30 Kasım 2014 Pazar

UMP'de Yeniden Sarkozy Zamanı


Fransa’nın anamuhalefet partisi olan Halk Hareketi Birliği’nde (Union Pour un Mouvement Populaire-UMP) dün Genel Başkanlık seçimleri yapıldı. 268.000 delegenin internet üzerinden gerçekleştirdiği oylama, Türkiye saatiyle 21.00 sularında sona erdi. Seçimde kullanılan oyların yüzde 64,5’ini alan Nicolas Sarkozy, rakipleri Bruno Le Maire ve Hervé Mariton'u geride bırakarak yeniden UMP Genel Başkanı seçildi.[1]

Katılımın yüzde 58,1 düzeyinde kaldığı (155.801 kişi internet üzerinden oy kullandı)[2] seçimde, Sarkozy’nin rakipleri Bruno Le Maire yüzde 29,18, Hervé Mariton ise yüzde 6,32 oy aldı.[3] İnternet üzerinden yapılan oylama süresince, seçimi sabote etmeye yönelik başarısız bir siber saldırı girişimi de yaşandı.[4] Sarkozy’nin yaşadığı bunca büyük saldırılardan ve adli süreçlerden sonra yeniden Genel Başkan seçilmesi önemli bir başarı olarak dikkat çekerken, yine de 2004’te aday olduğunda aldığı yüzde 85 oyun çok altında kalması, bu başarıyı biraz gölgeledi.[5] Seçimde yüzde 30’a yakın ve anketlerin çok üzerinde bir oy oranına ulaşan Bruno Le Maire ise, UMP’nin geleceği için önemli bir potansiyel lider olarak kendisini ispatladı.

Seçim sonrasında yeniden Genel Başkanlık koltuğuna oturan önceki Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Facebook üzerinden yayınladığı mesajda partililere teşekkür etti ve birlik mesajları verdi. Ülkede 2017 yılında düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylığını açıklayan UMP üyesi ve eski Başbakanlardan Alain Juppé ise, yaptığı açıklamada Genel Başkan olarak seçilen Sarkozy’nin UMP’den beklenen atılımı sağlamasını ve partiyi birleştirmesini arzu ettiğini söyledi.[6]

Böylelikle, 2012 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde François Hollande karşısında aldığı acı yenilginin ardından siyaseti bıraktığını açıklayan Nicolas Sarkozy, Fransa siyasi hayatına yeniden dönüş yapmış oldu. Sarkozy’nin 2017 yılına kadar iyi bir siyasal profil sergilemesi durumunda, bir kez daha UMP’nin Cumhurbaşkanı adayı olması çok mümkün gözüküyor. Ayrıca Fransa Cumhurbaşkanlığına yeniden seçilmesi de sürpriz sayılmamalı. Zira iktidardaki Fransız Sosyalist Partisi’nin ve Cumhurbaşkanı Hollande’ın oy oranı ve popülaritesi hızla erirken, Marine Le Pen’in hızlı yükselişi karşısında Sarkozy “kötünün iyisi” olarak merkezdeki, merkez sağdaki ve hatta -2017 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura kalınması durumunda- merkez soldaki Fransız seçmenini kolaylıkla cezbedebilir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ



[1] “Nicolas Sarkozy UMP'nin başına geçti”, Sabah, Erişim Tarihi: 30.11.2014, Erişim Adresi: http://www.sabah.com.tr/dunya/2014/11/30/nicolas-sarkozy-umpnin-basina-gecti.  
[2] Bu rakam yine de 2012’de Jean-François Copé ve François Fillon arasındaki Genel Başkanlık seçimindeki katılımdan daha yüksektir. Bakınız; “Les cinq leçons à retenir du scrutin pour la présidence de l'UMP”, Le Figaro, Erişim Tarihi: 30.11.2014, Erişim Adresi: http://www.lefigaro.fr/politique/2014/11/29/01002-20141129ARTFIG00223-les-cinq-lecons-a-retenir-du-scrutin-pour-la-presidence-de-l-ump.php.
[3] “Nicolas Sarkozy élu président de l'UMP”, Le Monde, Erişim Tarihi: 30.11.2014, Erişim Adresi: http://www.lemonde.fr/politique/article/2014/11/29/nicolas-sarkozy-elu-president-de-l-ump_4531625_823448.html.   
[4] “Vote à l'UMP : la haute autorité constate une « attaque extérieure » de son système”, Le Monde, Erişim Tarihi: 30.11.2014, Erişim Adresi: http://www.lemonde.fr/politique/article/2014/11/28/vote-a-l-ump-la-haute-autorite-constate-une-attaque-exterieure-de-son-systeme_4531401_823448.html.
[5] “Nicolas Sarkozy élu président de l'UMP”, Le Monde, Erişim Tarihi: 30.11.2014, Erişim Adresi: http://www.lemonde.fr/politique/article/2014/11/29/nicolas-sarkozy-elu-president-de-l-ump_4531625_823448.html.   
[6] “UMP’de Sarkozy Dönemi”, Yeni Asır, Erişim Tarihi: 30.11.2014, Erişim Adresi: http://www.yeniasir.com.tr/DisHaberler/2014/11/30/umpde-sarkozy-donemi

26 Kasım 2014 Çarşamba

İsrail Ürdün'ün Ana Gaz Tedarikçisi Oluyor


Ortadoğu’da son dönemde enerji jeopolitiği açısından yaşanan en önemli gelişmelerden birisi de; İsrail’in Ürdün’le imzaladığı ve bu ülkeyi Ürdün’ün ana doğalgaz tedarikçisi haline getiren[1] gaz anlaşmasıdır. Bu yazıda İsrail-Ürdün ilişkilerini ve son yapılan enerji anlaşmasını ele alacağım.

Kuzeyinde Suriye, kuzey doğusunda Irak, güneyinde ve doğusunda Suudi Arabistan, batısında İsrail ve Batı Şeria ile sınır komşusu olan Ürdün Haşimi Krallığı, Osmanlı ve İngiliz sömürgesi döneminin sonrasında, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bağımsız bir devlet (Krallık) olmuştur.[2] Dünyanın en başarılı monarşilerinden biri olarak gösterilen[3] Ürdün’ün başında, babası Kral Hüseyin’in ölümü üzerine 1999 yılında tahta geçen Kral 2. Abdullah bulunmaktadır. Ürdün’ün, Mısır ile birlikte İsrail ile ilişkiler açısından önemli bir konumu bulunmaktadır. Zira bu ülke, 1994 yılında Kral Hüseyin ve İzak Rabin arasında imzalanan barış anlaşmasıyla[4], İsrail’le ilişkilerini normalleştiren ikinci Arap devleti olmuştur.[5] Ürdün’ün bir diğer ilginç özelliği ise; 6,5 milyon olarak tahmin edilen toplam nüfusunun yarıya yakınını Filistinlilerin oluşturmasıdır.[6] Bu anlamda Ürdün, İsraillilerin de belirttiği gibi adeta bir Filistin Devleti’dir.[7]

Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton eşliğinde Kral Hüseyin ile İzak Rabin’in el sıkışması (25 Temmuz 1994)[8]

Kısa bir süre önce Filistin’le 20 yıllık ve 1,2 milyar dolarlık bir enerji anlaşması imzalayan İsrail ise, son dönemde enerji politikaları temelinde ekonomisini ve jeopolitik konumunu güçlendirmeye devam etmektedir.[9] Bu yolla İsrail; Ürdün, Mısır, Kıbrıs ve Türkiye gibi komşu ve yakın ülkelerle bağlarını arttırarak, ekonomik olarak nüfuz alanını genişletmeye ve Filistin politikalarına bu yolla destek sağlamaya çalışmaktadır. İsrail’in son dönemde Leviathan havzasında keşfedilen doğalgaz kaynakları sonrasında, bu rezervlerin Kıbrıs ve Mısır kaynaklarıyla birleştirilerek Avrupa’ya arzı konusunda çalışmalar içerisinde olduğu bilinen bir gerçektir.[10] Hatta bu doğrultuda, İsrail’in Kıbrıs’ta çözüm için çeşitli diplomatik arayışlar içerisine girdiği sıklıkla yazılır olmuştur.

