29 Haziran 2014 Pazar

29 Haziran 2014 KKTC Yerel Seçimleri


Kıbrıs Türk halkı, 5 ilçe ile beraber toplam 28 belediyeyi yönetecek kişileri seçmek ve anayasal değişiklikleri oylamak için dün sandık başına gitti. Gün içerisinde hava sıcaklığının 45 dereceyi bulduğu çok sıcak bir havada yapılan seçimlere katılım oranı, akşam saatlerinde oy verenlerin artmasıyla birlikte yüzde 40’lardan yüzde 60’lara yükselerek sonuçta yüzde 65’i buldu.[1] Bu yazıda 29 Haziran 2014 KKTC yerel seçimlerini sizler için analiz etmeye çalışacağım.
Seçimler öncesinde genel beklenti; iki büyük parti Cumhuriyetçi Türk Partisi – Birleşik Güçler (CTP-BG) ve Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) ilçeler başta olmak üzere birçok yerde kıyasıya rekabet etmesiydi.[2] Ancak seçim sonuçları gösterdi ki, KKTC gibi küçük ülkelerde yerel dinamikler ve adaylara yönelik izlenim ve duygular, partilerin kurumsal kimliğini aşacak ölçüde etkili olabiliyor. Nitekim bu seçimde de birçok yerde bağımsız veya daha arka planda olan siyasal partilerden seçilen adayların çokluğu, bu durumu kanıtlayan bir faktör oldu. Seçimlerden birinci çıkan CTP-BG, kesin olmayan sonuçlara göre 28 belediyenin 14’ünü kazandı.[3] Ancak Girne ve Gazimağusa gibi kalelerini kaybeden ve Lefkoşa’da iddialı olamayan CTP, anayasal değişikliklere yönelik referandumdan da yüzde 62 oranında “hayır” oyu çıkması neticesinde hayal kırıklığı yaşadı.[4] Seçimler sonucunda beklentilerin altında kalan UBP 5 belediye kazanırken, Demokrat Parti (DP) ve Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) 1 belediye elde ettiler. Kalan 7 belediyeyi ise çeşitli partilerin destek verdiği bağımsız adaylar kazandı.[5]
Seçimde en büyük sürprizlerden biri başkent Lefkoşa’da yaşandı. Başkentte seçimin CTP ve UBP adayları arasında geçmesi beklenirken, aradan sıyrılan ve komünist Birleşik Kıbrıs Partisi’nin (BKP) de desteklediği TDP’li Mehmet Harmancı ipi önde göğüsledi. Harmancı yüzde 38-39 civarında oy alırken, CTP’li Kadri Fellahoğlu yüzde 32, DP’nin de desteklediği UBP’li Kemal Deniz Dana ise yüzde 25 civarında oy aldı.[6] Harmancı böylelikle büyük bir sürprize imza atarken, son genel seçimlerde bekleneni vermeyen partisi TDP’nin de siyaset sahnesinde iddiasını korumasını sağladı. Akşam saatlerinde en coşkulu kutlamalar Harmancı’nın Lefkoşa’daki seçim bürosunda yapıldı.
Mehmet Harmancı
Seçimin diğer en büyük sürprizleri, CTP’nin kalesi durumunda olan Gazimağusa ve Girne’de yaşandı. Gazimağusa’da çeşitli partilerin desteğini almayı başaran bağımsız aday İsmail Arter, favori aday CTP’li Ahmet Oktay Kayalp’i geçerek yarışı önde tamamladı. Girne’de de CTP’li Sümer Aygın, bağımsız aday Nidai Güngördü’ye geçildi.[7] Favori adaylardan yerini koruyabilen tek isim Güzelyurt’u kazanan UBP’li Mahmut Özçınar oldu. DP Tatlısu belediyesini Hayri Orçan ile kazandı.
Seçim sonuçlarının genel bir değerlendirilmesi yapıldığında, KKTC iç siyasetinde oldukça karışık bir tablonun ortaya çıktığı söylenmelidir. CTP-BG, birinci parti olma özelliğini açıkça korumasına karşın, referandumdan çıkan yüzde 60’ın üzerindeki “hayır” ve Girne ve Gazimağusa gibi kalelerde alınan yenilgiler nedeniyle sonuçlardan mutlu olamadı. Dahası muhalefet partilerinin ilerleyen günlerde referandum sonuçlarını baz alarak CTP-DP koalisyon hükümetini yıpratması ve hatta iktidardan düşürmeye çalışması olası gözüküyor. Ancak CTP’nin en büyük şansının rakiplerinin de başarısız bir performans göstermesi olduğunu söylememiz gerek. Zira KKTC siyasetinin marka olmuş kurumlarından UBP’nin yalnızca 5 belediye kazanması ve Lefkoşa ve İskele’de yenilgiye uğraması, bu partinin de sonuçta başarısız bir görüntü ortaya koymasına neden oldu. Seçimlerde en büyük umudu veren parti; sadece bir belediye kazanmasına karşın, seçim sonrasında başkent Lefkoşa’yı yönetmeye başlayacak TDP oldu. Böylelikle CTP’nin soldaki rakibi TDP’nin de ilerleyen yıllarda siyaset sahnesinde var olabilmesinin önü açıldı. TDP’li Mehmet Harmancı, yerel yönetimde de başarı gösterebilirse ilerleyen yıllarda KKTC siyasetinde etkili bir isim haline gelebilir. Harmancı’nın başarısını sorduğum ve sohbet ettiğim partililer, seçim zaferlerini daha çok Annan Planı döneminde ilk kez bir araya gelen Harmancı ve genç ekibinin yıllar içerisinde olgunlaşmaları ve seçim öncesinde bu genç ekibin çok iyi çalışmasının sonucu şeklinde açıkladılar.
Son olarak bu seçimlerin bir yerel seçim olduğunu ve aday niteliklerinin özellikle küçük ülkelerde çok etkili hale gelebildiğini belirtmemiz gerekiyor. Seçmenin adayı şahsen tanıması ve sevmesi neticesinde, partisel kimliklerin üzerinde doğrudan adaya oy verme KKTC’de de sıklıkla yaşanabiliyor. Bu anlamda CTP ve UBP’nin bazı bölgelerdeki aday seçimlerinin başarılı olmadığı sonucunu çıkarabiliriz.  Ancak son dönemde KKTC’deki en önemli meselenin barış görüşmeleri olduğu düşünüldüğünde, yerel seçimin yankılarının o kadar da uzun sürmeyeceği ve fazla olmayacağını da ifade edebiliriz.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] “KKTC’de yerel seçimlere katılım oranı yüzde 65”, Cihan, Erişim Tarihi: 30.06.2014, Erişim Adresi: https://www.cihan.com.tr/news/Seffaf-sandik_0713-CHMTQ5MDcxMy80.
[2] Bu yönde bir değerlendirme için bakınız; Örmeci, Ozan (2014), “KKTC’de Yerel Seçim Heyecanı”,Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 30.06.2014, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/kktcde-yerel-secim-heyecani/.
[3] “28 belediyenin 14’ü CTP-BG’nin…”, Kıbrıs Postası, Erişim Tarihi: 30.06.2014, Erişim Adresi: http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/137001/PageName/KIBRIS_HABERLERI.
[4] “KKTC’de yerel seçimler sonuçlandı”, Yeni Şafak, Erişim Tarihi: 30.06.2014, Erişim Adresi: http://yenisafak.com.tr/dunya-haber/kktcde-yerel-secimler-sonuclandi-29.06.2014-662627.
[5] “KKTC’de yerel seçimler sonuçlandı”, Yeni Şafak, Erişim Tarihi: 30.06.2014, Erişim Adresi: http://yenisafak.com.tr/dunya-haber/kktcde-yerel-secimler-sonuclandi-29.06.2014-662627.
[6] “Amiral Gemisi Lefkoşa Harmancı’nın”, Kıbrıs Postası, Erişim Tarihi: 30.06.2014, Erişim Adresi: http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/87/news/136969/PageName/LEFKOSA.
[7] “Yeni Belediye Başkanları’nın tam listesi Kıbrıs Postası’nda”, Kıbrıs Postası, Erişim Tarihi: 30.06.2014, Erişim Adresi: http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/137005/PageName/KIBRIS_HABERLERI.

28 Haziran 2014 Cumartesi

Obama'ya Yönelik Eleştiriler ve Amerikan Dış Politikasında Arayışlar


Şu sıralar Amerikan basını ve dünya kamuoyunda görev süresinin son yıllarına giren Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama’ya ve Amerikan dış politikasına yönelik artan eleştiriler dikkat çekiyor. Kardeş sitemiz Newtimes.az’da yayınlanan makalelere biz de sitemizde yer vererek[1], okurlarımızı bu konuda bilgilendirmeye çalışıyoruz.
Obama ve Amerikan dış politikasına yönelik temel eleştiri; ABD’nin Arap Baharı sürecinde Suriye ve Mısır’da süreç içerisinde çelişkili görünen bir politika izlemesidir. Göreve gelmesinin ardından Orta Doğu’da demokratikleşme hareketlerine aktif destek veren Obama, ülke içerisindeki ekonomik sorunlar nedeniyle bir yandan içeride askeri harcamaları düşürmeye ve ülke dışarısında görev yapan asker sayısını azaltmaya çalışırken, öte yandan ABD’nin müdahalecilikten (interventionism) vazgeçerek tamamen içe kapanmasını (isolationism) önlemek adına, Amerikan desteğini muhalif hareketlere vermeyi tercih etti. Bu doğrultuda, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da artık ayakta kalması oldukça zor görünen Tunus, Libya ve Mısır gibi tek adam yönetimlerinin on yıllardır hâkim olduğu ülkelerde muhalif siyasal hareketlere çeşitli tavsiyeler ve destekler verildi. Bu süreçte hatırlanacağı üzere Türkiye modeli ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tecrübesi de, Orta Doğu liderlerine ve halklarına İslam ve demokrasinin bir potada eritilebilmesi adına başarılı bir örnek olarak sunuldu. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter bir yönetim modeline yönelmesi nedeniyle Türkiye modelinin zayıflaması, Rusya Federasyonu ve İran İslam Cumhuriyeti’nin bu demokratikleşme hareketlerini jeopolitik bir düzlemde ve kendi aleyhlerine şekilde değerlendirmeleri ve demokrasi kültürünün zayıf olduğu Orta Doğu ülkelerinde muhalif hareketlerin giderek radikal İslam çizgisine kayması, Obama ve Amerikan yönetiminin planlarını boşa çıkardı.
Böyle bir ortamda Obama’nın frene basması ve kontrolün radikallerin eline geçmesini önlemek adına politikasında değişikliğe gitmesi kanımca pragmatik ve doğru bir yaklaşımdır. Bu durum çelişkili gibi algılansa da, aslında tutarlıdır. Zira Obama’nın en başta otoriter yönetimlere destek vermemesinin sebebi; bu ülkelerdeki yoğun insan hakları ihlalleri ve demokrasi sicillerinin bozuk olmasıdır. Şimdi aynı şeyi yapacak alternatif bir gücün belirmesi durumunda Obama’nın onlara destek vermesi, ABD’nin de aynı Rusya ve İran gibi bu meseleye salt jeopolitik düzlemde baktığı algısını yaratacaktı. Oysa Obama yönetimi, olaylara İran ve Rusya gibi otoriter eğilimleri yüksek rejimlerden farklı baktığını aynı tavrı muhalefete de göstererek ispat etti. Şu bir gerçektir ki; Amerika Birleşik Devletleri bugün hala dünyanın en güçlü askeri ve siyasi yapısıdır. ABD, Orta Doğu’da zayıf düşmüş bir yönetimi iktidardan düşürme kararı alırsa (örneğin Suriye), gerekirse radikal unsurları da kullanarak bunu başarma gücüne büyük ölçüde sahiptir. Ancak Amerikan dış politikasında Soğuk Savaş sonrasında demokrasi olgusu önemli bir ilke haline geldiği için, ABD dış politikada tutarlı olmaya çalışmaktadır. Ayrıca dünyadaki tüm rejimlere yön verebilmek, ABD gibi çok yüksek kapasiteli bir devlet için bile şu an için mümkün olmayan bir eylemdir.
Obama’ya yönelik eleştirilerin bir diğer önemli ayağı ise, izlediği politikalar sonucunda Orta Doğu’nun eskisinden de kötü hale gelmesidir. Ancak burada da, hem ABD’nin dünyaya yön verebilme konusundaki gücü abartılmakta, hem de Orta Doğu’da yaşanan demokratikleşme hareketleri sadece bir istihbarat (CIA) operasyonu gibi yansıtılmaktadır. ABD ne kadar güçlü olursa olsun, ABD zayıf olmayan ve halk desteğine sahip bir rejimde asla Tunus, Mısır ya da Libya’daki gibi milyonlarca kişiyi sokağa dökemez. Eğer rejimleri değiştirmek bu kadar kolay olabilseydi, ABD bu işe Kuzey Kore ve İran gibi geçmişte “şer ekseni” kategorisinde değerlendirdiği devletlerden başlardı. Bugün dünyada birçok otoriter yönetim vardır ve çok azında halk sokaklara dökülmektedir. Demek ki olay sadece ABD’nin planlarıyla alakalı değil, bazı rejimlerin zayıflıklarıyla ilgilidir. Böyle bir durumda ise ABD’nin muhalif gruplara destek vermesi, geçiş sürecini daha kolay hale getirebilen bir faktördür. Aksi durumda ise Suriye’de olduğu gibi uzun süren iç savaşlar yaşanabilir.
Obama’ya yönelik eleştirilerin bir diğer boyutu da, İslam dünyasına ve Müslümanlara yönelik adil davranmadığı şeklindedir. Oysa nesnel bakanlar için durum çok net görülecektir ki, ABD tarihinde Müslümanlara en çok değer veren lider Barack Obama olmuştur. Elbette bu demek değildir ki, Batı dünyasında Müslümanlar artık tamamen eş değerde görülmektedir. Ancak Obama’dan daha önceki dönem hatırlanır ve eski Amerikan Başkanı George W. Bush’un söylem ve eylemleri dikkate alınırsa, Obama’nın zaman zaman dış politikada İsrail ve iç politikada Yahudi lobisi ile karşı karşıya gelmek pahasına[2], bu konuda olumlu adımlar attığı söylenmelidir. Obama döneminde ABD, Afganistan ve Irak’tan askerlerini çekmiş ve iç savaş sürecindeki Libya’ya ve El Kaide lideri Usama Bin Ladin’e yapılan operasyonlar dışında askeri gücünü değil, yumuşak güç unsurlarını kullanarak dünya siyasetine nizam vermeye çalışmıştır.
Bu noktada dünya kamuoyu anlamalıdır ki, Obama’nın alternatifi içe kapanan ve dünyadan elini eteğini çeken bir ABD değil, tam tersine Orta Doğu başta olmak üzere birçok coğrafyada askeri gücünü aktif şekilde kullanan bir ABD’dir. Amerika’nın dünya liderliğini koruyabilmesi adına bunu yapması gerekmektedir. Ayrıca bir savaş makinesi olan Amerikan devletini dizginleyebilmek her babayiğidin harcı değildir. Bu nedenle bugün Obama’yı eleştirenler, ilerleyen yıllarda ABD dış politikasında Afganistan ve Irak işgalleri gibi yeni kararlar alınırsa, onu ne kadar özleyebileceklerini iyi düşünmelidirler. Kanımca Obama, Bush yönetimi sonrasında dünyada dibe vuran Amerikan imajını yükselten ve mümkün olduğunca demokrasi ve barış ilkelerine sadık kalmayı başarmış ve tarihe gayet “başarılı” olarak geçecek bir Başkan’dır. Ancak Obama yönetimi, bu başarıyı perçinlemek adına kangren haline gelmiş dış politik sorunlardan birini mutlaka çözmek ve tarihe geçmek zorundadır. Bu noktada da Kıbrıs sorunu en uygun konu olarak gözükmektedir. Bu nedenle Obama’nın Başkanlığının son döneminde, Filistin-İsrail ve Dağlık Karabağ sorununa kıyasla daha kolay çözülebilir gözüken bu konuya yoğunlaşması beklenebilir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Örneğin bakınız; “Two Aspects of the US Foreign Policy: Double Standards and Injustice”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 29.06.2014, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/two-aspects-of-the-us-foreign-policy-double-standards-and-injustice/.
[2] Bu konuda bir analiz için bakınız; Örmeci, Ozan (2013), “ABD-İsrail Gerginliği?”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 29.06.2014, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/abd-israil-gerginligi/.

27 Haziran 2014 Cuma

Un Candidat-Surprise Pour l'Election Présidentielle En Turquie


L’élection Présidentielle en Turquie qui se déroulera pour la première fois au suffrage universel direct aura lieu en août. Après les élections municipales du 30 Mars qui a réassuré le pouvoir du Premier Ministre Recep Tayyip Erdoğan et son parti l’AKP (Parti de la Justice et du Développement), l’élection Présidentielle sera une nouvelle étape pour le Parti de la Justice et du Développement afin d’établir son modèle Islamiste et de contrôler tous les organes de l’état. Même s’il n’a pas encore déclaré sa candidature, le Premier Ministre Turc Monsieur Recep Tayyip Erdoğan a déjà signalé qu’il posera sa candidature pour cette élection. Pourtant Erdoğan va probablement contester la candidature-surprise du Professeur Ekmeleddin Ihsanoğlu qui a été annoncé par le CHP (Parti Républicain du Peuple) et le MHP (Parti d’Action Nationaliste) comme leur candidat commun.
Ekmeleddin Ihsanoğlu: Un Islamiste Inhabituelle
Ekmeleddin Ihsanoğlu est l’ancien secrétaire général et chef de l’Organisation de la Coopération Islamique.[1] L’Organisation de la Coopération Islamique est une organisation intergouvernementale créée le 25 septembre 1969 sous le nom d’Organisation de la Conférence Islamique qui regroupe 57 états membres. Cette organisation dont le siège est située à Djeddah, en Arabie Saoudite, possède une délégation permanente aux Nations Unies. L’Organisation de la Coopération Islamique, qui a changé de nom et d’emblème le 28 juin 2011, est une organisation au niveau supra-étatique et international à caractère religieux.[2]
Ekmeleddin Ihsanoğlu[3] est né en 1943 au Caire. Il est Professeur d’histoire spécialisé on l’histoire scientifique Turque et Islamique. Il a étudié et travaillé dans des universités prestigieuses comme Ain Shams, Al-Azhar et l’Université d’Istanbul. Il a aussi travaillé comme un professeur invité à l’Université d’Exeter, l’Université d’Ankara et l’Université Ludwig Maximilian à Munich. Durant l’époque où il travaillait comme secrétaire général de l’Organisation de la Coopération Islamique, il a réalisé de nouvelles activités réussis. Il a contribué à l’image de l’Islam et l’a présenté comme une religion appropriée à la démocratie et les droits de l’homme. Il a défendu la paix et les méthodes non-violentes afin de contribuer à la solution du conflit Israélo-arabe et le dialogue avec les autres religions spécialement avec les Chrétiens. Ihsanoğlu est un Islamiste inhabituelle avec ses idées en faveur de sécularisme et ses hautes capacités intellectuelles.
La Fin du Sécularisme en Turquie?
Le choix d’Ihsanoğlu a été un choque pour les électeurs classiques de CHP et MHP. Le CHP est reconnu comme un parti plaidant en faveur de l’Union Européenne et très sensible à la protection du sécularisme et le MHP est un parti nationaliste mais aussi séculariste. Ihsanoğlu est l’ancien chef du monde Islamique et est une figure Islamiste. Mais Ihsanoğlu n’est pas un extrémiste et n’a pas des l’inclinaison pour l’autoritarisme comme Erdoğan qui veux utiliser ces élections pour établir un nouveau system présidentielle en Turquie. Il est pieux mais il défend le sécularisme comme le modèle de l’état. Il est parfaitement compétent pour représenter la Turquie aux plateformes diplomatiques avec sa gentillesse et sa capacité de parler quatre langues. C’est pourquoi, le choix d’Ihsanoğlu ne va pas symboliser la fin du sécularisme mais une nouvelle période de paix entre l’état et l’Islam contre le modèle d’Erdoğan incorporant l’état et l’Islam.
Erdoğan est encore le candidat favori mais on peut dire qu’il a maintenant un adversaire redoutable. Ihsanoğlu peut forcer la main d’Erdoğan si Erdoğan ne remporte pas l’élection au premier tour.

Dr. Ozan ÖRMECİ

[3] Pour son site web; http://www.ihsanoglu.com/en/.

25 Haziran 2014 Çarşamba

2014 Kırılgan Devletler Endeksi


Kırılgan ülke (fragile state) kavramı; iç çatışmalar (etnik, dini ya da mezhepsel olabilir), etkisiz yönetişim veya yetersiz ekonomik kapasite nedeniyle, ülkenin en azından bir bölümünde kontrolü kaybetmiş ve devletin güvenlik ve adalet gibi temel fonksiyonlarını yerine getiremeyen zayıf devletler için kullanılan bir tabirdir.[1] “Failed-state” (başarısız devlet)[2] kavramından bir önceki aşamayı ifade eden “kırılgan ülke” tabiri, genelde şu olumsuz özelliklerle tanımlanır;
- Kötü yönetişim ve yetersiz devlet kapasitesi,
- Otorite boşluğu ve devletin Max Weber’in meşhur tanımının aksine “güç tekeli”ni kaybetmesi,
- Kötü ekonomik koşullar ve bölgesel eşitsizlikler,
- Yaygın rüşvet, yolsuzluk ve devlet ve ekonomi yönetiminde şeffaflığın olmaması,
- Etnik çatışma riski veya varlığı,
- Demokratik kültür eksikliği.[3]
İşte Amerikan Foreign Policy dergisi ile Fund for Peace’in (Barış Fonu)[4] 2005 yılından beri bu konuda ortaklaşa hazırladığı ve dünyanın en zayıf ülkelerini sıralayan eski adıyla “başarısız”, yeni adıyla “kırılgan” devletler endeksinde[5] 2014 verileri geçtiğimiz gün açıklandı.
2014 Kırılgan Ülkeler Endeksi haritası
Endekste ilk sıraları (burada en başarısız ülkeler kastediliyor), geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi Güney Sudan, Somali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kongo, Sudan, Çad gibi Afrika ülkeleri aldı. Bu 6 ülkeyi Afganistan, Yemen, Haiti ve Pakistan gibi ülkeler izledi.[6] Listede, 2011 yılında Arap Baharı süreci ile başlayan gelişmemiş ülkelerdeki demokrasi ve otoriter yönetimleri değiştirme umudunun Libya ve Suriye’de yaşananlarla birlikte gerilediği ve dünya çapında bir olumsuz döneme girildiği göze çarptı. Endeksteki en olumlu gelişme ise; Batı ile nükleer müzakerelere başlayan ve ekonomik izolasyonları hafifletilen İran İslam Cumhuriyeti’nin listedeki gerileyişi oldu. Geçtiğimiz yıl listede 37. sırada yer alan İran[7], bu sene 44. sıraya düşerek gelecek için umut vadetti.
Türkiye ise, Güneydoğu’da yaşanan hareketlilik ve yolsuzluk skandallarına karşın listede İran gibi düşüş yaşayan ve umut veren bir ülke oldu. Geçtiğimiz yıl 86. sırada yer alan Türkiye[8], bu sene ise 93. sıraya geriledi.[9] Türkiye’nin yükselişini demografik faktörlere, kamu hizmetlerindeki gelişime ve güvenlik mekanizmasındaki iyileşmelere bağlayan endeksin bu yaklaşımı, yine de eleştiriye açık ve şüpheli görülüyor. Zira Türkiye’deki CHP ve MHP gibi muhalefet partilerinin söylemlerine bakıldığında, ülkenin demokrasiden giderek uzaklaştığı yönünde bir izlenim oluşuyor.
Listede en düşük sıraları alan ve dolayısıyla en az kırılgan ülkeler olarak nitelendirilen ülkeler ise, her sene olduğu gibi daha çok Avrupa ve özellikle Kuzey Avrupa ülkeleri oldu. Listede ilk sıraları Finlandiya, İsveç, Danimarka, Norveç gibi Kuzey Avrupa ülkeleri alırken, onları İsviçre, Yeni Zelanda, Lüksemburg, İzlanda, İrlanda, Avustralya ve Kanada izledi. Avusturya, Hollanda, Almanya, Belçika, Slovenya, Portekiz, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler ise onların hemen ardında ve yine en üst sıralarda yer aldılar.
Listeyi detaylı şekilde incelemek için; http://www.foreignpolicy.com/fragile-states-2014#rankings.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] “Fragile state”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 25.06.2014, Erişim Adresi:http://en.wikipedia.org/wiki/Fragile_state.
[2] Bu konuda bir akademik çalışma için; Öğüt, Selman, “Başarısız Devlet Kavramının İncelenmesi”, Erişim Tarihi: 25.06.2014, Erişim Adresi: http://dergipark.ulakbim.gov.tr/maruhad/issue/viewFile/5000001574/5000000688.
[3] “Fragility 101: When To Call A State Fragile?”, Articles Politics, Erişim Tarihi: 25.06.2014, Erişim Adresi: http://www.articlespolitics.com/2013/02/fragility-101-when-to-call-state-fragile_21.html.
[4] Web sitesi için; http://global.fundforpeace.org/.
[5] “Renaming the Failed States Index”, Erişim Tarihi: 25.06.2014, Erişim Adresi: http://library.fundforpeace.org/blog-20140528-fsirenamed.
[6] “Fragile States Index”, Foreign Policy, Erişim Tarihi: 25.06.2014, Erişim Adresi: http://www.foreignpolicy.com/fragile-states-2014#rankings.
[7] 2013 verileri için bakınız; http://ffp.statesindex.org/rankings.
[8] 2013 verileri için bakınız; http://ffp.statesindex.org/rankings.
[9] “Fragile States Index”, Foreign Policy, Erişim Tarihi: 25.06.2014, Erişim Adresi: http://www.foreignpolicy.com/fragile-states-2014#rankings.

23 Haziran 2014 Pazartesi

KKTC'de Yerel Seçim Heyecanı


Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 5 ilçe ile beraber toplam 28 belediye için yerel seçimler 29 Haziran Pazar günü yapılacak. Kıbrıslı Türk seçmenler 29 Haziran’da belediyeler için oy tercihlerini yaparken, aynı zamanda Cumhuriyet Meclisi’nden geçen 21 maddelik anayasa değişikliği için yapılan referandum için de oy kullanacaklar. Bu yazıda 29 Haziran 2014 KKTC yerel seçimlerini analiz etmeye çalışacağım.
Hatırlanacağı üzere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 28 Temmuz 2013 tarihinde yapılan son genel seçimlerde; Avrupa Birliği ve Kıbrıs sorununda çözüm yanlısı sosyal demokrat Cumhuriyetçi Türk Partisi – Birleşik Güçler (CTP-BG) yüzde 38,37 oy oranıyla sandıktan birinci olarak çıkmış, CTP’yi Ulusal Birlik Partisi (UBP) yüzde 27,30, Demokrat Parti – Ulusal Güçler (DP-UG) yüzde 23,11 oy oranıyla izlemişti.[1] Seçimler sonrasında merkez sol CTP ve KKTC kurucu lideri Rauf Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş liderliğindeki merkez sağ DP arasında bir koalisyon hükümeti kurulmuştu.[2] Koalisyon hükümeti, ilk günlerinden başlayarak yaşadığı çeşitli sıkıntılara karşın halen iktidarda bulunmaktadır ve son dönemde önemli anayasal değişikliklere imza atarak dikkat çekmiştir. Buna karşın, 29 Haziran 2014 yerel seçimleri öncesinde merkez sağdaki iki büyük parti UBP ve DP arasında seçim ittifakı görüşmeleri gerçekleşmiş, hatta bu yönde çeşitli adımlar atılmıştır. Ancak bu ittifakın suya düşmesi sonrasında yaşanan çeşitli istifalarla birlikte yerel seçimlerde merkez sağın iki büyük partisi arasındaki ittifak sadece birkaç belediye ile sınırlı kalmış gibi gözüküyor. En dikkat çekici işbirliği; başkent Lefkoşa ilçesinde iddialı CTP adayı Kadri Fellahoğlu karşısında UBP adayı Kemal Deniz Dana’nın desteklenmesi gibi görünüyor. Ancak merkez sağın çatıda yapmayı beceremediği seçim ittifakını, nüfus yoğunluğu fazla olmayan bir ülke olan KKTC’de seçmenin tabanda gerçekleştirmesi de gayet mümkün gözüküyor.
İktidarın büyük ortağı CTP, yerel seçimlere 28 belediyenin 26’sında giriyor, 2 belediyede ise bağımsız adayları destekliyor. CTP’nin iddialı isimleri arasında; Lefkoşa ilçesinde aday gösterilen ve geçtiğimiz yıl yapılan ara seçimlerde bu göreve seçilmiş olan mevcut Belediye Başkanı ve deneyimli siyasetçi Kadri Fellahoğlu, Gazimağusa ilçesinden aday olan mevcut Belediye Başkanı Ahmet Oktay Kayalp, Girne ilçesi adayı ve 2002’den beri üç defa ardı ardına seçilmeyi başaran mevcut Belediye Başkanı Sümer Aygın ve Güzelyurt ilçesi adayı Osman Bican var. CTP’nin sandıktan birinci parti olarak çıkması ve Girne ve Gazimağusa gibi kalelerini koruması beklenebilir.
Sümer Aygın
Ana muhalefet partisi UBP ise seçimlere 24 belediyede giriyor. UBP diğer 4 belediyede ise bağımsız adayları destekleyecek. Partinin iddialı adayları arasında; Lefkoşa ilçesinde diğer merkez sağ parti DP’nin de desteklediği Kemal Deniz Dana, Güzelyurt ilçesinde 1998’den beri dört dönemdir seçilen mevcut Belediye Başkanı Mahmut Özçınar ve İskele ilçesinde 1994’den beri beş dönemdir seçilen mevcut Belediye Başkanı olan Halil İbrahim Orun var.
Mahmut Özçınar
Son genel seçimlerde büyük bir çıkış gerçekleştiren DP ise yalnızca 17 belediyede aday gösterirken, 6 belediyede bağımsız adayları destekliyor. DP tabanının diğer seçim bölgelerinde oylarını UBP’ye kaydırması bekleniyor. Ancak DP’nin resmi olarak desteklediğini açıkladığı tek belediye şimdilik Lefkoşa ilçesi gibi gözüküyor. DP adayları arasında en iddialı ismin ise, Yeni Erenköy Belediyesi’nin mevcut Başkanı Özay Öykün olduğu görülüyor.
Diğer önemli siyasi partilerden TDP, komünist Birleşik Kıbrıs Partisi’nin (BKP) de desteğiyle 5 belediyede yarışırken, 3 belediyede de partiye yakın bağımsız adayları destekliyor. Seçimlerde belediyeler için yarışacak olan kadın adayların azlığı (yalnızca 3) dikkat çekerken, ilçelerde aday gösterilen kadın adaylar, CTP’nin İskele Belediye Başkan adayı Bilen Sayılı ve DP’nin Girne Belediye Başkan adayı Başak Tekerek’le sınırlı kaldı.[3]
Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse; önceki seçim sonuçları da göz önüne alındığında, CTP’nin Girne ve Gazimağusa’da, UBP’nin Güzelyurt ve İskele’de zafere çok yakın olduğu ve bu seçimlerde esas mücadelenin Lefkoşa için yapılacağı görülüyor. DP’nin de desteklediği UBP adayı Kemal Deniz Dana’nın, CTP’nin adayı Kadri Fellahoğlu karşısında alacağı oy, seçimin galibini belirleyecek en önemli mücadele olarak bu seçimlerde ön plana çıkıyor.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Örmeci, Ozan (2013), “KKTC’de Zafer Sosyal Demokrat CTP’nin”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 23.06.2014, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/kktcde-zafer-sosyal-demokrat-ctpnin/.
[2] “KKTC’de Yeni Hükümet Kuruldu”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 23.06.2014, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/kktcde-yeni-hukumet-kuruldu/.
[3] “Yerel Seçimlerde 3 Kadın Aday Yarışacak”, HaberKıbrıs.com, Erişim Tarihi: 23.06.2014, Erişim Adresi: http://haberkibris.com/yerel-secimlerde-3-kadin-aday-yarisacak-2014-05-03.html.

16 Haziran 2014 Pazartesi

A Surprise Name for Turkish Presidential Elections: Ekmeleddin İhsanoğlu


Turkey will make its first elections for the post of President of the Republic by popular vote in August. Although he did not declare his candidacy, it is widely expected that Turkish Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan will become a candidate for Presidency representing his ruling Justice and Development Party (JDP). Erdoğan without any doubt is the strong favorite for Presidential elections. However, a surprising move made Turkey’s opposition parties, namely Republican People’s Party (RPP) and Nationalist Action Party (NAP), could change the balance and nature of Presidential race.
After weeks of haggling over a name for Presidential candidate in the period leading up to the August election, the two main opposition parties today agreed on the name of Professor Ekmeleddin İhsanoğlu.[1] The choice of İhsanoğlu as a candidate is a surprising move by RPP leader Kemal Kılıçdaroğlu and NAP leader Devlet Bahçeli, because İhsanoğlu is the former Secretary-General of Organization of Islamic Cooperation (OIC).[2] RPP is known as a pro-secular and pro-EU social democratic party and NAP as a pro-secular Turkish nationalist party, ideologically both distanced from Islamist politics. Thus, the very choice of İhsanoğlu means a courageous move made by the opposition parties to decrease the level of secularist-Islamist clash in the country.
Ekmeleddin İhsanoğlu: An Unusual Islamist Figure
Ekmeleddin İhsanoğlu (1943-)[3] is a Turkish academic, diplomat and former Secretary-General of the Organization of Islamic Cooperation (OIC), the second largest intergovernmental organization after the United Nations. He is known as an eminent intellectual, author, editor of academic journals and advocate of intercultural dialogue.[4] İhsanoğlu was born into a Turkish family in Cairo, Egypt. He studied science at the Ain Shams University, where he received his BSc in 1966. He remained in Cairo and obtained his MSc in 1970 from Al-Azhar University. Ihsanoğlu received his PhD from the Faculty of Science at the Ankara University in 1974. İhsanoğlu’s academic work has focused on the history of scientific activity and institutions of learning within Islam, cultural exchanges between Islam and the West, the relationship between science and religion, and the development of science in its socio-cultural environment. İhsanoğlu was the founder of the Department of History of Science at the Faculty of Letters of İstanbul University, and he remained the chairman of that department between 1984 and 2003. He was also a lecturer and a visiting professor at various universities, including Ankara University, the University of Exeter, United Kingdom (1975-1977), İnönü University (1970-1980), Malatya University (1978-1980) and Ludwig Maximilians University of Munich in Germany (2003).
After taking the office as the ninth Secretary General of the OIC in January 2005, İhsanoğlu coordinated the drafting and implementation of a reform program for the OIC aiming to increase the efficiency and effectiveness of the 57-member Organization.[5] The reform program’s components included the “Ten-Year Programme of Action to Face the Challenges of Twenty-first Century” (later implemented by the Third Extraordinary Islamic Summit Conference in 2005) and a revised OIC Charter which was adopted by the OIC at the Eleventh Islamic Summit Conference in 2008.[6] İhsanoğlu was one of the signatories of A Common Word, an open letter by Islamic scholars to Christian leaders, that called for peace and understanding. His mandate as the Secretary-General of OIC expired on 31 January 2014 and he was replaced by Iyad Medeni.[7]
İhsanoğlu is an unusual Islamist figure. He is shown as one of the world’s 500 most influential Muslims.[8] He also received EastWest Institute’s Lifetime Achievement Award.[9] İhsanoğlu’s vision of Islam is peaceful and open to secularism.[10] He is fluent in English and he is widely seen as a respected figure in the world. He is author of many important books on Turkish and Islamic culture.[11] İhsanoğlu favors peace in terms of Muslims’ relations to Christians and other religions.[12] He also favors democracy but prefers gradual reforms to bloody revolutions turning into civil wars.[13] However, he was recently criticized by JDP members and Prime Minister Erdoğan for not enough criticizing the military regime in Egypt. İhsanoğlu defended himself by saying that both parties in Egypt, the interim government and the Muslim Brotherhood, had to take a step back to end the turmoil and the bloodshed in the country and he cannot speak alone for the whole organization without consensus.[14]
The End of Secularism in Turkey?
After witnessing Turkey’s secular opposition to show an Islamist figure as Presidential candidate, one might be seriously concerned about the future of secularism in Turkey. Some hardliner secularists in RPP already started to voice out these concerns. However, İhsanoğlu is not a classical Islamist figure who could sacrifice Turkey’s very valuable secularism. His Islamic vision is intellectual and academic rather than political. He might be a good name to secularize the Islamist politics in Turkey, as well as breaking prejudices against all Muslims among the hardliner secularists. During his tenure in office, he contributed a lot to the democratic progress of OIC and the image of Islam in general. During his term, the issue of human rights was introduced to the new Charter of the OIC, definition of and action to combat the problem of terrorism was introduced to the Ten-Year Programme of Action and objectives were adopted in the same Programme of Action emphasizing cultural dialogue.[15] İhsanoğlu is without any doubt fully capable of representing Turkey and Islamic world on the international level and contribute to peaceful relations between Muslims and other religions.
However, İhsanoğlu’s candidacy does not make his electoral success guaranteed. The biggest problem is that he is an intellectual known among the intellectuals not by the “man in the street”. That is why; he should organize a very strong political campaign if he accepts RPP and NAP’s offer and becomes a Presidential candidate. But İhsanoğlu’s opponent is also still strong. Erdoğan could win the elections in the first round but if he is not able to win in the first round, İhsanoğlu might have higher chances. İhsanoğlu’s candidacy also shows that Erdoğan’s authoritarianism is worse for the opposition than Islamist politics.

Assist. Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] “CHP, MHP agree on former OIC head as joint presidential candidate”, Today’s Zaman, Date of Accession: 16.06.2014 from http://www.todayszaman.com/news-350485-chp-mhp-agree-on-former-oic-head-as-joint-presidential-candidate.html.
[2] For its website see; http://www.oic-oci.org/.
[3] For his website; http://www.ihsanoglu.com/en/.
[4] For details see; “Ekmeleddin İhsanoğlu”, Wikipedia, Date of Accession: 16.06.2014 from http://en.wikipedia.org/wiki/Ekmeleddin_%C4%B0hsano%C4%9Flu.
[5] For details see; Örmeci, Ozan (2010), “Turkey’s Role in the Organization of Islamic Conference, JDP Government and the Greater Middle East Project”, Caspian Weekly, Date of Accession: 16.06.2014 from http://en.caspianweekly.org/main-subjects/turkish-foreign-policy/1959-turkeys-role-in-the-organization-of-islamic-conference-jdp-government-and-the-greater-middle-east-project.html and Güleç, Merve Gülçin (2012), “İslam İşbirliği Teşkilatı”, Uluslararası Politika Akademisi, Date of Accession: 16.06.2014 from http://politikaakademisi.org/islam-isbirligi-teskilati/.
[6] “Ekmeleddin İhsanoğlu”, Wikipedia, Date of Accession: 16.06.2014 from http://en.wikipedia.org/wiki/Ekmeleddin_%C4%B0hsano%C4%9Flu.
[7] “İTT’nin Yeni Genel Sekreteri Medeni Göreve Başladı”, Uluslararası Politika Akademisi, Date of Accession: 16.06.2014 from http://politikaakademisi.org/ittnin-yeni-genel-sekreteri-medeni-gorevine-basladi/.
[9] Third Turkish citizen to receive this award after İsmail Cem and Fethullah Gülen. See; http://www.ewi.info/events/annual-awards-dinner-2013.
[10] For an analysis see; Özkök, Ertuğrul (2013), “İslam’ın en barışçı yüzüne ödül”, Hürriyet, Date of Accession: 16.06.2014 from http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24905526.asp?yazarid=10.
[12] For an interview with him; http://www.youtube.com/watch?v=ZKmddWibuBY.
[13] Çamlıbel, Cansu (2014), “Eskiyi muhafaza lüksü yok”, Hürriyet, Date of Accession: 16.06.2014 from http://www.hurriyet.com.tr/dunya/16903068.asp?gid=373.
[14] “Turkish government furious against OIC chief, calls for resignation”, Hürriyet Daily News, Date of Accession: 16.06.2014 from http://www.hurriyetdailynews.com/turkish-government-furious-against-oic-chief-calls-for-resignation-.aspx?pageID=238&nID=52736&NewsCatID=338.
[15] “Ekmeleddin İhsanoğlu”, Wikipedia, Date of Accession: 16.06.2014 from http://en.wikipedia.org/wiki/Ekmeleddin_%C4%B0hsano%C4%9Flu.

15 Haziran 2014 Pazar

Şili'nin Demokratikleşme Tarihi


Siyaset Bilimi’nin Karşılaştırmalı Politika disiplini içerisinde “demokratikleşme” olgusunu çalışanların yakından ilgi göstermesi gereken ülkelerden birisi de Şili’dir. 1973 yılında General Augusto Pinochet’nin gerçekleştirdiği kanlı darbenin ardından 1989 yılına kadar 16 yıl dikta yönetimiyle idare edilen Şili’de, demokratik yaşama dönülen 1989 yılından sonra demokratikleşme yolunda kademeli adımlar atılmıştır. Bu yazıda Şili’nin demokratikleşme tarihini, akademik literatürde bu ülke hakkında yazılanlardan yola çıkarak özetlemeye çalışacağım.
Şili’nin demokratikleşme tarihini anlamak için elbette öncelikle 1973 darbesi ve nedenlerini araştırmak gerekir. 1969 yılında Şili’de sosyalist solun oluşturduğu Unidad Popular (UP), kısa sürede müthiş bir örgütlenme gerçekleştirerek 1970 yılındaki Başkanlık seçimlerine sosyalist lider Salvador Allende’yi aday gösterdiler. 1970 seçimlerinde sol seçim birliği UP, oyların % 37’sini alarak seçimlerin en güçlüsü olarak çıktı ve Allende de Devlet Başkanlığı’na seçildi.[1] Allende kısa sürede gerçekleştirdiği kamulaştırma hamleleri ve anti-emperyalist çizgideki dış politikasıyla Soğuk Savaş döneminde büyük bir anti-komünist motivasyonla hareket eden ABD’nin şimşeklerini üzerine çekti. 1973 seçimlerinde Allende ve UP’nin sandıktaki başarısı daha da arttı. Bunun üzerine, Latin Amerika’da bir diğer ülkeye daha komünizmin hakim olmasından endişe eden ABD’nin de aktif desteğiyle, Pinochet komutasındaki Şili ordusu 11 Eylül 1973 tarihinde hükümete karşı bir askeri darbe gerçekleştirdi.[2] Darbe sonrası başta Allende’nin kendisi olmak üzere, yüzlerce Allende yanlısı öldürüldü, binlercesi ise tutuklandı. Tüm yetkileri cunta lideri olarak General Augusto Pinochet devraldı. Pinochet ülkeyi 1989 yılına kadar demir yumrukla yönetti.[3] Ancak bu noktada Karşılaştırmalı Politika uzmanlarını farklılığa düşüren iki görüş bulunmaktadır. Kimilerine göre Pinochet, askeri darbe sonrası ülkede kısmen de olsa çoğulcuğa izin vermiş ve sivil yaşama dönülmesi sonrasında demokrasinin yeşermesine izin verecek bazı düzenlemeler yapmış, kimilerine göre ise Pinochet ülkeyi tartışmasız bir diktatörlükle ve demir yumrukla yönetmiştir. Bu tartışmaları daha iyi anlamak için, Şili’nin askeri darbe döneminde 1980 yılında ilan edilen anayasasına bakmakta fayda vardır.
pinochet
Augusto Pinochet
1932-1973 döneminde Latin Amerika’daki tek demokratik seçim yapan ülke olma özelliğini bulunduran Şili’de[4], darbecilerin en büyük sorunu elbette demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne alışmış halkı yeni yönetimin meşruiyeti konusunda ikna etmekti. Jose Luis Ceza’ya göre, Şili’de hukukun üstünlüğünün kurumsallaşmış olması nedeniyle yasa olmadan harekete geçmeme prensibi devlet yöneticileri ve halkta yaygınlaşmış bir eğilimdi.[5] Bu nedenle darbe sonrasında generallerin en büyük uğraşı, yeni düzeni hukuksal bir düzleme oturtmak ve böylece darbenin meşruiyetini arttırmaktı.[6] Bu sebeple darbe sonrasında 1980 anayasası hazırlanırken uzun süre uğraş verildi ve ileride demokrasiye geçilebilmesinin önünü açacak bir metin hazırlanmaya çalışıldı. 1980 anayasasının ortaya çıkışını kolaylaştıran başka faktörler de vardı. Örneğin, darbenin 4 farklı unsur tarafından yapılmış olması (Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri ve “carabineros” adı verilen paramiliter polis teşkilatı), cunta içerisinde farklı grupların temsil edilebilmesini ve bu nedenle darbenin daha ilk günden itibaren “çoğulcu” bir nitelik taşımasını sağlamıştı.[7] Cunta içerisinde yer alan farklı kanat temsilcilerinin hepsinin “veto” haklarının bulunması ve karar almak için oybirliğinin gerekmesi de, cunta içerisinde çoğulculuğun gelişimine katkıda bulunan bir etken olmuştu. Bu nedenle Pinochet’nin diktatoryal eğilimlerine karşın, diğer komutanların onun heveslerini dengelemesiyle ortaya dengeli bir cunta yönetimi çıkmıştı. Darbe sonrasında yeni düzen yolunda ilk adımlar 1974 ve 1975 yıllarında atılmaya başlandı. Yapılan düzenlemelerle yasama ve yürütme yetkileri farklı kuvvet komutanlıklarının elindeki bakanlıklara dağıtıldı ve böylece diktatörlük yönetimi oluşmasının önüne geçildi.[8] Robert Barros’a göre, bu düzenleme ile darbenin en koyu döneminde dahi cuntanın bir bölümünün tüm kontrolü eline geçirmesi engellendi.[9] Bu düzende yürütme erki General Pinochet’ye bırakılsa da, yasamada Hava Kuvvetleri Komutanı General Leigh ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Merino’nun ağırlığının bulunduğu yasamanın her zaman için yürütme kararlarını iptal etmesi mümkündü. Ancak Robert Barros’un bu görüşüne katılmayanlar da vardır. Örneğin, Manuel Antonio Garreton’a göre ordu içerisindeki bu farklı kuvvetler sonuçta ordu yapısına tabi durumdaydı ve ordu da Pinochet’nin kontrolündeydi.[10] Bu da çoğulculuk sadece kağıt üzerinde var anlamına geliyordu. Oppenheim’a göre de, Pinochet kendi ifadesiyle “ülkedeki sinekten bile haberdardı” ve herşeyi kendi kontrolünde tutmayı başarmıştı.[11] Pinochet ve darbe yönetimini ihtiraslarında sınırlı tutan bir diğer etken de kuşkusuz uluslararası kamuoyunun insan hakları ihlalleri konusundaki baskıları olmuştu.
Öyle ya da böyle, 1980 yılında referanduma sunulan ve halk tarafından onaylanan anayasa 1981 yılında yürürlüğe girdi ve Şili’de yeni düzen kuruldu. Demokratik bir ortamda yapılmayan referandumda, yeni anayasa % 67 oranında “evet” almış ve Pinochet’nin 8 yıl gibi uzun bir süre iktidarda kalması sağlanmıştı.[12] Anayasaya göre 1988 yılında Pinochet’nin 8 yıl daha görevde kalıp kalmaması konusunda yeni bir referandum da yapılması öngörülmüştü. Bu yeni sistemde ordu yönetiminin kendisini bir anayasa ile sınırlandırması ve kişisel haklar konusunda bazı anayasal garantiler getirilmesi, yeni rejimin diktatörlükten ayrışmasını kolaylaştırdı. Ancak anayasada demokrasi karşıtı bazı unsurlar da vardı. Örneğin, 1980 yılında bir askeri darbenin yaşandığı Türkiye’nin 1982 anayasasında da olacağı gibi, Milli Güvenlik Kurulu aracılığıyla ordunun siyaset üzerindeki kalıcı etkisi anayasa ile garanti altına alınmıştı.[13] Felipe Aguero’ya göre Şili ordusunun başarısı, Arjantin, Peru ve Uruguay ordularından farklı olarak askeri yönetimi anayasal bir düzene başarıyla oturtmasında saklıydı.[14] Bu gelişmeler, ordunun muhalefet karşısındaki pazarlık gücünü de arttırıyordu. Ancak yine de kaçınılmaz olarak cunta yönetimi ile muhalefet arasında bu dönemde büyük bir pazarlık ve müzakere süreci yaşandı. Ordu birtakım tavizler vererek, muhalefetin sertliğini yumuşatmaya çalıştı. Mesela anayasanın kabulü sonrası bu dönemde Komünist Parti yeniden legalleştirildi, anayasanın özüne dokunulmamakla birlikte kişisel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve anayasal değişikliklerin kolaylaştırılması gündeme geldi. Böylelikle Şili’de diktatörlükten anayasal otoriter bir yönetime evrim süreci yaşandı. 1988’de yeni bir referandumun yapılacak olması, başlangıçta ordunun elinde bir koz gibi görünse de, muhalefete 8 yıl sonra tamamen sivil yönetime dönülmesinin önüne açacak önemli bir kozdu. Nitekim 1988 referandumunda % 55 oy oranıyla Pinochet’in ülkeyi daha fazla yönetmemesi sonucuna varıldı. 1989 yılında 15 yıllık dikta rejiminden sonra ilk seçimler yapıldı ve Hıristiyan Demokrat Patricio Aylwin Başkanlığa seçildi.[15] Pinochet 1998 yılında İngiltere’de tutuklandı ve daha sonra kendisine yurtdışına çıkma yasağı kondu.
Sonuç olarak Şili’nin demokratikleşmesine bakıldığında, darbe sonrasında cunta yönetiminde ordunun farklı gruplarının söz hakkının olması ve yeni düzenin anayasal bir sisteme dönüştürülmesinin, sivil hayata dönülmesinin ardından demokratik düzene geçilmesini kolaylaştırdığı görülmektedir. Bu noktada Şili ile Türkiye arasındaki benzerlikler de şaşırtıcı derecede yüksektir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] “Şili”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eili.
[2] “Chile”, Country Studies, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi: http://countrystudies.us/chile/.
[3] “Şili”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eili.
[4] “Chile – Mass Democracy, 1932-73”, Country Studies, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi:http://countrystudies.us/chile/22.htm.
[5] Ceza, Jose Luis,“Chile’s Difficult Return to Constitutional Democracy”, PS, Vol. 20 (3), 1987, p. 667.
[6] Varas, Augusto (1991), “The Crises of Legitimacy of Military Rule in the 1980s”, in The Struggle for Democracy in Chile 1982-1990, ed. by Paul W. Drake & Ivan Jaksic, Lincoln: University of Nebraska, p. 74.
[7] Barros, Robert (2002), Constitutionalism and Dictatorship: Pinochet, the Junta, and the 1980 Constitution, Cambridge: Cambridge University Press, p. 77.
[8] Barros, Robert (2002), Constitutionalism and Dictatorship: Pinochet, the Junta, and the 1980 Constitution, Cambridge: Cambridge University Press, p. 37.
[9] Barros, Robert (2002), Constitutionalism and Dictatorship: Pinochet, the Junta, and the 1980 Constitution, Cambridge: Cambridge University Press, pp. 38-39.
[10] Garreton, Manuel Antonio (1991), “The Political Opposition and the Party System under the Military Regime”, in The Struggle for Democracy in Chile 1982-1990, ed. by Paul W. Drake & Ivan Jaksic, Lincoln: University of Nebraska, p. 212.
[11] Oppenheim, Lois Hecht (1993), Politics in Chile: Democracy, Authoritarianism, and the Search for Development, Boulder: Westview Press, pp. 217-237.
[12] “Chile – The 1980 Constitution”, Country Studies, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi: http://countrystudies.us/chile/33.htm.
[13] Ceza, Jose Luis,“Chile’s Difficult Return to Constitutional Democracy”, PS, Vol. 20 (3), 1987, p. 668.
[14] Aguero, Felipe, “Legacies of Transitions: Institutionalization, the Military and Democracy in Southern America”, Mershon International Studies Review, Vol. 42 (2), November 1998, pp. 384-404.
[15] “Şili”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eili.

13 Haziran 2014 Cuma

2014 Kolombiya Başkanlık Seçimleri


Güney Amerika’nın kuzeybatısında bulunan ve 46 milyonluk nüfusuyla Meksika’dan sonra en büyük İspanyolca konuşulan ülke olan Kolombiya’da, Başkanlık seçimlerinin 2. turu 15 Haziran 2014 tarihinde yapılacak. Bu yazıda Kolombiya Başkanlık seçimlerini mercek altına alacağım.
Kolombiya’da 25 Mayıs 2014 tarihinde yapılan Başkanlık seçimleri ilk turunda, favori aday olan mevcut Başkan Juan Manuel Santos Calderón sürpriz bir mağlubiyet almış ve ilk turu % 29,25’lik oy oranıyla Óscar Iván Zuluaga önde tamamlamıştı. Başkan Santos ise yalnızca % 25,69 oy oranında kalmıştı.[1] İşte 15 Haziran’da yapılacak 2. turda, hiçbir aday ilk turda % 50’lik oy oranını yakalayamadığı için bu iki aday yeniden yarışacaklar.[2] Şimdi adaylara daha yakından göz atalım.
Seçimlere ilk turda favori olarak giren, ancak beklendiği ölçüde oy alamayan Kolombiya’nın mevcut Başkanı Juan Manuel Santos, 1951 doğumlu deneyimli bir siyasetçidir. Kolombiya’nın zengin ailelerinden olan Santos’lardan gelen Juan Manuel Santos, aslen ekonomist olmasına karşın ilerleyen yıllarda gazetecilik mesleğiyle de uğraşmıştır.[3] Lisans derecesini Ekonomi alanında ABD’deki University of Kansas’tan alan Santos, daha sonra İngiltere’deki London School of Economics’ten Siyaset Bilimi yüksek lisans ve ABD’deki Harvard Kennedy School’dan da Kamu Yönetimi yüksek lisans dereceleri almış yüksek eğitimli ve elit bir isimdir. Profesyonel yaşamına ülkesindeki Kahve Üreticileri Federasyonu’nda yönetici olarak başlayan Santos, daha sonra ailesinin sahip olduğu Kolombiya’nın ünlü gazetelerinden El Tiempo’da yöneticilik yapmıştır.[4] Siyasi yaşantısına merkez-merkez sağ çizgideki kendisinin kurduğu Partido Social de Unidad Nacional’de devam eden Santos, geçmişte farklı partilerde bulunmuş ve güçlü ailesi nedeniyle kısa sürede önemli görevler üstlenmiştir. Örneğin, kendisi 1991-1994 yılları arasında Dış Ticaret Bakanlığı, 2000-2002 yılları arasında Finans Bakanlığı, 2006-2009 yılları arasında da Milli Savunma Bakanlığı yapmıştır.[5] Santos’un kariyerindeki önemli dönüm noktalarından biri ise, 1994 yılında kurduğu Fundacion Buen Gobierno (İyi Yönetişim Vakfı)[6] olmuştur. Kolombiya hükümetine siyasal ve toplumsal sorunların çözülmesinde yardımcı olmak ve yönetim kalitesini arttırmak amacıyla kurulmuş bu sivil toplum örgütü, terör örgütü FARC’la diyalog ve müzakere sürecinin başlamasını öneren ilk yapılardan biri olarak dikkat çekmiştir. Ancak bu önerinin dışında, Santos’un Savunma Bakanlığı döneminde bazı üst düzey FARC liderlerinin yurtiçi ve yurtdışında öldürülmesi ve yine FARC’ın elindeki rehinelerin kurtarılmasına yönelik başarılı operasyonlar dikkat çekmiştir.[7] Hızla yükselen kariyerinin bir sonucu olarak 2010 yılında Kolombiya Başkanı seçilen Santos, 2012 yılında FARC’la barış müzakerelerini yıllar önce savunduğu şekilde başlatmış ve bu yönde çok önemli gelişmelerin yaşanmasını sağlamıştır.[8] Başkanlığı döneminde birçok dünya lideriyle görüşmeler yapan Santos, Filistin sorununda iki devletli çözümü savunan ve barış yanlısı çalışmaları nedeniyle Dünya Yahudi Kongresi’nin Shalom Ödülü ile onurlandırılmıştır. Katolik bir siyasetçi olan Santos, halen evli olduğu ikinci eşinden 3 çocuk sahibidir. Santos’un ayrıca birçok yayınlanmış kitabı bulunmaktadır. Seçim kampanyası döneminde prostat kanseri olduğu için bir mitingde yaşadığı talihsiz bir olayla gündeme gelen[9] Santos, seçim yarışını “barış ve savaş arasında bir tercih”[10] olarak değerlendirmiş ve rakibi Zuluaga’nın müzakere sürecine karşı olması nedeniyle ülkede 220.000’in üzerinde insanın ölmesine neden olan iç savaşı yeniden başlatacağını iddia etmiştir.[11] Aslen liberal ve sağa yakın bir siyasetçi olan Santos’un, terörle müzakere ve kimi konularda sol söylemleri de başarılı bir şekilde kullandığı bilinmektedir. Ancak seçim kampanyası döneminde müzakere sürecini iyi pazarlayamadığı yönündeki eleştiriler ve sandığa yansıyan oy oranları, Santos için 2. turun çok zor geçeceğini göstermektedir.
Juan Manuel Santos Calderón
İlk turda sandıktan birinci olarak çıkan Óscar Iván Zuluaga Escobar ise 1959 doğumludur. Ülkesinde aldığı Ekonomi eğitiminin ardından, İngiltere’de Exeter’de yüksek lisans yapan Zuluaga, aynı Santos gibi zengin bir aileden gelmektedir.[12] Ailesinin çelik üretim şirketinde profesyonel yaşamına başlayan Zuluaga, daha sonra siyasete girmiş ve Pensilvania, Caldas bölgesinde Valilik yapmıştır.[13] İlerleyen yıllarda aile şirketlerinde üst düzey yöneticilik de yapan Zuluaga, 2002 yılında Kolombiya Senatosu’na Senatör olarak girmiş ve 2005 yılında şimdi rakibi Juan Manuel Santos’un kurduğu Partido Social de Unidad Nacional’e geçmiştir.[14] Zuluaga, 2007 yılında Finans Bakanı olmuş ve 2010 yılına kadar görevde kalmıştır. 2013 yılında yeni kurulan Centro Democrático’ya katılan Zuluaga, Francisco Santos Calderón ve Carlos Holmes Trujillo gibi iddialı adayları parti içerisindeki yarışta geride bırakarak, 2014 Başkanlık seçimlerinde Juan Manuel Santos’un rakibi olmuştur.[15] Seçimlerden bir hafta önce bir video skandalına adı karışan Zuluaga, bunun bir montaj olduğunu ifade etmiş ve skandal nedeniyle oy kaybı yaşamamıştır.[16] Katolik inancına mensup Zuluaga, evli ve 3 çocuk babasıdır. Seçim kampanyası döneminde FARC ile müzakere sürecine karşı çıkan Zuluaga, Başkan Santos’u ülkeyi FARC’a teslim etmekle suçlamıştır. Santos’a göre daha sağda bir profil sergileyen Zuluaga, ekonomide ise rakibi Santos gibi liberal çizgidedir.
Óscar Iván Zuluaga Escobar
Siyaset Bilimci Fernando Giraldo’ya göre Kolombiya Başkanlık seçimleri, her ikisi de elit olan adayların kişisel mücadelelerine dayanmaktadır ve bu nedenle halkın ekonomik sorunları seçimler döneminde arka planda kalmaktadır.[17] The New York Times gazetesinden William Neuman’a göre ise, ilk tur sonuçları Başkan Santos’un zayıflığını göstermektedir[18] ve bu nedenle 2. turda Zuluaga daha şanslıdır. Başkanlık seçimleri 2. turunun çok çekişmeli ve heyecanlı geçmesi beklenmektedir. İlk turda katılım oranı oldukça düşük olmuş ve dahası her iki aday da ancak yüzde 20’lerde oy alabilmişlerdir. Bu nedenle 2. turda sandığa gitmeyen, kararsız ve diğer adaylara oy veren seçmenlerin ne yapacağı çok önemli olacak ve sonucu belirleyecektir. Son anketlerde Zuluaga, Santos’un az farkla önünde gözükmektedir, ancak herşeye karşın seçimleri kimin kazanacağı konusunda tahmin yapmak zor gözükmektedir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] “Colombian presidential election, 2014”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Colombian_presidential_election,_2014.
[2] BBC’den ilk turun analizi için; http://www.bbc.com/news/world-latin-america-27567604.
[3] “Juan Manuel Santos”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Juan_Manuel_Santos.
[4] “Juan Manuel Santos”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Juan_Manuel_Santos.
[5] “Juan Manuel Santos”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Juan_Manuel_Santos.
[6] Web sitesi için; http://www.buengobierno.com/.
[7] “Juan Manuel Santos”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Juan_Manuel_Santos.
[8] Detaylar için; Sağır, Kıvanç (2013), “Kolombiya Hükümeti ve FARC Arasındaki Son Görüşmeler”,Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/kolombiya-hukumeti-ve-farc-arasindaki-son-gorusmeler/.
[9] “Seçim konuşmasında ‘kanser’ azizliği”, Cumhuriyet, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/52091/Secim_konusmasinda__kanser__azizligi.html.
[10] “Colombia’s election – The prospects for peace”, The Economist, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://www.economist.com/blogs/americasview/2014/05/colombias-election.
[11] “Kolombiya, müzakere ve seçim”, Evrensel, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://www.evrensel.net/haber/85966/kolombiya-muzakere-ve-secim.html.
[12] “Óscar Iván Zuluaga”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/%C3%93scar_Iv%C3%A1n_Zuluaga.
[13] “Óscar Iván Zuluaga”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/%C3%93scar_Iv%C3%A1n_Zuluaga.
[14] “Óscar Iván Zuluaga”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/%C3%93scar_Iv%C3%A1n_Zuluaga.
[15] “Óscar Iván Zuluaga”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/%C3%93scar_Iv%C3%A1n_Zuluaga.
[16] Shoichet, Catherine E. & Romo, Rafael, “Colombian presidential election: Top candidates will face runoff”, CNN, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://edition.cnn.com/2014/05/25/world/americas/colombia-presidential-election/.
[17] “Polls close in tight Colombia election”, AlJazeera, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://www.aljazeera.com/news/americas/2014/05/colombia-votes-presidential-election-20145254293529602.html.
[18] “Investor Watch: Colombia’s Presidential Election”, Forbes, Erişim Tarihi: 13.06.2014, Erişim Adresi: http://www.forbes.com/sites/nathanielparishflannery/2014/05/26/investor-watch-colombias-presidential-election/.