Tüm Türkiye’nin merakla beklediği ve nefesini tutarak izlediği konuşma
saat 11.00 sularında başladı. Yarım saatlik uzun bir reklam-halkla ilişkiler
(pr) çalışmasını andıran girişin ardından, tam da Twitter’da #CometothepointErdogan
ve #SadedegelErdogan başlıkları trend topic haline gelmişti ki, Başbakan
Erdoğan nihayet paketin içeriğini açıklamaya başladı. Eşimle 2. evlilik
yıldönümümüze denk gelen bu özel günde (ki uğradığımız haksızlık nedeniyle ilk
yıldönümümüzü ayrı geçirmek zorunda kalmıştık), açıkçası daha olumlu bir
paketin çıkmasını beklerdim. Ancak paket benim açımdan bazı güzel getirileri
dışında tam bir hayal kırıklığı oldu. Bu paketle Türkiye’nin hiçbir sorununun
çözülemeyeceğini belirtmek isterim. Bu yazıda bunları size özetlemeye
çalışacağım.
Pakete olumlu yanlarından başlayalım. Nevşehir Üniversitesi’nin adının
Hacı Bektaş-i Veli Üniversitesi olması, Roman Dil ve Kültür Enstitüsü’nün
açılması, sadece özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitime izin verilmesi
(bunu dil kursu gibi de düşünebiliriz), farklı dil ve lehçelerde seçim çalışması
yapılmasına hak tanınması, siyasi partiler eşbaşkanlık formülüne imkan
verilmesi ve yüzde 3’ü bulan partilere devletin finansal destek sağlayacak
olması gibi maddeler Türkiye’nin demokratik gelişimi açısından son derece geç
kalmış ancak olumlu adımlardır. Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi ve demokrasi
kültürünün oturması için çoksesliliğe ve çoğulculuğa yer veren bir siyasal yapı
kurmak zorundayız. Bunlar ilk bakışta toplumu ayrıştırıyor-bölüyor gibi
algılansa da, tamtersine eğer doğru siyasal ve ekonomik adımlarla desteklenirse
Türkiye’nin birlik ve dirliğine hizmet edebilecek adımlardır. Devlet
okullarında eğitim dilinin Türkçe kalması hususu ise bence son derece
gereklidir ki, bu konuda şimdilik bir endişe unsuru gözükmemektedir. Bu nedenle
paketin bu kısımları nedeniyle hükümetimizi kutluyorum. Ancak paketin bazı
unsurları ve eksiklikleri eleştiriye açıktır. Şimdi bunlara da bakalım...
Öncelikle Türkiye’nin son yıllardaki en büyük demokratik sorununun 1950’li
yılların sonuna benzer şekilde gücün tek elde toplanması hadidesi olduğunu
hepimiz biliyoruz. Bugün devlet kadrolarında ve hatta mahkemelerde, yaratılan
siyasi baskı atmosferi nedeniyle AKP çevresinden olmayan insanların
hak-hukuklarını savunması imkansız hale gelmiş durumdadır. Bunu Türkiye’de
yaşayan herkes bilmekte ama söylemeye korkmaktadır. Bu nedenle tüm gelişmiş Avrupa
ve Batı ülkelerine benzer şekilde Başbakan Erdoğan’ın aslında kendine zarar
veren “iktidar zehirlenmesi” hadisesine yol açan aşırı güçlü pozisyonunu
dengeleyecek bir adımın atılmaması, bu paketin Türkiye’nin en önemli demokratik
sorununu çözemediğini göstermektedir. Düşünün ki, Amerika Birleşik Devletleri
gibi Başkanlık sistemi ile yönetilen bir ülkede dahi, Başkan Barack Obama
şimdilerde bütçeyi Kongre’de Cumhuriyetçi muhalefetin etkisi nedeniyle
oluşturamamaktadır. Amerika’da Başkanlık süresi yalnızca 2 dönemle sınırlıdır.
Bizde ise padişahlığı andırır şekilde tüm ipler Başbakan Erdoğan’ın elinde
toplanmıştır ve AKP’nin “3 dönem” şartının sulandırılması yönünde bazı
girişimler de son dönemde dikkat çekmektedir. Bu nedenle paket en önemli
sorunumuz olan gücün tek elde toplanmasını çözmemektedir. Bir diğer önemli
sorun, yüzde 10 barajlı seçim sistemiyle alakalıdır ki bu konuda da hükümet
sadece bir öneri pakediyle gelmiş, somut bir değişiklik yapmamıştır.
Bu pakette dikkat çeken husus ise dar bölge ya da daraltılmış bölge
uygulamalarına geçilebileceği önerileridir. Ancak öncelikle bu sistemlerde baraj
uygulanıp uygulanmayacağı belirtilmemiştir. Dahası seçim bölgelerinin
küçültülmesinin, MHP gibi daha çok birçok bölgede 2. olarak milletvekili
sayısını arttıran partilere zarar vereceği ve AKP’nin siyasetteki ağırlığını
arttıracağı ortadadır. Bir diğer olumsuz özellik ise, eğer böyle bir sisteme
geçilirse bu durumda, kendisini artık çok iyi tanıdığımız Başbakan Erdoğan’ın
eline cetvel-kalem alarak seçim bölgelerini diğer partileri zayıflatacak şekilde
çizecek olmasıdır. Amerikalıların “gerrymandering” dediği bu uygulamayı
geçmişte rahmetli Özal da uygulamak istemiştir. AKP’nin daha önce yerel
seçimlerde uyguladığı bu taktiğin genel seçimlerde de uygulanması kuşkusuz
muhalefet partileri CHP, MHP ve BDP’ye zarar verecek ve tek partili otoriter
sistemi güçlendirecektir. Bundan olumsuz anlamda en çok etkilenecek parti ise,
çok az seçim bölgesinde 1. parti olabilen ve daha çok seçim bölgelerine göre
değişen şekilde AKP ya da CHP’nin ardından 2. parti olan Milliyetçi Hareket
Partisi olacaktır. MHP’nin Türk siyasal hayatından silinmesine yönelik bu
girişim bu nedenle sakıncalıdır. Tüm siyasal eğilimler gibi Türk milliyetçiliği
de Türkiye demokrasisi içinde yer alması gereken bir eğilimdir. Bu nedenle
seçim sisteminde yapılacak değişikliğin doğrusu, seçim bölgelerinin
daraltılmasından ziyade yüzde 10 barajının devlet yardımı barajıyla aynı olan
yüzde 3’e düşürülmesi olacaktır. Bu olmadan Türkiye’de çoğulculuk ve demokrasi
kurumsallaşamaz. Bugün MHP bundan zarar görecek diye sevinenler, ileride bu
durum kendi partileri aleyhine döndüğünde pişman olabilirler.
Sonuç olarak Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı demokrasi paketi, olumlu
bazı adımlara rağmen bir makyaj niteliğinin ötesine geçememekte ve tek partili
otoriter yönetim ve temsil adaletsizliği gibi en önemli sorunlarımızı
çözmemektedir. Kürt sorunu konusundaki adımlar bence makul ve doğru olmasına
karşın, Başbakan Erdoğan’ın muattabı olan Öcalan ve PKK’nın bu adımlarla
yetinmesi mümkün gözükmemekte, dolayısıyla sorun çözülmemektedir. Tüm bu
nedenlerle bu pakedi bir seçim hazırlığı olarak okumak mümkündür. Kıbrıs’tan
sevgilerle...
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder