Son yaşanan Suriye krizi artık herkesin kabul edeceği şekilde 21. yüzyıla
damgasını vuracak bir rekabeti açığa çıkardı; bir tarafta Soğuk Savaş sonrası
küresel liderliğini ilan eden ve tek kutuplu dünyanın başat gücü ve Batı
dünyasının amiral gemisi olmaya devam etmek isteyen Amerika Birleşik Devletleri
ve yakın müttefiki olan ülkeler, diğer tarafta ise ekonomik büyümelerine
paralel olarak dünya siyaset sahnesinde etkilerini hızla arttıran Çin Halk
Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu gibi çok kutuplu bir dünya sistemi talebi olan
ülkelerden oluşan iki blok bulunuyor. Bu rekabetin Suriye krizi ve İran
meselesi başta olmak üzere birçok konuda artarak devam etme riski bulunuyor.
Ancak geçmişe kıyasla bu ülkeler arasındaki ideolojik rekabetin daha cılız ve
ekonomik ilişkilerin çok daha üst boyutlarda olması bu yeni soğuk savaş
koşullarını daha çok dış politika ve diplomasi ile sınırlayacağa benziyor.
Fakat Suriye krizinin gösterdiği gibi İran ve benzeri can alıcı bazı konularda
meselenin her zaman için askerileşmesi riski de bulunuyor. Bu nedenle
Türkiye’nin de yaklaşan yeni düzenin ruhuna uygun bir şekilde kendi bölgesinde
yeni bir denge politikası oluşturması gerekiyor. Zira Türkiye son bir yıldır
geçiş süreci içerisinde daha çok dışarıdan etkilerle bir o yana, bir bu yana
savrulan dağınık bir görüntü çiziyor ve müttefiklerine hatta kendi
vatandaşlarına dahi güven telkin etmiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin 21.
yüzyılda oluşturması gereken yeni denge politikasının ana unsurları kanımca şu
doğrultuda şekillenmelidir.
1-) Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti devleti, kuruluş paradigması ve bugüne
kadar getirdiği dış politika geleneğini muhafaza ederek mutlaka ulusal
güvenliğini sağlama, terörle mücadele ve Türkiye’nin yakın coğrafyası
içerisinde Türk kimliği taşıyanlara yönelik saldırılar haricinde savaş karşıtı
bir politika izlemeyi sürdürmelidir. Güçlü bir ordusu olmasına ve askerlik
mesleğindeki tarihsel birikimlerine karşın (biz) Türklerin -belki de Batılılaşmanın
ve AB ile yakın ilişkilerin kaçınılmaz sonucu olarak- ulusal güvenlik dışında
kolay kolay savaşma düşüncesine yakın ve yatkın olmadığı Suriye krizi ile bir
kez daha ortaya çıkmıştır. Bu nedenle yeni düzende Türkiye’yi yeni ve oyun
kurucu bir aktör olarak konumlandırırken dahi Türkiye’nin ancak ulusal
güvenliğine, terörle mücadelesine ya da geçmişte Kıbrıs’ta olduğu gibi yakın
coğraftasında Türk kimliğine ve Türk kimliği taşıyanlara yönelik saldırılar
halinde Türkiye kamuoyunda savaşı meşrulaştıracak bir ortamın oluşacağını
bilmek zorundayız.
2-) Türkiye’nin coğrafyası tamamen gözardı edilerek izlenecek dış politika
kaçınılmaz olarak başarısız olacaktır. Türkiye bir NATO üyesi ve Batı
müttefikidir. Ancak Türkiye jeopolitik konumu itibariyle hem Batılı, hem
Doğulu, hem Avrupalı, hem Asyalıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin İran başta olmak
üzere birçok konuda üyesi olduğu Batı ittifakıyla yüzde yüz aynı doğrultuda
hareket etmesi imkansızdır. Bu noktada Türkiye’nin avantajı her iki tarafla da
konuşma yetisine sahip bir ülke olarak anlaşmazlıkların diplomatik yollarla
çözümünde anahtar rol oynayarak kendi önemini arttırabilecek olmasıdır. Ancak
bu da çok başarılı ve güven veren bir diplomatik geleneğe sahip olmayı zorunlu
kılar. Son yıllarda Türk dış politikasındaki müthiş hareketlilik umut
vericidir. Ancak bu hareketliliğe karşın Türkiye bazı yanlış politikalarının
sonucu olarak birçok konuda arabulucu rolünü kaybetmektedir. Örneğin Türkiye
eğer 1 sene içerisinde çok acil bir diplomatik çözüm bulunamazsa savaşa
dönüşmesi muhtemel İran-İsrail gerginliğinde her iki tarafla da ilişkilerini
bozduğu için arabulucu konumunu kaybetmiştir. Orta Doğu’da daha fazla
popülarite adına İsrail’le ilişkileri bozan, iktidarını korumak adına füze
kalkanına evet diyerek İran’la da ilişkileri geren Türk dış politikası,
böylelikle yalnızca Türkiye’nin güvenliği için değil, dünya barışı için de
önemli bir risk ortamının yaratılmasına katkıda bulunmuştur. Yine Suriye
olaylarında Türkiye’nin ilkeli olmak adına “taraf” seçmesi, Türkiye’nin
arabulucu konumunu kaybetmesine neden olmuş ve Suriye’de bugün ne yazık ki bir
içsavaş ortamı oluşmuştur. Türkiye coğrafyasının gereği olarak İran, Rusya,
Irak, Suriye gibi ülkelerle ilişkilerinde Avrupa ülkeleri ya da ABD gibi rahat
hareket edemez. Bu komşu ve yakın ülkelerdeki sorunlar ve olası savaşlar,
Türkiye’nin iç siyasetine de kolaylıkla etki etmektedir.
3-) Türkiye’nin son dönemde izlediği hatalı politikaların da etkisiyle
Türkiye kaçınılmaz bir seçim yapmak ikilemine düşerse Türkiye’nin tercihi doğal
olarak üyesi olduğu ve devlet organlarının da entegre yapılandığı Batı
ittifakından yana olacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin komşuları ve çok kutuplu
dünya talebindeki aktörlerin de Türkiye’yi böylesi ikilem durumlarında
bırakmamak adına daha sağduyulu hareket etmeleri gerekmektedir. Zira Türkiye’yi
geçmişte olduğu gibi katı bir NATO kanat ülkesi haline getirmek en çok bu
ülkeler adına riskli olacaktır. Türkiye böylesi bir seçim yapsa dahi her zaman
için savaşın soğuk şekilde devam etmesi için gayret etmeli, mümkün olduğunca
ulusal güvenliğine ve ekonomik gelişimine odaklanmalıdır. Türkiye Soğuk Savaş
dönemindeki hatalardan dersler çıkararak mümkün olduğunca kendini önceleyen ve
sorunların diplomatik çözümüne destek veren bir ülke olmalıdır.
4-) Türkiye’nin gücünü koruyabilmesi adına ekonomik büyümesini sürdürmesi
gerekmektedir. Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki ülkelerin yaşadığı
istikrarsızlık nedeniyle ekonomik kayıpları olmaktadır. Bu nedenle Türkiye
ekonomisini farklı coğrafyalara doğru büyütmelidir. Günümüzde iletişim ve
ulaşım imkanlarının çok gelişmesi neticesinde komşuluk ve yakınlık eskisi gibi
mutlak öneme sahip değildir. Türkiye deniz ve hava taşımacılığı vasıtasıyla
daha uzak coğrafyalarla da çok yakın ilişkiler kurabilme yetisine sahiptir.
Kuzey ve Güney Amerika ülkeleriyle daha yakın ekonomik ilişkiler, yine Türki
devletlerin yer aldığı Kafkasya ve Orta Asya’da ve genel olarak Asya’da daha
etkin bir dış politika Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki ülkelerle olan
ticaretinde kayıplar olsa dahi bunları kompanse edecektir. Günümüzün teknolojik
ortamında bir ülkenin ekonomik sınırları hayalleri ölçüsünde geniştir. Bunu
Türkiye’nin acilen fark etmesi gerekmektedir.
5-) Türkiye güçlü dış politika için iç istikrarını sağlamalıdır. Bunun yolu
idari yapılanmayı değiştirmekten çok, siyasette ortak bir dilin yaratılmasıyla
mümkündür. Türkiye’de siyaset son yıllarda laiklik-din, Kürt-Türk, Alevi-Sünni
ekseninde neredeyse Carl Schmitt’in geçmişte belirttiği ölçüde bir ölüm-kalım
savaşı halini almaya başlamıştır. Bunun temel nedeni ülkeyi geren ve herkesi
kucaklamayan kötü yönetimler ve yine başka başarı şansı olmadığı için sürekli
ortamı germeye çalışan etkisiz muhalefettir. Türkiye artık iç siyasetteki
rekabet dozajını azaltmalı ve farklı plan-programları ve öncelikleri olan
siyasal partilerin rekabet ettiği daha istikrarlı bir iç siyaset yapısına
kavuşmalıdır. Esas demokrasi budur, Türkiye’nin şu an yaşadığı ise bir cangıl
demokrasisidir. Bunun temel ayaklarından birisi de artık çok sıkıcı ve
kutuplaştırıcı bir hale gelen, devam etmekte olan bazı davaların kamuoyunu ikna
edici bir şekilde gerçek suçluları cezalandıran, masumları ise kurtaran bir biçimde
sonlandırılmasından geçmektedir. Ayrıca Türkiye Atatürk birleştirici
simgelerini yıpratmamalı, bunun yanına yeni birleştirici unsurlar eklemelidir.
6-) Türkiye iç ve dış siyasette kendi dengesini oluşturmak ve anlaşılabilir
bir aktör haline gelmek için kırmızı çizgilerini yeniden tesis etmelidir. Türkiye’nin
son yıllarda önceki kırmızı çizgilerinden vazgeçip vazgeçmediği
bilinmemektedir. Her iki ihtimalde de Türkiye’nin kırmızı çizgileri yeniden
deklare edilmeli ve vatandaşlar da bu bilince erişmelidir.
7-) Türkiye her koşula uygun olarak askeri teknolojik gelişimine ve
istihbarat ağına daha fazla önem vermelidir. Artık daha fazla sayıda asker
yerine, daha yüksek teknolojili cihazlar tercih edilmeli, Türkiye’nin
istihbarat ağı dış politikada önceden pozisyon alınabilecek bir doğrultuda
yeniden yapılandırılmalıdır.
8-) Türkiye PKK terörizmi ve Kürt sorunu konusunda bir statüko
oluşturmalıdır. Bu statüko yalnızca iç dengelere değil, Suriye, Irak, İran’da
da yaşamakta olan Kürtlerin durumuna uygun şekilde yapılmalıdır. Türkiye kendi kamuoyunun
kabul etmesi imkansız bazı uçuk projeleri dışarıdan gelen baskılarla hayata
geçirmeye kalkmamalıdır. Bunun yolu da kendi iktidarını korumak adına dışarıda büyük
sözler vermemekten geçer.
9-) Türkiye bir vizyon sorunu yaşamaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliği
üyeliği hedefinin zora girmesi iş dünyası ve seküler çevrelerde bir varoluş
krizine neden olmuştur. Türkiye’nin AB üyeliği hedefini engelleyen unsurlar aşılmaya
çalışılmalı, bu yapılamıyorsa dış politikada yeni bir vizyon belirlenmelidir.
10-) Türkiye dost ve müttefik ülke olarak gördüğü ABD ile ilişkilerini daha
şeffaf bir zemine taşımalıdır. Türkiye kamuoyunda tepki gören birçok politikanın
ABD zoruyla yapıldığı/yaptırıldığı ima edilerek hükümetler kendilerini güvenceye
almakta ve topu ABD’ye atmaktadırlar. Bu durumun gerçekliği şüphelidir. Bunu
önlemenin yolu da ilişkileri ve diplomasiyi daha şeffaf bir zemine taşımaktan
geçer. Son Wikileaks olayları da göstermiştir ki günümüz dünyasında gizlilik
geri tepmektedir. Bu nedenle açık ve şeffaf diplomasi başta ABD ile
ilişkilerimiz olmak üzere her alanda Türkiye’nin düsturu olmalıdır.
Dr. Ozan Örmeci