29 Aralık 2016 Perşembe

UPA Yazarlarından 2017 Yılı Öngörüleri



Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: 2017 yılında dünya siyasetinde en önemli çatışma bölgeleri Suriye ve Irak olmaya devam edecektir. Yaz aylarında başlayan Musul Operasyonu sonucunda, ilginç bir şekilde, bugüne kadar birkaç mahalle ve bölge dışında beklenen ilerleme kaydedilememiş gibi gözüküyor. ABD’nin havadan bombardımanının IŞİD’e zarar vermekle birlikte örgütü tamamen yok edemediği, çünkü örgütün korku yöntemleriyle bölgede halk desteğini canlı tuttuğu görülüyor. Ayrıca Suriye Ordusu’nun yeniden ele geçirdiği Halep’ten yansıyan görüntüler, Irak’ta ve Suriye’de Sünni bölgelerinde yaşayan halkların IŞİD ve El Nusra gibi radikal örgütlere olan desteğini muhtemelen daha da arttıracaktır. Zira halklar, Şii milislerin desteklediği Suriye ve Irak Ordusu’nun girdiği bölgelerde katliam yapmasından korkmaktadırlar. Bu nedenle, IŞİD’in 2017 yılında da -güç kaybetmeye devam etmekle birlikte- tamamen yok edilemeyeceğini düşünüyorum. Irak ve Suriye’de bu örgütün kontrol ettiği topraklar küçülecek, ama büyük olasılıkla bu vahşet devleti sahada var olmaya devam edecektir.
Buna ek olarak, Türkiye’nin El Bab’a kadar uzanan Suriye’ye yönelik askeri operasyonunun 2017 yılı içerisinde daha da derinleşmesi beklenmelidir. Türkiye, burada IŞİD kadar PYD ve YPG gibi PKK’nın uzantısı ve terör örgütü olarak gördüğü Kürt gruplarını da hedef alacak ve güney sınırlarında bir Kürt yapılanmasına asla izin vermeyecektir. Kuzey Irak Kürtlerinin lideri olan Mesut Barzani’nin Türkiye yanlısı tavrı ve son olarak PKK’yı tehdit etmesi, Türkiye’nin elinin bu konuda güçlü olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla, ABD’nin muhalefetine karşın, Türkiye-Rusya-İran-Suriye ve hatta Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin onayıyla, Suriye Kürtleri, ilerleyen aylarda büyük olasılıkla Fırat’ın doğusuna itilecek ve Türkiye sınırından da (Hatay’dan) uzaklaştırılacaktır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, bu süreçte ağır kayıplar verilebilecek olmasına karşın, bunu başarabilecek gücü fazlasıyla vardır. Lakin Türkiye’nin iç istikrarı açısından bu durum birçok sorun yaratabilir. Ülke içerisinde terör eylemleri (bombalı saldırılar) ve siyasi cinayetler artabilir. Bu durum, Türkiye’de demokratik siyasal yaşama büyük zarar verecektir. Normalde, böyle bir ortamda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyaset sahnesine dönüşü beklenebilirdi; ancak 15 Temmuz kalkışması sonrasında bu durum Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konumunu kuvvetlendirip, Başkanlık sistemine geçişi kolaylaştırabilir. Şu an ülke içerisinde en güçlü ve kendinden emin gözüken siyasal aktör Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Dolayısıyla, kriz ortamı, ilginç bir şekilde Erdoğan’ın otoriter eğilimlerine daha da uygun bir ortam yaratabilir. Erdoğan, Türkiye halkına, krizin müsebbibi değil, mağduru olduğu imajını verebilecek yetenekte çok başarılı bir sağcı ve popülist politikacıdır. Bu yüzden, muhalefet partileri bu durumu iyi kullanamazlarsa, Erdoğan, sistemde daha da güçlenecektir. Hatta Türkiye, birkaç ay içerisinde bir referandumla Başkanlık sistemine geçebilir. Ancak referandumda Başkanlık sistemi reddedilirse, Erdoğan rejimi ve AKP hızlı bir çözülme sürecine de girebilir. Ayrıca referandumdan “evet” kararı çıksa bile, bu süreçte Türkiye’nin demokrasi kalitesinin düşmesi ve ekonomik ve siyasal istikrarının bozulması, seçmen nezdinde huzursuzluk ve dış politikada sorunlar yaratacaktır. Erdoğan’ın bu süreci yönetmesi her ihtimalde oldukça zor olacaktır. Erdoğan’ın en büyük şansı ise, partisine neredeyse tamamen hâkim olması ve muhalefet partilerinin de çok zayıf durumda olmalarıdır. Ayrıca Kürt siyasetine yönelik Türkiye’deki baskılar da muhtemelen artarak devam edecektir.
2017 yılının en dikkat çeken ismi kuşkusuz yeni ABD Başkanı Donald Trump olacaktır. Trump’ın Rusya, Suriye ve Çin’le ilişkiler konusunda nasıl adımlar atacağı, dünya kamuoyunda merakla beklenmektedir. Suriye konusunda Trump’ın söz verdiği şekilde parasını Körfez ülkelerine ödeteceği bir güvenli bölge oluşturması, Türkiye ve diğer ülkeler üzerindeki göç baskısını biraz olsun hafifletebilir. Ayrıca Trump’ın IŞİD’le mücadele konusunda ne gibi adımlar atacağı da önemlidir. ABD’nin bu konuda Rusya-İran-Suriye ekseni ile birebir aynı çizgide buluşması bence mümkün değildir. Rusya ile IŞİD’e karşı istihbarat paylaşımı sınırlı düzeyde yapılabilir; ancak ABD’nin, geleneksel Körfez ülkeleri ve Türkiye ile müttefiklik ilişkileri nedeniyle, dış politikasını tamamen değiştirmesi kolay bir şey değildir. Lakin Türk-Amerikan ilişkileri de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ye yönelik “teröre destek” suçlamaları nedeniyle şu sıralar zor bir dönemden geçmektedir. Trump’ın ve kabinesinin bu sorunlara ne ölçüde merhem olabileceği 2017 yılında yavaş yavaş ortaya çıkacaktır. Gülen meselesi de bu bağlamda oldukça önemli bir konu olacaktır. Ayrıca Trump’ın Çin politikası da oldukça farklı ve sert olacak gibi gözükmektedir. Trump’ın kısa bir süre önce yaptığı Tayvan açılımı ve “tek Çin politikası”ndan vazgeçebileceğinden bahsetmesi, Pekin’de büyük endişelere yol açmıştır. ABD-Çin uyuşmazlığı, dünya ekonomik istikrarı açısından da olumsuz bir faktör olabilir. Dolayısıyla, Güney Çin Denizi’nde gergin günler 2017 yılı içerisinde mümkün olabilir ve ABD-Çin rekabeti Trump döneminde daha da kızışabilir.
Ukrayna ve Avrupa’daki gelişmeler de 2017 yılı içerisinde merak uyandıracaktır. Doğu Ukrayna’daki Rusya yanlıları ve karşıtları arasındaki çatışmalar, aralıklarla ve düşük düzeyde devam etmektedir. Burada henüz büyük bir kriz oluşmasa da, Ukrayna’daki aşırı sağ grupların ve Rusya yanlısı fanatiklerin karşı karşıya gelmesi durumunda, bu bölgede çatışmalar yeniden alevlenebilir. Şu an için Ukrayna’nın AB ya da NATO üyeliği bu yıl içerisinde mümkün gözükmemektedir. Ancak Moldova’daki gibi Rusya yanlısı güçlerin dönüşünü de beklememek gerekir. 2017 yılı içerisinde Avrupa’daki aşırı sağın yükselişine de dikkat etmek gerekmektedir. Bu yıl içerisinde Fransa’da yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, adeta Avrupa Birliği’nin kaderini oylamak anlamına gelecektir. Marine Le Pen’in seçimi kazanması, AB projesinin tamamen çökmesine bile neden olabilir. Ancak merkez sağ aday François Fillon şu an için epey şanslı gözükmektedir. Bu sene içerisinde Almanya’da da bir erken seçim gerçekleşebilir ve CDU-SPD koalisyonunun bozulması durumunda, Almanya’da da istikrar bozulabilir. Özellikle bu ülkede aşırı sağcı AfD’nin yükselişi ve genel olarak tüm Avrupa’da artan ırkçı, İslamofobik ve göçmen karşıtı dalga, AB’yi temellerinden sarsmaktadır. AB’nin bu krizden çıkması için, merkez sol ve merkez sağ partilerin güçlenmesi şarttır. Brexit sonrasında Birleşik Krallık’ın atacağı adımlar da 2017 yılında merakla izlenecektir. Muhafazakâr Parti iktidarında Ortadoğu’ya geri dönmeye başlayan İngiltere, bu sürece hız vermekle birlikte, AB yanlısı grupların bu sürece verdikleri olumsuz tepkiler ve İskoçya’nın durumu da bu ülkede sorun yaratmaya devam edecektir.
Tabii ki, Kıbrıs konusuna olan özel ilgim nedeniyle bu alandaki gelişmeleri de yakından takip etmeye devam edeceğiz. Akıncı-Anastasiades ikilisinin yürüttüğü müzakerelerin, bu yıl içerisinde olumlu veya olumsuz ama mutlaka sonuçlanması beklenmelidir. Şu an için gözüken, adada bir anlaşma olması ihtimalinin hayli düşük olduğu gerçeğidir. Çünkü Kıbrıs Türk tarafı, azınlık grubu ve geçmişte zulüm görmüş bir halk olarak, bir miktar Türk askerinin adada kalması ve garantilerin bir şekilde devam etmesini isterken, Kıbrıslı Rumlar bu konularda müzakere yürütmek istememektedirler. Yine de, bu konuda ümitli olmak ve cesaretlerini kırmadan, kararı, Kıbrıs’ın iki halkına bırakmak gerekmektedir. Kıbrıs ve genel olarak Doğu Akdeniz’de gelişecek enerji politikaları da bu bağlamda önemli bir gündem maddesi olacaktır. İsrail-Filistin sorunu da, son BM Güvenlik Konseyi kararı ardından, 2017 yılında yeniden alevlenmeye müsait bir hal almıştır. Tüm bu bahsettiğim konular, kanımca 2017 yılında dünyada en çok dikkat çeken ve uluslararası basında en sık yer alan konular olacaktır. Tüm bu konuları en tarafsız ve doğru şekilde analiz eden yazarlarımızı takip etmek için UPA’yı dikkatle izlemenizi tavsiye ederim.



Yrd. Doç. Dr. Deniz Tansi: Türk Dış Politikası, sadece 2016’nın değil, genel olarak 2000’li yılların ağır mirasıyla 2017’ye giriyor… Bölgesel vesayet arayışlarının 1950’lerde Menderes-Bayar çizgisinde  “küçük Amerika”, 1980’lerde Özal çizgisinde “bölgesel süper güç” olarak adlandırıldığı yüzeyde, 2000’lerde “Yeni Osmanlı” başlığında değerlendirildiği bir zaman diliminde, 2017’ye girerken, adeta dış politikada bir tasfiye hali yaşıyoruz. Yeni Osmanlı, artık ülke içine doğru çekilen bir iç politika malzemesi haline gelirken, özellikle Suriye’de düğümlenen sorunlar da dikkat çekici bir riske dönüşmüştür. 2016  Ağustos’unda başlayan Fırat Kalkanı Harekatı, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, ancak hızlanan Rusya açılımı ile mümkün olabilmiştir. Ne var ki, El Bab’a dayanan harekâtta, Rusya’nın destek verdiği Esad güçleri Halep’i ele geçirmiş, Türkiye ise, 19 Aralık’ta Rus Büyükelçiye yapılan suikastın ardından, 20 Aralık’ta önceden planlanmış Moskova’daki Türkiye-Rusya-İran zirvesinin ardından yayınlanan deklarasyonda, Esad rejimini Suriye Arap Cumhuriyeti olarak, de facto şekilde tanımış ve seküler bir devlet olarak tescillemiştir. IŞİD ve El Nusra dışındaki örgütlerle müzakere kabul edilirken, Esad’ın bir sonraki adımı için de ister istemez yol açılmıştır. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’ya Suriye-İran hattından nüfuz eden Rusya, 2017’de Esad’ın Lazkiye-Hatay arasındaki İdlib bölgesine yapılacak operasyona yeşil ışık yakma potansiyelini ortaya koymaktadır. Türkiye de, Fırat Kalkanı Harekâtı’nda destek verdiği ÖSO’nun İdlib bölgesine değil, PYD koridorunun Fırat’ın batısına yayıldığı Menbiç’i hedef olarak ilan etmiş; böylece harekât başta planlandığı stratejik hedefe yönelmiştir.
Türkiye-ABD ilişkileri, 2017’de yeni bir sayfa açılmasının işaretlerini vermektedir. Kasım 2016’da Başkan seçilen ve 20 Ocak 2017’de görevi devralacak Donald Trump, Rusya’ya daha yakın bir siyasetçi profili sergilemesine karşın, nükleer yarış başta olmak üzere ABD’nin küresel rekabette yeni boşluklar yaratmayacağının emarelerini de göstermiştir. 15 Temmuz kalkışmasının ağır hasar verdiği bir zeminde, FETÖ elebaşısı Fethullah Gülen’in ABD tarafından Türkiye’ye yeni dönemde iade edilip edilmeyeceği hala bilinmez bir çerçevede durmaktadır. PYD konusunda çelişen Türkiye-ABD çıkarları açısından, aslında sadece Esad değil, PYD de ciddi bir sorun yaratmaktadır. Musul harekâtı konusu ise hala bilinmezlerle doludur. IŞİD’le bu bölgede muharip güç olarak savaşmak, adeta tek başına Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sırtına yüklenmiş ve büyük güçler bu konuda somut adımlar atmaktan geri durmuşlardır.
Genelde son yıllarda Ortadoğu odaklı olarak ele alınan Türk Dış Politikası, 2017 Kıbrıs müzakereleri ve olası referandum için birtakım gelişmeler ve spekülasyonları da içinde barındırmaktadır. AB ile müzakereler konusu, vizesiz geçiş ve geri kabul anlaşmasının geleceği, açıkçası çok da umutlu bir içerik taşımamaktadır. NATO ve AB ile ilişkilerin gözden geçirildiği bir aşamada, gerçekten de Şangay İşbirliği Örgütü kapsamında Rusya ve Çin ile yakın ilişkiler bir seçenek midir? Bunlar, apayrı tartışma konuları olarak ortada durmaktadır. Üstelik 15 Temmuz kalkışması sonrasında, 2017’ye Türkiye OHAL ile girmekte, bir yandan da hala TBMM Anayasa Komisyonu’ndaki sert tartışmaların eşliğinde, AKP-MHP işbirliğinde, fiili başkanlıkla ilgili anayasa değişikliği ele alınmakta ve 2017’de Türkiye’de referandum olasılığı kuvvetlenmektedir. Şimdiden 2017’nin risklerinin içte ve dışta yoğun olduğunu tespit etmek ve ona göre politikalar üretmek gerekmektedir…        



Sina Kısacık: Geride bırakmakta olduğumuz 2016 yılı, hem Türkiye, hem de dünya açısından çok zor bir yıldı. Türkiye açısından bakarsak olursak; 2016 senesinde gittikçe dozunu arttıran terörle mücadele politikası, 2017’de de kanımca yine aynı kararlılıkla sürecektir. Bu durumun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekaa konusu olmasından hareketle en öncelikli sorun olduğunu düşünmekteyim. Bu mücadele, her koşulda kesintisiz olarak devam ettirilmelidir. Öte yandan, ekonomik temelde dövizde yaşanan büyük artışın yarattığı sorunlara karşı mevcut hükümetin aldığı ve alacağı tedbirler de 2017’de senesinde gündemin ilk sıralarındaki yerini koruyacaktır. Türkiye gündeminin bir diğer önemli konusu ise anayasa değişikliği vasıtasıyla Başkanlık sisteminin getirilip getirilemeyeceğidir. Bu konu da, 2017’de dikkat çekici tartışmaların merkezinde konumlanmaya devam edecektir.
Dış politika alanına baktığımızda, Türkiye’nin bulunduğu Avrasya coğrafyasında özellikle bölge ülkeleriyle tesis edeceği ilişkiler 2017’de de dikkatle takip edilecektir. Özellikle Suriye konusu bağlamında yaşanacak gelişmeler, 2011’den bu yana yaşanan büyük çaplı krizin çözülmesi üzerinde doğrudan etkiye sahip olacaktır. Ankara ve Moskova arasında yeniden ivmelenen ilişkiler, sadece Suriye’de değil, aynı zamanda diğer çatışmalı konuların çözümüne katkı sunabilecektir. Ayrıca Türkiye’nin çevresinde Avrupa piyasalarını önceleyen doğalgaz projelerine dönük girişimler de ehemmiyetini korumayı sürdürecektir.
Dünyaya baktığımızda ise, Ocak 2017’de Amerika Birleşik Devletleri’nde Başkanlık koltuğuna oturacak olan Cumhuriyetçi Donald Trump’ın ilk senesinde hem iç politika, hem de dış politika bağlamında seçim sürecindeki söylemlerine sadık mı olacağı, yoksa devletin kurumsallaşmış yapılarının belirdiği politikaları mı izleyeceği sorularına verilecek yanıt çok yakın takip altında tutulacaktır. Dünya genelinde, 2017 senesinde de Rusya ve ABD arasında Avrasya jeopolitiği özelinde mücadele yaşanmaya devam edilecektir. Vladimir Putin ve Donald Trump arasındaki ilişkilerin nasıl bir seyir izleyeceği 2017 senesinde gözlem altında tutulacak olayların başındadır. Çünkü bundan sonra nasıl bir düzenin tesis edileceğinin cevabı burada yatmaktadır.
Sonuç olarak, 2017 senesinde 2016 yılında Türkiye’nin ve dünyanın yaşadığı problemlerin artçı şokları devam etmesine ilaveten, hem Türkiye, hem de büyük küresel ve bölgesel güçler bu sorunlara çözümler üretme arayışları içerisinde bulunacaklardır. Saygılarımla…



Yağmur Bahram: Ben çalışma alanım olan Çevre Politikaları kapsamında bir değerlendirme yapmak istiyorum. 2015 yılı Aralık ayında Paris’te imzalanan Paris İklim Anlaşması, bu yıl içerisinde yürürlüğe girmiş ve Türkiye’nin de aralarında olduğu 190’dan fazla ülkenin imzaladığı bu anlaşmayla, ülkelerin sera gazı salınımını azaltmak ve küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmak konusunda planlarını uygulamaya koyması gerekmektedir. COP 21 ve COP 22 iklim zirvelerinin ardından 6-17 Kasım 2017 tarihlerinde düzenlenmesi beklenen COP 23 İklim Zirvesi’nde, ülkelerin bu anlaşmayı ne ölçüde yürütebilecekleri ve yapamamaları durumunda ne gibi yaptırımlara maruz kalabilecekleri gibi konular tartışılacaktır. Burada şunu da hatırlatmak gerekir; ABD, Barack Obama Başkanlığında bu anlaşmaya yoğun destek verirken, yeni seçilen ABD Başkanı Donald Trump’ın “iklim değişikliği” konusuyla ilgilenmediği ve hatta bunu bir aldatmaca (hoax) olarak değerlendirdiği bilinmektedir. Ancak ABD’li veya ABD’siz bu anlaşma uygulanmaya devam edecektir. Çünkü Avustralya, Kanada ve Almanya gibi büyük ülkeler, bu anlaşma için şimdiden ellerini ceplerine atmışlardır. Bakalım Çevre Politikaları konusunda 2017 yılı dünyaya neler getirecek?


Basri Alp Akıncı: 2016 yılı ülkemiz ve dünyamız için çok iyi bir yıl olmadı. Sayısız ölümler, yaralılar, insanların birbirine karşı duyduğu toleransın azalması ve kutuplaştırıcı ideolojilerin gün geçtikçe daha fazla destek görmesi bizi düşündürüyor. Dünya siyasetinde popülist fikirlerin artan destek bulmasıyla beraber, farklılıkların korkutucu birer sopa olarak kullanılmasını görmekteyiz. Avrupa’da yükselen aşırı sağ, Amerikan seçimlerinde sadece sistemi ve şimdiye kadar yapılan politikaları kötüleyen ve yeni nasıl bir siyaset dili getireceğini hiçbir şekilde bize sunmayan birinin başkanlığı kazanması ile dünyada genel bir hoşnutsuzluk söz konusu.
Yeni yılda bizi hali hazırda süren problemlerin devamı bekleyecek. Özellikle, ülkemizin içinde bulunduğu coğrafyanın sıkı sorunları bulunmakta. Suriye krizi yeni yılda da devam etmekle birlikte, Türkiye’nin duruşunun yavaş yavaş değiştiğini görmekteyiz. Yerel propagandaya ayrılmış bunca enerjiye rağmen, politika yapıcılar, Türkiye insanına Beşar Esad’a karşı bu kadar muhalif durmamayı nasıl anlatacaklar merakla beklemekteyim. Rusya, Suriye oyununda şu an eli güçlü olan taraf olarak görülse de, aslında çok karışık bir sorun ile başbaşayız. Bir sürü aktör var ve belli bir uluslararası ilişkiler yapısı var; ancak kesinlikle analiz edilmeyi bekleyen ama kolay kolay buna izin vermeyen bir Suriye sorunundan bahsediyoruz.
Türkiye ve Avrupa için en önemli problemlerden birini oluşturan göçmen sorunu da 2017'de devam edecektir. Bu sorun, direkt olarak Suriye krizinden de beslenmekte olduğu için, Suriye savaşı bitmediği sürece yeni göçmenlerin ortaya çıkması işten bile değil. Türkiye’nin Avrupa’daki görünüşü, Suriye savaşına bağlı göçmen krizi devam ettikçe, Kürt sorunu hem ulusal, hem de uluslararası açıdan sürdükçe, Türkiye’nin demokrasiye ve Avrupa değerlerine olan bağlılığı sorgulandıkça, vasat konumundan ileriye gidemeyecektir. Bu da, Türkiye’nin kapana kısılmış hissini kuvvetlendirirken, kendini başka yöntem ve koalisyonlara olan arayışıyla sonuçlandıracaktır. Her ne kadar diplomatik manevralar güçler dengesi kurma hevesinden gelir gibi düşünmek istesem de, kapana kısılma hissiyatı, kamuoyunun fikriyle de doğru orantılı olarak yeni arayışlar gerçekçi evsafa dönüşmektedir.
Özetle, dünyada artan siyasi hazımsızlık, bölgemizde yaşanan savaş ve terörle de yoğurulup, ülkemizin de milliyetçi ve popülist ideolojiye kapılmasını getiriyor. Düzen değişimi istekleri olabilir; ancak her zamanki gibi cılız ve çatışmaların devam etmesi muhtemel. Dolayısıyla, 2017 yılının 2016 yılından çok farklı olacağını düşünmüyorum.

Hiç yorum yok: