31 Aralık 2012 Pazartesi

Bangladeş'le Gulam Azam Krizi


Güney Asya’nın Müslüman nüfusu yoğun ülkelerinden Bangladeş’te, Cemaat-i İslami adlı siyasal partinin liderliğini yapmış 90 yaşındaki deneyimli siyasetçi Gulam Azam’ın (Ghulam Azam), Bangladeş Savaş Suçları Mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırılması Türkiye ile Bangladeş arasındaki ilişkileri de gerdi. 1971′deki Bangladeş Bağımsızlık Savaşı sırasında Müslüman nüfusun daha fazla bölünmesini istemediği için Bangladeş’in bağımsızlık mücadelesine destek vermeyen ve bunun aleyhinde çalışan Azam, yıllar sonra Ocak 2012′de bu dönemde yaptıkları nedeniyle Bangladeş Savaş Suçları Mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırılmıştı. İlerleyen yaşına ve kötü sağlık durumuna rağmen Azam’a hapis yerine idam cezası verilmesi tüm dünyada tepkilere neden olmuştu.
Konuya ilgi gösteren Türkiye de, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Bangladeş Devlet Başkanı Zillur Rahman’a yazdığı mektup ve girişimleri sonrası Bangladeş’in Türkiye Büyükelçisi Dr. Zülfikar Rahman’ı hafta içerisinde Dış İşleri Bakanlığı’na çağırmıştı. Bir gün önce de Türkiye’nin Bangladeş Büyükelçisi Mehmet Vakur Erkul Bangladeş hükümetince görüşmeye çağrılmıştı. Daily Star gazetesine konuşan Bangladeş Dış İşleri Bakanlığı kaynakları, 23 Aralık’taki Gül’ün mektubunun “kabul edilemez” ve “Bangladeş’in içişlerine doğrudan karışmak” olduğunu söylediler. Aynı kaynaklar Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün mektubunda Cemaat-i İslami liderlerinin yargılama için çok yaşlı olduklarını ve yargılamanın Bangladeş’te iç savaş çıkarma ihtimali olacağını yazdığını bildirdiler. Bangladeş hükümetinde rahatsızlık yaratan mektup sonrası ülkenin Dış İşleri Bakanı Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı Gül’ün mektubunu protesto eden ve bunun Bangladeş’in içişlerine müdahale olduğunu söyleyen diplomatik notu Türk büyükelçisine iletti. Daily Star‘ın haberine göre Cumhurbaşkanı Gül’ün mektubu sonrası ortak bir basın toplantısı düzenleyen “Ekatturer Ghatak Dalal Nirmul” adlı 1971 olayları için kurulan Savaş Suçları Mahkemesi’nin Başkanı Yargıç Muhammad Gulam Rabbani ile iki yöneticisi yaptıkları basın toplantısında Türkiye’nin 1915 yılında dünyada soykırım suçunu işleyen ilk ülke olduğunu iddia ederek, Türkiye’yi bugün de Kürt yurttaşlarını öldürmekle suçladı. Ortak açıklamada, mektubun “diplomatik normlara uymadığı, Bangladeş’in bağımsızlık ve egemenliğine darbe vurduğu” savunuldu.
Aralarında 91 yaşındaki Gulam Azam’ın da bulunduğu yaklaşık 100 kişilik Cemaat-i İslami liderleri, Bangladeş yönetimi tarafından 1971′deki bağımsızlık savaşında Pakistan’la işbirliği yapmakla suçlanıyor. Cemaat-i İslami’nin eski Genel Başkanı Gulam Azam ve beraberindeki 100 kişi iki yıldır tutuklu bulunuyor. Gulam Azam’ın infazının 26 Mart 2013 tarihinde gerçekleştirilebileceği ifade ediliyor. Bu yargılamalar nedeniyle ülke çapında geniş katılımlı gösteriler düzenleniyor.
İdamın gerçekleşmesi halinde Bangladeş ve yakın coğrafyasında çok daha büyük olayların yaşanabileceğini düşünerek İslam İşbirliği Teşkilatı’nın konuyu ivedilikle gündemine alarak tartışmasının ve 1971 olaylarının aceleyle oldu bittiye getirilerek değil, birçok ülkeden farklı gözlemci, hukukçu ve yetkililerin katılımıyla kurulacak bir uluslararası savaş mahkemesinde karara bağlanmasının daha doğru olacağını düşünüyorum. Bu nedenle İslam İşbirliği Teşkilatı’nı göreve davet ediyorum.
Dr. Ozan ÖRMECİ
KAYNAKLAR
- “Bangladeş’le Gulam Azam Krizi”, Timetürk, Erişim Tarihi: 31.12.2012, Erişim Adresi: http://www.timeturk.com/tr/2012/12/28/banglades-le-gulam-azam-krizi.html.
- “Ghulam Azam”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 31.12.2012, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Ghulam_Azam.
- “Turkey’s clemency request condemned”, Daily Star, Erişim Tarihi: 31.12.2012, Erişim Adresi: http://www.thedailystar.net/newDesign/latest_news.php?nid=43528.
- “Bangladeş’le Gulam Azzam Krizi”, Hürriyet, Erişim Tarihi: 31.12.2012, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/planet/22265928.asp.
- “Bangladeş’i Bölen Dava”, Hürriyet, Erişim Tarihi: 31.12.2012, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/planet/22249185.asp.


16 Aralık 2012 Pazar

Japonya'da Zafer LDP ve Abe'nin


Bugün Japonya'da yapılan genel seçimler sonrasında oluşan tablo hakkında kesinleşmemiş sonuçlar gelmeye başladı. NHK World'‘den gelen ilk haberlere göre katılımın yüzde 50′nin altında olduğu seçimi beklenildiği üzere ülkenin köklü partisi Liberal Demokrat Parti (LDP) kazandı. Shinzo Abe liderliğindeki partinin 480 kişilik Temsilciler Meclisi'nde 275-310 arası bir sayıyla çoğunluk sağlayacağı öngörülüyor. Büyük bir hezimete uğrayan Yoshihiko Noda liderliğindeki Japon Demokrat Partisi DPJ'nin ancak 55-77 arasında bir temsilci sayısına ulaşması bekleniyor. Natsuo Yamaguchi liderliğindeki Budist dini grup Sōka Gakkai'nin desteklediği merkez sağ Yeni Komeito Partisi'nin (NKP) 27-35 arası temsilci çıkaracağı ve LDP'nin koalisyon ortağı olacağı tahmin ediliyor. NKP koalisyonuyla 320 temsilciye ulaşabilecek LDP hükümeti böylelikle üst meclis olan Danışmanlar Meclisi'nin vetosuna takılmadan yasa yapabilecek. Shintaro Ishihara liderliğindeki Japon Restorasyon Partisi'nin de seçimde 50 temsilci çıkarması bekleniyor.
Bugün Facebook üzerinden görüştüğüm Japon siyaset bilimci Dr. Masamichi Iwasaka seçim sonuçlarını dört maddede şöyle değerlendirdi;
1-) Seçim sonuçları DPJ için tam anlamıyla bir cezalandırmadır. Hükümetin Fukuşima faciası ve ekonomik durgunluk sonrasında gösterdiği performans Japon seçmenlerince beğenilmemiş ve bu da hükümetin sonunu hazırlamıştır. Ayrıca DPJ manifestosunda yazan birçok politikayı hayata geçiremediği için seçmenlerden ilgi görmemiştir.
2-) Henüz oylama bitmese de, seçimlere katılım yüzde 50′nin altında gözüküyor. Bu da daha çok hükümetin değişmesini isteyen LDP seçmenlerinin oy kullandığını gösteriyor. DPJ ve LDP arasında fazla fark olmadığını düşünen siyasete ilgisiz önemli bir insan grubu ise seçimlerde oy kullanmadı.
3-) Uzun yıllar iktidarda kalan LDP'nin seçmenleri ve kendisini destekleyen sosyal grupları mobilize etmekteki gücü bu seçimde bir kez daha görüldü.
4-) LDP lideri Shinzo Abe'nin son dönemde yaptığı milliyetçi-sağcı açıklamaların seçim zaferinde fazla etkili olduğunu zannetmiyorum. Hatta bu eğilim seçmenlerce fazla bilinmiyordu bile. Daha çok DPJ'nin başarısızlığı ve LDP'nin geleneksel gücü etkili oldu diye düşünüyorum.
Dr. Ozan ÖRMECİ

15 Aralık 2012 Cumartesi

Japonya'da Genel Seçimler Yarın Yapılıyor


Japon halkı yarın yani 16 Aralık’ta sandık başına giderek genel seçimlerde ülkenin kaderi adına oy verecekler. Her ne kadar anketler Japonya’nın köklü partisi Liberal Demokrat Parti’nin (LDP) zafere yakın olduğunu gösterse de, 2009 yılında yaşanan değişim hatırladığında Japonya seçimleri ilgi çekici bir nitelik kazanıyor. Japonya’nın son dönemde Çin ve Güney Kore ile yaşadığı gerginlikler de Japonya’daki seçimi daha da anlamlı kılıyor.
Dünyanın en büyük ekonomik ve teknolojik güçlerinden biri olan Japonya, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nin desteğiyle hazırlanan 1947 tarihli anayasa ile liberal demokratik değerlere dayalı bir monarşi olarak yeniden inşa edilmişti. Japonya’nın en köklü siyasal partisi durumundaki LDP ise, 1955 yılındaki kuruluşundan 2009 yılındaki seçimlere kadar 54 yıl boyunca yalnızca 11 aylık kısa bir süre haricinde tek başına ya da koalisyonlar yoluyla iktidarda kalmıştı.[1] Ülke üzerinde ve seçmen nezdinde bu kadar ciddi bir hâkimiyeti olan LDP, 2009 seçimlerinde ise Yukio Hatoyama liderliğindeki Japonya Demokrat Partisi’ne (DPJ) geçilmiş ve iktidarı kaybetmişti. Japonya için siyasal devrim olarak adlandırılabilecek bu olay sonrasında ise ülkede baş gösteren siyasal istikrarsızlık sürmüş ve Japonya 6 yılda 6 Başbakan değiştirmek zorunda kalmıştı. 2011 Ağustos’unda göreve başlayan ve daha önce Maliye Bakanı olarak da görev yapan 55 yaşındaki DPJ’li Başbakan Yoshihiko Noda’nın rakipleri arasında; LDP adayı 58 yaşındaki daha önce 2006’da ülkenin en genç ve ilk savaş sonrası doğan Başbakanı olmuş Shinzō Abe ve nükleer yanlısı bu iki merkez partisine alternatif olarak kurulmuş yeşilci Japonya’nın Yarını Partisi’nden (Tomorrow Party of Japan) 1950 doğumlu kadın aday Yukiko Kada bulunuyor. Daha zayıf olarak gözüken diğer adaylar arasında da merkez sağ Yeni Komeito Partisi (NKP) lideri 60 yaşındaki Natsuo Yamaguchi, milliyetçi-muhafazakâr Japon Restorasyon Partisi (JRP) lideri ve eski Tokyo valisi 80 yaşındaki Shintaro Ishihara, Japonya Komünist Partisi (JCP) lideri 58 yaşındaki Kazuo Shii gibi adaylar bulunuyor. Adayların yaşlarına dikkat edildiğinde Ishihara haricinde tüm bu isimlerin İkinci Dünya Savaşı dönemini görmeyen yeni nesil Japon politikacılar oldukları dikkat çekiyor.
Seçimler öncesinde partilerin durumuna bakıldığında 2009 seçimlerinde 300’ün üzerinde sandalye kazanan ancak şu an milletvekili sayısı 230’a kadar düşen DPJ ve Başbakan Noda’nın zor durumda olduğu görülüyor. İktidara geldiğinde kendisini kayalıklarda yaşayan iri ve bıyıklı bir tatlısu balığı olan çopraya benzeten Noda, 2011 yılındaki Fukuşima faciası sonrası nükleer enerjiye verdiği destek nedeniyle sıkça eleştirilmiş, en son yaşanan depremlerdeki performansı da yetersiz bulunmuştu. Noda’yı esas zayıflayan faktörün ise Japonya’da bir süredir devam eden ekonomik durgunluk olduğu tahmin ediliyor. Bu nedenle DPJ milletvekili sayısının seçim sonrasında 100’ün altına inmesi bekleniyor. Seçimleri kazanması beklenen LDP lideri Abe de oldukça ilginç bir figür. Abe, Japonya’nın militarist geçmişine duyduğu sempati nedeniyle Çin ve Güney Kore’de tepkiyle karşılanıyor. Rahatsızlığı nedeniyle 2007 yılında Başbakanlıktan istifa eden Abe, 2012’deki genel kurul sırasında yeniden LDP’nin liderliğine seçilmişti. Abe’nin Çin ve Kuzey Kore konusunda rakiplerine göre daha sert bir duruşu bulunuyor. Abe ve Noda’yı birleştiren özellik ise nükleer enerji konusunda uzlaşmaları. Ayrıca her isim de ekonomide liberal politikaları ve düşük vergilendirmeyi savunuyor. Abe’nin seçilirse dış politika, anayasa ve ekonomi konusunda önemli değişiklikler yapabileceği öngörülüyor. Diğer adaylardan Yukiko Kada’nın nükleer karşıtı çevreci duruşuyla sol kesimler ve gençlerin oylarını alabileceği ancak en fazla koalisyon ortağı haline gelebileceği tahmin ediliyor. Aşırı milliyetçi Ishihara ve NKP lideri Yamaguchi’nin de koalisyon ortaklıkları söz konusu olabilir.
TRT Haber’in seçimler öncesinde görüştüğü Japon siyasi uzman Sasaki Yoşiaki seçimlerin mucize yaratamayacağını hatırlattı. Yoşiaki, “Bu seferki seçimler çok kritik olacak. Liberal Demokrat Parti her ne kadar önde olsa da kimse mucize beklemesin. Çünkü Japonya’nın önünde büyük sorunlar var. Başta ekonomi, siyasi dalgalanmalar, dış siyaset gibi. Bu sorunlar kısa sürede çözülecek sorunlar değil. Fakat kan değişiminin Japonya’ya yararlı olacağı kanaatindeyim. Genç politikacıların da yetişmesi ve dinamik Japonya’nın inşası gerekli” dedi.[2] Council on Foreign Relations sitesindeki değerlendirmede kendisine atıfta bulunulan Columbia Üniversitesi Weatherhead Doğu Asya Enstitüsü’nden Gerald Curtis ise Başbakan Noda’nın yabancı hükümetler ve Japon endüstri devlerinden aldığı yüksek desteğe karşın, halkla arasında güçlü bir bağ kuramadığına dikkat çekiyor.[3]
1947 tarihli anayasaya göre Japon parlamentosu (Diet), Temsilciler Meclisi (alt kanat) ile Danışmanlar Meclisi’nden (üst kanat) oluşuyor. Temsilciler Meclisi’nin 480 üyesi ile Danışmanlar Meclisi’nin 242 üyesi, halk tarafından seçiliyor. Japon halkı, seçimlerde biri doğrudan milletvekillerine, diğeri de milletvekillerinin partilerine olmak üzere iki oy kullanıyor. Seçmenler, Diet’in alt kanadı Temsilciler Meclisi’nin 4 yıllığına seçilen üyelerinden 300’ünü doğrudan adaya oy vererek seçiyor. 180 üyeyi ise partilere verilen oylar belirliyor. Anayasaya göre Temsilciler Meclisi’nin Danışmanlar Meclisi’nin sahip olmadığı yetkileri var. Temsilciler Meclisi, Danışmanlar Meclisi’nin vetosunu üçte ikilik çoğunlukla geçersiz kılabiliyor. Temsilciler Meclisi üyeleri 4 yıllığına, Danışmanlar Meclisi ise 6 yıllığına seçiliyor. Danışmanlar Meclisi, Temsilciler Meclisi’nin aksine feshedilemiyor.[4]

Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] “Japonya’da genel seçim 16 Aralık’ta yapılacak”, Zaman, Erişim Tarihi: 15.12.2012, Erişim Adresi:http://www.zaman.com.tr/dis-haberler/japonyada-genel-secim-16-aralikta-yapilacak/2023989.html.
[2] “Japonya’da Seçim Heyecanı”, TRT Haber, Erişim Tarihi: 15.12.2012, Erişim Adresi:http://www.trthaber.com/haber/dunya/japonyada-secim-heyecani-67122.html.
[3] “Japan’s Revolving-Door Elections”, CFR, Erişim Tarihi: 15.12.2012, Erişim Adresi:http://www.cfr.org/japan/japans-revolving-door-elections/p29667.
[4] “Japonya’da genel seçim 16 Aralık’ta yapılacak”, Zaman, Erişim Tarihi: 15.12.2012, Erişim Adresi:http://www.zaman.com.tr/dis-haberler/japonyada-genel-secim-16-aralikta-yapilacak/2023989.html.


11 Aralık 2012 Salı

Arjantinli Türkiye-Latin Amerika İlişkileri Uzmanı Ariel Levaggi ile Mülakat


Genel Koordinatörü olduğum Uluslararası Politika Akademisi (UPA) adına alanında uzman kişilerle mülakatlar yapmaya devam ediyorum. Bugün de Türkiye-Latin Amerika ilişkileri üzerine çalışan Ariel S. Gonzalez Levaggi ile bir e-mülakat gerçekleştirdim. Aşağıda bu mülakat metnini bulabilirsiniz.


Dr. Ozan Örmeci: Sayın Levaggi, e-mülakat önerimizi kabul ettiğiniz için size teşekkür ederim. Kariyerinizle başlamak isterim. Lütfen okurlarımız için bize iş geçmişiniz ve Türkiye ve Orta Doğu üzerine çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Ariel Gonzalez Levaggi: UPA için bu soruları cevaplandırmak benim için de bir keyif. Bence Orta Doğu politikasının Latin Amerika’dan nasıl algılandığı ve buraya nasıl yansıdığını anlamak önemli. Türkiye her zaman farklı medeniyetlere dayanan çoğulcu kimliği ve siyasi, ekonomik, kültürel çeşitliliğiyle benim ilgimi çekiyordu ancak beni Türkiye hakkında çalışmaya ve uzmanlaşmaya iten en önemli neden Türk dış politikasının yöneliminde son dönemde yaşanan değişim oldu. Son dönemde Türk dış politikası Afrika ve Latin Amerika’ya da açılarak küresel bir nitelik kazandı. Geçtiğimiz 4 yıldır Arjantin Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde (Argentine Center of International Studies – CAEI) Orta Doğu uzmanı olarak çalışıyor ve çeşitli basın-yayın organlarında Türk Dış Politikası ve Türkiye-Latin Amerika ilişkileri üzerine yazıp-çiziyorum. Ayrıca eklemem gerekir ki; La Plata Ulusal Üniversitesi (UNLP) Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Avrasya Departmanı’nda Türkiye Çalışmaları araştırmacısı, Akdeniz Politikaları Merkezi’nde (Mediterranean Policy Centre – APM) Danışma Kurulu Üyesi, Irak Araştırma ve Çalışma Merkezi (Iraqi Center for Research and Studies – ICRS) Onursal Üyesi ve Orta Doğu üzerine yayınlar yapan e-dergi Encompassing Crescent’in Güney Amerika sorumlusu olarak görev yapıyorum.

Dr. Ozan Örmeci: Sayın Levaggi, “A Different Path: Assessing Turkey’s Foreign Policy in Latin America” adlı makalenizde son yıllarda Türkiye-Latin Amerika ilişkilerinin gelişiminden Türkiye-Brezilya ilişkilerine özel bir atıf yaparak söz ediyorsunuz. Lütfen bize gelişen Türkiye-Latin Amerika ilişkilerine uygun ortam sağlayan saiklerden söz edebilir misiniz?
Ariel Gonzalez Levaggi: Tarihsel olarak Türkiye-Latin Amerika ilişkilerinin genel karakteristiği düşük yoğunluklu olmasıdır. Bu düşük yoğunluğun nedenleri arasında en önemli olan kuşkusuz coğrafyadır. Ancak buna karşın Türk Dış Politikası açısından bakıldığında üç önemli kurucu adımdan söz edilebilir; ilki dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1995 yılında Arjantin, Brezilya ve Şili’ye ziyareti, ikincisi 1998 yılında “Latin Amerika ve Karayipler Eylem Planı”nın uygulama konulması ve son olarak da 2006 yılının Türkiye’de “Latin Amerika ve Karayipler Yılı” olarak ilan edilmesidir. Bu üç somut girişim, diğer bazı diplomatik temasların da etkisiyle, işbirliği anlamında dinamik bir gündem belirlenmesini sağlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri hegemonyasının zayıflaması ve yeni bölgesel güçlerin ortaya çıkması gibi sistemik faktörlerin yanında, Türkiye’nin uluslararası kimliğinin değişimi, piyasa çeşitliliği çabaları ve uluslararası forumlarda ortak hareket etme gibi nedenlerle Türkiye ve Latin Amerika ülkeleri işbirliği anlamında derinleşebileceklerini fark etmişlerdir. Latin Amerika ve Karayipler Türk diplomasisi için bir fırsatlar alanı, yeni dünya düzeninde önemli bir ülke haline gelen Türkiye de Latin Amerika’daki dinamik özel sektör için cazip bir pazar olarak algılanmaya başlamıştır. İki taraftaki ekonomilerin canlılığı ve uluslararası forumların artan önemi iki tarafta da ilişkilerin geleceği hakkında olumlu duygular uyandırmıştır. Brezilya ve Türkiye açısından ise; her iki ülke de kendi bölgelerinde, yani Brezilya Güney Amerika’da, Türkiye ise Avrasya ve Orta Doğu’da, bölgesel güç haline gelmek ve küresel oyuncu olmak istedikleri için ikili ilişkiler ve yardımlaşma önem kazanmış ve artmıştır.

Dr. Ozan Örmeci: Sayın Levaggi Türkiye ile Latin Amerika ülkeleri arasında gelişen ekonomik, siyasi ve kültürel bağlar kurmanın olumlu ve olumsuz sonuçları sizce neler olabilir? Türkiye’nin NATO üyeliği bu anlamda negatif rol oynayabilir mi?
Ariel Gonzalez Levaggi: Bu ilginç bir soru. Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye arasındaki bağların temel özelliği ilerleyen yıllarda devletler ve toplumlar arasında çok geniş alanlarda plan-programların uygulamaya sokulabilecek durumda olmasıdır. Gelecek potansiyeli ilişkilerin en umut veren yönüdür. Siyasi bağlar anlamında, Türkiye’nin Latin Amerika ülkelerindeki temsilciliklerinin ve diğer devlet kuruluşlarının varlığının şu an için zayıf olduğunu düşünüyorum. Diplomatik ve siyasi misyonlarda ancak son yıllarda gözle görülür bir artış olduğunu söyleyebilirim. Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2012’yi Türkiye’nin Latin Amerika’ya açılım yılı olarak telaffuz ettiğini biliyoruz. Bence bu politika bir ölçüde başarılı oldu, ancak ilgisizlik nedeniyle henüz köklü ilişkiler tesis edilemedi. Türkiye bölgeye yönelik aktif bir politika geliştirirken, Latin Amerika ülkelerinin buna tepkileri daha karmaşıktı. Diğer kurumlardan farklı olarak Yunus Emre Enstitüsü, Türk Hava Yolları ve Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) bölgedeki varlıklarını arttırdılar. Ekonomik işbirliği anlamında ilişkilerin gelecek yıllarda 10 milyar dolar seviyesine kadar artabileceğini tahmin ediyorum. Her iki tarafta da bunu etkileyen küresel ekonomik krizin sonuçları, dünya piyasalarının durumu, ekonomik özgürlüklerinin ve yatırım fırsatlarının konumu, ekonomik misyon ve iş konseylerinin varlığı gibi yapısal etkenler olduğunu düşünüyorum. Kültürel alan ise en fazla ihmal edilen taraf. Latin Amerika’da çok az sayıda kişi Türkçe biliyor ve Türkiye’de de İspanyolca ve Portekizce bilenlerin sayısı çok değil. Öte yandan, akademik işbirlikleri neredeyse hiç yok ya da çok düşük düzeyde. Son yıllarda bu durumu değiştirmek adına kurulan İstanbul Cervantes Enstitüsü (2001), Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan Latin Amerika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi ve ODTÜ’deki Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları yüksek lisans programı önemli adımlar. Fakat genelde birbirimizi çok az tanıyoruz ve ancak birbirimizi tanıdıkça siyasi bağlarımızı güçlendirebiliriz. Türkiye’nin NATO üyeliğinin ise Latin Amerika ile ilişkilerini sınırlandırmadığı sürece ilişkilere olumsuz bir etkisi olacağını sanmıyorum. Ancak Türkiye’nin İran ve Suriye konularında olaya müdahil olma derecesi Venezüela ve Bolivya gibi anti-emperyalist ülkelerle olan ilişkilerini sınırlandırabilir.

Dr. Ozan Örmeci: Sayın Levaggi Türkiye’nin Suriye krizi ve İran’ın nükleer programı konusundaki pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum Latin Amerika’da nasıl algılanıyor?
Ariel Gonzalez Levaggi: “Arap Baharı” süreci ve “Suriye Krizi” algıları, stratejik hesapları ve Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik dış politikasını değiştirdi. “Komşularla sıfır sorun” politikası Tunus, Mısır ve Libya başta olmak üzere bölge ülkelerinde ortaya çıkan yeni siyasal ve sosyal aktörler nedeniyle radikal bir değişim geçirdi. Bu süreç öncesi Türkiye’nin bölgedeki rolü, farklı ülkeler arasındaki arabulucu görevi ve ekonomik ve kültürel aktivizme dayalı dış politikası ile bölgede istikrar sağlayıcı bir konumdaydı. Türkiye’nin demokratik yapısının öne çıkarılması yalnızca bir uluslararası demokrasi pazarlanması değil, bölgedeki rolünün ve gücünün de artmasıyla ilgiliydi. Geçen yıl yaşanan olaylar Türk Dış Politikası’nın yönetimini zorlaştırdı ve İran-Türkiye ilişkilerini de güvenlik sebepleriyle sınırlandırdı. Şu anki senaryoda Türkiye’nin “Suriye Krizi” karşısındaki tutumu aynı anda hem stratejik problemlerin kaynağı, hem de ülkenin bölgesel güçlerin birinden bölgesel güce dönüşmesinde fırsat olarak gözüküyor. Ancak bu durumun ülkenin imajı açısından getirdiği riskler özellikle Latin Amerika açısından hissediliyor. Bu bölgede demokratik rejime büyük destek olsa da, yabancı müdahalelere ve iç savaşa karışılmasına karşı olunması konusunda köklü bir gelenek var. Basın ve akademik dünya Suriye’de ne olup bittiği konusunda çok fazla fikir sahibi olmasa da, Türkiye’nin ve NATO’nun artan müdahaleci eğilimlerinden endişe duyulduğu kesin.

Dr. Ozan Örmeci: Sayın Levaggi bize Türkiye’de takip ettiğiniz akademisyen, gazeteci ve siyasetçilerin isimlerini verebilir misiniz?
Ariel Gonzalez Levaggi: Çağdaş Türkiye Çalışmaları birçok önemli akademisyenin yer aldığı bir alan. Siyaset bilimi ve sosyoloji alanında Şerif Mardin, Metin Heper, Kemal Karpat, Nilüfer Göle, Nilüfer Narlı ve İbrahim Kaya, uluslararası ilişkiler alanında Bülent Aras, Şaban Kardaş, Ziya Öniş, Mustafa Aydın, Mensur Akgün ve Baskın Oran gibi isimleri takip ediyorum. Dengeli bir görüşe ulaşabilmek için genelde Zaman, Hürriyet ve Radikal gazetelerini okuyorum. Gazeteciler arasında görüşlerine en fazla önem verdiklerim Cengiz Çandar, Mustafa Akyol, Ali Bulaç ve Şahin Alpay. Siyasetçiler arasında doğal olarak öncelikle iktidar partisinin önemli isimlerini yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu, ayrıca Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve Barış ve Demokrasi Partisi Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı dikkatle takip ediyorum.

Dr. Ozan Örmeci: Bu keyifli mülakat için size teşekkür ediyoruz.

Röportaj: Dr. Ozan ÖRMECİ
11.12.2012

6 Aralık 2012 Perşembe

KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu Ziyaretimiz




Bugün danışmanı olduğum Girne Amerikan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Kulübü (GAÜSBUİK) üyesi öğrenciler ve Uluslararası Politika Akademisi Kıbrıs temsilcilerimizle beraber KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Dr. Derviş Eroğlu’na bir ziyaret gerçekleştirdik. Yaklaşık 40 dakika süren ziyaretimizde öğrencilerimiz en yetkili ağızdan Kıbrıs sorununun çözümü konusunda gelinen noktayı ve KKTC’nin resmi pozisyonunu dinlediler ve öğrendiler. GAÜSBUİK Başkanı Mehmet Güldal’ın kulüp faaliyetlerini ve hedeflerini açıklamasının ardından sözü alan deneyimli devlet adamı Dr. Derviş Eroğlu, uzun yıllar siyaset sahnesinde üst noktalarda kalabilmesini Kıbrıs Türk halkıyla kurduğu sıcak diyalog ve hümanist olmasıyla açıkladı. Ziyaretlerinde özellikle çocuk ve gençlerin kendisine “Pamuk Dede” şeklinde hitap ettiklerini belirten Eroğlu, Girne Amerikan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Kulübü’nün çalışmalarından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Siyasette iddialı olmanın güzel, ancak tutulamayacak büyük sözler vermenin hatalı olduğunu belirten Eroğlu, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde yapılacak seçimler sonrası iktidara gelmesi beklenen Rum lider Anastiasidis döneminde de çözüme ulaşmanın çok zor olduğunu belirtti. Tüm umutlara rağmen kendisinin karşı çıktığı Annan Planı sonrası adadaki gerçeğin yalnızca Kıbrıs Türk halkı değil, tüm dünya tarafından görüldüğünü ifade eden Eroğlu, KKTC’nin ekonomik, kültürel, siyasi ve diplomatik gelişimi için Girne Amerikan Üniversitesi’nde yürütülen akademik çalışmalardan istifade etmek istediğini belirtti.

Ziyaret sonrası doktora tezimden derlediğim “Bir Türk Sosyal Demokratı: İsmail Cem” adlı kitabımı hediye ettiğim Sayın Cumhurbaşkanı, nezaketi ve sıcakkanlılığıyla öğrencilerimizi çok mutlu etti ve kendisine hayran bıraktı. Ziyaret sonrası öğrencilerimle beraber KKTC kurucu devlet başkanı rahmetli Rauf Denktaş’ın anıt mezarına da bir ziyaret gerçekleştirdik. Maalesef bir dönem Kıbrıs ve Türkiye’de çok sert ve rencide edici eleştirilere maruz kalan Sayın Denktaş’ın, Kıbrıs sorununda gelinen nokta itibariyle sözleri sanırım daha dikkatli bir değerlendirmeyi hak etmektedir. Daha önce sohbet ettiğim deneyimli devlet adamı Dr. Onur Öymen’in de ifade ettiği gibi siyasette özellikle uluslararası ilişkilerde sonuçlar kolay alınmaz, bu bazen on yıllar hatta bazen yüz yıllar sürebilir. Burada önemli olan da çıkarlarının farkında olacak kadar bilinçli ve onurlu, ama uygun fırsatları kaçırmayacak kadar da esnek olmaktır. Kıbrıs’tan sevgilerle…

Dr. Ozan Örmeci