İstanbul merkezli bir vakıf üniversitesi olan Kadir Has Üniversitesi’nin[1] artık gelenekselleşen “Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları” araştırmasının 2019 yılı sonuçları bugün açıklandı.[2] 27 Mayıs 2019-26 Haziran 2019 tarihleri arasında, kantitatif (nicel) araştırma yöntemi doğrultusunda ve önceden hazırlanmış soru formuna bağlı yüz yüze görüşme tekniğiyle Türkiye’deki 26 farklı şehirde ve toplam 1.000 katılımcıyla gerçekleştirilen araştırma, Türkiye halkının Türk Dış Politikası’na dair mevcut algılarını anlamak açısından son derece önemli ve faydalı bir işlev görüyor. Ancak bu araştırmanın sonuçlarına dair en kritik tespit, bunun yalnızca Türkiye halkının algılarını ölçtüğü gerçeğidir. Dış politikada algı ise, kuşkusuz, her zaman gerçeklerle örtüşmeyebilir. Bu yazıda, bu araştırmanın sonuçları özetlenecek ve değerlendirilecektir.
Araştırmanın en önemli bulgularından birisi, Türkiye halkının dış politika gündemine dair öncelik sıralamasıdır. Bu bağlamda, en popüler konuyu ABD ile ilişkiler oluştururken (yüzde 20,6), ikinci sırayı sınır ötesi terörle mücadele (yüzde 18,3), üçüncü sırayı Suriye iç savaşı (yüzde 12), dördüncü sırayı Suriye’deki PYD/YPG varlığı (yüzde 10,5), beşinci ve altıncı sırayı ise İsrail’le ilişkiler ve Avrupa Birliği ile ilişkiler (her ikisi de yüzde 7,5) oluşturmaktadır. Her ne kadar en önemli gündem maddeleri ABD ile ilişkiler ve terörle mücadele gibi gözükse de, Suriye iç savaşı da -üçüncü ve dördüncü gündem maddeleri birlikte düşünüldüğünde (toplam yüzde 22,5)- en önemli gündem maddelerinden olmaya devam etmektedir. Katılımcılara “Gelecek 10 yılda Türkiye’nin dış politikadaki en önemli üç gündem maddesi ne olabilir?” diye sorulduğunda ise, yüzde 60’la sınır aşan terörizm ilk sırada yer alırken, yüzde 51,4’le Suriye iç savaşı ikinci sırada gelmekte, yüzde 45,8’le Ortadoğu’daki silahlı çatışmalar üçüncü sırayı almakta ve yüzde 42,1’le küresel finansal/ekonomik kriz konusu dördüncü en önemli konu başlığı olarak öne çıkmaktadır.
Türkiye’nin ve Türkiye halkının kimliğine dair çok önemli bir gösterge olan “Size göre Türkiye öncelikli olarak sayacaklarımdan hangisidir?” sorusuna ise, katılımcıların yüzde 32,9’u “İslam ülkesidir”, yüzde 28,5’i “kendine has bir ülkedir”, yüzde 17,6’sı “Avrupa ülkesidir” ve yüzde 16,3’ü “Ortadoğu ülkesidir” diye cevap vermiştir. Ayrıca yüzde 2,8 oranında “Akdeniz ülkesidir” cevabını verenlerin olduğu da belirtilmelidir. Bu sonuçlar, Türkiye’de İslamcı/muhafazakâr AK Parti ve aşırı milliyetçi MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın demografik altyapısının halen güçlü olduğunu göstermektedir. Zira yüzde 33’e yakın bir İslami kimliğini önceleyen seçmen dışında, yine yüzde 30’a yakın bir seçmen Türkiye’yi "kendisine has bir ülke" olarak tanımlamakta ve bu bağlamda Türk-İslam özelliklerine vurgu yapmaktadır. Türkiye’nin Avrupalı kimliğine öncelikli olarak vurgu yapanların sadece yüzde 17,6’da kalması ise düşündürücüdür. Bu, bence, AB üyeliği konusunda daha önce yapılan araştırmalarda ortaya çıkan Türkiye halkının bu konudaki büyük desteği de düşünüldüğünde, AB’nin çift standartlara dayalı politikalarından kaynaklanan bir hoşnutsuzluğu yansıtmaktadır. Buna karşın, Türkiye’nin Ortadoğulu kimliğine de halkımız tarafından fazla rağbet edilmemesi ilginçtir. Bu sonuçlar ışığında, Türkiye halkı, ülkelerini “İslami ama Ortadoğu’dan farklı ve kendisine özgü” olarak görmeye eğilimlidir diyebiliriz. Bu soruya siyasi partiler bazında bakıldığında da, bu durum tescil edilmektedir. AK Parti içerisinde “İslami ülke” kimliğine destek yüzde 49’u bulurken, “kendisine has ülke” yaklaşımı da yüzde 22 dolaylarındadır. CHP seçmenleri yüzde 33’e yakın oranda ülkelerini “Avrupalı” olarak değerlendirirken, yüzde 27,2 düzeyinde yine “kendisine has ülke” duruşu görülmektedir. MHP seçmenleri içerisinde İslami kimliğe vurgu yapanlar yüzde 35, “kendisine has ülke” yaklaşımını savununlar da yüzde 34 düzeyindedir. İYİ Parti seçmenleri de büyük oranda (yüzde 37,1) “kendisine has ülke” yaklaşımını benimsemektedir. İlginç bir bilgi ise, HDP’li seçmenlerin yüzde 30,7 gibi yüksek bir oranla Türkiye’yi “Ortadoğu ülkesi” olarak değerlendirmesidir. Bu şekilde "İslami" ve "kendisine has ülke" kimliği ağır basan duruşun dış politikadaki karşılığı ise, kuşkusuz, daha tek taraflı ve siyasal entegrasyona mesafeli izolasyonist bir çizgidir.
Araştırmada karşımıza çıkan bir diğer ilginç sonuç, halkımız nezdinde Türk Dış Politikası’nın artık neredeyse tamamen Cumhurbaşkanı’nın (yüzde 72,2) görevi olarak değerlendirilmesidir. Buna karşın, T.C. Dış İşleri Bakanlığı da yüzde 63,6 oranıyla etkisini korumaktadır. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politika Kurulu üyeleri yüzde 17,4, Milli Savunma Bakanı yüzde 15,3, MİT Başkanı yüzde 14,4 ve Cumhurbaşkanı danışmanları yüzde 14,2’lik etki algısına sahip görünmektedirler. Bu, halkımızca Türkiye’nin dış politika başarısının artık tamamen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısı veya başarısızlığı olarak görülmeye başlandığını ortaya koyması açısından önemli bir veridir. Zira artık geçmişte olduğu gibi İsmail Cem, Abdullah Gül veya Ahmet Davutoğlu gibi baskın Dış İşleri Bakanları dönemi yoktur ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, dış politikayı da bizzat kendisi koordine etmektedir. Katılımcılara “Daha başarılı bir Türk Dış Politikası için ne yapılması gerektiği” sorulduğunda ise, halkımız, yüzde 62 gibi yüksek bir oranda “diğer ülkelerle siyasi ilişkileri kuvvetlendirmek” yanıtını vermektedir. Bu, kimlik boyutunda ortaya çıkan “İslami” ve “kendine has ülke” cevaplarının ağırlığı düşünüldüğünde, bir çelişki gibi algılanabilir. Ancak bu durum, bence aslında şöyle yorumlanabilir; Türkiye halkı, kendi ulusal ve dini/mezhepsel kimliğini muhafaza etmek ve korumak ama bir yandan da diğer ülkelerle dostane ilişkiler geliştirmek istemektedir. Bu bağlamda, Türkiye halkının kimliksel ve ulusal konularda gerektiğinde tek taraflı ve sert, ancak diğer konularda (siyasi ilişkiler, ekonomik entegrasyon, ileri seviyede kültürel ve toplumsal ilişkiler) uluslararasıcılığa uygun bir yaklaşımının olduğu söylenebilir.
Araştırmanın en ilginç ve merak edilen kısmını ise kuşkusuz Türkiye halkının “dost ülke” algısı sıralaması oluşturmaktadır. Bu konuda, halkımız, yine sürpriz yapmamış ve Türk ve Müslüman ülkelere olan sempatisini gizlememiştir. Öyle ki, birinci sırada yüzde 65,3’le Azerbaycan gelirken, bu listede uzun süre ilk sırada bulunan ve son yıllarda da Azerbaycan'ın ardından daima ikinci sırada yer alan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilk kez üçüncü sıraya düşmüş ve ikinci sırayı yüzde 61,5 oranıyla Türkmenistan almıştır. Üçüncü sırada yüzde 59,8’le KKTC yer alırken, yüzde 59,5’le Özbekistan dördüncü, yüzde 57,3’le Kırgızistan beşinci ve yüzde 51,9’la Kazakistan altıncı olmuştur. Bu Türk soylu devletleri, yüzde 36,6 ile bir Arap/İslam devleti olan Katar yedinci sırayı alarak takip etmiştir. Gürcistan yüzde 36,1 destekle en sevilen Hıristiyan nüfusu yoğun ülke olma başarısını kazanırken, dokuzuncu sırada yine Müslüman bir devlet olan Pakistan (yüzde 34’le) yer almıştır. Listede onuncu sırayı ise yüzde 27,1’le yine Hıristiyan nüfusu yoğun bir ülke olan -AB üyesi- Bulgaristan almıştır. İran yüzde 21,4’le on birinci sırada yer alırken, Venezuela da aynı oranda destekle on ikinci sırada kendisine yer bulmuştur. Ukrayna ise yüzde 21,3’le on üçüncü sıraya oturmuştur. Dünya siyasetinde etkili olan büyük devletler açısından bakıldığında ise; -Soğuk Savaş döneminin tam zıttı şekilde- Rusya Federasyonu günümüzde yüzde 20,3’le en sevilen büyük devlet olurken, Çin yüzde 16,1’le ikinci, Almanya yüzde 9,3’le üçüncü, Birleşik Krallık (İngiltere) yüzde 5,5’le dördüncü, ABD yüzde 5,4’le beşinci ve Fransa yüzde 4,9’la altıncı sırada yer almıştır. Bu durum, halkımızın daha çok Türk ve Müslüman kimlikleri destekleme eğiliminde olduğunu ve özellikle büyük devletlere güvenmediğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu veriler, ayrıca, büyük devletlerin diplomat ve siyasetçilerinin yumuşak güç bağlamında Türkiye’de çok başarısız olduklarını da ortaya koymaktadır.
Halkımızın tehdit önceliklerine bakıldığında da bu durum tescil edilmektedir. Öyle ki, halkımız nezdinde ilk sırada ve Türkiye’ye en büyük tehdit olarak -Türkiye'nin en önemli müttefiki olan- ABD (yüzde 81,3) yer almaktadır. Bu durum, ABD’nin Türkiye politikalarının başarısızlığı ve halkla ilişkiler kapasitesinin yetersizliği kadar, Türkiye’deki anti-Amerikancı (Amerikan karşıtı) dalganın da gücünü göstermektedir. Bu durumun Türk Dış Politikası’na yansımaları ise elbette olumsuz olmaktadır. Tehdit önceliklerinde ikinci sırada yüzde 70,8’le İsrail gelmektedir. Bu da, Türk-İsrail ilişkilerinin demokratik rejim içerisinde düzeltilmesinin o kadar da kolay olmayabileceğini göstermesi açısından önemli bir veridir. Üçüncü sırada yüzde 65’le Fransa yer almaktadır ki, Doğu Akdeniz’deki güncel bazı gelişmeler ve Sözde Ermeni Soykırımı tartışmaları haricinde iki ülkenin fazla bir sürtüşme gündeminin olmadığı düşünüldüğünde, bu veri, izaha muhtaç bir durum ortaya koymaktadır. Dördüncü sırada yüzde 62,8’le İngiltere (Birleşik Krallık) yer almaktadır ve bu da iki ülkenin ciddi bir siyasal tartışmaları olmadığı düşünüldüğünde, garip bir durumdur. Bu durum, son dönemde Türkiye’de Avrupa ve Batı karşıtlığının yükselmeye başladığını ve diğer meselelerin unutulduğunu düşündürmektedir. Öyle ki, Türkiye’nin çok ciddi siyasal sorunları olan Ermenistan yüzde 61,2 ile ancak beşinci, Suriye yüzde 60,1’le altıncı, Yunanistan yüzde 53,5’le sekizinci, Güney Kıbrıs Rum Kesimi de yüzde 50,6 ile onuncu sırada yer almaktadır. Yedinci sırayı önemli bir ekonomik partner olan ve ciddi siyasal sorunlarımızın olmadığı Almanya -yüzde 58,8’le- alırken, Irak yüzde 52,4’le dokuzuncu, İran İslam Cumhuriyeti yüzde 47,8’le on birinci, Rusya Federasyonu yüzde 44,2 ile on ikinci, Suudi Arabistan yüzde 42,3’le on üçüncü ve Çin Halk Cumhuriyeti yüzde 41’le on dördüncü sırada tehdit olarak algılanmaktadır. Bu veriler, Türkiye halkının Batı’ya ve özellikle ABD’ye artık neredeyse hiç güvenmediğini ispatlamakta ve halkın dış politikadaki etkisinin daha da artması durumunda Türk Dış Politikası’nın yakın geleceğinde Batı ile ilişkiler bağlamında önemli kırılmalar yaşanabileceğini düşündürmektedir.
Türkiye’nin işbirliği yapması gereken ülkeler sorulduğunda da, halkımız, önceki verileri doğrularcasına, ilk sıraya Azerbaycan’ı (yüzde 44,5) koymakta, sonra da diğer Türki Cumhuriyetleri (yüzde 41,2) işaret etmektedir. İslam ülkeleri yüzde 19,2 oranıyla kayda değer bir destek sağlarken, "NATO ülkeleriyle işbirliği" görüşüne destek yüzde 15,7’de kalmaktadır. Bu veriler, Türk Dış Politikası’nın halkımız tarafından onaylanması için Türk devletleri ve İslam dünyası odaklı olması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak gerek önceki Türk devletleri, gerekse de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde halkın dış politika yapım sürecine etkisinin kısıtlı olduğu düşünüldüğünde, bu durum, klasik Türk Dış Politikası’ndan radikal bir kopuşu da zorunlu kılmayabilir. Ayrıca Türkiye halkı, daha aktif olunması istenen bölgeleri de Ortadoğu (yüzde 47,6), Avrupa (yüzde 44,9), Karadeniz (yüzde 21,9), Uzak Doğu-Çin (yüzde 21,1), Balkanlar (yüzde 18,4), Kafkasya (yüzde 18), Doğu Akdeniz (yüzde 7,1) ve Latin Amerika (yüzde 6,8) olarak sıralamıştır. Tüm siyasi partiler açısından Ortadoğu ve Avrupa öncelikleri -sıralamada yer ve oran değiştirse bile- istikrarlı şekilde ilk iki sıradadır. Bu durum ise, kuşkusuz, coğrafi etkilerden kaynaklanmaktadır. Zira Türkiye, jeopolitik olarak Avrupa ve Ortadoğu arasında bir köprü durumunda konumlanmıştır.
Halkımızın yabancı ülkelerde asker ve üs bulundurma konusundaki görüşleri de oldukça tartışmalıdır. Zira yüzde 49,6 gibi yarıya yakın büyük bir kesim bunu her şekilde desteklerken, yüzde 35,5 buna karşı çıkmakta, yüzde 14,9 da “fikrim yok” yanıtını vermektedir. Sınır ötesi operasyonlar açısından ise, destek biraz daha fazla (yüzde 51,4) ve karşı çıkma oranı (yüzde 32,2) biraz daha düşüktür. Ayrıca 2019 yerel seçimlerine damgasını vuran “bekâ” konusunda halkımızın duruşu hükümete net olarak zıttır. Zira halkın yüzde 29,7’si bölünme riskini kabul ederken, yüzde 56,5 gibi yüksek oranla buna karşı çıkan bir çoğunluk bulunmaktadır. Ayrıca hükümetin dış politikasını başarılı bulanların oranı yüzde 29,7 gibi en düşük seviyesine gerileşmişken, yüzde 31,5 gibi yüksek bir oranda kişi “ne başarılı, ne başarısız” görüşünü savunmakta, yüzde 38,8’lik kesim de “başarısız dış politika” görüşünü desteklemektedir.
Araştırmada, AB üyeliğine destek hâlâ yüzde 61,1 gibi oldukça yüksek bir oranı bulurken, özellikle CHP ve İYİ Parti seçmenlerinde bu oran daha da yüksek seviyelere ulaşmaktadır. AB üyeliğine en mesafeli partiler ise, öncelikle HDP ve sonrasında MHP’dir. AB üyeliğine en çok destek veren kesimler üniversite eğitimli ve daha yüksek dereceye sahip kesimlerken, yaş aralığı olarak da gençler (18-34 yaş dilimi) buna en büyük desteği vermektedir. Ancak bu üyeliğin gerçekleşme ihtimali sorulduğunda, oran yüzde 32’ye kadar düşmektedir. Bu da, daha önce de söylediğim gibi, Türk halkınca AB’ye güvenilmediğini ortaya koymaktadır. Buna karşın, üyelik müzakerelerinin durdurulmasını bekleyenler yüzde 37,9’a düşmüş ve AB ile ilişkilerde yeniden daha iyimser ve ılıman bir iklim hâkim olmaya başlamıştır. Nitekim “Müzakerelere devam edilmelidir” tezi de yüzde 53’le en güçlü görüş durumundadır. Türkiye-AB ilişkilerinin gelişmesi ve tam üyeliğinin gerçekleşmesine engel olan unsurlar sorulduğunda ise, yüzde 54,4’le en büyük sorun olarak “din ve kimlik farklılığı” öne çıkarılmaktadır. Bu durum, halkımızın AB’yi bir “Hıristiyan Kulübü” olarak gördüğünü ve nüfusunun neredeyse tamamı Müslüman olan Türkiye’ye bu nedenle haksızlık yapıldığını düşündüğünü ortaya koymaktadır. AB üyeliği gerçekleşirse ise, halkımız bundan en çok ekonomik menfaat elde etmeyi (yüzde 77,7) ummakta ve insan hakları (yüzde 51,9) ve demokrasi uygulamalarının da (yüzde 51,3) bu şekilde yaygınlaşabileceğini düşünmektedir. “Serbest dolaşım ve seyahat” konusuna yüzde 38,5’le halkımızca artık eskisi kadar büyük rağbet gösterilmezken, yüzde 37,6’lık “yurtdışında iş bulma imkânı” görüşü de eski popülerliğini yitirmiş gibi gözükmektedir. “Türkiye’nin AB’ye ne gibi katkıları olabileceği” konusunda ise, Türkiye halkı, yüzde 55,8’le genç işgücünü, yüzde 55,4’le çok-kültürlülüğü ve yüzde 49,6 ile “büyük bir pazar kazanma” görüşünü savunmaktadır. AB’ye duyulan güven sorulduğunda ise, bu oran yüzde 10,4’e kadar gerilemektedir. AB ile tam üyelik dışında bir ilişki biçimi sorulduğunda ise, bu görüşe destek henüz yüzde 29,1 gibi düşük düzeyde kalmaktadır. AB ile ilişkilerin ise, en çok, terörle mücadele ve güvenlik (yüzde 48,5), ekonomi ve ticaret (yüzde 44,3), vize serbestisi (yüzde 44,3), sosyokültürel işbirlikleri (yüzde 39,6) ve mülteci konusunda işbirliği (yüzde 32,6) gibi alanlarda geliştirilmesi talep edilmektedir.
AB üyeliğine alternatif sorulduğunda ise, ilk sırada yüzde 27,8’le “Türk Birliği” fikri yer almaktadır. Rusya ile stratejik işbirliği yüzde 18,1’le ikinci, İslam İşbirliği Teşkilatı ile ilişkileri geliştirmek yüzde 11,4’le üçüncü, NATO ve ABD ile ilişkileri geliştirmek yüzde 10,1’le dördüncü ve Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılmak yüzde 8,8’le beşinci sırada kendisine bulmaktadır. Bu noktada ŞİÖ üyeliğinin alt sıralardan da olsa listeye girmiş olması, gelişen Türkiye-Çin ilişkilerinin doğrudan bir sonucudur. Buna karşın, NATO üyeliğinin devamını isteyenlerin oranı halen yüzde 60,8 gibi yüksek bir seviyededir. Bu konuda NATO’ya destek verilmesinin en büyük sebebi, olası bir saldırı durumunda NATO’nun Türkiye’yi koruyacağı (yüzde 69,6) görüşüdür. Caydırıcılık (yüzde 45,1) konusunda da, NATO, Türkiye halkının teveccühünü kazanmayı başarmış gözükmektedir. Buna karşın, yüzde 42’lik ciddi bir kitle de Türkiye’nin NATO üyeliği olmadan da savunmasını başarıyla yapabileceğine inanmaktadır.
Yunanistan’la ilişkiler konusundaki ılıman tavır -siyasi polemiklere rağmen- devam ediyor gibi gözükmektedir. Öyle ki, halkımızın yüzde 32,9’luk en büyük bölümü “ilişkilerde ne işbirliği vardır, ne de sorun vardır” görüşünü desteklemektedir. İkinci sırada ise yüzde 30,3’le “sorunlar vardır” yaklaşımı yer almaktadır.
KKTC konusunda “asla vazgeçilmeyecek kardeş ülke” yaklaşımı yüzde 53,3’le ilk sırada yer alırken, yüzde 50,3’lük “yavru vatan” argümanı da halen kuvvetlidir. Ayrıca yüzde 25,5’lik “stratejik üs” ve yüzde 11,4’lük “Yunanistan’a karşı diplomatik koz” yaklaşımları da bulunmaktadır. KKTC’yi “Türkiye’nin sırtında bir kambur” olarak görenlerin oranı ise sadece yüzde 10,3 düzeyindedir. Bu durum, Türkiye’nin Kıbrıs Türklerine destek vermeyi sürdüreceğini; ancak son dönemde bu ülkenin siyasetçileri ve bir kısım halkının Türkiye karşıtı söylemlerine halkımız nezdinde ciddi bazı tepkiler olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca yüzde 41,7’lik oranla “KKTC Türkiye’ye bağlanmalıdır” görüşü, halen halkımız nezdinde en popüler Kıbrıs politikası seçeneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunu, yüzde 30,1’lik destekle “iki devlet ve iki toplumlu federal çözüm” ve yüzde 28,7’lik destekle “iki ayrı bağımsız devlet” görüşü izlemektedir. Bu bağlamda, Türkiye halkı, gelecekte KKTC’nin Türkiye’ye bağlanması gibi bir durum söz konusu olursa, buna destek verecek gibi algılanmaktadır.
Rusya ile ilişkilerde “stratejik ortak” algısı henüz yüzde 26,1’le sınırlı kalırken, “sorunlar vardır” (yüzde 6,5) ve “ilişkiler düşmancadır” (yüzde 4,6) tezlerine de halkımızca eskisi gibi büyük destek verilmediği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, ikili işbirliğinde enerji (yüzde 61,5), ticaret (yüzde 50), turizm (yüzde 49,3) ve IŞİD’le mücadele (yüzde 31,5) gibi konular öne çıkarılmaktadır. Ayrıca halkımızın yüzde 44’ü S-400 konusunda alımı desteklemekte ve yalnızca yüzde 24,9’u buna karşı çıkmaktadır.
Bunların yanında, halkımız Suriyeli mülteciler konusunda ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte önceki yıllara kıyasla daha tepkili hale gelmiştir (yüzde 67,7 karşı). Bunun yanı sıra, İsrail-Filistin Sorunu’nda da "tarafsızlık" (yüzde 40,5) ve "karışmama" (yüzde 37,4) görüşleri diğer alternatiflere kıyasla (Arap yanlılığı-yüzde 16,2, İsrail yanlılığı-yüzde 5,9) çok daha öne çıkmaktadır. Bu durum, İsrail'le ilişkileri düzeltmek açısından önemli bir fırsattır.
Tüm verilen ışığında genel bir yorum yapmak gerekirse; Türkiye halkının Türk Dış Politikası’ndan beklentileri; Türkiye’ye yönelik düşmanca söylem ve eylem benimseyen ülkeler dışında herkesle iyi ilişkiler kurmaya ve bunları derinleştirmeye çalışmak ve özellikle Türk-İslam dünyasına açılmaktır. AB ile ilişkilere büyük önem verilse de, bu konuda büyük bir değişim beklentisi ve umudu yoktur. ABD ise, Türk Dış Politikası’na zarar da verebilecek şekilde en büyük düşman olarak algılanmaktadır. Bunu düzeltmek için, Amerikalı ve Türk siyasetçilerin ve diplomatların ortak çalışmalar yapmaları ve stratejiler geliştirmeleri şarttır. Ayrıca ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte mülteciler konusundaki tepkiler artmış; bu da göçmen milliyetçi-muhafazakâr partiler için (MHP) uygun bir ortam oluşturmaya başlamıştır.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Web sitesi için; https://khas.edu.tr/tr.
[2] Mustafa Aydın & Sinem Akgül Açıkmeşe & Mitat Çelikpala & Soli Özel & Cihan Dizdaroğlu & Mustafa Gökcan Kösen (2019), “Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları Araştırması”, Türkiye Çalışmaları Merkezi –Kadir Has Üniversitesi, 4 Temmuz 2019, Erişim Adresi: https://www.researchgate.net/publication/334226883_Turk_Dis_Politikasi_Kamuoyu_Algilari_Arastirmasi_-_2019, Erişim Tarihi: 04.07.2019.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder