türkiye bu konuda belirleyici aktörler olacaklar ve sonuçta KKTC, Rum Kesimi ve Türkiye’deki seçimler nedeniyle gölgelense de, Birleşmiş Milletler ve Downer’ın devreye girmesiyle 2015 yılından başlayarak enerji konusunda adada çok önemli gelişmeler yaşanacak. Atun’a göre 2024’te çıkarılması beklenen doğalgazın normal zamanında satışının yapılabilmesi için 2020’de boru hatlarının inşasının başlaması gerekiyor.

Kıbrıs konusunda bizi ilerleyen aylarda bekleyen önemli gelişmeleri değerli hocalarımız ve siyasetçilerimizden dinleyerek size aktarmaya devam edeceğim.

Dr. Ozan ÖRMECİ


13 Mart 2013 Çarşamba

Siyasal Sistemler: Fransa


KURULUŞ:
Fransa adını Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra 5. yüzyılda bu topraklara egemen olan Franklardan aldı. Ülkenin siyasal birliği de ilk kez Franklar tarafından kuruldu. 16. yüzyılın sonlarına doğru tahta Bourbon’lar geçti ve bu hanedan zamanında Fransa güçlü bir krallık haline geldi. 1789’daki ünlü Fransız Devrimi ile Fransa karışık bir döneme girdi (Napoleon Bonaparte ve sonrası gelişmeler) ve sonrasında kurulan farklı İmparatorluk, krallık ve Cumhuriyet yönetimleri ile yönetildi. 1958 yılından beri Fransız Beşinci Cumhuriyeti sürmektedir. Önemli bir kolonyal güç olan Fransa 1960’lardan bu yana eski sömürgelerinin tamamını (bazı ufak adalar dışında) kaybetmiştir. Fransa’nın yüzölçümü 547.026 kilometrekare, nüfusu da 60 milyon civarındadır. Halen dünyanın en önemli ekonomik, siyasal aktörlerinden biridir.


ANAYASAL DÜZENLEMELER:
4 Ekim 1958 Anayasası’nın başlattığı 5. Cumhuriyet aslında Rousseau’cu Fransız cumhuriyet geleneğine tamamen aykırı. Artık üstün olan meclisler değil, geniş ölçüde devlet başkanının elinde toplanmış olan yürütme gücü. Bu nedenle hükümetin meclis karşısında siyasal sorumluluğu sürmekle beraber, 5. Cumhuriyet’in yarattığı siyasal düzene parlamenter tanımı yapmak imkansız. Bunun yerine yarı-başkanlık sistemi tanımını kullanıyoruz. 5. Cumhuriyet’in bir diğer yeniliği de, temsili demokrasi ilkesinin yanı sıra yeni bir yarı-doğrudan demokrasi anlayışı getirmiş olması. 4. Cumhuriyet anayasasına göre halk egemenliğini bir tek anayasal konularda referandum yoluyla doğrudan doğruya kullanabilirdi. Öteki bütün konularda temsilciler yetkiliydi. Ancak 5. Cumhuriyet’le beraber Meclis’in üstünlüğü devlet başkanına kaydı ve halk oylaması anayasal konular dışında da yaygınlaştırıldı.

5. Cumhuriyet’in yeni anayasasının yarattığı Anayasa Konseyi, zamanla bir anayasa mahkemesi durumuna geldi. Bu durum Fransız cumhuriyet gelenekleriyle çelişse de, Fransa’nın modern bir anayasal düzen kurabilmesinde faydalı oldu. Fransız cumhuriyet geleneklerine birçok açıdan ters düşen 1958 Anayasası geniş ölçüde De Gaulle’ün yapıtıydı.  Bu nedenle o çekildikten sonra yaşamayacağı düşünülüyordu. Ancak bu beklentiler gerçekleşmedi ve 1969’da De Gaulle’ün, 1974’te Gaulle’cülerin siyasal erkten ayrılmalarına dayandı ve günümüze kadar geldi. Fransız anayasasının başlangıç bölümü 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ilkelerini yineliyor. Fransız anayasası bugüne kadar birçok defa değiştirilmiştir. Bunların çoğu önemsizdir ancak ikisi üzerinde durmak gerekir.

28 Ekim 1962 halk oylamasıyla kabul edilen birinci önemli değişiklik düzenin başkancı niteliğini çok güçlendirdi ve zamanla Fransız parlamenter sisteminin yarı-başkanlık sistemi olarak tescilini sağladı. 2000 yılındaki değişiklikle de başkanlık  süresi 7 yıldan 5 yıla inmiştir. 29 Ekim 1974 tarihli değişikle ise her iki meclisten 60 üyenin oyuyla henüz onaylanmamış bir yasanın anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Konseyi’ne götürülmesi kararlaştırıldı. Kolayca tahmin edildiği gibi muhalefete böyle bir olanağın sunulması Anayasa Konseyi’nin Anayasa Mahkemesi’ne dönüşmesi sürecini hızlandırdı. 1992’de yapılan değişiklikle uluslararası antlaşmaların da benzer şekilde Anayasa Konseyi’ne götürülebilmesine olanak tanındı. Anayasanın 89. maddesi anayasayı değiştirme yöntemini açıklamaktadır. Bu yöntemin 3 aşaması vardır; öneri, kabul, onay.

Anayasa değişikliği için öneri yetkisine sahip olanlar; Cumhurbaşkanı (Gerçi önce başbakandan bu yönde öneri alması gerekiyor. Ancak aynı siyasal eğilimde iseler bu hükmün herhangi bir kısıtlama yaratması düşünülemez), Parlamento üyeleri (Teker teker milletvekilleri ya da Senato üyelerinin teklifiyle her iki mecliste de kabul edilmesi durumunda). Onay aşamasında ise yine 2 seçenek söz konusu; Parlamentonun birleşik toplantısında (bu toplantılara kongre adı veriliyor) geçerli oyların beşte üçü ile onay (Bu yol yalnızca Cumhurbaşkanı’ndan kaynaklanan değişiklik önerileri için kullanılabiliyor. Bu durumda parlamento birleşik toplantısı ya da halk oyuna Cumhurbaşkanı karar veriyor), Halk oylamasıyla onay (Bu ikinci yol parlamento üyelerinden kaynaklanan değişiklik önerileri için zorunlu, Cumhurbaşkanı’ndan kaynaklananlarda ise Cumhurbaşkanı karar veriyor). Anayasanın değiştirilemeyecek bir hükmü var. O da devlet biçiminin cumhuriyet olduğu kuralı.  Bu değiştirme yasağı anayasaya 1884’te girmiş. Bir de, ülke işgal altındayken anayasa değişikliği yapılmasını yasaklayan bir hüküm var. Onun da kaynağı 1946.


YASAMA:
A-) Parlamentonun Yapısı: İki meclislilik 3. Cumhuriyet’ten beri Fransa’da bir gelenek oldu. Bugünkü meclisler Millet Meclisi ile Senato’dur. Birincisinde halkın, ikincisinde ise yerel yönetimlerin temsili öngörülüyor. İkisine birden parlamento deniyor. 1985’ten veri Millet Meclisi üye sayısı 577. Bunların 555’i anavatandan seçiliyor. Diğerleri ise; Territories D’Outre-Mer 5, Départements d’Outre-Mer 15, Collectivités Territoriales d’Outre-Mer 2.

Senato’nun üye sayısı 322. Bunların 296’sı anavatandan seçiliyor. Diğerleri ise şöyle; Denizaşırı Topraklar 4, Denizaşırı İller 8, Denizaşırı Yerel Yönetimler 2, Fransa dışında oturan Fransızlar 12. Millet Meclisi’nin dönemi 5 yıl. Genel seçim olduğunda meclis tümden yenileniyor. Senatörler 9 yıl için görev yapıyorlar. Ancak orada yenilenme, her 3 yılda bir, üçte bir oranında. Millet Meclisi genel seçime gitme kararı veremiyor. Milletvekillerinin seçilme yaşı 23, Senatörlerinki ise 35. Milletvekili olsun, Senatör olsun, her parlamento üyesi ile birlikte bir de yedek üye (suppléant) seçiliyor. Üyenin koltuğu boşaldığında, yerine yedeği geçiyor. Fransız geleneğine göre parlamento üyeliği ile birlikte seçimle gelinen başka görevleri yürütmek de olanaklı. Bu görevler öğretim üyeliği, Avrupa Parlamentosu, bölge genel meclisi, il genel meclisi üyeliği, nüfusu 20.000’i aşmayan bir belediyede belediye başkanlığı.

Fransa’da parlamento üyeliğinin parlamenter düzenlerin genel kuralına aykırı bir özelliği var. Parlamento üyeliği ile bakanlık birleşemiyor. Bakan olarak atanan birinin parlamenterliği düşüyor ve yerine yedeği geçiyor. Üstelik bakan olan kişi, görevden ayrıldıktan sonra yeniden milletvekilliğine ya da senatörlüğe dönebilmek için yeniden seçime girmek zorunda. Bu ilginç düzenlemenin amacı, parlamento üyelerinin bakan olma heveslerini kırarak hükümet istikrarını korumak. Parlamento üyeleri tam bir yasama sorumsuzluğundan yararlanıyorlar. Meclis çalışmaları nedeniyle yaptıklarından sorumlu tutulamıyorlar. Dokunulmazlık ise oldukça dar ve suç işleyen parlamenterlerin tutuklanması olası. İki durumda parlamento kendiliğinden toplanıyor; C.başkanı Millet Meclis’ini fesih yetkisini kullanmış ve olağan toplantı zamanı değilse ve C.başkanı 16. madde ile olağanüstü toplantı isterse.

Meclis oturumları halka açık. Tutanaklar resmi gazetede (Journal Officiel) yayınlanıyor. Başbakanın ya da üyelerin onda birinin isteğiyle gizli oturum olanaklı. Meclislerin yönetimi kendi başkanlarına ve başkanlık divanlarına ait. Millet Meclisi başkanı, bir dönem için seçiliyor. Senato’nunki ise, 3 yılda bir yapılan her kısmi yenilemede seçiliyor. Meclislerin başkanlık divanı üyeleri için her yıl seçim yapılıyor. Her iki mecliste de başkanlık divanının parti gruplarının gücünü yansıtması gerekir. Meclis başkanlarının kendi meclislerini yönetme dışında birçok yetkileri var. Anayasa Konseyi’ne üçer üye seçiyorlar. Ayrıca daha birçok yüksek kurula (radyo-televizyon üst kuruluna, yönetsel yargı üst kuruluna, Yüksek Yargıçlar Kurulu’na vs.) üye seçiyorlar. Senato başkanı Cumhurbaşkanı’na vekalet ediyor. Millet Meclisi başkanı, anayasa değişikliklerini onaylayan parlamento birleşik toplantısına başkanlık ediyor.

Parlamento’da 3 çeşit komisyon var; yasama komisyonları, araştırma komisyonları ve delegasyonlar. Yasama komisyonları bizim meclisteki sürekli komisyonlara benziyor. Ancak anayasa bunların her meclis için sayısını 6 ile sınırlıyor. Komisyon üyeleri, grupların gücüne göre her yıl yenileniyor. Bir milletvekili ya da Senatör’ün bu komisyonlardan yalnızca birine üye olma hakkı var. Araştırma komisyonları ise bizimkiler gibi belli bir konuda bilgi toplamak için kurulan geçici komisyonlar. Delegasyonlar da bir çeşit sürekli komisyon. Ancak anayasa sürekli komisyon sayısını sınırladığı için, değişik bir ad kullanma zorunluluğu doğmuş. En önemli 2 delegasyon (her mecliste birer tane) 1979 yılında kuruldu. Bunları görevi derinleşen ve gelişen AB sürecini götürmekti. Parti grubu kurabilmek için Millet Meclisi’nde en az 20 üye, Senato’da ise en az 14 üye gerekli. 

B-) Parlamentonun Yetkileri: 1958 Anayasası’nın benimsediği ussallaştırılmış (rasyonelleştirilmiş) parlamentarizm anlayışının sonucu olarak, Fransız parlamentosunun hem yasama, hem de hükümeti denetleme yetkileri iyice kısılmış durumda. Yasama yetkisi açısından en ilginç düzenleme, hiçbir ülkede benzeri olmayan biçimde yasa alanının anayasa tarafından sınırlanmış bulunmasıdır. Anayasanın bu biçimde belirlediği alanın dışında kalan konular, yürütme gücünün düzenleme yetkisine girmektedir. 1958 Anayasası’nın 34. maddesine göre yasa birtakım konularda temel kurallar koyabiliyor; başka birtakım konularda da yalnızca temel ilkeleri belirleyebiliyor. Yasanın kural koyabileceği alanlar şöyle; kişi hakları ve güvenceleri, ulusal savunma yükümleri, yurttaşlık, evlilik, kalıt, suç ve cezalar, ceza yargılaması, af, yargının kuruluşu, yargıçların statüsü, vergi oranı, merkezi ve yerel meclislerin seçim yöntemleri, devletleştirme ile özelleştirme, eğitim, ulusal savunmanın genel düzeni, mülkiyet, ayni haklar, sözleşmeler, iş tüzesi, sendikalar tüzesi, toplumsal güvenlik tüzesi.

Parlamento bu sayılanlar dışında daha 2 alanda yetkili; bütçe yasası ve kalkınma planının hedeflerini belirleyen izlence yasaları. Bahsedilen kısıtlama dışında anayasanın 38. maddesine göre hükümet parlamentodan yasa alanında düzenleme yapma (yasa gücünde kararname çıkarma) izni alabiliyor. Bizde olduğu gibi bu izin bir yetki yasası (loi d’habilitation) ile veriliyor. Yetki yasası, yasa gücünde kararnamelerin en geç hangi tarihe dek parlamentonun onayına sunulacağını belirtiyor.  Parlamento kendisine sunulan bu dar alanın dışına çıkmasın diye anayasanın 41. maddesinde hükümete, yasama süreci sırasında itiraz hakkı tanınıyor. Hükümet bu itirazını ya anayasanın çizdiği yasama alanının dışına çıkıldığı ya da yetki yasası ile kendisine bırakılan alana karışıldığı gerekçesine dayandırabiliyor. İlgili meclisin başkanı ile hükümet anlaşamazsa konuyu 8 günlük bir süre içerisinde Anayasa Konseyi çözüyor.

Parlamentonun elindeki yasama yetkisinin oldukça sınırlanmış olması bir yana, Fransa’da yasama yetkisini parlamentonun dışında kullananlar da var. Bir kere 11. maddede sayılan konular açısından halk yasakoyuculuk yapabiliyor.  11. maddenin kapsadığı konular şunlar; Kamu güçlerinin örgütlenmesi, Fransız Uluslar Topluluğu’na ilişkin bir sözleşme, Bir uluslararası antlaşmanın onaylanması, Geçimsel ve toplumsal siyaset ile buna araçlık eden kamu hizmetleri. İkincisi, olağanüstü durumlarda Cumhurbaşkanı 16. maddeye dayanarak yasa koyma yetkisini kullanabiliyor. Yasama yetkisine üçüncü ortak da hükümet. 38. maddede öngörülen yetki yasası ile hükümet yasa gücünde kararname çıkarabiliyor. Yasa önerme yetkisi hem hükümete (tasarı), hem de parlamento üyelerine (teklif) ait. Uygulamada çıkan yasaların % 90-95’i tasarı kaynaklı.

Tasarı ve öneriler, her meclisteki 6 sürekli komisyondan birine gidiyor. Komisyonlar öneriler üzerinde istedikleri değişiklikleri yapabiliyorlar. Komisyon tasarı ya da öneriyi inceledikten sonra genel kurula bir yazanak sunuyor. Önce metnin tümü görüşülüyor, sonra her madde ve değişiklik önergesi ayrı ayrı oya sunuluyor. Sonunda metnin tümü son biçimiyle oylanıyor. Bir metnin yasalaşabilmesi için, 2 meclis tarafından aynı biçimde kabulü zorunlu. Meclisler arasında anlaşmazlık çıkarsa 45. maddenin öngördüğü mekik yöntemi başlıyor. Meclisler metni ikişer defa görüştükten sonra anlaşmazlık sürüyorsa, başbakan anlaşmazlık konularını çözecek bir karma komisyon kurulmasını önerebilir. Karma komisyonun metni yeniden meclislere sunulabilir. Karma komisyon anlaşmaya varamamışsa, ya da metin iki meclisten biri ya da ikisinde de reddedilirse, her iki mecliste birer görüşme daha yapıldıktan sonra hükümet Millet Meclisi’nden son kararı vermesini isteyebilir. Bu durumda Millet Meclisi ya karma komisyon metnini ya da önceki metni kabul edebilir.

Parlamentonun 2 kanadının onayını almış bir metnin yasa olarak yürürlüğe girebilmesi için son aşama, ısdar (imza bunun içinde) ve yayım. Cumhurbaşkanı’nın bir yasayı ısdar etmek için 15 günlük bir süresi var. Bu süre içinde, yasayı parlamentoya geri gönderip yeniden görüşülmesini isteyebilir. Parlamento ısrar ederse yasayı ısdar edip yayınlatmak zorundadır. 1958 Anayasası yasama alanında olduğu gibi hükümeti denetleme alanında da parlamentonun elindeki olanakları olabildiğince kıstı. Bakanlara soru sorma yetkisi bütün parlamento üyelerine ait. Sorular yanıt biçimlerine göre yazılı ve sözlü olarak ikiye ayrılıyor. İlgili bakanın 2 aylık bir süre içinde yanıt vermesi gerekiyor ama yanıtlamazsa bir yaptırım yok. Soru ile yanıtı resmi gazetede yayınlanıyor. Parlamentonun elindeki bir başka denetim yolu da araştırma komisyonları kurmak. En güçlü silah olan güven oylaması ise kısıtlanmış. Hükümet Senato’ya değil sadece Millet Meclisi’ne karşı sorumlu. Hükümet kendi istemediği sürece güven oylamasına gidilmiyor.


YÜRÜTME:
Bütün parlamenter sistemlerde olduğu gibi Fransa’da da yürütme iki başlıdır; devlet başkanı ve hükümet. Ancak parlamenter sistemlerden farklı olarak Fransa’da esas yetki devlet başkanının elinde.

A-) Cumhurbaşkanının Seçimi: Cumhurbaşkanlığının süresi 5 yıl (2000 yılına kadar 7 yıldı). Yeniden seçilmesine engel yok. Bu nedenle uzun süre görevde kalabiliyor. Mesela François Mitterand’ın Cumhurbaşkanlığı 14 yıl sürdü. Önceden Cumhurbaşkanları parlamento tarafından seçilirdi. De Gaulle 1958 Anayasası ile ilk olarak 80.000 kişilik özel bir seçmenler kurulunun (parlamento üyeleri, il genel meclisi üyeleri, deniz aşırı toprakların meclislerinin üyeleri, belediye meclislerinin temsilcileri vs.) bunu yapmasını öngördü ve kendi bu yolla seçildi. Ancak 1962’de yeni bir yasa ile halkın Cumhurbaşkanı’nı seçmesi öngörüldü.

Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk oylamasında hiçbir aday geçerli oyların salt çoğunluğunu alamazsa, 15 gün sonra ikinci oylama yapılıyor. İkinci oylamaya ilk turda en çok oyu alan 2 aday katılıyor. Aday olabilmek için yaş sınırı 23. Adaylara her konuda eşit şans tanınıyor. Adayların harcamaları da kurallara bağlanmış ve belli limitler aşılamıyor. Adaylara yapılabilecek özel bağışlar da sınırlanmış durumda. Bugüne dek ilk turda seçimi kazanan aday çıkmadı. Cumhurbaşkanı’nın siyasal sorumluluğu yok. Görevi ile ilgili cezai sorumluluğu ise, ancak vatana ihanet halinde söz konusu. Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanetle suçlanabilmesi, parlamentonun iki kanadının ayrı suçlama metnini ayrı ayrı, üye tamsayılarının salt çoğunluğu ile kabul etmesine bağlı. Anayasa, bu durumda açık oylama yapılmasını zorunlu kılıyor. Suçlanan Cumhurbaşkanı Yüksek Adalet Divanı’nda yargılanıyor. Cumhurbaşkanı’na vekalet için 2 durum söz konusu. Sürekli boşalmalarda Senato başkanı tarafından yürütülüyor. Geçici boşalmalarda ise başbakan tarafından yürütülüyor. Cumhurbaşkanı’na hizmet eden 50 kadar üst düzey görevli var. Bunları Cumhurbaşkanı serbestçe seçiyor.

B-) Cumhurbaşkanının yetkileri: Cumhurbaşkanı tüm parlamenter sistemlerde olduğu gibi yürütmenin başı. Ancak diğer parlamenter sistemlerde olduğu gibi bu durum simgesel değil. Cumhurbaşkanı özellikle ulusal savunma ve dış siyaset konularında, yürütme alanının neredeyse tek yetkilisi. Yürütmeye ilişkin öteki konularda da, hükümetin işlerine seyirci kalmaktan çok uzak. Cumhurbaşkanı yetkilerinden bir bölümünü tek imza ile kullanıyor. Öteki yetkileri için karşı-imzaya (contreseign) yani hükümetin desteğine gereksinimi var.

Cumhurbaşkanı’nın hangi yetkileri tek imza ile kullanabileceği anayasa tarafından teker teker belirtilmiş. Bunlar şöyle sıralanmış;
-           Başbakan’ı atamak ve hükümetin çekildiğini bildirmesi üzerine görevine son vermek
-           11. maddeye dayanarak belli yasa tasarılarını halk oylamasına götürmek.
-           16. maddeye dayanarak ulusun bağımsızlığı, bütünlüğü yakın bir tehdit altında kalırsa ulusa bir bildirge yayınlayarak gerekli bütün önlemleri almak.
-           Meclislere iletiler (mesajlar) göndermek.
-           Millet Meclis’ini dağıtmak.
-           Anayasa Konseyi’nin 3 üyesini belirlemek ve atamak.
Diğer tüm konular karşı imza gerektiriyor.

C-) Hükümet: Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulu’nun başıdır. Bakanlar Kurulu her hafta Cumhurbaşkanlığı sarayında toplanıyor. Başbakanın işi hükümeti yönetmek. Fransa’da hükümetin yapısını belirleyen ne bir anayasa hükmü var, ne de bir yasa. Her hükümette bakanların yalnızca sayısı değil, ünvanları ve görevleri de değişebiliyor. Uygulamaya bakılırsa başbakan dışında Bakanlar Kurulu üyeleri şöyle sıralanabilir;
-           Devlet bakanları (Ministres d’Etat): Protokolde Başbakan’dan sonra gelen ve kendilerine kimi yönetsel birimler bağlanan siyasi önderler.
-           Bakanlar (Ministres): Çeşitli alanlardaki bakanlar.
-           Özel görevli bakanlar (Ministres délégués): Özel görevli bakanlar.
-           Devlet sekreterleri (Secrétaires d’Etat): Bakan benzeri özel yetkili kişiler.
Cumhurbaşkanı ile hükümet aynı siyasi görüşten ise sistem Başkanlık sistemine kayıyor. Yok karşı görüşteler ise bu defa parlamenter sisteme daha çok yaklaşıyor. Ama yine de Cumhurbaşkanı daha ön planda.


EKONOMİK VE SOSYAL KONSEY:
Bu kurul 1925’ten beri var. Kurul’un 230 üyesi var. Yaklaşık üçte biri ücretlileri, üçte biri işletmeleri, üçte biri ötekileri (esnaf, zanaatkar vs.) temsil ediyor. Üyelerin bir bölümü kendi meslek kuruluşları tarafından, bir bölümü de hükümet tarafından seçiliyor. Üyelik süresi 5 yıl. Yeniden seçilme var. Parlamento üyeliği ile birleşemiyor. Sürekli toplanmıyorlar. Birçok komisyonu var. Önemli bir bilgi üretim ve inceleme merkezi. Başvuru yetkisi yalnızca hükümete ait. İktisadi konularda hükümet kurulun görüşünü almak zorunda.


SEÇİMLER VE PARTİLER:
Seçmen yaşı 18. Kadın-erkek eşit oranda aday gösterilmesi kısa bir süre önce anayasaya girdi. İki turlu dar bölge sistemli seçim yapılıyor.  İlk turda seçilebilmek için oyların salt çoğunluğunu ve geçerli seçmenler en az dörtte birinin oyunu almak gerekir. Bir hafta sonra yapılan ikinci oylamada aday olabilmek için ilk turda en az % 12,5 oy almış olmak gerekiyor (bu orana ulaşılamamışsa geçerli sayılmıyor). İkinci oylamada en çok oyu almak yetiyor. Her aday yedeği ile birlikte seçiliyor. Seçim harcamaları sınırlanmış durumda. Seçim Giderleri Ulusal Komisyonu bunu denetliyor. Senato için ikinci seçmenler komünlerin nüfusuna göre değişen kurallara göre belirlenir. Senato ikinci seçmenlerinin seçimi esas seçimden en az 3 hafta önce yapılıyor. Son yıllarda merkez sağda öne çıkan parti UMP (Union Pour un Mouvement Populaire). Jacques Chirac’tan sonra Nicolas Sarkozy’nin liderliğini aldığı bu partinin başında şimdilerde Jean-François Copé var. Merkez solda ise uzun süredir PS (Parti Socialiste) hakim durumda. En son seçilen Cumhurbaşkanı François Hollande da bu partinin adayıydı.

Dr. Ozan ÖRMECİ


11 Mart 2013 Pazartesi

Siyasal Sistemler: Almanya


KURULUŞ:
Germenler bundan yaklaşık 2000 yıl önce tarih sahnesine çıktılar. Batı Roma İmparatorluğu 476’da yıkıldıktan sonra birçok Germen Krallığı kuruldu. Uluslaşma sürecinde dil belirleyici bir rol oynadı. Fransızlar birliğini daha erken sağlarken, Germenler bir türlü siyasal birliğini sağlayamadı. 9. yüzyılda kurulmaya başlayan Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, din temeline dayanan bir birlik denemesiydi. Kağıt üzerinde 1806’ya kadar yaşamasına rağmen hiçbir zaman siyasal birliği sağlayamadı. Aksine din çatışmaları Almanya’da tam bir parçalanmaya neden oldu. 1517’de Martin Luther’in papalığa karşı başlattığı Reform hareketi Almanya ve genel olarak Avrupa’da mezhep savaşlarına yol açmıştır. 1648 Vestfalya antlaşmaları ile noktalandığında Almanya nüfusunun üçte birini mezhep savaşlarına kurban vermişti. Ayrıca siyasal birlik daha da zayıflamış ve Almanya 350 siyasal birime bölünmüştü.

Almanların toparlanması 100 yıl sonra Brandenburg prensliğinde başladı. Prusya Krallığı’na dönüşecek olan bu birim, Alman ulusçuluğunun en güçlü dayanağı oldu. En büyük düşmanı ise Almanları çok uluslu bir imparatorluk içinde tutmaya çabalayan Avusturya idi. Napolyon Avrupa’nın altını üstüne getirdikten sonra 1815’te Alman Konfederasyonu kuruldu. Ancak bu bir devlet değil, Prusya ve Avusturya izin verdiği ölçüde bir gevşek birlikti. 1834’te gümrük birliğinin kurulmasıyla Alman ulusal pazarının oluşması yönünde önemli bir adım atıldı. Gerçek dönüm noktası ise 1861’de Prusya tahtına I. Wilhelm’in oturması oldu. Yeni kral başbakanlığı (şansölye) Bismarck’a, ordunun komutasını da Moltke’ye verdi. Bu iki dahi devlet adamı sayesinde Alman militarizmi güçlendi ve Prusya Danimarka ve Fransa’dan aldığı topraklarla 1871’de siyasal birliğini ilan etti.

I. Wilhelm ölünce yerine geçen II. Wilhelm Bismarck’ın denge siyasetine karşıydı ve Almanya daha saldırgan bir dış politika benimsedi. I. Dünya Savaşı’nda yenilerek toprak kaybetti, çok ağır ekonomik ve siyasal yaptırımlara uğradı ve birliğini güçlükle koruyabildi. Almanya’daki kısa süreli Weimar Cumhuriyeti dönemi yaşandı ancak daha sonra Adolf Hitler ve Naziler gücü ele geçirdi. II. Dünya Savaşı’na neden olan Hitler Yahudilere yönelik soykırım politikası ve ulusuna yaşattıklarıyla büyük bir utanca ve yenilgiye neden oldu. 1871’de kurulan Alman birliği 1945’te Yalta Konferansı’nda Almanya’nın ikiye bölünmesiyle son buldu. Ancak Soğuk Savaş’ın bitimiyle Almanya 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla yeniden birleşti ve siyasal birliğini sağladı. Almanya bugün 357.000 kilometrekarelik yüzölçümü, 82 milyon vatandaşı ve gelişmiş ekonomisiyle dünyanın en önemli güçlerindendir.


ANAYASAL DÜZENLEMELER:
A-) Anayasanın Niteliği ve Evrimi: Potsdam Konferansı sonrası Almanya’da eyalet yapıları ve yerel yönetimler kuruldu. Ancak Soğuk Savaş’ın başlamasıyla iki Almanya’nın birbirinden ayrı olacağı kesinleşince, Batı Almanya’da Bonn’da 1 Eylül 1948’de Batılı işgal güçlerinin yönlendirmesiyle eyalet meclislerinden gelen 65 üyenin katılımıyla Parlamento Konseyi toplandı ve yeni anayasa çalışmaları başladı. 23 Mayıs 1949’da yeni anayasa yürürlüğe girdi.

Yeni anayasa hazırlanırken elbette Batılı işgal güçlerinin demokratik devlet anlayışları ve yönlendirmeleri etkili oldu. Ancak Weimar Cumhuriyeti döneminde faşizme yol veren eksiklikler de yeni anayasanın temel mantığını oluşturdu. Bir diğer etken de Almanya’nın bölünmüşlüğünü sürekli hale getirebilecek düzenlemelerden kaçınmaktı.  Anayasanın adı geçicilik izlenimi verecek şekilde temel yasa olarak seçilmiştir. Birleşme hedefiyle yapıldığı için geçiciliği belirten ve birleşme özlemini yansıtan bazı maddelere rağmen temel yasa başlangıçta 11 eyaletle sınırlı kaldı. 23. madde ile ileride Batı Almanya’ya katılacak yeni eyaletlerde de temel yasanın geçerli olacağı öngörüldü. Bu sayede birleşme döneminde yeni anayasa yapılmasına gerek kalmadı. Birleşme sonrası ise bu madde AB süreci düşünülerek kaldırıldı.

Temel yasanın 79. maddesi anayasa değişikliğini anlatıyor. Buna göre ayrı ayrı her iki meclisten de üye tamsayısının üçte ikisinin oyu gerekiyor. Ayrıca kapsamlı bir değiştirme yasağı var. Birleşik devlet yapısı, birleşik devlet yasama yetkisinin merkezle eyaletler arasında paylaşımı, ilk 20 maddede kabul edilen ilkeler değiştirilemez niteliğinde. Bu sebeplerle başlangıçta geçici olarak bakılan temel yasa bugün kalıcı bir anayasaya dönüşmüş durumda. Artık kalıcılık kazanmış temel yasa bir başlangıç bölümü ile 11 bölümden oluşuyor. Anayasa değişikliği yoluyla bugüne dek 3 bölüm daha eklenmiştir. İlk 2 bölüm temel haklara ve devleti düzenleyen temel ilkelere ayrılmış durumda. 3. bölümden 9. bölüme dek, birleşik devletin organları, bunların işleyiş kuralları ve merkezle eyaletler arasında yetki paylaşımı düzenleniyor. 10. bölüm Alman federalizminde özel bir önem taşıyan işleri ayrıntılı kurallara bağlıyor. 11. bölüm ise geçici hükümetlere ve son hükümlere ayrılmış durumda.

B-) Temel Haklar ve Hukuk Devleti: Hukuk devleti açısından en önemli gereksinim temel hakların korunması. Bu anlayışı temel yasada Nazi tecrübesi nedeniyle görmek fazlasıyla mümkün. İlk maddelerde yer alan temel haklarla ilgili düzenlemeler değiştirilemez maddeler arasında alınmış ve özel önem verilmiş durumda. Toplam 19 madde bunlara ayrılmış. Temel yasa ayrıca ölüm cezasını yasaklıyor. Kolluk kararıyla gözetim süresi izleyen günün sonuna dek uzayabiliyor en çok. Yakalanan kişi ertesi gün yargıç karşısına çıkarılmak zorunda. Yargıç tutuklama kararı vermezse kişi hemen salıveriliyor. Ayrıca gözetim altına alınan kişinin yakınlarına haber verilmesi anayasal bir zorunluluk.

Temel yasanın 2. bölümünün ilk maddesi olan 20. madde de değiştirilemezlik kapsamında. Bu madde devletin temel niteliklerine ilişkin. 4 bentten oluşuyor. 1. bende göre Almanya “demokratik ve toplumcul bir birleşik devlet”. 2. bende göre, devlet yetkesinin kullanılmasında, yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirinden ayrı olması gerekir. 3. bende göre yasalar anayasaya, yürütme ve yargı işlemleri yasalara ve yüzeye uygun olmalıdır. 4. bende göre bütün Almanlar başka yol kalmamışsa anayasal düzeni yıkmak isteyenlere karşı direnme hakkına sahipler.

Temel hak ve özgürlüklerle ilgili korunan maddeleri kısaca özetlemek gerekirse; temel hak ve özgürlüklerin korunması (devletin birey karşısında sınırlandırılması), yasalar önünde eşitlik, hak arama özgürlüğü, yasama-yürütme-yargının anayasa ve tüzeye bağlı bulunması, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi. Temel yasanın  2. bölümü 20-37. maddeleri kapsıyor. Burada egemenlikten ulusal bayrağa, temel haklardan federalizme çok değişik konularda düzenlemeler var. Temel yasanın bir diğer özelliği uluslararası antlaşmalara ve barışa büyük önem vermesi. Madde 24/1’e göre devlet yasa yoluyla egemenlik yetkilerini uluslararası kurumlara bırakabilir. Aynı maddenin 2. bendine göre devlet barış amacıyla ortak savunma kurumlarına katılabilir. Madde 26/1’e göre uluslar arasındaki barışı bozmaya ve saldırıya yönelik eylemler anayasaya aykırıdır. 

Temel yasanın 2. bölümünde siyasal partilere ilişkin 21. maddenin 1. bendine göre partiler serbestçe kurulabilirler. 21. maddenin 2. bendi partilerin kapatılmasıyla alakalıdır ve siyasal partilerin temel düzeni ortadan kaldırmaya yönelik faaliyet yürütmeleri durumunda Anayasa Mahkemesi’nce kapatılabileceğini öngörülüyor. 2. bölümde yerel yönetim özerkliği de düzenlenmiş. Buna göre toplumu ilgilendiren her konu mümkünse en alt birimde halka en yakın birimde çözümlenmelidir. Bu ilkeye “subsidiarity (yerinden yönetim)” deniyor.

C-) Federalizm: Temel yasanın 20. maddesine göre Almanya federal bir devlettir. Buna ek olarak anayasa değişikliğini düzenleyen 79. maddede birleşik devlet esasına ve bunun gereği olan yasama yetkisi paylaşımına dokunulamayacağının hükme bağlanması federalizmin Alman devlet yapısının en köklü ilkelerinden biri olduğunu gösteriyor. Federalizmin temelinde Almanların yüzyıllar boyu ayrı prensliklerde, devletlerde yaşamalarının büyük rolü var. Almanya siyasal birliğini dahi federal bir kimlik biçiminde algılamıştır. Bugün Federal Almanya Cumhuriyeti’nin 16 eyaleti var. Üçü ise apayrı bir özellik taşıyor; Berlin, Hamburg ve Bremen, bunlar birer kent-devlet.

Eyaletler gerçek birer devletçik. Her birinin genel seçimle belirlenen bir meclisi (Landtag), bir hükümeti, yüksek mahkemeler dahil yargı düzeni var. Bu siyasal yapı her eyaletin anayasası tarafından belirlenmiş durumda. Öte yandan, siyasal yaşam merkezin bir kopyası değil. Ulusal siyasetle yerel siyaset, iktidarlar çok farklı olabiliyor. Eyaletler ve merkezi yönetim arasındaki yetki paylaşımını anlayabilmek için öncelikle şunu anlamak gerek; Almanya’da yasamada merkez, yürütmede eyaletler güçlüdür. Başka bir deyişle, kurallar genellikle merkezde konur, ancak bunların uygulanması taşraya aittir. Bu nedenle yerelde büyük bir bürokrasi vardır. Sonuçta Almanya merkezi kararların federal bir biçimde uygulandığı bir ülke olarak tanımlanabilir.

Temel yasada 10. maddede düzenlenen kaynak paylaşımı şöyledir. Her düzey (merkez, eyalet, yerel yönetim) kendi giderlerini karşılayacak kaynaklara egemendir. Anayasa hangi tür vergilerin hangi düzeye ayrılacağını belirtiyor. Ancak eyaletler arasındaki gelir farkları nedeniyle birleşik devlet belli ölçülerde kaynak aktarımı yapabiliyor. Ancak bunun Eyaletler Meclisi Bundesrat’ta onaylanması zorunlu. Temel yasanın 7. bölümü yasama yetkisini düzenliyor.  Temel yasa birleşik devlete ait olan yasama konuları ile hem merkeze, hem de eyaletlere ait olan yasama konularını tek tek sayıyor.

Ortak yetki alanına giren konularda eyaletler ancak o konuda bir federal yasa çıkarılmamışsa yasama yetkisini kullanabiliyor. Temel yasaya göre merkezin yetkili olduğu başlıca alanlar şöyle; dış işleri, savunma, yurttaşlık, pasaport, yabancıların kabulü, para siyaseti, gümrükler ve malların serbest dolaşımı, ulusal demiryolları ve havayolları, posta ve haberleşme, fikri haklar. Ayrıca birtakım alanlarda bütün eyaletleri bağlayan genel çerçevenin merkezce çizilmesi zorunlu; kamu çalışanlarının tüzel konumu, yükseköğretim ilkeleri, avcılık ve doğanın korunması, basın ve film sanayii, bölge tasarlaması. Eyaletlerin yetkisinde olan alanlar ise şöyle; kültür siyaseti (radyo-tv yayıncılığı dahil), eğitim, sağlık, kolluk.  Ortak alanlar ise yurttaş hukuku, ceza hukuku, doğum-evlenme-ölüm kayıtları, toplanma ve dernek özgürlükleri, yabancılara oturma izni, silah ve patlayıcı maddeler, çevre koruma.

Bu sayılanlara bakılırsa, yasama yetkisinin kullanımında esas ağırlığın merkezden yana olduğu izlenimi ediniliyor. Bu izlenim doğru. Ancak federalizm ilkesi açısından unutulmaması gereken çok önemli 2 nokta var. Bir kere, genel kural olarak merkez bu yetkisini ancak 2 meclisin oyuyla kabul edilebilecek federal yasalar aracılığıyla kullanabiliyor. Bu meclislerden biri ise (Eyaletler Meclisi) doğrudan doğruya eyalet hükümetlerinin temsilcisi. İkincisi, federal yasaların uygulanmasında, esas yetki eyaletlerde. Üçüncüsü yetki paylaşımı konusunda merkezle eyaletler arasında bir anlaşmazlık çıktığında bunu çözmeye yetkili merci Federal Anayasa Mahkemesi. Bu mahkemenin verdiği kararlara bakılırsa eyaletlerin yetkilerinin korunmasına özen gösterdiği görülüyor. Son olarak, uygulamada genel kural merkezle eyaletleri çatıştırmak değil, uzlaştırmak ve ortak çözümler üretmek.


YASAMA:
A-) Yasamanın Yapısı: Bütün birleşik devletlerde olduğu gibi Almanya’da da yasama organı 2 kanatlı; halkın temsilcisi olan Ulusal Meclis (Bundestag) ile eyaletlerin temsilcisi olan Eyaletler Meclisi (Bundesrat). Temel yasanın 3. bölümü Ulusal Meclis’i, 4.bölümü ise Eyaletler Meclisi’ni düzenliyor. Ulusal Meclis’in (Bundestag)  üye sayısı 656. Seçim dönemi 4 yıl. Meclis kendi takvimini serbestçe düzenliyor. Olağanüstü toplantıya çağırma yetkisi meclis başkanına ait. Ancak üyelerin üçte biri, cumhurbaşkanı ya da başbakan istediğinde başkan meclisi toplantıya çağırmak zorunda. Meclis kendi başkanını ve başkanlık divanını kendisi seçiyor. Parti grupları için yüzde 5 gerekiyor. Seçimlerin denetimi Ulusal Meclis’e ait. Meclis ayrıca milletvekili üyeliklerini düşürebiliyor. Ancak meclis kararlarına karşı Federal Anayasa Mahkemesi’ne itiraz yolu var. Meclis toplantıları kamuya açık. Gizli oturum üyelerin üçte ikisinin kararına bağlı.

Genel kurul ve komisyonlar federal bakanları istedikleri zaman önlerine çağırabiliyorlar. Buna karşılık bakanlar da, her istediklerinde genel kurulda ve komisyonlarda söz alma hakkına sahipler. Ulusal Meclis soruşturma komisyonları kurabiliyor. Milletvekillerinin yasama sorumsuzluğu var. Yalnızca hakaret durumunda bu sorumsuzluk işlemiyor. Milletvekillerinin dokunulmazlığı da var. Suçüstü durumu dışında, aleyhlerine cezai kovuşturmaya girişilmesi meclis kararına bağlı. Bir kişi milletvekilliğine aday oldu diye işten çıkarılamıyor. Eyaletler Meclisi (Bundesrat) temel yasanın 4. bölümünde düzenleniyor. Bu meclis, eyaletlerin federal yasama ve yürütme sürecine katılma araçları. Üyeler, eyalet hükümetleri tarafından ve kendi içlerinden serbestçe seçiliyor ve değiştirilebiliyor. Her eyaletin meclise gönderdiği üyeler aynı yönde oy kullanmak zorunda. Üyeler kendi hükümetlerinin sözcüsü durumunda. Her eyaletin en az 3 üyesi oluyor. 2 milyondan fazla nüfusu olan eyaletlere 4 üyelik, 6 milyondan fazla nüfusu olan eyaletlere 6 üyelik veriliyor. Eyaletler Meclisi’nin toplam üye sayısı 69. Eyaletler Meclisi her yıl kendine bir başkan seçiyor. Başkan 2 eyaletin ya da federal hükümetin istemi olursa, meclisi olağanüstü toplantıya çağırmak zorunda. Meclis toplantıları kamuya açık. Ancak gizli oturum olanağı da var.

B-) Yasama Süreci: Almanya’da kimi yasaların kabulü için 2 meclisin onayı zorunlu. Her 2 meclisin üye tamsayısının üçte iki çoğunluğunun oyu olmadan anayasayı değiştiren bir yasanın kabulü olanaksız. Bunun dışında kalan yasaların ikinci meclisin (Bundesrat) onayını gerektirip gerektirmediğini anlamak için temel yasaya bakmak gerekiyor. Genel olarak önemli konularda ve eyaletleri ilgilendiren konularda 2 meclisin de onayı gerekli.

Yasalar Ulusal Meclis’te öneriliyor. Önerme yetkisi olanlar; federal hükümet, milletvekilleri, Eyaletler Meclisi. Hükümet tasarıları Ulusal Meclis’e sunulmadan önce Eyaletler Meclisi’ne gönderiliyor. Eyaletler Meclisi isterse 6 hafta içerisinde tasarılara ilişkin görüş bildiriyor. Eyaletler Meclisi’nden kaynaklanan yasa önerileri Ulusal Meclis’e federal hükümet aracılığıyla sunuluyor. Federal hükümet bu sunuşla birlikte konuya ilişkin kendi görüşünü de bildirmek zorunda. Ulusal Meclis’in kabul ettiği yasalar, meclis başkanı tarafından hemen Eyaletler Meclisi’ne gönderiliyor. Eyaletler Meclisi 3 haftalık bir süre içinde yasanın 2 meclis üyelerinden kurulu bir karma komisyonda incelenmesini isteyebiliyor. Karma komisyon bir değişiklik önermişse, bu konuda Ulusal Meclis yeniden karar almak zorunda. Eyaletler Meclisi’nin onayına bağlı olmayan yasalarda da, Eyaletler Meclisi itirazını Ulusal Meclis’e iletebiliyor.


YÜRÜTME
A-) Cumhurbaşkanı: Temel yasanın 5. maddesi birleşik devlet başkanlığını düzenliyor. Başkanlığa adaylık için 40 yaş sınırı var. Başkan 5 yıl için seçiliyor ve en çok 2 defa arka arkaya seçilebiliyor. Cumhurbaşkanı, birleşik devlet kurultayı tarafından seçiliyor. Kurultayın yarısı, Ulusal Meclis üyelerinden oluşuyor. Milletvekili sayısı kadar üye de, eyalet meclisleri (Landtag’lar) tarafından göreli temsil kurallarına göre seçiliyor. Kurultay Ulusal Meclis tarafından toplantıya çağrılıyor. İlk 2 oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranıyor. 3. oylamadan itibaren seçilmek için göreli çoğunluk yeterli. Cumhurbaşkanı’nın bütün işlemleri için başbakan ya da ilgili bakanın karşı imzası zorunlu. Temel yasa Cumhurbaşkanı’na sadece şu konularda tek imza yetkisi veriyor; başbakanın atanması ve görevden alınması, Ulusal Meclis’in dağıtılması, görevden ayrılan başbakandan ya da bir bakandan yenisi göreve başlayıncaya dek görevini sürdürmesini isteme.

Görüldüğü üzere Cumhurbaşkanı’nın siyasal bir gücü yok. Başbakan’ın belirlenmesi de aslında Ulusal Meclis’in yetkisinde. Siyaseten güçsüz bir Cumhurbaşkanı’nın siyasal sorumluluğun olmaması da doğaldır. Ancak federal yasayı bile bile çiğneme suçuyla Yüce Divan’a gönderilebiliyor (2 meclisten birinin üye tamsayısının dörtte birinin önerisi ve üçte ikisinin kabulüyle). Yüce Divan görevi Federal Anayasa Mahkemesi’ne aittir.

B-) Hükümet: Almanya’da yürütme demek başbakan demektir. Anayasal düzenlemelerde başbakan çok etkili bir aktördür. Almanya’da bakanlar meclise karşı değil, başbakana karşı sorumlular. Meclis karşısında tüm siyasal sorumluluğu başbakan üstleniyor. Bakanları atamak ve görevden almak başbakanın kontrolünde. Başbakan bakanlardan birini kendine vekil olarak atıyor. Hükümetin genel siyasetini kendisi belirliyor.

Başbakan adayı Cumhurbaşkanı’nca belirlenip Ulusal Meclis’e sunuluyor. Başbakan Ulusal Meclis tarafından görüşme yapılmaksızın seçiliyor. Adayın seçilebilmesi üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyunu almasına bağlı. Gösterilen aday seçilmezse, bu kez Ulusal Meclis kendisi bir aday çıkarıp 14 gün içerisinde yine salt çoğunlukla bir başbakan seçebiliyor. 14 gün içerisinde bir başbakan seçilememişse hemen bir oylama daha yapılıyor ve salt çoğunluğu alan bir aday seçiliyor. Yine olmazsa 7 gün içinde bir seçim daha oluyor ve Cumhurbaşkanı göreli çoğunluğu alan adayı başbakan atıyor ya da meclisi dağıtıyor. Başbakan yalnızca Ulusal Meclis’e karşı sorumlu. Ulusal Meclis’in başbakana güvensizlik oyu vermesi ancak salt çoğunlukla yeni bir başbakanı seçebilmesine bağlı. Güvensizlik önergesi ile seçim arasında 48 saatlik zorunlu bekleme süresi var. Yeni bir başbakan salt çoğunlukla seçilmişse Cumhurbaşkanı eskisini görevden almak ve yeni kişiyi atamak zorunda.


SEÇİMLER:
Almanya’da birleşik devlet düzeyinde genel seçim bir tek Ulusal Meclis için söz konusu. Eyalet Meclisi üyelerini doğrudan doğruya eyalet hükümetleri belirliyor. Cumhurbaşkanını ise birleşik devlet kurultayı seçiyor. Ulusal Meclis için seçimler, demokrasinin genel kurallarına uygun olarak genel, eşit, gizli oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre serbest bir biçimde yapıyor. Seçimler tek dereceli ve tek turlu. Almanya’da % 5 seçim barajı uygulanıyor. Ancak bir parti 3 seçim çevresinde doğrudan doğruya milletvekili çıkarabilmişse, ulusal çapta oyları barajın altında kalsa bile meclise temsilci gönderebiliyor. Barajın nedeni istikrarsızlığı önlemek ve çok yerel partilerin Ulusal Meclis’te etkili olmasını engellemek. Seçme ve seçilme yaşı 18. Her seçim çevresinde seçmenler 2 oy kullanırlar. Oylardan biri o seçim çevresini temsil edecek milletvekili adayı için, diğeri ise eyalet düzeyindeki parti içindir. 

Seçmenlerin 1. oyu İngiltere’deki dar bölge çoğunluk düzenine göre sonuç verir. O çevrede göreli olarak en çok oyu alan aday seçilir. Seçmenlerin 2. oyu ile ise, her eyaletin bir seçim çevresi oluşturduğu bir göreli temsil yöntemi işletilir. Barajı aşan ya da seçmenlerin 1. oyuyla doğrudan doğruya 3 milletvekili seçtirmeyi başaran partilerin Ulusal Meclis’teki koltuk sayısı, dizelgelerin her eyalet çapında aldığı oy oranına göre belirlenir. Tercihli oy yoktur. Almanya’da seçimlere katılım çok yüksektir.


SİYASİ PARTİLER:
En köklü parti SPD - Alman Sosyal Demokrat Partisi’dir. 19. yüzyılın son çeyreğinde II. Enternasyonal’e üye en büyük  Marksist parti olan ve Alman işçi sendikalarıyla organik bağları olan bu parti, 1933’te Naziler tarafından kapatılmıştır.  II. Dünya Savaşı sonrası tekrar kurulan parti giderek daha sosyal demokrat bir çizgiye kaymıştır. Diğer önemli parti CDU - Hıristiyan Demokrat Parti de Almanya’nın köklü sağ partisidir.


Dr. Ozan ÖRMECİ


KAYNAKÇA
- Eroğul, Cem, Çağdaş Devlet Düzenleri, 2001, Ankara: İmaj Kitabevi