9 Aralık 2016 Cuma

Avrupa Birliği Çöküyor Mu?


Son dönemde Avrupa Birliği’nin dağılma sürecine girdiğine dair yorumlar uluslararası basın-yayın organlarında sıklıkla dile getirilmeye başlanan bir fikir haline geldi.[1] Brexit referandumunun yarattığı şok dalgasının ardından, geçtiğimiz hafta Avusturya’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini Avrupa Birliği (AB) yanlısı ve ılımlı bir politikacı olan Yeşiller’in desteklediği bağımsız aday Alexander Van der Bellen’in -aşırı sağcı Norbert Hofer karşısında- kazanması AB yanlıları için moral kaynağı olsa da[2], neredeyse eşzamanlı olarak yapılan İtalya referandumunda AB yanlısı merkez sol Demokratik Parti lideri Başbakan Matteo Renzi’nin istediği sonucu elde edememesi ve sonrasında istifa etmesi[3], AB çevrelerinde moralleri yeniden bozdu. Bunlara ek olarak, İtalya’da olası bir erken seçimde 5 Yıldız Hareketi ve “euroskeptic” Beppe Grillo’nun çıkış yapmasının beklenmesi ve 2017 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde “Madame Frexit” Marine Le Pen’in tüm anketlerde favori aday haline gelmesi AB’nin yakın bir gelecekte çok daha zor günler geçirebileceğini gösteriyor. Peki, gerçekten de Avrupa Birliği çöküyor mu? Daha önemlisi, AB’nin dağılmasının yaratacağı jeopolitik riskler nelerdir? Bu yazıda, bu gibi sorulara yanıt bulmaya çalışacağım.

Öncelikle AB’nin çökmesi meselesi üzerinde duralım. Brexit referandumunda Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılma kararı alması, elbette AB adına olumsuz bir gelişmedir. Lakin bu ülkenin hiçbir zaman AB’nin parasal birliğine dâhil olmadığı ve daima kendi bağımsız dış politika ajandasına sahip olduğu da düşünüldüğünde, Brexit’in aslında AB’nin kalan üyeleriyle daha da bütünleşmesi adına kolaylaştırıcı bir faktör olduğu bile düşünülebilir. Lakin Birleşik Krallık’ın güçlü ve etkili bir ülke olması, adada meydana gelen ayrılıkçı akımın kıta Avrupa’sında da yayılmasına neden olmaktadır. Her ne kadar Birleşik Krallık Dış İşleri Bakanı Boris Johnson, “Avrupa’yı değil, AB’yi terk ediyoruz” diyerek Avrupalı müttefiklerin gönlünü almaya çalışsa da[4], İngiltere’siz bir Avrupa’nın tadı kaçmış ve AB karşıtlığı Avrupa halkları nezdinde artık yükselen bir trend haline gelmiş durumdadır. Brexit süreci ilerlemeye devam ettiği ve bu noktadan sonra geri dönüş çok zor olduğu için[5], bu konuyu artık bir moral bozukluğu yapmadan geleceğe bakabilmek AB adına önemli ve gereklidir.  

Bir diğer mesele ise ekonomik sıkıntılarla ilgilidir. 2008 küresel ekonomik krizinin Yunanistan ve İspanya başta olmak üzere birçok AB üyesi ülkeyi derinden etkilemesi, AB’nin birliği konusunda bir diğer önemli sorun olmuştur. Her ne kadar son aylarda tüm ülkelerde bir toparlanma durumu gözükse de, birçok AB üyesi ülkenin ekonomik durumu halen parlak değildir. AB’nin, mutlak olarak birlik içerisindeki ekonomik sorunları çözebilecek AB merkezli politikalar üretmesi gerekmektedir. Kriz zamanlarında Almanya’nın tekil bir ülke olarak öne çıkarılması, AB’nin geleceği adına doğru bir yaklaşım değildir. Dahası, ekonomik krizi Almanya değil, Avrupa Birliği çözmeli ve bunun faturası tüm ülkelere eşit oranda dağıtılmalıdır. The Economist dergisinin yayınladığı güncel veriler dikkate alındığında[6], ekonomik sorunlarla ilgili şu temel tespitler yapılabilir:

AB ülkelerinde kişi başına düşen gayrisafi milli hâsıla
  • Kişi başına düşen gayrisafi milli hâsıla açısından, Romanya ve Bulgaristan gibi Balkan ülkeleri halen 10.000 doların altında bir seviyededir ve bu durum, AB’nin “refah seviyesi yüksek gelişmiş ülkeler kulübü” algısına terstir. Bu gibi ülkelerle gelişmiş AB üyeleri arasındaki farklar giderilmeye ve bu ülkeler de kalkındırılmaya gayret edilmelidir.

AB ülkelerinde işsizlik oranları
  • Yunanistan’da işsizlik halen yüzde 25 seviyelerindedir ve SYRIZA hükümetinin ve Başbakan Aleksis Çipras'ın reformlarına rağmen, durum pek de iyiye gitmemektedir. Yüzde 20’nin üzerinde işsizlik olan İspanya, yüzde 15’in üzerinde işsizlik görülen Kıbrıs Cumhuriyeti (Güney Kıbrıs Rum Kesimi) ile Portekiz de diğer sorunlu ülkelerdir. AB’nin ekonomik ve siyasal istikrarı için, bu ülkelerdeki işsizlik seviyelerinin bir an önce aşağıya çekilmesi gerekmektedir. Ayrıca genç işsizliği konusunda durum daha da vahimdir ve Yunanistan, İspanya ve Hırvatistan gibi ülkelerde sistemik krizlere neden olabilecek seviyelerdedir (yüzde 40’ın üzerinde).


AB üyesi ülkelerde son ekonomik büyüme oranları
  • Ekonomik büyüme oranları açısından da Yunanistan’da durum iyi değildir. Finlandiya da ilginç bir şekilde son dönemde negatif büyüme yaşamıştır. Diğer ülkelerin hepsinde ekonomilerin büyümeye az veya çok devam etmesi ise olumlu bir faktördür ve geleceğin doğru adımlarla kurtarılabileceğini göstermektedir.

AB ülkelerinde kamu borçları
  • Duruma kamu borçları açısından bakıldığında ise, Portekiz, İspanya, Belçika, İtalya, Slovenya ve Yunanistan gibi ülkelerin riskli durumda olduğu görülmektedir. Tüm bu konularda, AB’nin lider ülkeleri Fransa ve Almanya’nın istikrara yönelik politikalar önermeleri ve sorumluluğu diğer ülkelerle birlikte paylaşmaları şarttır. Ancak bunu yaparken, AB’nin birliği bozmayacak şekilde davranmak ve kendi halklarını öfkeye sevk ettirmemeyi başarmak da ayrı bir politik hüner gerekmektedir.
François Fillon AB'nin umudu haline gelebilir

Siyasi riskler açısından bir değerlendirme yapılırsa, 2017 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en kritik konu olduğu söylenebilir. Fransa’nın AB karşıtı güçlerin kontrolüne geçmesi, satranç oyununda rakibe vezirin kaptırılmasına benzetebilecek bir gelişmedir ve kısa sürede AB’nin dağılmasına sebep olabilir. Bu nedenle, Fransa seçimlerinde merkez sağ Cumhuriyetçilerin  (LR) adayı François Fillon[7] ya da merkez sol Sosyalist Parti’nin (PS) adayı olması muhtemel Manuel Valls’ın ikisinden birinin seçimi kazanması için kamuoyu oluşturmak, AB’nin geleceği adına hayati bir meseledir. AB karşıtı aşırı sağcı Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen’in seçimi kazanması ise, Frexit korkularını gerçeğe çevirip, AB’nin sonunu gerçekten de hazırlayabilir. Ancak AB’nin kamuoyu oluşturma gayretlerinin de son dönemde geri teptiği sıklıkla görülmektedir. Nitekim Brexit kararı, İtalya referandumundan çıkan olumsuz sonuç ve benzeri süreçler, AB’nin istenci ve propagandasına rağmen gerçekleşmiştir. Bu nedenle, AB’nin halklara sevimsiz gelen unsurlarının törpülenmesi ve yeniden Avrupa halklarına sempatik gelen bir projeye dönüştürülmesi gerekmektedir.

Bir diğer önemli jeopolitik faktör ve siyasi risk meselesi ise Rusya’nın tutumudur. AB’nin Obama döneminde ABD ile çok yakın politikalar geliştirmesi ve Ukrayna olayları nedeniyle Rusya’ya yönelik bir ekonomik yaptırıma yönelmesi, AB’yi dağıtmak fikri her daim gündemde olan Rusya yönetimindeki saldırgan güdüleri daha da tetiklemiştir. Nitekim geçmişte Avrupa’daki sol ve ilerici güçlere destek veren bir ülke olan Rusya, artık rotasını neredeyse tamamıyla aşırı sağ partilere doğru kırmıştır.[8] Rusya’nın bu tavrı, Avrupa’daki ırkçı ve İslamofobik düşüncenin de hızla güçlenmesine ve AB’nin dağılmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, AB ülkeleri aşırı sağ hareketlerle mücadele etmek için daha çok kaynak ayırıp, kapsamlı eğitim kampanyaları ve propaganda faaliyetleri düzenlemelidirler. Ayrıca, Rusya ile ilişkilerin düşmanlık seviyesine getirilmemesi de AB açısından olumlu bir adım olabilir. Lakin bu noktada, ABD ile mutlaka koordinasyon halinde hareket etmek gerekmektedir.

AB’nin siyasi ve ekonomik istikrarı için en önemli konulardan birisi de göç sorununun çözülmesidir. Suriye iç savaşı ve Ortadoğu’daki istikrarsızlık nedeniyle derinleşen göç sorunu, Avrupa’daki aşırı sağ hareketlerin güçlenmesinin temel nedenidir. Bu nedenle, Türkiye hükümetiyle yapılan göç anlaşmasının ivedilikle hayata geçirilmesi ve Türkiye’ye yönelik demokrasi eleştirileri yapılırken, halkın ve devletin değil, siyasal elitin hedef alınması daha doğru bir strateji olacaktır. Türkiye ile yapılan anlaşmanın bozulması halinde, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AB’ye yönelik tehditleri de göz önüne alınırsa[9], Avrupa’yı çok zor günler bekliyor olabilir. Bu nedenle, anlaşmaya sahip çıkmak ve Avrupa’ya daha fazla göç akışını durdurmak doğru bir stratejidir. Daha önemlisi ise, Suriye’deki iç savaşa artık bir çözüm bulmak olacaktır. Bu konuda, ABD ile birlikte AB ülkeleri daha çok çaba gösterebilir ve Türkiye ile birlikte hareket edebilirler.

Avrupa Birliği tartışmalarında öne çıkarılması gereken asıl husus, AB’nin başarısı ya da başarısızlığı değil, AB’nin alternatifinin ne olacağıdır. AB, İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan Avrupa entegrasyonunun vardığı en son noktadır. Bunun alternatifi ise, yeniden bir Dünya Savaşı’na neden olabilecek gelişmeleri tetikleyecek salt ulusal çıkar temelli ve rekabetçi politikalardır. Bu nedenle, AB’nin olumsuz özellikleri dikkate alınırken, alternatifinin maliyeti de düşünülmelidir. Dahası, bu durum Avrupa halklarına ve dünya kamuoyuna da anlatılmalıdır. İş işten geçmeden, Avrupa Birliği, kendine bir çekidüzen vermelidir.

Sonuç olarak, AB’nin geleceği hakkındaki endişeler haklı olmakla beraber, gelecekte birliği çöküşün beklediğini ifade etmek için henüz çok erkendir. Birkaç ufak ve başarılı politika değişikliğiyle, AB, çok kısa sürede yeniden umutlu bir havaya bürünebilir.


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[8] Bu konuda iki önemli analiz için;

Hiç yorum yok: