Sivil toplumculuğun önemi ve gereğinin yeni yeni keşfedildiği ülkemizde, sivil toplum alanında son dönemde hızla güçlenen ve seslerini duyurmaya başlayan bir grup da hayvan hakları aktivistleri… Uşak Üniversitesi bünyesinde öğrencilerimizin bana ricası üzerine hala kurulma aşamasında olan Uşak Üniversitesi Hayvan Haklarını Koruma Kulübü’nün danışmanlığını üstlenmem ve bu kulüp çatısı altında yürüttüğümüz bazı çalışmalar sayesinde ben de hayvan hakları konusunda ülkemizdeki bazı eksiklikleri öğrenme şansına sahip oldum. Bu yazıda sizlere bu konuda biraz bilgi vermek istiyorum.
Hayvan hakları konusunda çalışma yapan ilk kuruluş 1825’te İngiltere’de kurulmuştur. Bu derneğin faaliyetlerinden yaklaşık bir asır sonra 1931 yılında farklı ülkelerde kurulan hayvan hakları derneklerinin faaliyetleri sonucu 4 Ekim günü “Hayvan Hakları Koruma Günü” olarak ilan edilmiş ve tüm dünyada kutlanılmaya başlanmıştır. Hayvan hakları konusu dünya gündemine kapsamlı olarak ilk kez; 15 Ekim 1978 tarihinde Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü-UNESCO’nun girişimiyle ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi ile gelmiştir. Bu metin, 1989 yılında Hayvan Hakları Birliği tarafından tekrar düzenlenerek 1990 yılında UNESCO’ya sunulmuş ve aynı yıl halka açıklanmıştır. Bu beyannameye göre;
- - Tüm hayvanlar eşit doğar ve eşit yaşama hakkına sahiptirler.
- - Tüm hayvanların saygı görme hakkı vardır. Bir tür hayvan olan insan, diğer hayvanları yok edemez. Hayvanları kendi çıkarı için karşılıksız kullanamaz.
- - Hiçbir hayvana kötü ve zalimce davranılamaz. Bir hayvanın öldürülmesi zorunlu ise bu, bir anda ve acı çektirilmeden yapılmalıdır.
- - Vahşi hayvanlar kendi doğal çevrelerinde yaşama ve çoğalma hakkına sahiptir. Eğitim amacıyla bile olsa vahşi hayvanlar özgürlüklerinden mahrum bırakılamaz.
- - Evcil hayvanlar, uyumlu bir biçimde ve özgürlük içinde yaşama hakkına sahiptir. İnsanların kendi çıkarları için evcil hayvanların yaşama koşullarında yapacakları her türlü değişiklik, haklara aykırıdır.
- - Evcil hayvanlar, doğal yaşama sürelerine uygun uzunlukta yaşama hakkına sahiptir.
- - Tüm çalışan hayvanlar (at, eşek…) iş süresinin sınırlandırılması, işin daha az yorucu olması, güçlerini artırıcı bir beslenme ve dinlenme hakkına sahiptir.
- - Hayvanlara fiziksel ya da psikolojik acı çektiren deney yapmak, hayvan haklarına aykırıdır.
- - Beslenmek için bakılan hayvanlar barındırılmalı, taşınmalı ve ölümleri de korkutmadan ve acı çektirmeden olmalıdır.
- - Hayvanlar, insanlar tarafından eğlence amaçlı kullanılamazlar. Hayvanların seyrettirilmesi ve hayvanlarla gösteri yapılması, hayvan onuruna aykırıdır.
- - Zorunlu olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi, yaşama karşı işlenmiş bir suçtur.
- - Çok sayıda vahşi hayvanın öldürülmesine neden olan safariler ve av partileri, hayvanlara karşı yapılmış bir soykırımdır. Doğal çevrenin kirletilmesi, yıkılıp yok edilmesi de soykırıma eşdeğerde alçakça bir davranıştır.
- - Hayvanların ölüsüne de saygı göstermek gerekir. Hayvanların öldürüldüğü şiddet sahneleri, sinemalarda ve televizyonlarda yasaklanmalıdır. Ama hayvanlara yapılan saldırıları kınamak amacında olan filmlerde bu sınırlama yoktur.
- - Hayvanları koruma kuruluşları, devlet katında temsil edilmelidir. Hayvan hakları da insan hakları gibi yasayla korunmalıdır.
Türkiye’de hayvan hakları konusunda faaliyet gösteren ilk dernek 1955 yılında Ankara’da kurulmuştur. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyum süreci kapsamında hayvan hakları konusu 2000’li yıllarda ilk kez ciddi şekilde gündeme gelmiş ve Türkiye’de hayvan hakları 2004 yılında bir yasa ile koruma altına alınmıştır. Fakat bu koruma amaçlı ve ileri bir adım olarak kabul edilebilecek yasanın da eksiklikleri göze çarpmaktadır. Uşak’ta hayvan hakları konusunda yaptığı çalışmalarla bilinen Nebahat Avcu’nun ifadesiyle bu alandaki en büyük eksiklik; hayvanlara kötü muamelenin ceza kapsamında değil de, kabahatler kapsamında ele alınmasıdır. Hayvanlara karşı gazetelerden her gün okuduğumuz işkence, cinayet, tecavüz ve benzeri iğrenç saldırılar kabahatler kapsamında ele alındığı için, bu tür saldırıları gerçekleştiren ruhsal durumları sıkıntılı insanlar ufak para cezaları ile kendilerini güvence altına alabilmekte ve yeni saldırılar için cesaretlenmektedirler. Oysa bu konunun ceza kapsamına alınması ve para cezasının ötesinde daha kapsamlı cezaların verilebilmesi durumunda bu konudaki duyarlılık artacak ve cezalar gerçekten caydırıcı olabilecektir. Ayrıca Avcu’nun ifadesiyle Türkiye’deki yasal düzenlemede sahipli hayvanlara daha fazla yer verilmeli ve sahipli hayvanlar yerel yönetimler tarafından kayıt altına alınarak, kontrolleri yıllık olarak yapılmalıdır. Benzer şekilde sahipleri tarafından hayvanların dışarı atılmaları önlenmeli ve ceza uygulamalarında sadece çevre müdürlükleri ve de tam yetkili olarak görevlendirilmelidir.
Türkiye’de siyasetin sorun çözmek yerine kavga etmek ve kutuplaşmaya dayalı yapısı nedeniyle hayvan hakları konusu gündeme gelir mi bilemiyorum fakat bu konuda Türkiye’nin eksikliklerinin en kısa zamanda kapatılması ülkemizin sosyal ve demokratik gelişimi adına önemli bir katkı olacaktır. Hayvanlarını sevmeyen ve koruyamayan bir devlet ve toplum, insanlarını da sevemez ve koruyamaz.
Dr. Ozan Örmeci