İsrail’in enerji rezervleri ve tesisleri[11]

İsrail’in enerji stratejisinde Filistin, Mısır ve Kıbrıs dışında üzerinde durduğu dördüncü dayanak noktası ise Ürdün’dür. Nitekim iki devlet, kısa bir süre önce 15 yıllık ve 15 milyar dolarlık bir doğalgaz anlaşmasına imza atmışlardır.[12] Avrupa Doğal Gazı Dergisi’nden Enerji Analisti Karen Ayat, bu gelişmeyi; “İsrail’in Leviathan sahasındaki doğalgazı öncelikle komşu ülkelere satmak istemesinin normaldir. Ancak ileride İsrail ihraç yollarını çeşitlendirmek isteyecektir ve bu stratejinin içerisinde Türkiye mutlaka olacaktır” diye yorumlamıştır.[13] İsrail merkezli enerji danışmanlık firması EcoEnergy’nin Yönetim Kurulu Başkanı Amit Mor da, İsrail ve Ürdün arasındaki anlaşmanın, İsrail’de bulunan tüm kesimlerden büyük destek aldığını belirterek, söz konusu anlaşma için görüşmelerin 3 yıldır yürütüldüğünü ifade etmiştir.[14] Bu anlaşmada adı geçen ve İsrail’in Leviathan sahasında % 39,66 hisseye sahip olan Amerikan Noble Energy şirketi ise, bu anlaşmayla birlikte adını bir kez daha enerji piyasasında gündeme getirmiştir.[15]

Bu anlaşmalarla, İsrail ile Mısır ve Ürdün arasındaki ilişkilerin geleceğinin güvenli bir temele oturması beklenmektedir. Ancak bu gibi anlaşmaların, İsrail’in Filistin politikasını değiştirmek ya da en azından yumuşatmak noktasında bugüne kadar herhangi bir olumlu etkisinin görülmediği, hatta tamtersine, bu gibi anlaşmalarla İsrail’in daha da saldırgan hale geldiğinin görüldüğü vurgulanmalıdır. İsrail’in bundan sonraki hedefi ise Kıbrıs üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ancak bu noktada, İsrail’in doğalgaz rotasını sadece Türkiye ve Avrupa’ya yönelik belirlemek zorunda olmadığı ve geçtiğimiz günlerde bu ülkeye resmi bir ziyarette bulunan KKTC Dışişleri Bakanı Özdil Nami’nin de belirttiği gibi, doğu rotasında Hindistan’ın da önemli bir alternatif olduğu hesaba katılmalıdır.[16]

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] “Israel signs $15 billion gas deal with Jordan”, Times of Israel, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.timesofisrael.com/israel-signs-15-billion-gas-deal-with-jordan/#ixzz3KBFhDdIJ.
[2] “Ürdün”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9Crd%C3%BCn.
[3] Bu konuda bir yazı için; James Dawson (2014), “Why Britain created monarchies in the Middle East”, New Statesman, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.newstatesman.com/politics/2014/08/why-britain-created-monarchies-middle-east.
[5] “İsrail-Ürdün Barış Antlaşması”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0srail-%C3%9Crd%C3%BCn_Bar%C4%B1%C5%9F_Antla%C5%9Fmas%C4%B1.
[6] “Demographics of Jordan”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Demographics_of_Jordan.
[7] Böyle iki değerlendirme için; Daniel Pipes & Adam Garfinkle (1988), “Is Jordan Palestine?”, Commentary, October 1998, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.danielpipes.org/298/is-jordan-palestine ve Mudar Zahran (2012), “Jordan is Palestinian”, Middle East Quarterly, Winter 2012, ss. 3-12, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.meforum.org/3121/jordan-is-palestinian.
[8] “İsrail-Ürdün Barış Antlaşması”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0srail-%C3%9Crd%C3%BCn_Bar%C4%B1%C5%9F_Antla%C5%9Fmas%C4%B1.  
[9] Bu konuda iki haber için; “Filistin-İsrail arasında doğalgaz anlaşması”, Ntvmsnbc, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.ntvmsnbc.com/id/25490000/ ve “Palestinians become first customer of Israel's Leviathan gas field”, Haaretz, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.haaretz.com/business/1.567216.
[10] Bu konuda bir yazı için; Ozan Örmeci (2014), “Kıbrıs’ta Kızışan Pazarlık ve Eastmed Pipeline Projesi”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/kibrista-kizisan-pazarlik-ve-eastmed-pipeline-projesi/.
[11] Tuğçe Varol Sevim (2013), “İsrail’in Enerji Kaynakları Ya Taşınacak Ya Taşınacak”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.21yyte.org/tr/arastirma/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/2013/10/28/7263/israilin-enerji-kaynaklari-ya-tasinacak-ya-tasinacak.
[12] “Israel to become Jordan's largest supplier of energy”, Middle East Eye, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.middleeasteye.net/news/israel-become-jordans-largest-supplier-energy-1286604159#sthash.ioXhgVBj.dpuf. Ayrıca bu konuda bir analiz için; Keith Johnson (2014), “Israel’s Leviathan Captures Another Gas Deal”, Foreign Policy, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.foreignpolicy.com/articles/2014/09/03/israels_leviathan_captures_another_gas_deal_noble_jordan.  
[13] “İsrail-Ürdün doğalgaz anlaşması Türkiye'yi etkilemez”, Kanal A Haber, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.kanalahaber.com/haber/ekonomi/israil-urdun-dogalgaz-anlasmasi-turkiyeyi-etkilemez-191580/.
[14] “İsrail-Ürdün doğalgaz anlaşması Türkiye'yi etkilemez”, Kanal A Haber, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.kanalahaber.com/haber/ekonomi/israil-urdun-dogalgaz-anlasmasi-turkiyeyi-etkilemez-191580/.
[15] “Ürdün Noble Energy’den doğalgaz alacak”, Enerji Günlüğü, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://enerjigunlugu.net/urdun-noble-energyden-dogalgaz-alacak_10649.html.
[16] “Kıbrıs’ta çözüm İsrail için önemli mi?”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Erişim Tarihi: 26.11.2014, Erişim Adresi: http://www.21yyte.org/tr/fikir-tanki/2357/kibrista-cozum-israil-icin-onemli-mi.

22 Kasım 2014 Cumartesi

Критика политики России на Украине и дискуссии о новой холодной войне


После того, как Россия аннексировала Крым и дестабилизировала восток Украины под предлогом того, что народные массы, выступающие за евроинтеграцию, свергли правительство сторонника России Януковича, в регионе сложилась самая напряженная геополитическая и дипломатическая ситуация со времен окончания холодной войны, полагают эксперты. Так, в статье, опубликованной несколько дней назад в американском журнале Foreign Affairs под названием «The Sources of Russian Conduct», Александр Мотыль (Alexander J. Motyl) дает американскому правительству ряд рекомендаций. Резюмируя вышедшую в свет много лет назад статью Джорджа Кеннана (George F. Kennan), Мотыль отмечает: несмотря на то, что сегодня Россия не так предана коммунистическим идеалам, как Советский Союз, в своей враждебности к Западу она ничем не отличается от СССР.

Но какие аспекты российской политики на Украине возвращают многих американских аналитиков к теме холодной войны? Подробный анализ этого вопроса недавно представил Рой Эллисон (Roy Allison) в статье «Russian „deniable“ intervention in Ukraine: how and why Russia broke the rules», в журнале International Affairs. Попытаемся кратко обобщить идеи Эллисона, профессора Оксфордского университета, занимающегося изучением вопросов, связанных с Россией и Восточной Европой.

По мнению Эллисона, политика, которую Москва проводит на Украине и особенно в Крыму, является главной угрозой стабильности и безопасности Европы и в целом Запада в период после холодной войны. Хотя данный вопрос рассматривается в большей степени в контексте военной угрозы и безопасности, Эллисон полагает, что действия России, подпитывающие враждебные настроения в отношении Запада, опасны, в том числе, и с точки зрения международного права, дипломатических норм. Фактически Москва пытается легитимировать свои действия, подкрепляя их международным законодательством и некоторыми историческими дипломатическими прецедентами (инцидент Косово). Что позволяет Москве столь резко противопоставлять себя миру? Конечно, тот факт, что она является важным региональным игроком и обладает постоянным креслом в Совете Безопасности ООН.

Но такая позиция России, полагает Эллисон, может зажечь пламя нового противостояния между Россией и Западом, которое потушить будет не так уж и просто. Ведь антизападничество и евразийская ориентация Путина, который известен своей жесткой манерой и после президентства Медведева вновь взял бразды правления в свои руки, с каждым днем становятся все сильнее. И, действительно, после утраты Украины (что стало для Путина большим потрясением) российский лидер, считающий распад Советского Союза «крупнейшей геополитической катастрофой XX века» и мечтающий о возрождении Великой России через создание Евразийского Союза, постепенно начал проводить все более агрессивную политику, идя по пути конфронтации и «новой холодной войны» с Западом. Соответствующие свидетельства мы могли в очередной раз наблюдать на саммите G20 в Австралии.

Как отмечает профессор Эллисон, расценив украинские события как «антиконституционный переворот», Путин тотчас же, не задумываясь, перешел к активным действиям и, используя российскую армию и, прежде всего, военную разведку (в чем впоследствии признался и сам Путин, несмотря на то, что поначалу отрицал этот факт), захватил Крым и взял под свой контроль восток Украины. В этом вопросе принципиальные аргументы России состоят в следующем:

1) Смена власти на Украине привела к свержению главы государства, пришедшего к власти путем выборов, и поэтому незаконна. По мнению России, эти события необходимо рассматривать в контексте «оранжевой революции» и «арабской весны». 

2) Русскоязычное население на востоке Украины и в Крыму нуждается в защите от атак украинских фанатиков и нарушения «прав человека». 

3) Смена власти на Украине — прямая угроза военному присутствию России в Крыму и Черном море. 

4) В силу того, что беспорядки на Украине могут обернуться для России масштабной проблемой беженцев, она незамедлительно должна вмешаться в сложившуюся в этой стране ситуацию. 

5) Народ в Крыму и на востоке Украины сам призвал на помощь Россию, поэтому внешнее вмешательство законно (в этой связи Россия приводит пример некоторых военных интервенций, которые в прошлом году осуществила Франция в Африке при поддержке региональных властей). 

6) В Крыму был проведен демократический референдум, и население Крыма сделало демократический выбор, реализовав свое право на самоопределение. 

Однако, как полагает Эллисон, со всеми этими аргументами можно поспорить. Прежде всего, источник смены власти на Украине — не только уличные демонстрации. В тот период, который последовал за этими массовыми волнениями, Янукович бежал в Россию, а украинский парламент (Верховная рада) объявил президенту импичмент и в демократической форме отправил его в отставку. Во-вторых, согласно заявлениям американских властей, какой-либо серьезной ситуации, которая действительно угрожала бы безопасности русскоязычного населения в Крыму и на востоке Украины, никогда не было. А этот аргумент, который так отстаивает Россия, скорее выполнял функцию предлога. В-третьих, изначально временное правительство на Украине заявило о намерении придерживаться международных соглашений, оно не препятствовало и не угрожало российскому военному присутствию. Иными словами, и этот аргумент — не более чем повод, которым Россия воспользовалась для вторжения в Крым. Четвертый тезис, который в прошлом был использован Западом при вмешательстве в Косово (1999) и в Ливию (2012), является и вовсе безосновательным на Украине, так как проблема не приобрела столь массового масштаба. В-пятых, согласно украинскому законодательству, решение о вмешательстве иностранных вооруженных сил должно быть принято Верховной радой, то есть и в этом вопросе у России не было каких-либо оснований, за исключением слов Януковича, лишь выражающих намерение. Кроме того, вмешательство на Украину противоречит Будапештскому меморандуму 1994 года. В-шестых, недействительны и заявления России о том, что референдум в Крыму был «демократическим», ведь он состоялся в присутствии российских танков и в условиях ограниченной свободы.

Помимо приводимых Россией аргументов, можно говорить о трех основных причинах вмешательства России на Украину. Первая из них является геополитической и связана с желанием России вновь стать крупной региональной силой в Евразии. В этой связи главный страх для России и Путина представляет соседство с Европейским Союзом и НАТО. Поэтому оставшаяся в прошлом в Берлине граница между Западом и Россией, по мнению Путина, сейчас может быть проведена между Западом и Восточной Украиной. Но даже в этой ситуации Евразийский Союз, в который не войдет вся Украина, едва ли будет достаточно эффективным для того, чтобы создать Великую Россию, о которой грезит Путин. Поэтому Россия продолжит проявлять настойчивость в украинском вопросе. По мнению мыслителя, апологета неоевразийства Александра Дугина, Россия под предлогом событий на востоке Украины и вовсе должна быть нацелена на присоединение всей Украины к своим территориям. С точки зрения геополитических целей России, важным в этом процессе достижением стало приобретение Крыма. Но для русских националистов этого недостаточно.

Вторая важная причина связана с исторической идентичностью России и российской цивилизации. Для российских государственных деятелей и прежде всего таких русских националистов, как Путин, Украина всегда была частью «русского мира» в силу присутствия в этой стране большого количества русскоязычного населения, наследия древнерусского государства и сильных исторических связей. Поэтому ни при каких обстоятельствах российский лидер не сможет отказаться (и не откажется) от Украины. Единственное, что способно остановить Россию — сила. 

Третья и последняя в этом списке причина относится к внутренней политике России. Путин, который рассматривает свержение Януковича как направленную против себя угрозу и источник дестабилизации, стремится сохранить за собой кресло президента и в этой связи не может пойти на уступки на Украине. Единство такой страны, как Россия, с большим количеством столь непохожих друг на друга этнорелигиозных элементов и весьма низким уровнем благополучия народа, способен обеспечить лишь харизматичный лидер с жесткими методами руководства. Российская жесткость опирается не только на агрессивность, но и на рациональные основания. Ослабление лидерства в этом регионе может привести к быстрому распаду государства. Если в глазах народа лидер начинает выглядеть слабым (особенно в тех странах, что не способны в полной мере обеспечить национальное единство, существующее в западных обществах, и высокий уровень экономического благосостояния), и у народа возникает убежденность в том, что он в силах свергнуть правящий режим, это может без труда вовлечь страну в гражданскую войну и привести к распаду. Поэтому для обеспечения единства России Путин в некоторой степени играет роль «жесткого государственного деятеля».

Но, несмотря на эти основания, которые в определенном смысле можно считать справедливыми, совершенно очевидным становится следующий факт: все эти события провоцируют российскую агрессию и вовлекают мир в обстановку «новой холодной войны». По сути, эта ситуация наносит вред обеим сторонам. Запад (особенно администрация Барака Обамы в США) выглядит в этом процессе слабым и, как стало очевидно на недавних промежуточных выборах, теряет свои силы. Россия же в силу западных экономических санкций и падающих цен на нефть вступает в процесс экономического спада. Что еще важнее, российские олигархи, собственность и активы которых Запад блокирует, начинают занимать антипутинскую позицию. 

Остановить это, как недавно отметил Генри Киссинджер (Henry Kissinger), можно только в том случае, если вернуться к докризисной стадии. И, несмотря на то, что Украину больше не возглавляет Янукович, важно достичь соглашения о том, чтобы эта страна, с одной стороны, не становилась членом ЕС и НАТО, а с другой — имела право свободно торговать как с Западом (ЕС и США), так и с Востоком (Россия). В этой связи нельзя не обратить внимание на конструктивные предложения, которые в последнее время поступают из Германии. Речь идет прежде всего о недавних, обнадеживающих с этой точки зрения заявлениях Зигмара Габриэля (Sigmar Gabriel) — министра экономики Германии и лидера Социал-демократической партии Германии, который, как считается, продолжает традицию Герхарда Шредера (Gerhard Schröder). В противном случае, как предупредил последний лидер СССР Михаил Горбачев, мы неизбежно придем к новой холодной войне.

Озан Ормеджи (Ozan Örmeci)
Читать далее: http://inosmi.ru/politic/20141122/224429318.html#ixzz3JnyTSd2v 

Kıbrıs'ta Kızışan Pazarlık ve Eastmed Pipeline Projesi


Kıbrıs’ta Doğu Akdeniz enerji rezervlerinin Avrupa’ya taşınmasının gündeme gelmesiyle artan hareketlilik, Kıbrıs Sorunu’nda bu yıl içerisinde müzakerelerin yeniden başlamasıyla daha da artmıştı. Ancak Türkiye’nin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Sorunu’nda nihai sonuca ulaşmadan başlattığı sondaj faaliyetlerine tepki olarak, KKTC açıklarına Barbaros Hayrettin Paşa sismik araştırma gemisi ve ona eşlik eden bazı savaş gemilerini göndermesi neticesinde, Güney Kıbrıs Devlet Başkanı Nikos Anastasiades müzakere masasından kalkmış ve görüşmelere geçtiğimiz günlerde son verilmişti. Müzakere sürecinin durması ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Sorunu’nda çözüm noktasında istekli olmaması, Rusya ile Ukrayna sorunu nedeniyle çekişme yaşayan ve bu ülkeye olan doğalgaz bağımlılığını azaltmak ve enerji kaynaklarını çeşitlendirmek isteyen Avrupa Birliği’nin ve bizzat Rum Kesimi’nin istekleriyle, ilerleyen aylarda gündeme gelebilecek farklı alternatifleri ortaya koymaktadır. Bu yazıda Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının Avrupa’ya arzı konusundaki farklı alternatifleri kısaca anlatmaya çalışacağım.

1. Kıbrıs Sorunu’nda Çözüm ve Türkiye üzerinden arz: Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının (ki burada yalnızca Kıbrıs doğalgaz rezervleri değil, yeni keşfedilen İsrail ve Mısır doğalgaz rezervleri de söz konusudur) Avrupa’ya taşınmasında gündeme gelebilecek ilk alternatif; Kıbrıs Sorunu’nun çözülmesiyle beraber bu kaynakların Kıbrıs üzerinden Türkiye’ye ve Türkiye’den Yunanistan ve İtalya aracılığıyla Avrupa’ya ulaştırılması şeklindedir. Bu proje; Türkiye’nin halihazırda Avrupa’nın en önemli enerji köprüsü (energy hub) olması, ekonomik açıdan birçok uzmana göre en az maliyetli alternatif olması, Kıbrıs Sorunu’nda çözüm vizyonunu ortaya koyması ve Türkiye’den Kıbrıs’a ulaşacak “Barış Suyu” veya “Can Suyu” projesi sayesinde Kıbrıs ve İsrail’in su sorununa da çözüm getirebilecek olması nedeniyle alternatifler arasında en cazip olanı olarak öne çıkmaktadır. Ancak bu projenin gerçekleşmesi konusunda önemli sorunlar da mevcuttur. İlk olarak, Kıbrıs Sorunu’nda çözüm; Kıbrıs Rum Yönetimi’nin barışa karşı duruşu nedeniyle kolay gözükmemektedir. Türk tarafında da çözüme karşı olanların oranı oldukça yüksektir. Ancak tüm kamuoyu yoklamaları ve izlenimler, Kıbrıslı Türklerin çözüm istencinin daha önde olduğunu göstermektedir. Bu nedenle bu projenin gerçekleşmesi konusunda esas sorun Kıbrıslı Rumların tutumudur. Dünyada Kıbrıs Sorunu konusunda geliştirdiği “mağduriyet” algısı dışında hiçbir dış politik vizyonu ve kozu olmayan Rumlar, bu kozu kaybetmek ve etki alanlarını zayıflatmak istememektedir. Dahası, Rumların bir diğer korkusu da; Türkiye ile ekonomik entegrasyonun sağlanması durumunda, Kıbrıs’ın ekonomik ve kültürel olarak Türkiye’nin nüfuzu altında kalacak olmasıdır. Ancak Rumların, ilerleyen süreçte, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nden gelecek baskılarla Kıbrıs Sorunu’nda çözüm perspektifine yaklaşmaları mümkündür. İkinci önemli sorun; Türkiye’nin, bu projeye katılması muhtemel İsrail ve Mısır ile olan kötü ilişkileridir. İsrail’le Filistin politikası nedeniyle zıtlaşan AK Parti hükümeti, Mısır’daki darbe yönetimini de tanımamakta ve Mısır iç politikasına müdahil olarak, bu ülke ile ilişkileri germektedir. Bu nedenle Türkiye’de bir hükümet ya da vizyon değişikliği yaşanmadığı sürece, İsrail ve Mısır’ın Türkiye’yi bu projeye dahil etmeyi isteyeceğini ummak saflıktır. Bu noktada ekonomik rasyonel Türkiye’yi işaret etse de, ekonomik akla üstün gelen siyasal fanatizm, diğer alternatifleri gündeme getirmektedir.

Eastmed Pipeline Project (Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi)

2. Eastmed Pipeline Project (Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi): Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının Avrupa’ya arzı konusunda gündeme gelen ikinci önemli alternatif; Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras’ın gündeme getirdiği[1] ve son dönemde İsrail[2] ve Güney Kıbrıs’ın da desteğini aldığı gözlemlenen Eastmed Pipeline Project ya da Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi’dir. Akdeniz’de Türkiye’nin dahil olmadığı bir projenin getireceği gözle görülür risklere karşın, Amerikan liderliğinin de[3] son dönemde bu projeye sıcak bakmaya başladığı görülmektedir. Bu projenin Ege Denizi’nde Girit açıklarında bulunan yeni rezervlerin de dahil edilmesiyle[4], -yüksek maliyetine karşın- daha kârlı bir alternatif haline gelebileceği, son dönemde sıklıkla konuşulur olmaya başlamıştır. Trans Adriyatik Boru Hattı Projesi (TAP) ile birleşmesi öngörülen bu proje, Yunanistan’ı yeni bir “energy hub” olarak öne çıkaracak ve Türkiye’yi dengelemesine neden olacaktır. Bu proje, bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri açısından da cazip olabilir. Zira geçmişte Akdeniz’de iki NATO üyesi ülke -Türkiye ve Yunanistan- arasındaki dengeye dikkat eden ABD, son dönemde Türkiye’nin büyük potansiyeli ile bölgedeki en önemli güç haline gelmesi ve komşu ülkelere yönelik “oyun kurucu” roller üstlenmeye çalışmasından rahatsız olmuş olabilir. Ancak bu proje açısından en büyük tehlike; Türkiye’nin bu projenin kendisi dahil edilmeden gerçekleşmesi durumunda yapabileceği sabotaj faaliyetleridir. Açıkçası, Akdeniz’deki en uzun kıyı şeridine sahip ülke olan Türkiye’nin bu projeden uzak tutulması, hakkaniyet anlayışıyla da uyuşmayacaktır. Bu nedenle, Türkiye’nin bu projenin dışında tutulması karşılığında siyasi bir şekilde ödüllendirilmesi gereklidir. Bu noktada en uygun seçenek ise; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin artık tanınması ve dünyada egemen ve bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesinde yerini almasıdır. Bu siyasi mükafatlandırma, kuşkusuz Kıbrıslı Türkleri çok memnun edecektir, ancak Türkiye’yi ikna etmeye yetmeyebilir. Türkiye’nin hiçbir siyasal karşılık almadan projenin dışarısında bırakılması ise, Doğu Akdeniz’de askeri seçenekleri gündeme getirecektir. Bu noktada Batı dünyasının, bölgede yaşanan gelişmelere gerçekçi yaklaşması ve Türklerin haklı duruşunu anlaması gerekmektedir. Bölgenin en güçlü ve temel hedefi bir enerji koridoru olmak olan ülkesinin, bu gelişmelerin tamamen dışarısında tutulması makul ve adil değildir. KKTC’nin bağımsızlığı, bu noktada Türkiye açısından yeterli bir karşılık olarak görülebilir. Bu konuda kuşkusuz Amerikan liderliği ve İsrail desteği, Türkiye’yi ikna etmek için şarttır.

3. Sıvılaştırılmış gaz (LNG) ile Deniz Taşımacılığı: Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının Avrupa’ya arzı konusundaki bir diğer alternatif ise; Vasilikos’ta inşa edilecek bir sıvılaştırma tesisi (LNG terminali) ile İsrail ve Kıbrıs doğalgazının gemilerle Avrupa’ya taşınmasıdır. Birçok uzmana göre; maliyetleri çok yükseltecek olan bu proje, cazip bir seçenek değildir. Bu proje daha çok, birinci veya ikinci boru hattı projelerinin kabulü durumunda, yardımcı bir unsur olarak devreye girebilir. Ayrıca Türkiye’nin hiçbir siyasal veya ekonomik karşılık almadan bu seçeneği kabul etmesi de mümkün gözükmemektedir.

Sonuç olarak, Kıbrıs’ta ilerleyen günlerde enerji politikaları temelli büyük bir pazarlığın yaşanacağını söylemek mümkündür. Türkiye’deki İslamcı yönelimi yüksek hükümetin, -içkamuoyunda yansıtılan başarılı görüntüsünün aksine- bu noktada artık ülkeye sadece imaj açısından değil, ekonomik açıdan da zarar vermeye başladığı görülmektedir. Türkiye’nin komşu ülkelerle olan kötü ilişkileri ve radikal İslamcı algılanan politikaları nedeniyle, enerji geçiş yolları konusunda da Batı dünyası tarafından dışlandığı görülmektedir. Alternatifler arasında son dönemde en çok öne çıkan seçenek ise Eastmed Pipeline Projesi’dir. Ancak daha önce de belirtildiği gibi, Türkiye’nin KKTC’nin tanınması gibi iyi bir siyasi karşılık almadan bu projeyi kabul etmesi mümkün değildir. Önümüzdeki aylarda yaşanacak olan gelişmeler ve yapılacak uluslararası pazarlık, Kıbrıslı Türklerin geleceği açısından çok kritik olacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] “Greece hopes for revival of East Med Pipeline Project”, Natural Gas Europe, Erişim Tarihi: 22.11.2014, Erişim Adresi: http://www.naturalgaseurope.com/greece-israel-cooperation-east-med-pipeline-revival.
[2] “Israel backs East Med pipeline project”, Ekathimerini, Erişim Tarihi: 22.11.2014, Erişim Adresi: http://www.ekathimerini.com/4dcgi/_w_articles_wsite2_1_21/11/2014_544799.
[3] Örneğin, Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın bu konudaki açıklamaları için; “Biden: Possible 'Win-Win' Mediterranean Gas Pipeline to EU”, Israel National News, Erişim Tarihi: 22.11.2014, Erişim Adresi: http://www.israelnationalnews.com/News/News.aspx/185863.
[4] “Crete will be the energy hub for EastMed Pipeline”, Strat Risks, Erişim Tarihi: 22.11.2014, Erişim Adresi: http://stratrisks.com/geostrat/21625.

18 Kasım 2014 Salı

Rusya'nın Ukrayna Politikasına Yönelik Eleştiriler ve Yeni Soğuk Savaş Tartışmaları


Geçtiğimiz yıl içerisinde Rusya’nın, Ukrayna’daki Rusya yanlısı Yanukoviç hükümetinin Avrupa Birliği yanlısı halk gösterileri sonucunda devrilmesini bahane ederek Kırım’ı ilhak etmesi ve Doğu Ukrayna’yı karıştırması neticesinde ortaya çıkan jeopolitik manzara, birçokları için Soğuk Savaş sonrası dönemde yaşanan en gergin diplomatik yapıyı ortaya koymaktadır. Öyle ki, bu konu hakkında birkaç gün önce Amerikan Foreign Affairs dergisinde bir makale kaleme alan Alexander J. Motyl, yazısına “The Sources of Russian Conduct”[1] adını vermiş ve makalede Amerikan hükümetine George Kennan’inkine benzer tavsiyelerde bulunmuştur. Makalesine George Kennan’ın tarihi makalesini özetleyerek başlayan Motyl, Rusya’nın bugün Sovyetler Birliği gibi komünist ideallere bağlı bir devlet olmamasına karşın, Batı düşmanlığı anlamında SSCB’den bir farkı olmadığını ileri sürmektedir.[2] Peki, Amerika Birleşik Devletleri’nde birçok düşünürü yeniden Soğuk Savaş ruhuna döndüren Rusya’nın Ukrayna politikasındaki sorunlar nelerdir? Geçtiğimiz günlerde International Affairs dergisinde “Russian ‘deniable’ intervention in Ukraine: how and why Russia broke the rules”[3] adlı bir makale kaleme alan Roy Allison[4], bu konuda detaylı bir inceleme sunmuştur. Bu yazıda Allison’ın fikirlerini sizler için özetlemeye çalışacağım.

Oxford Üniversitesi Rusya ve Doğu Avrupa Çalışmaları Profesörü olan Roy Allison’a göre; Rusya’nın Ukrayna ve bilhassa Kırım’da sergilediği politika, Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa ve genel olarak Batı’nın istikrar ve güvenliğine yönelik en büyük tehdidi oluşturmaktadır. Yine Allison’a göre; konu daha çok askeri ve güvenlik açısından ele alınsa da, aslında uluslararası hukuk ve diplomasi normları açısından da Rusya’nın yaptıkları son derece tehlikeli ve Batı’ya düşmanca emeller besleyen bir çizgidedir. Oysa Moskova, yaptıklarını uluslararası hukuk ve bazı tarihi diplomatik pratiklere (Kosova hadisesi) dayandırarak, yaptıklarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Elbette Rusya’ya bu aykırı tavırları sergileme gücünü veren unsurlar; önemli bir bölgesel güç olması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki koltuğudur. Ancak Allison’ın düşüncesinde, Rusya’nın bu tavrı, Batı ile Rusya arasında yeni ve kolay kolay çözümlenemeyecek bir kutuplaşmanın fitilini ateşleyebilir. Zira Dimitri Medvedev’den sonra ipleri yeniden eline alan ve sert tavırlarıyla bilinen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Batı karşıtlığı ve Avrasya yönelimi gün geçtikçe artmaktadır. Zaten Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını “20. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi” olarak nitelendiren ve son dönemde açıkça ortaya çıktığı üzere, en büyük hayali Avrasya Birliği vasıtasıyla Büyük Rusya’yı yeniden canlandırmak olan Putin, kendisi için büyük bir şok olan Ukrayna’nın kaybedilmesi sonrasında giderek daha agresif bir politika sergilemeye başlamış ve “Yeni Soğuk Savaş” için Batı ile ipleri atmıştır. Putin’in bu tavrı, en son Avustralya’da düzenlenen G-20 zirvesinde de bir kez daha tescil edilmiştir.

Profesör Allison’a göre; Ukrayna olaylarını “hukuksuz bir darbe” olarak nitelendiren Putin, bu olay karşısında hemen ve fazla düşünmeden harekete geçmiş ve başlarda reddetmesine karşın, daha sonra kendisinin de itiraf ettiği üzere Rus ordusu ve özellikle ordu istihbaratını kullanarak, Kırım ve Doğu Ukrayna’da kontrolü eline almıştır. Bu noktada Rusya’nın belli başlı argümanları ise şunlardır;
  • Ukrayna’da gerçekleşen iktidar değişikliği, seçim yoluyla başa gelen bir Devlet Başkanı’nın devrilmesidir ve hukuksuzdur. Rusya’ya göre; bu olayları, geçmişteki “Turuncu Devrim” hadisesi ve “Arap Baharı” çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
  • Doğu Ukrayna ve Kırım’daki Rus kökenli kişilerin, Ukraynalı fanatiklerin saldırısına karşı “insan hakları” çerçevesinde korunması gerekmektedir.
  • Ukrayna’daki iktidar değişikliği, Rusya’nın Kırım ve Karadeniz’deki askeri varlığına yönelik doğrudan bir tehdittir.
  • Ukrayna’daki karışıklık, Rusya açısından büyük bir mülteci sorununa yol açabileceği için, Rusya gecikmeden buraya müdahale etmelidir.
  • Kırım ve Doğu Ukrayna’da halk, Rusya’yı göreve davet etmiştir ve bu nedenle dış müdahale haklıdır (Bu noktada Rusya, geçtiğimiz yıl Fransa’nın hükümetlerin isteğiyle Afrika’da gerçekleştirdiği bazı askeri müdahaleleri öne sürmektedir).
  • Kırım’da demokratik bir referandum yapılmıştır ve Kırım halkı, self-determinasyon (kendi kaderini tayin etme) hakkı doğrultusunda demokratik bir seçim yapmıştır.
Ancak Allison’ın düşüncesinde bu argümanların hepsi sorunludur. Öncelikle Ukrayna’da gerçekleşen iktidar değişikliği, sanılanın aksine sadece sokak gösterilerine dayanmamaktadır. Bu gösterileri izleyen süreçte, Yanukoviç Rusya’ya kaçmış ve bu sırada Ukrayna parlamentosu Cumhurbaşkanı’nı “impeachment” yoluyla ve demokratik bir şekilde görevinden azletmiştir. İkinci olarak, Amerika Birleşik Devletleri otoritelerine göre, Kırım ve Doğu Ukrayna’da Rus kökenli kişilerin güvensiz durumda olmalarına neden olabilecek tehlikeli bir durum, gerçekte hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Bu argüman, daha çok Rusya’nın bir bahanesi işlevini görmüştür. Üçüncü olarak, Rusya’nın iddialarına karşın, Ukrayna’da başa geçen geçici hükümet, ilk günden itibaren uluslararası anlaşmalara bağlı kalacağını belirtmiş ve Rus askeri varlığına yönelik herhangi bir girişim ya da tehditte bulunmamıştır. Bu nedenle bu argüman da, daha çok Rusya’nın Kırım’a müdahale etmek için kullandığı bir bahane düzeyinde kalmaktadır.  Dördüncü olarak, geçmişte Batı’nın da Kosova (1999) ve Libya (2012) müdahalelerinde kullandığı bu tez, Ukrayna örneğinde sorun kitlesel bir hal almadığı için temelsiz kalmaktadır. Beşinci olarak, Ukrayna yasalarına göre; başka bir ülke ordusunun topraklarına müdahale edebilmesi için Ukrayna Meclisi olan Rada’dan böyle bir karar geçmesi gerekmektedir. Oysa bu konuda da, devrik Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in niyet belirten sözleri dışında Rusya’nın elinde hiçbir dayanak yoktur. Ayrıca bu hareketiyle Rusya, 1994 Budapeşte Sözleşmesi’ne de aykırı hareket etmiştir. Altıncı olarak, Rusya’nın Kırım hakkında öne sürdüğü demokratik referandum iddiası da geçersizdir. Zira referandum, Rus tanklarının gölgesinde ve özgür olmayan bir ortamda gerçekleştirilmiştir.

Rusya’nın öne sürdüğü bu argümanların dışında, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinin gerçek sebeplerine baktığımızda ise, karşımıza 3 temel açıklama çıkmaktadır. Birincisi, Rusya’nın yeniden Avrasya’da bölgesel büyük bir güç olmak isteğiyle alakalı ve jeopolitik kaynaklıdır. Rusya’nın ve Putin’in bu süreçte en büyük korkusu, Avrupa Birliği ve NATO ile sınır komşusu hale gelmektir. Bu nedenle, Putin’in düşüncesinde geçmişte Berlin’de çekilen Batı-Rusya sınırı, şimdi de Batı ve Doğu Ukrayna arasında çekilebilir. Ancak bu durumda bile, Ukrayna’nın tamamının dâhil olmadığı bir Avrasya Birliği, Putin’in hayal ettiği büyük Rusya’yı yaratmaya yeterli olmayacaktır. Bu nedenle Rusya, Ukrayna konusunda ısrarcı olmaya devam edecektir. Hatta neo-Avrasyacı düşünür Aleksandr Dugin’e göre; Rusya, Doğu Ukrayna’daki olayları bahane ederek, Ukrayna’nın tamamını kendi topraklarına katmayı amaçlamalıdır. Rusya’nın jeopolitik hedefleri açısından bu süreçte Kırım’ın kazanılması önemli bir kazanım olmuştur. Fakat bu durum, Rus milliyetçileri için yeterli değildir.

İkinci önemli neden; Rusya’nın ve Rus medeniyetinin tarihsel kimliğiyle alakalıdır. Bu ülkede yoğun bir Rus nüfusun varlığı, ilk Rus devleti olan Kiev Knezliği’nin[5] günümüze kadar gelen mirası ve güçlü tarihsel ilişkiler nedeniyle, Rus devlet adamları ve özellikle Putin gibi Rus milliyetçileri için Ukrayna, daima “Russkiy mir” yani “Rus dünyası”nın bir parçası olmuştur. Bu nedenle Putin gibi bir lider, ne olursa olsun Ukrayna’dan asla vazgeçemez ve vazgeçmeyecektir. Rusya’yı durdurabilecek tek şey güçtür.

Üçüncü ve son önemli neden ise, Rusya iç politikasına yöneliktir. Yanukoviç’in devrilmesini, kendisine yönelik bir tehdit ve istikrarsızlık kaynağı olarak gören Putin, bu nedenle kendi koltuğunu sağlamlaştırmak adına da Ukrayna’da geri adım atamaz. Rusya gibi çok farklı etnik ve dini unsurların bir arada yaşadığı ve halkın refah seviyesi oldukça düşük olan bir ülkede, ülkenin birliğini sağlayan daha çok Putin’in karizmatik liderliği ve sert yöntemleridir. İşte bu nedenle Rus sertliği, salt bir agresiflikten ziyade rasyonel bir gerekçeye dayanmaktadır. Bu coğrafyada liderliğin zayıflaması, kolaylıkla devletin çözülmesi anlamına da gelebilir. Batı toplumları gibi ulusal birliklerini tam olarak sağlayamayan ve ekonomik refah seviyesi o kadar ilerilerde olmayan ülkelerde, liderin zayıf algılanması ve halkın rejimi devirebileceğine yönelik güçlü bir inancın ortaya çıkması, ülkeyi kolaylıkla bir içsavaş ve bölünme ortamına sürükleyebilir. Bu nedenle Putin, biraz da ülkeyi bir arada tutabilmek adına “sert adam”ı oynamaktadır.

Ancak kimi noktalarda haklı görülebilecek olan bu gerekçelere karşın, bu süreçte bir şey kesin olarak karşımıza çıkmaktadır; gelişmeler Rus saldırganlığını kışkırtmakta ve dünyayı “Yeni Soğuk Savaş” ortamına sürüklemektedir. Bu durum, aslına bakılırsa her iki tarafa da zarar vermektedir. Batı, özellikle de ABD’deki Barack Obama yönetimi, bu süreçte zayıf olarak algılanmakta ve son ara seçimlerde görüldüğü üzere kan kaybetmektedir. Rusya ise, Batı’nın ekonomik yaptırımları ve düşen petrol fiyatları ile ekonomik darboğaza sürüklenmekte ve dahası, Batı’da paraları ve mülkleri bloke edilen Rus zenginleri Putin karşıtı bir tavır içerisine girmeye başlamaktadır. Bunu durdurabilmenin yegâne yolu ise; -daha önce Henry Kissinger’ın da belirttiği gibi[6]- krizi, kriz öncesi ortamına geri döndürmektir. Yani Yanukoviç yerine Petro Poroşenko’nun artık Ukrayna’nın Devlet Başkanı olmasına karşın, Ukrayna’nın AB ve NATO üyeliği süreçlerine girmemesi ve hem Batı (AB ve ABD), hem de Doğu (Rusya) ile serbest ticaret yapabilmesine hak tanınmasında uzlaşmaya varılmasıdır. Bu noktada son dönemde Almanya’dan gelen yapıcı öneriler dikkat çekicidir. Özellikle Gerhard Schröder geleneğine sahip çıktığı gözlemlenen Alman sosyal demokrat lider ve Almanya Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel’in son açıklamaları, bu açıdan umut vericidir.[7] Aksi takdirde ise, SSCB’nin son Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un da uyardığı[8] gibi, yeni bir Soğuk Savaş’ın başlaması kaçınılmaz gözükmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Bu isim, Soğuk Savaş döneminin başlangıcı sayılan ve yine Foreign Affairs dergisinde yayınlanan 1947 tarihli ve George Kennan imzalı ünlü “The Sources of Soviet Conduct” makalesine bir göndermedir. Kennan, “X” rumuzuyla yazdığı bu makalede Sovyetler Birliği’nin ABD açısından varoluşsal bir tehdit olduğunu ileri sürmüş ve Amerikan hükümetine, Sovyet Rusya’ya yönelik bir çevreleme politikası (containment policy) tavsiye etmiştir. Kennan’ın tarihi makalesi buradan okunabilir; http://www.foreignaffairs.com/articles/23331/x/the-sources-of-soviet-conduct. Motly’nin güncel makalesine ise bu adresten ulaşılabilir; http://www.foreignaffairs.com/articles/142366/alexander-j-motyl/the-sources-of-russian-conduct.
[2] Alexander J. Motly (2014), “The Sources of Russian Conduct”, Foreign Affairs, Erişim Tarihi: 19.11.2014, Erişim Adresi: http://www.foreignaffairs.com/articles/142366/alexander-j-motyl/the-sources-of-russian-conduct.
[3] Roy Allison (2014), “Russian ‘deniable’ intervention in Ukraine: how and why Russia broke the rules”, International Affairs, 90: 6, November 2014, 1255-1297, Erişim Tarihi: 19.11.2014, Erişim Adresi: http://www.chathamhouse.org/publication/russian-%E2%80%98deniable-intervention%E2%80%99-ukraine-how-and-why-russia-broke-rules.
[5] Kiev Knezliği, Orta Çağ’da Kiev kenti civarında İsveçli Vikingler tarafından kurulmuş bir devlettir. 880 yılı ile 12. yüzyıl ortaları arasında hüküm sürmüş olan bu devlet, Beyaz Rusya ile birlikte Rusya ve Ukrayna’nın atası kabul edilir.
[6] Kissinger, Henry (2014), “How the Ukraine crisis ends”, The Washington Post, Erişim Tarihi: 19.11.2014, Erişim Adresi: http://www.washingtonpost.com/opinions/henry-kissinger-to-settle-the-ukraine-crisis-start-at-the-end/2014/03/05/46dad868-a496-11e3-8466-d34c451760b9_story.html.
[7] “Germany's Economy Minister Rejects Tougher Sanctions Against Russia”, The Moscow Times, Erişim Tarihi: 19.11.2014, Erişim Adresi: http://www.themoscowtimes.com/article/germanys-economy-minister-rejects-tougher-sanctions-against-russia/511225.html.
[8] “Ex-USSR leader Gorbachev: World on brink of new Cold War”, BBC, Erişim Tarihi: 19.11.2014, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/news/world-europe-29966852.

17 Kasım 2014 Pazartesi

Foreign Policy Dergisine Göre 2014 Yılının En Önemli 100 Küresel Düşünürü


Amerika Birleşik Devletleri merkezli saygın uluslararası ilişkiler dergisi Foreign Policy[1]’nin, ilk kez 2005 yılında düzenlediği 100 En Önemli Küresel Düşünür (Top 100 Global Thinkers) araştırması, bu yıl da oldukça ilginç sonuçlara gebe oldu.[2] Elbette çeşitli kamuoyu araştırmaları ve etkili kişilerle yapılan mülakatlara dayalı bu çalışmada kullanılan “düşünür” terimi, siyaset felsefesinde yetkinlikten ziyade, geniş bir grup üzerinde etkili olabilmeyi başaran kişileri kastetmek için kullanılıyor. Bu bilgiyi verdikten sonra, listeyi incelemeye geçebiliriz. Ancak bu yazıda yalnızca siyasetle bağlantılı olan listeleri incelemeye aldığımı belirtmek isterim.

Listedeki ilk kategori olan “agitators” (tahrikçi) sıralamasında, daha çok savunma sanayisine ve küresel terör faaliyetlerine yön veren isimlere yer verilmiş. Bu listedeki isimler şöyle sıralanmış;
  • 2014’e damgasını vuran Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütü lideri Ebubekir El Bağdadi,
  • Sert politikalarıyla bilinen Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin,
  • Neo-Avrasyacılık düşüncesinin teorisyeni Rus muhafazakar düşünür Aleksandr Dugin,
  • Boko Haram terör örgütü lideri Abubakar Shekau,
  • Bu yıl içerisinde Ukrayna’dan bağımsızlığını ilan eden Donetsk Halk Cumhuriyeti (DHC) Başbakanı Aleksandr Boroday,
  • İlginç hikayesiyle dikkat çeken IŞİD militanı Jihadi John,
  • Kuveyt doğumlu Selefi şeyhi Hajjaj al-Ajmi.
Listedeki ikinci kategori olan “decision-makers” (karar alıcılar) sıralamasında, küresel siyasete yön veren en önemli siyasetçiler sıralandı. Liste şöyle oluştu;
  • Hindistan’ın yeni seçilen Başbakanı Narendra Modi,
  • Almanya Şansölyesi Angela Merkel,
  • Hindistan’daki BJP (Bharatiya Janata Partisi) lideri Amit Shah,
  • İran’ın kısa bir süre önce seçilen Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani,
  • Meksika’nın ekonomik reformlarından sorumlu olan Finans Bakanı Luis Videgaray,
  • Orta Afrika Cumhuriyeti geçici kadın Cumhurbaşkanı Catherine Samba-Panza,
  • Almanya’nın Türk kökenli ve SPD üyesi Göç ve Uyum Bakanı Aydan Özoğuz,
  • Uruguay’ın yakında görevi devredecek Cumhurbaşkanı José Mujica ve Dış İşleri Bakanı Luis Almagro,
  • İtalya’nın genç Başbakanı Matteo Renzi.
Listedeki üçüncü kategori olan “challengers” (meydan okuyanlar) sıralamasında, düzene meydan okuyan çeşitli sosyal ve siyasal hareketlere liderlik eden sivil toplum önderleri, akademisyenler ve siyasetçilere yer verildi. Liste şöyle oldu;
  • Çin’deki “Occupy Central with Love and Peace” adlı sivil itaatsizlik hareketi liderleri Benny Tai ve Joshua Wong,
  • Ukraynalı AB yanlısı gazeteci ve toplum lideri Tetiana (Tetyana) Chornovol,
  • “Kapital” adlı eseriyle dikkat çeken Fransız sosyal demokrat iktisatçı Thomas Piketty,
  • İskoçya ve Katalunya’daki ayrılıkçı liderler Alex Salmond ve Oriol Junqueras,
  • Fransız aşırı sağcı politikacı Marine Le Pen,
  • Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan Kürt kadın militanlar,
  • Bankacılık sistemine yönelik eleştiriyle dikkat çeken kadın iktisatçı Anad Admati,
  • Wall Street’e düzen veren Amerikalı Savcı Benjamin Lawsky,
  • Venezuelalı muhalif lider Leopoldo Lopez,
  • Güney Afrikalı avukat ve ombudsman Thulia Madonsela,
  • Tayland’daki darbenin mimarı olan gösterilen siyasetçi Suthep Thaugsuban,
  • Silikon Vadisi’ne ışık tutan Amerikalı köşeyazarı Kara Swisher,
  • Tunus Genel İşçi Sendikası lideri Houcine Abassi.
Listedeki dördüncü kategori olan “naturals” (çevreciler) sıralamasında ise, çevre konusunda duyarlılık gösteren ve aktif roller üstlenen kişilere yer verildi. Liste şöyle oluştu;
  • Tsunami felaketlerine karşı çevreyi korumak için önemli çalışmalara imza atan Japon botanikçi ve ekolog Akira Miyawaki,
  • Perulu çevre aktivisti ve 2014 yılı Goldman Çevre Ödülü sahibi Ruth Buendía (Mestoquiari),
  • İklim değişikliğine karşı çalışmalarıyla bilinen bilim insanları Katharine Hayhoe, Partha Dasgupta ve Veerabhadran Ramanathan,
  • İklim değişikliği nedeniyle sığınma hakkı kazanan ilk insan olma özelliği bulunan Yeni Zelandalı Ioane Teitiota,
  • Big Bang teorisini ispatladığı iddia edilen Amerikalı gökbilimci John Kovac,
  • Finlandiyalı ulaşım mühendisi Sonja Heikkilä,
  • Endonezyalı çevre aktivisti Aleta Baun.
Listedeki beşinci kategori olan “innovators” (yenilikçiler) sıralamasında, öncü teknolojik çalışma ve girişimlere imza atan kişilere yer verildi. Liste şu isimlerden oluştu;
  • Hindistan’ı mütevazi bir bütçeyle uzaya çıkaran Havacılık ve Uzay Teknolojisi mühendisi Mylswamy Annadurai,
  • Mikrobiyolojide çığır açan Janet Iwasa,
  • Mürekkebin geleceği nasıl şekillendirebileceğini ortaya koyan malzeme bilimci Jennifer Lewis,
  • Biyologlar Emmanuelle Charpentier ve Jennifer Doudna,
  • Araştırmacılar Boaz Barak, Alexander Glaser ve Robert Goldston,
  • İsviçreli malzeme bilimciler Florent Boudoire, Artur Braun, Edwin Constable, Jakob Heier ve Rita Toth,
  • Oculus VR kurucusu ve sanal gerçeklikte çığır açan girişimci Palmer Lucky,
  • Afrika sınıflarına teknolojiyi sokmayı başaran Thierry N’Doufou ve Christina Watson,
  • Theranos kurucusu Amerikalı girişimci Elizabeth Holmes,
  • Qualcomm Ceo’su Steven Mollenkopf,
  • Water-Gen kurucusu Arye Kohavi,
  • İşadamları Mike Janne ve Phil Zimmermann.
Listedeki bir diğer kategori olan “moguls” (zenginler) sıralamasında ise, faaliyet gösterdikleri sektörlerde göz alıcı atılım yapmayı başaran başarılı işadamlarına yer verildi. Bu liste şöyle oluştu;
  • Alibaba.com kurucusu Çinli işadamı Jack Ma,
  • Volga Group kurucusu Rus işadamı Gennady Timchenko,
  • Hintli kadın girişimci Kiran Mazumdar-Shaw,
  • Xiaomi Tech kurucusu Çinli işadamı Lei Jun,
  • Hintli kadın bankacı Arundhati Bhattacharya,
  • Suudi prensesi ve kadın girişimci Reema Bint Bandar Al Saud,
  • Illumina Ceo’su Jay Flatley.
Burada yer verdiğim ve siyaset ve dış politikayla bağlantılı gördüğüm bu 6 liste dışında, “advocates” (savunucular), “chroniclers” (tarihe not düşenler), “healers” (doktorlar) ve “artists” (sanatçılar) dallarında da en başarılı kişilerin sıralaması yapıldı. Tüm bu listelere http://globalthinkers.foreignpolicy.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Listeler incelediğinde ilk dikkatimi çeken özellik; küreselleşmenin doğal bir sonucu olarak, dünyadaki birçok farklı ülkeden listeye girebilen insanların çıkması oldu. Bu kişiler arasında Hindistan’dan listeye giren kişilerin fazlalığı, bu ülkenin geleceğine dair umutların doğmasına yol açarken, listede tek bir Türk’ün bile olmaması üzücüydü. Aydan Özoğuz, Türk asıllı bir Alman olarak listeye girebilen tek Türk oldu.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Web sitesi için; http://www.foreignpolicy.com/.
[2] Araştırma sonuçları için; http://globalthinkers.foreignpolicy.com/.