Ozan Örmeci Makaleler (Ozan Örmeci Articles)
21 Ekim 2025 Salı
Interview with Dr. Theano Kalavana: Cyprus Negotiations in the new term?
Ukrayna Konusunda Trump Diplomasisi: Rusya’yı Barışa İkna Etmek Kolay Olmayacak
Geçtiğimiz yıl sonunda yeniden Başkan seçilmeden önce Ukrayna-Rusya Savaşı’nı kısa sürede bitirebileceğini iddia eden[1] 45. ve 47. ABD Başkanı Donald Trump, bu konuda ofise girdiği 9 aylık süreçte ciddi bir mesai harcamasına karşın, henüz somut bir kazanım elde edemedi. Nitekim 15 Ağustos 2025’te Alaska’da Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’le önemli bir görüşme gerçekleştiren Trump[2], bu süreçte ilerleme sağlandığını iddia etse de, ne sahada henüz bir ateşkes konusunda anlaşmaya varıldı, ne de iki taraftan birinin veya her ikisinin de savaşma azminde bir gerileme yaşandı. Bu bağlamda, Başkan Trump’ın güçlü adam diplomasisi Kafkasya, Ortadoğu ve Asya’da bazı ihtilaflarda (Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri, Hamas-İsrail Savaşı, Pakistan-Hindistan çatışması, Tayland-Kamboçya Savaşı, Mısır-Etiyopya gerginliği ve Ruanda-Kongo Demokratik Cumhuriyeti çatışması) şimdiye kadar başarı kazansa da[3], anlaşılıyor ki Rusya gibi bir süper güç kalıntısı devletle müzakere etmek o kadar da kolay olmayacak ve Ukrayna’da çatışma en azından bir süre daha devam edecek.
Ukrayna Savaşı’nda mevcut harita
Hatırlanacak olursa, Rus askeri kuvvetlerinin Ukrayna’ya saldırmasıyla 2022 yılı Şubat ayının 24’ünde başlayan ve Rusların deyimiyle “Ukrayna’yı Nazilerden arındırmayı” amaçlayan “özel askeri operasyon”, başlarda Rus birliklerinin Kiev saldırısının püskürtülmesiyle Ukrayna ve Batı bloku adına büyük bir başarı şeklinde başlasa da, zamanla Batı yaptırımlarına rağmen Küresel Güney ve Doğu ülkelerinden aldığı destekle yıkılmayan Moskova, Ukrayna’nın doğusunda Rusça konuşan ve Rus kökenli nüfusun bulunduğu Luhansk, Donetsk, Kherson (Herson) ve Zaporijya gibi yerlerde kontrolü neredeyse tamamen sağlamayı başardı. Bilhassa Ukrayna’nın ABD ve Avrupa ülkelerinin desteğiyle Haziran 2023’te başlattığı karşı taarruzun başarıyla sonuçlanmaması, Ukrayna’nın Rusya’yı askeri olarak mağlup edebileceği konusundaki umutları azaltırken, ABD’de Donald Trump’ın Başkan seçilmesiyle birlikte Batı dünyasında bu konuda iki farklı görüş oluşmaya başladı.
Başkan Trump’ın temsil ettiği birinci yaklaşım, Ukrayna’ya ABD’nin büyük ekonomik ve askeri desteği nedeniyle Amerikan halkının gelirlerinin azalması görüşü temelinde, savaşı Rusya ile büyük bir jeopolitik müzakere ile sonuçlandırmak ve bu anlamda Ukrayna’nın savaşma iradesini zayıflatmak adına Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’ye baskı yapmak şeklinde özetlenebilir. Nitekim 2025 yılı Şubat ayı sonlarında Beyaz Saray-Oval Ofis’te ağırlanan Zelenski’yi Başkan Trump ve ekibinin adeta rezil ederek göndermesi[4], bu yaklaşımın somut bir örneği olmuştur. Bu görüş doğrultusunda, Başkan Trump, ayrıca, Ukrayna’ya yönelik askeri ve ekonomik yardımların daha ziyade Avrupa devletleri tarafından yapılmasını savunmuş ve Kiev’e verilen desteği azaltarak, Ukrayna ile nadir elementlerinin ABD tarafından çıkarılması konusunda bir anlaşma imzalayarak harcamalarını çıkarmaya gayret etmiştir. Trump ve ekibine göre, Ukrayna Savaşı, özünde bir Avrupa güvenliği meselesidir ve bu nedenle de öncelikle Avrupalı devletlerin bu savaşı finanse etmeleri gerekir. Avrupalı liderler arasında Macaristan Başbakanı Victor Orban, Slovakya Başbakanı Robert Fico ve Çekya’nın yeniden seçilen lideri Andrej Babiš bu yaklaşımın temsilcileridir. AB ülkeleri içerisinde birçok muhalif lider de bu çizgiye yakın durmakta ve Ukrayna’ya verilen desteğin azaltılarak Rusya ile uzlaşılmasını savunmaktadırlar.
Avrupa Birliği’nin önde gelen devletleri Fransa, Almanya ve diğer devletlerde ise, mevcut iktidarlar, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının Avrupa’nın geleceği ve uluslararası sistem adına büyük bir tehdit kaynağı olduğunu düşünmekte ve bu nedenle Rusya’daki Putin yönetiminin mutlaka bu savaşı kaybetmeye zorlanmasını savunmaktadırlar. Bu konuda özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un oldukça iddialı, ısrarcı ve kararlı bir duruşu bulunmaktadır. Keza İngiltere (Birleşik Krallık) de Rusya'nın mağlup edilmesi konusunda oldukça ısrarcıdır. Bu, kuşkusuz uluslararası hukuk açısından daha tutarlı bir görüş olmakla birlikte, Ukrayna’nın insan kaynağında yaşanan gerileme ve ekonomik yaptırımların Moskova’yı durduramaması nedeniyle, Trump’ın da etkisiyle, son dönemde bu görüş biraz zayıflamaya başlamıştır. Yine de, NATO’nun yeni Genel Sekreteri Mark Rutte başta olmak üzere Batı’nın askeri liderleri de Rusya ile mücadeleye devam edilmesi tezini savunmakta ve Ukrayna’nın Kiev de dahil olmak üzere toprak bütünlüğünü savunmaktadırlar. Bu yaklaşımın başarı kazanması için Rusya’daki Putin yönetiminin değiştirilmesi ve yerine daha Batıcı ve barışçıl bir yöneticinin getirilmesi şarttır. Son dönemde Başkan Trump’ın barış diplomasisinden netice alınamaması sonucunda, ikinci görüşte yeniden bir canlanma görülmeye başlanmıştır. Ancak Ukrayna’nın askeri açığını kapatmak adına ne yapılabileceği (üçüncü dünya ülkelerinden paralı askerler tutulması vs.) konusunda henüz somut bir plan ortaya konamamıştır.
Rusya’nın en önemli enerji müşterileri
Bu iki yaklaşımdan hangisinin ağırlık kazanacağı ise, önümüzdeki aylarda sahadaki somut gelişmelerle birlikte ABD yönetiminin alacağı kararlara bağlıdır. ABD yönetimi, eğer Rusya ile enerji ticaretine yönelik somut bazı yaptırım kararları alırsa, bu, Türkiye ve birçok Avrupa ülkesini çok olumsuz etkileyebileceği için, Moskova üzerindeki barış baskısı hızla artacaktır. Lakin bu yönde somut adımlar atılamazsa, Rusya, savaşı daha uzun yıllar sürdürebilecek kaynaklara sahiptir. Rusya’nın Kuzey Kore ve bazı müttefiklerinden asker getirtebilmesi, İran’dan drone (insansız hava aracı) alabilmesi ve Çin, Hindistan ve Türkiye gibi önemli müşterilerine doğalgaz ve petrol satmaya devam etmesi[5], içerideki ciddi ekonomik sorunlara rağmen, otoriter sistemin Rusya’da halk tarafından da içselleştirilmesi nedeniyle, savaşın devamını halen mümkün kılmaktadır. Fakat Rusya’nın en önemli gelir kaynağı olan enerji gelirlerinin azalması durumunda, Moskova’nın savaşı devam ettirebilmesi mümkün olmayabilir. Nitekim bunu bilen Kiev yönetimi de, son dönemde Rusya’nın enerji kaynaklarını hedef almakta ve Moskova’nın gelirlerini azaltmaya çalışmaktadır.[6]
Elbette her savaşın bir sonu olmuştur ve olacaktır… Bu nedenle, Ukrayna-Rusya Savaşı’nın da yakın bir gelecekte sonuçlanması mümkündür. Ancak bunun için her iki tarafın da savaşma kararlılığının azaltılması, buna yönelik yapısal koşulların sağlanması ve abartılı taleplerden kaçınılması gerekmektedir. Bu bağlamda, Ukrayna’nın tarafsızlığı ve bağımsızlığı, Rusya tarafından bir daha saldırılmayacağına dair somut garantiler ve Rus nüfusun ağırlıkta olduğu Kırım ve Donbass (Donbas) bölgesi haricinde toprak bütünlüğünün sağlanması gibi bir uzlaşı formülü üzerinde durulabilir. Ancak her daima kapalı ve gizemli bir devlet olan Rusya’da içeride neler yaşandığı pek bilinmediği için, rejimin istikrarı ve gücü konusunda da elbette farklı yorum ve çıkarımlar yapmak mümkündür. Bu, elbette, ancak Kremlinologların bilebileceği bir husustur…
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] https://daktilo1984.com/yazilar/trumpin-hayal-dunyasinda-ukrayna-savasi-100-gun-0-baris/.
[2] https://politikaakademisi.org/2025/08/16/alaskadaki-trump-putin-gorusmesi-ve-ukrayna-krizinde-son-durum/.
[3] https://www.bbc.com/turkce/articles/c0ql39w3e2wo.
[4] https://www.bbc.com/turkce/articles/cly22vpw64lo.
[5] https://energyandcleanair.org/august-2025-monthly-analysis-of-russian-fossil-fuel-exports-and-sanctions/#:~:text=Russia's%20fossil%20fuel%20exports%20remain,narrow%20set%20of%20key%20customers.
[6] https://www.theguardian.com/world/2025/oct/20/ukraine-war-briefing-energy-war-continues-with-strikes-on-russian-oil-and-gas-plants.
20 Ekim 2025 Pazartesi
Dr. Özker Kocadal Mülakatı: 2025 KKTC Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Tufan Erhürman
19 Ekim 2025 Pazar
Azerbaycan'da Darbe Girişimi
Dost ve müttefik ülke Azerbaycan'da son dönemde hareketli olaylar yaşanıyor... Öyle ki, Türkiye ve uluslararası basın-yayın organlarına son günlerde düşen bir iddiaya göre, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'e yönelik bir askeri darbe girişimi son anda önlendi. Bu yazıda, Azerbaycan darbe girişimi konusunu değerli okurlarımız için kısaca özetlemeye çalışacağım.
Azerbaycan haber ajansı APA'nın geçtiği bilgilere göre, 1938 doğumlu ve ülkenin önde gelen bilim insanlarından birisi olan ve Cumhurbaşkanlığı İdaresi Başkanlığı görevini yürüten Ramiz Mehdiyev (Ramiz Mektiyev), bir süredir ülke içerisinde Cumhurbaşkanı Aliyev'i devirmeye yönelik planlamalar içerisine girmiş ve bu konuda Rusya'dan da destek arayışı içerisindeydi. Rusya ile Azerbaycan arasında son dönemde bozulan ilişkiler de bu tarz arayışlar için uygun bir ortam yaratıyordu. Ancak Rus gazetesi Novaya Gazeta’nın haberine göre, bu girişimlerden Rus istihbaratı kanalıyla haberdar olan Rusya (Federasyonu) Devlet Başkanı Vladimir Putin, 9 Ekim’de Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de düzenlenen Rusya-Orta Asya Zirvesi sırasında Cumhurbaşkanı Aliyev ile yaptığı görüşmede bu konuyu gündeme getirdi ve Aliyev'i bilgilendirdi. Bunun üzerine geçen Cumhurbaşkanı Aliyev de Mehdiyev'i hemen görevden aldı. Euronews'ün verdiği bilgilere göre, birkaç gün içerisinde Mehdiyev tutuklanarak hakkında soruşturma da başlatıldı.
Türkiye'ye benzer şekilde yakın geçmişte 1993 ve 1995 yıllarında ciddi askeri darbe girişimlerine sahne olan Azerbaycan'da, İlham Aliyev döneminde sağlanan istikrar ve huzur ortamı sayesinde artık bu tarz girişimlerin yaşanmaması bekleniyordu. Hatırlanacak olursa, Türkiye, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel aracılığıyla 1995 darbe girişimi sırasında da Azerbaycan'daki sivil yönetime destek vermiş ve Haydar Aliyev'in koltuğunu korumasına yardımcı olmuştu. Bu süreçte de, Türkiye'deki istikrarlı siyasi yönetim, Azerbaycan'ın İlham Aliyev önderliğinde kazandığı İkinci Karabağ Savaşı veya 44 Gün Savaşı da dahil olmak üzere Bakü'deki resmi hükümete her süreçte destek olarak Azerbaycan'ın istikrarlı gelişiminin sürmesine yardımcı olmak istemiştir. Bu bağlamda, Moskova'nın bu süreçte Bakü'ye verdiği destek ise, Rusya'nın bölgedeki ülkeleri küstürme yönünde yaptığı hataları telafi etmek çabası olarak yorumlanabilir. Bu anlamda, Azerbaycan-Rusya ilişkilerinde yakın gelecekte yeniden bir canlanma ve ısınma olması mümkündür.
Ancak her ne olursa olsun, bölgesinde bağımsız bir dış politika izleyen ve kalkınma odaklı bir vizyonu olan Azerbaycan için komşu ülkelere yönelik saldırgan politikalar izleyen devletler her zaman tehlike kaynağıdır. Bu nedenle, Rusya'nın Ukrayna Savaşı'na bir an önce uzlaşı ile bir son vermesi ve bölgenin ekonomik gelişimine katkı sağlaması önemlidir. Türkiye ise, Azerbaycan'a her koşulda destek vermeye devam edecektir.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tufan Erhürman remporte les élections présidentielles dans la République turque de Chypre du Nord
Introduction
Lors du premier tour des élections présidentielles qui se sont tenues aujourd'hui (19 octobre 2025) en République turque de Chypre du Nord (RTCN), le leader du Parti républicain turc (CTP) de centre-gauche et candidat à la présidence, le Dr Tufan Erhürman, qui a obtenu 63 % des voix au premier tour des élections présidentielles, a remporté les élections et est devenu le sixième président de la République après Rauf Denktaş, Mehmet Ali Talat, Derviş Eroğlu, Mustafa Akıncı et Ersin Tatar. Le rival de M. Erhürman et cinquième président de la République, Ersin Tatar, a quant à lui obtenu 36 % des voix. C'est ainsi que M. Erhürman, qui prône le dialogue avec les Chypriotes grecs et les négociations fédérales pour résoudre le problème chypriote, a été élu à cette fonction honorable. Dans cet article, j'analyserai les élections et présenterai le Dr Tufan Erhürman à nos lecteurs.
Analyse des élections
En tant que politologue connaissant bien l'évolution historique du problème chypriote et les caractéristiques sociologiques des Chypriotes turcs, je dois admettre que le résultat de l'élection présidentielle de 2025 en RTCN ne m'a pas du tout surpris. Si l'on examine les présidents précédents de Chypre du Nord, après Rauf Denktaş, qui a dominé la politique chypriote turque avec le soutien de la Turquie, à une époque où le souvenir des massacres de Chypriotes turcs par les Chypriotes grecs et de l'opération de paix de 1974 à Chypre était encore frais, une tendance s'est dégagée selon laquelle des candidats de gauche généralement favorables à la fédération (Mehmet Ali Talat et Mustafa Akıncı) étaient élus, puis des candidats nationalistes (Derviş Eroğlu et Ersin Tatar) favorables à une solution à deux États. En ce sens, après la période Ersin Tatar, qui a canalisé le soutien vers la thèse des deux États mais s'est soldée par une déception lorsqu'elle n'a pas abouti, l'élection d'un politicien favorable à la fédération dans le nord de l'île était, à mon avis, une attente très naturelle et raisonnable. Cependant, en raison du soutien de la Turquie à Ersin Tatar et de son pouvoir important sur l'île, l'idée que les électeurs pourraient être influencés avant les élections et donner une nouvelle chance à Tatar par gratitude envers la mère patrie a sans aucun doute été fréquemment évoquée dans nos articles d'analyse.
À ce stade, il convient de souligner les graves erreurs de communication commises ces dernières années dans les relations entre la Turquie et la RTCN, dont la culture politique et la structure sociologique sont très différentes de celles de la Turquie. En effet, dans la RTCN, que la Turquie soutient à tous égards (sécurité, politique, économie, logistique, etc.), la position d'Ankara est passée ces dernières années de celle d'un grand frère bienveillant à celle d'un parent autoritaire. Cette évolution, conjuguée à la détérioration des conditions économiques et à l'évolution démographique, a entraîné une montée du ressentiment à l'égard d'Ankara parmi les Chypriotes turcs. À cette situation s'ajoute le malaise créé par l'administration actuelle de l'UBP et l'incapacité d'Ankara à présenter une solution concrète à court et moyen terme basée sur la thèse des deux États. Alors, les Chypriotes turcs ont commencé à considérer la réconciliation avec les Chypriotes grecs et le retour à la République de Chypre comme une option politique plus raisonnable pour un avenir meilleur et plus prévisible, leur permettant de devenir citoyens d'un État membre de l'UE accepté dans le monde entier. Dans ce contexte, Tufan Erhürman, qui est plus pro-Ankara que Mustafa Akıncı mais aussi plus pro-Chypre que les candidats de droite de l'UBP, a remporté une victoire électorale significative, à la hauteur des attentes.
Dans la RTCN, qui compte 218 313 électeurs inscrits, le taux de participation est resté à 65 % dans les 777 bureaux de vote mis en place dans tout le pays. Cela a probablement profité davantage à Erhürman qu'à Tatar et a été un facteur déterminant dans la victoire du candidat de l'opposition. Les déclarations de Tatar au cours des derniers jours de la campagne électorale, qui semblaient accepter la défaite, ont en fait préfiguré les résultats et ont incité la base de droite à se montrer réticente à se rendre aux urnes. Cependant, contrairement à ce qu'ont affirmé à tort certains médias turcs, Erhürman n'est pas un homme politique anti-turc, et la Turquie n'a pas déployé d'efforts sérieux et actifs pour empêcher Erhürman de remporter l'élection. En ce sens, Ankara, en tant qu'État respectueux du droit international mais soucieux de protéger les droits des Chypriotes turcs, soutient raisonnablement les négociations de règlement, mais en raison du climat de méfiance créé par les Grecs dans le plan Annan de 2004 et les pourparlers de Crans-Montana de 2017, elle s'efforce d'agir de manière équilibrée et de protéger ses propres intérêts. Dans ce contexte, la nature démocratique et le résultat des élections ont, à mon avis, été la meilleure réponse aux préjugés et aux accusations entourant cette question.
Qui est le Dr Tufan Erhürman ?
Né le 11 septembre 1970 à Nicosie, Dr Tufan Erhürman est un universitaire et homme politique qui a suivi ses études secondaires au Türk Maarif College et s'est inscrit à l'université d'Ankara en 1988 pour étudier le droit. Erhürman a obtenu sa licence, sa maîtrise et son doctorat à l'université d'Ankara. Il a obtenu son doctorat en 2001 avec une thèse intitulée « Contrôle extrajudiciaire de l'administration et du médiateur » et s'est vu décerner un doctorat en droit. Entre 1995 et 2001, Erhürman a enseigné le droit public dans des universités turques prestigieuses telles que l'université d'Ankara, l'université technique du Moyen-Orient (METU) et l'université Hacettepe. Entre 2001 et 2006, puis entre 2008 et 2013, il a été maître de conférences à l'université de la Méditerranée orientale (DAÜ) dans la RTCN. Entre 2006 et 2008, M. Erhürman a été membre du personnel académique de l'université du Proche-Orient (YDÜ), une autre université de la RTCN, et s'est distingué au sein de sa communauté en tant qu'universitaire brillant défendant des opinions progressistes.
Erhürman a fait ses débuts en politique entre 2008 et 2010 en tant que membre de l'équipe de négociation de Mehmet Ali Talat, deuxième président de la République turque de Chypre du Nord. Il s'est rapidement fait connaître pour ses connaissances juridiques et sa personnalité charismatique et a été élu député de Lefkoşa pour le Parti républicain turc-Forces unies (CTP) lors des élections générales de 2013. Au cours de son premier mandat de député, Tufan Erhürman a mené les efforts au sein de l'assemblée pour modifier la constitution et a été nommé secrétaire général de son parti en 2015. Le 13 novembre 2016, Erhürman a été élu à la tête du Parti républicain turc et de la principale opposition, remplaçant Mehmet Ali Talat. Réélu député du CTP Lefkoşa lors des élections générales de 2018, Erhürman a dirigé le gouvernement de coalition pendant cette période, occupant le poste de Premier ministre de la RTCN pendant 15 mois et acquérant une expérience significative. Cependant, lorsque le gouvernement Erhürman s'est effondré en 2019 en raison de désaccords entre les partenaires de la coalition, Erhürman a commencé à occuper le poste de chef du principal parti d'opposition le 22 mai 2019.
Conclusion
En conclusion, Tufan Erhürman, jeune universitaire et homme politique brillant, cherchera à créer un climat politique modéré à Chypre et à participer activement aux négociations en vue d'une solution, relançant ainsi le processus de réchauffement des relations entre la Turquie et la Grèce et entre la Turquie et l'Union européenne. Il tentera d'expliquer à Ankara qu'il est plus avantageux pour lui-même et pour les Chypriotes turcs d'agir conformément au droit international, sans recourir à des politiques de confrontation avec la Turquie comme à l'époque de Mustafa Akıncı. Cependant, il est également évident que le droit international est devenu très controversé dans le contexte des politiques menées ces dernières années par des États tels qu'Israël, les États-Unis et la Russie.
C'est pourquoi je pense qu'il ne sera pas facile pour Erhürman de parvenir à une solution fédérale sur l'île. Ankara estime que les Chypriotes turcs ne peuvent vivre en sécurité que sous l'égide d'une UE qui l'inclut elle-même et élabore ses projets d'avenir principalement sur la base d'une solution à deux États. Je pense donc que les attentes vis-à-vis d'Erhürman ne devraient pas être un miracle politique, mais plutôt une modération et un adoucissement du climat politique dans la région égéenne et méditerranéenne. Cependant, bien sûr, dans un contexte où Ankara sera très affaiblie, comme lors de la crise économique de 2001, le processus de réintégration du nord de l'île dans le territoire européen pourrait se faire pacifiquement, avec un rapide fait accompli à Chypre. Cela est bien sûr étroitement lié au fait que la Turquie est un État pacifique qui respecte le droit et les normes internationales, car elle n'est pas légalement justifiée sur l'île selon les résolutions du Conseil de sécurité des Nations unies. S'opposer aux négociations créerait le risque qu'Ankara devienne un État isolé du monde et complètement exclu par l'UE. Par conséquent, afin de montrer que le problème découle de questions structurelles plutôt que de lui-même, Ankara devrait, à mon avis, soutenir les négociations, ou du moins ne pas les entraver. Cependant, en raison de l'habitude qu'a le public turc d'aborder la politique avec le fanatisme d'une équipe de football, il n'est pas toujours facile de lui expliquer les réalités politiques et les questions juridiques. Néanmoins, compte tenu de la prise de conscience et du niveau d'éducation croissants du public turc ces dernières années, le peuple turc sera toujours ouvert à la paix et la soutiendra.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECi