17 Mayıs 2013 Cuma

Erdoğan Amerika'dan Eli Boş Dönüyor


Uzun süredir beklenen ve hakkında çokça konuşulan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisi önceki gün gerçekleşti. Beyaz Saray’da 2 saat sürmesi beklenen Başbakan Erdoğan ile Amerikan Başkanı Barack Obama arasındaki görüşme, beklenenden yarım saat daha uzun (2,5 saat) sürdü. Sonrasında Rose Garden (Gül Bahçesi) adı verilen yerde yapılan basın toplantısı ise aniden bastıran yağmur nedeniyle beklenenden kısa sürdü ve yoğun medya ilgisine rağmen gündem yaratacak ölçüde önemli açıklamalara sahne olmadı.
Daha sonra Başbakan Erdoğan, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın onuruna verdiği bir öğle yemeğine katıldı. Akşam saatlerinde ise Beyaz Saray’da Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Türk, Amerikan Başkanı Obama, ABD Dışişleri Bakanı Kerry ve Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Danilon’un Amerikan tarafını temsilen katıldığı dar kapsamlı ve 3 saati bulan bir akşam yemeği yenildi. Dün akşamüstü saatlerinden başlayarak artık gerçek dünyadan kopuk yandaşlıkları halkımız arasında çeşitli şakalara konu olan televizyon starı akademisyenler ve gazetecilerin tüm parlatma çalışmalarına karşın, nesnel bir gözle bu resmi gezinin sonuçlarına bakıldığında durumun tam anlamıyla bir başarısızlık ve akademik derecelendirmede “F” olduğunu söylemek kanımca doğru olacaktır.
Başbakan Erdoğan’ın Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Başbakanlık Dış Politika Başdanışmanı İbrahim Kalın önderliğinde formüle ettiği Türk Dış Politikası’nın Arap Baharı sürecinde yaşadığı zorluklar herkesin malumu. Erdoğan’ın “NATO’nun ne işi var Libya’da?” çizgisinden bugün Suriye konusunda NATO ve ABD’den askeri destek bekler çizgiye gelmesi aslında büyük bir çaresizliği işaret ediyor. Bu doğrultuda son gezinin diplomatik kodları incelendiğinde de bu gezinin başarılı olamadığı açıkça ortaya çıkıyor. Erdoğan gezi süresince Suriye konusunda ABD Başkanı Obama’dan beklediği desteği alamadı ve bu konuda Türkiye’yi çok zorlayan sürecin devam edeceği ortaya çıktı. Obama’dan askeri müdahale konusunda destek bekleyen Türkiye, karşısındaysa savaşa değil, siyasal çözüm sürecine destek veren bir Amerikan Başkanı buldu. Dolayısıyla Suriye konusunda çözüm için Rusya ile ABD’nin pazarlığı beklenecek ve Türkiye hemen yanı başındaki bir sorun için dahi etkisiz kalmaya ve kan kaybetmeye devam edecek. Bu noktada iç kamuoyunda yapılan şişirmelerin etkisiyle kendisini yeniden bölgesinde oyun kuran güçlü Osmanlı İmparatorluğu gibi görmeye başlayan hükümetin ciddi bir hayal kırıklığı yaşadığını ve yaşattığını belirtmemiz lazım. Zira Rusya’nın Beşar Esad’ın da pazarlık masasına oturması konusundaki ısrarı düşünüldüğünde, bu süreçte Türk hükümetinin uzun süredir takip ettiği Esad karşıtı şahin politikalar tam anlamıyla suya düşecek ve Türkiye’nin dünyadaki prestiji ayaklar altına alınacak.
Ayrıca Başkan Obama ile yapılan görüşme sonrası yenilen öğle yemeğinde ABD Dış İşleri Bakanı John Kerry’nin yaptığı konuşmada birçok defa Ortadoğu coğrafyasındaki tek laik ve demokratik ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e referans vermesi dikkat çekiciydi. Başbakan Erdoğan ise konuşmasında Osmanlı Sultanları Kanuni Sultan Süleyman ve Abdülmecit’e referans yapmayı yeğledi. Amerikalıların dahi önemini anladığı Atatürk’ün değerini sanıyorum bir tek bizim devlet yöneticilerimiz henüz anlamadılar. Umuyorum zamanla anlayacaklardır…
Gezide daha önce şahsen görüştüğüm yabancı akademisyen ve diplomatların da birçok defa dile getirdiği şekilde, Türk siyasetçilere karşı her zaman işe yarayan ve doğruyu söylemek gerekirse Türk devlet adamlarının en büyük zaafları olan “içi boş övgülerle sırt sıvazlama” taktiğinin Amerikalılar tarafından uluslararası ilişkiler öğrencilerine ders olacak şekilde büyük bir ustalıkla kullanıldığına şahit olduk. Başbakan Erdoğan ve ailesine, Türkiye’ye ve Türk insanına yönelik övgüler Türk kamuoyunun gönlünü almak için Amerikalılar tarafından büyük bir maharetle sunulurken, reel politikaya baktığımızda ABD’nin Türkiye lehine hiçbir somut adım atmayacağı ortaya çıktı. Yine akşam yenilen yemekte ABD tarafının MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın muadili olan CİA Başkanı John Brennan’ı görüşmeye getirmemesi ve Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Danilon ile yetinmesi Türk tarafına duyulan güvensizliğin ve tek bir Amerika olmadığının kanıtı oluyordu. Anlaşılıyor ki Amerika’da Kongre karşısında giderek zorlanmaya başlayan Obama’nın tüm gayretlerine rağmen, Amerikan sisteminin içeride giderek radikal İslami ve otoriter uygulamalara yönelen AKP hükümetine bakışı hızla değişiyor.
Gezideki bir başka ilginç ayrıntı ise Başbakan Erdoğan’ın Amerikan Başkanı Obama’ya Arapça “Barack Hüseyin Obama” yazılı bir resim hediye etmesiydi. Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak neden Türkçe değil de Arapça bir hediye seçtiği kafaları kurcalarken, gezinin belki de tek olumlu tarafı yüzlerce Türk ve Amerikan işadamının bu gezide bir araya getirilmesiydi. Bu doğrultuda bir diğer önemli haber ise akşam saatlerinde belki de başarısız geçen gezinin olumsuz etkilerini azaltmak için uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s'in Türkiye’nin kredi notunu “yatırım yapılabilir” seviyesine çıkarmasıydı. Medyada sahnelenen göstermelik şovlara karşın AKP hükümetinin esas gücünü İsrail ve finans dünyasında güçlü Yahudi lobisinden aldığı böylelikle bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Bu aynı zamanda Türkiye’ye verilmiş güçlü bir mesajdı; “Dış politikan başarısız ama ekonomin iyi yönetiliyor”.
Sonuç olarak bakıldığında; Başbakan Erdoğan’ın terörle müzakere döneminde düşen oylarını arttırmak için yaptığı İslami uygulama (alkol yasaklarının genişletilmesi) ve açıklamalara (milli içkimiz ayrandır) rağmen, ABD gezisinin son dönemde düşen performansına yeni bir halka ekleyeceğini düşünüyorum. Suriye konusu bu şekilde devam ettikçe Türkiye’deki istikrarsızlık ve ekonomik kayıplar artacak, dahası içeride ve dışarıda şüpheci çevrelerce mezhepçi olarak algılanan Türk Dış Politikası nedeniyle Türkiye’nin sosyal barışını sağlamak giderek zorlaşacaktır. Türkiye Libya deneyimi sonrası Suriye’de düşünmeden  aceleyle hareket edince, dış politikasında bugün büyük bir çıkmaza girmiştir ve buradan kurtulması hiç de kolay olmayacaktır. Bu noktada son dönemde sayıları artan ancak tahminleri büyük oranda yanlış çıkan Türkiye merkezli düşünce kuruluşlarının yetersizlikleri de dikkat çekici ve umut kırıcıdır. Ayrıca  bundan sonraki süreçte Türkiye’deki hükümetin kaderini  ilginç bir şekilde Suriye konusunda kritik adımlar atması muhtemel Rusya ve İran’ın tavrı belirleyecektir. Haziran ayında Cenevre’de düzenlenecek olan uluslararası konferans bu noktada önemli rol oynayabilir. Ancak kanımca Suriye konusunda masa başında uzlaşma da hiç kolay olmayacak ve dahası oldukça uzun zaman alacaktır. Bu süreçten almamız gereken ders ise, ülke olarak ne kadar güçlenirsek güçlenelim kendimizi dev aynasında görmememiz gerektiğidir.
Dr. Ozan ÖRMECİ


13 Mayıs 2013 Pazartesi

Serdar Denktaş’la Yuvarlak Masa Toplantısı



Geçtiğimiz Cuma günü danışmanı olduğum Girne Amerikan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Kulübü (GAÜSBUİK) olarak Kıbrıs siyasetinin önemli isimlerinden ve KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş’ı bir yuvarlak masa toplantısında ağırladık. Bu yazıda size oğul Denktaş’la yaptığımız sohbetlerden bazı önemli bölümleri özetlemek istiyorum.

1959 Lefkoşa doğumlu olan Serdar Denktaş, Vikipedi’de yer alan biyografisine göre London College of Printing’de matbaacılık alanındaki eğitimini tamamladıktan sonra Cardiff Üniversitesi’nde ekonomi eğitimi aldı. Denktaş o yıllarda Cardiff’te Türk Öğrenci Derneği’ni kurdu ve Öğrenci Birliği yönetim kurulunda görev aldı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 1986 senesinde Kuzey Kıbrıs Kültür Derneği’ni, 1989 yılında ise Genç İşadamları Derneği’ni kurarak ilk başkanlığını yaptı. Ayrıca Kıbrıs Kredi Bankası’nda Genel Müdürlük görevinde bulundu. Denktaş’ın siyasete ilk girişi 1990 yılı parlamento seçimlerinde Ulusal Birlik Partisi – UBP’den Lefkoşa milletvekili seçilmesiyle oldu. 1990-1992 arasında görev yapan hükümette İçişleri, Köyişleri ve Çevre Bakanlığı gibi görevlerde bulunan Denktaş, 1992 senesinde İçişleri Bakanlığı’ndaki görevinden istifa ederek daha sonra Dokuzlar Hareketi’ne dönüşen parti içi muhalefette söz sahibi olmasıyla birlikte arkadaşlarıyla birlikte UBP’den ihraç edildi. İhraç edildikten sonra Demokrat Parti’nin kuruluşunda genel başkan Hakkı Atun önderliğinde yer alan Denktaş, 1992-1993 seneleri arasında Demokrat Parti’den Lefkoşa İlçe Başkanlığı ve Genel Sekreterlik yaptı. 1993 parlamento seçimlerinde Demokrat Parti’den Lefkoşa milletvekili seçildi ve 1 Ocak 1994-18 Ocak 1995 tarihlerinde Gençlik ve Spor Bakanlığı yaptı. 1996 senesinde partisinin kurultayında Genel Başkanlığa seçildi. 16 Ağustos 1996 senesinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. 2000 senesinde Demokrat Parti Genel Başkanlığı’ndan istifa etti ve 2001 ile 2003 senelerinde Turizm ve Çevre Bakanlığı görevinde bulundu. Aralık 2002’de yeniden Demokrat Parti Genel Başkanlığı’na seçildi ve halen bu görevine devam etmektedir. 14 Aralık 2003 genel seçimlerinde Demokrat Parti’den Lefkoşa milletvekili oldu. Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP)-Demokrat Parti (DP) koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev aldı. 20 Şubat 2005 genel seçimlerinde Demokrat Parti’den Lefkoşa milletvekili seçildi. 

Sohbete biraz geçmişten söz ederek başlayan Serdar Denktaş, partisi ve kendisinin eskiden beri siyasal çizgilerinin KKTC’nin tanınması üzerine kurulu olduğunu ve zaman içerisinde değişen koşullara karşın kendi çizgilerini değiştirmediklerini belirtiyor. Kıbrıs siyasetinde bir hedef birliği olmadığını ve şu son dönemde dışarıda bir yerlerde kokusunu duyduklarını bir yemeğin pişirilerek Kıbrıslı Türklere servis edilmek üzere hazırlandığını belirten Denktaş, bu süreçte KKTC’nin ekonomik kalkınmasının sağlanması için KKTC ile AB arasında Gümrük Birliği anlaşmasının geçerli olmasını ve böylelikle AB’nin de daha önce tutmadığı sözünü yerini getirmiş olacağını belirtiyor. Denktaş’a göre bu gerçekleşirse Türkiye üzerindeki liman baskısı da ortadan kalkmış olacak ve ayrıca KKTC’de yeniden üretime dayalı bir ekonomi kurulacak. Kıbrıs sorununda artık bir sonuç alınmasını istediklerini zira yıllar içerisinde uzun süren müzakerelerin her iki toplumda da sıkıntı yarattığını söyleyen Denktaş, Türkiye’yi 2000’li yılların başından beri Güney Kıbrıs açıklarındaki hidrokarbon rezervleri konusunda uyarmasına karşın bu konuda Türkiye’nin yeterince ciddi bir tavır almadığını üzülerek ifade ediyor. Denktaş’a göre Türkiye’nin bakışında “önce enerji, sonra Kıbrıslı Türkler” önem ifade ediyor. Oysa kendisinin dilediği Türkiye’nin “önce Kıbrıslı Türkler, sonra enerji” şeklinde bir bakışının olması. Serdar Denktaş’a göre mevcut AKP hükümeti enerji konusunu Kıbrıs sorununun çözümünde bir kolaylaştırıcı faktör olarak kullanmak istiyor ve de bu nedenle Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman döneminde bir Türk gölü haline getirilen ve bugün hala Türkiye’nin en uzun kıyı şeridine sahip olduğu Akdeniz’deki egemenlik haklarının gölgelenmesine ses çıkarmıyor. Denktaş’ın düşüncesinde Rumların Akdeniz’de yaptığı münhasır ekonomik bölge anlaşmalarının Türkiye’nin onayı olmadan bir geçerliliği olamaz ancak oğul Denktaş her zaman çok güvendikleri anavatanın bu konuda kendilerine neden destek olmadığını anlayamadığını söylüyor. Denktaş’a göre II. Abdülhamid dönemine kadar tamamen Türklere ait olan adanın İngilizlere kiraya verilmesinin ardından, bugün adanın yarısının bile elde zor tutulması ve KKTC’nin dünyaya tanıtılamaması Türkiye açısından büyük bir geriye gidişi ifade ediyor.

Denktaş’ın gelecekle ilgili bazı proje ve önerileri de mevcut. Örneğin en dikkat çekici önerilerinden birisi yıllardır kapalı duran turizm cenneti Maraş’ın KKTC tarafından turizme açılması ve burada mülk sahibi olan Rumların da yeniden bölgeye davet edilerek KKTC turizmine bir ivme kazandırılması. Denktaş’ın bu önerisine göre mülklerini almaya gelen Rumlara bu mallar iade edilecek ancak eğer gelmezlerse bu mallar Kıbrıslı Türklere dağıtılabilecek. Ayrıca oğul Denktaş’ın müzakerelerle ilgili de bazı fikirleri var. “45 yıl daha kaybetmek istemiyoruz” diyen Serdar Denktaş, Rumların zamana oynadığını ancak kendilerinin çözüm istediğini iddia ediyor. Denktaş’a göre Kıbrıslı Rumlarla Türklerin Kıbrıs sorununa bakışları çok farklı ve bu nedenle çözüm kolay değil ancak enerji değişkeni iyi değerlendirilebilirse belki de iki devletli ve yanyana yaşamaya dayalı bir çözüm yakın bir gelecekte mümkün olabilir. Ayrıca Denktaş anavatanları Türkiye’yi çok sevmelerine rağmen Kıbrıslı Türkler olarak seçimlerine müdahil olunmasına ve kendi fikirleri dahi sorulmadan Kıbrıs’ın sosyoekonomik yapısını bozacak ölçüde ani göç nüfusu alınmasına karşı çıkıyor. Denktaş’a göre Türkiye Kıbrıs siyasetinde çok etkilidir ve hep öyle olacaktır ancak Türkiye iç siyasette taraf tutmazsa Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye bakışı daha da güçlü ve pozitif olur.

Türkiye’deki siyasetçilerle de eskisi kadar sık görüşemediğini belirten Denktaş, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin kendisine 10 yıldır randevu vermediğini, Başbakan Erdoğan ile 2005’ten beri üç kez, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile de sadece bir kez görüşebildiğini üzülerek ifade ediyor. Kıbrıslı Türklerin geleceğe yönelik güvensizlikleri nedeniyle Türkiye’nin güneyinden ev almaya başladıklarını söyleyen Denktaş, siyasete dini sokmamak gerektiğini ve aksi takdirde bunun Kıbrıs’ta geri tepeceğini belirtiyor. Sorum üzerine babası rahmetli Denktaş’ın anıt mezarının durumuna da açıklık getiren Serdar Denktaş, anıt mezar için bir yarışma yapılmış olmasına karşın henüz bir ilerleme olmadığını ve bu durumun tüm Kıbrıslı Türkleri üzdüğünü söylüyor. Denktaş eğer hükümet çalışma yapmayacaksa yeni kurulan Denktaş Vakfı’nın bu çalışmayı yapabileceğini ifade ediyor.

Son olarak babasıyla ilgili anılarına da değinen Serdar Denktaş, babasının hayatı mücadeleyle geçmiş büyük bir adam olduğunu ve Kıbrıs’taki çetin siyasetin babasından uzak büyümesine neden olduğunu söylüyor. Kıbrıs’tan sevgilerle...

Dr. Ozan ÖRMECİ

9 Mayıs 2013 Perşembe

UPA 1. Siyaset Okulu Kulisleri



Önceki günkü yazımda belirttiğim gibi Genel Koordinatörü olduğum Uluslararası Politika Akademisi – UPA'nın DEGİAD desteğiyle hayata geçirdiği 1. Siyaset Okulu 6-7-8 Mayıs 2013 tarihlerinde Denizli'de düzenlendi. Birçok önemli siyasetçiyi dinleme ve şahsen tanışarak sohbet etme şansı bulduğum bu organizasyondan bazı kulis bilgilerini sizinle de paylaşmak istiyorum.

6 Mayıs günü ilk konuşmacımız olan ve 5 Mayıs akşamı Denizli'de bir akşam yemeğinde misafir ettiğimiz HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu ile başlamak istiyorum. Osman Pamukoğlu yıllar ilerlemesine karşın formda olmasını az yemesine ve mücadeleye alışkın vücuduna bağlıyor. Terörle mücadelede yıllardır vurguladığı şeyi yemekte de bir kez daha dile getirdi; "PKK gibi gayrinizami harp yapan örgütlere karşı düzenli ordu ile değil, yine bu yöntemlerle mücadele edilmesi gerekir". Kendisi döneminde terör örgütünün yok olma aşamasına getirildiğini ancak gerek siyasi tedbirlerin alınmaması, gerekse ülke dışındaki terör bataklıklarının kurutulmaması nedeniyle sonuca ulaşılamadığını söylüyor. Askerlik mesleğine aşık olduğu her halinden belli olan Pamukoğlu'na göre kendisine yetki verilirse 1 sene içerisinde terörü tamamen yok edebilir. Pamukoğlu'nun görüşleri kitaplarında da dile getirdiği kendi açısından tutarlı bir felsefi görüşe dayanıyor. Pamukoğlu'na göre insanlar tarih boyunca kısıtlı kaynaklar için savaşmışlardır ve ne yazık ki insan doğası bunu gerektirmektedir. Hatta ona göre "Barış savaşlar arasındaki moladır"... Yüzde 10 barajının düşmesi halinde HEPAR'ın hızla yükleserek TBMM'ye girebileceğine inanan Pamukoğlu, ayrıca çeşitli partilerden kendisine yönelik geçmişte teklifler olduğunu da söyledi. Pamukoğlu'na göre Türkiye'nin bu kritik döneminde her vatanseverin öncelikli yükümlülüğü kendisine ve HEPAR'a destek vermek olmalı. Konferansta oldukça sert mesajlar veren Pamukoğlu'na Türkiye'nin 20 farklı şehrinden gelen üniversite öğrencilerinin yoğun ilgisini görünce şaşırmadan edemiyorum. Pamukoğlu öğrenciler tarafından adeta ikinci bir Atatürk gibi saygı görüyor. Bu da Türk gençlerinin tüm siyasal hatalara rağmen kahramanlarına sahip çıkmaktan vazgeçmediğini gösteriyor.

Yine bir akşam yemeğinde bir araya geldiğimiz DSP eski Genel Başkanı Zeki Sezer'in anlattıkları oldukça ilginç. Sezer daha önce bir röportajında da dile getirdiği bu önemli konuyu sorum üzerine açıklıyor. Atatürk'ün ölmeden önce İnönü'ye, İnönü'nün Ecevit'e, Ecevit'in de kendisine söylediğini iddia ettiği bu söze göre, büyük Atatürk Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer alan Musul ve Kerkük'ün uzun vadede Türk topraklarına katılmasını istiyordu. Ayrıca 2002 yılında koalisyon hükümetinin dağıtılma sürecine değinen Sezer, bu dönemde kendilerine büyük haksızlıklar yapıldığını ve Irak Savaşı konusunda ısrarcı olan ABD'nin yönlendirmesiyle iktidarın AKP'ye adeta hediye edildiğini ifade ediyor. Dargın olduğu Rahşan Ecevit'le halen görüşmediğini ancak kendisine büyük saygı duyduğunu belirten Sezer, rahmetli Bülent Ecevit gibi bir politikacıya Türkiye'nin ihtiyaç duyduğunu ifade ediyor. Ayrıca CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı konusunda da Yılmaz Büyükerşen ismine sempati duyduğunu anlıyoruz.

Bir başka gün akşam yemeğinde LDP lideri Cem Toker'le beraberiz. Sıcakkanlı ve hoşsohbet bir insan. TBMM'de grup kuran siyasi partilere yapılan astronomik devlet desteğinin (hazine yardımı) yanlışlığına dikkat çekiyor. Toker medyada yer almayan bir girişimlerini de detaylı olarak anlattı. LDP'nin anayasanın 2., 5., 10. ve 68. maddelerini ihlal gerekçesiyle açtığı davanın İdare Mahkemesi'nde haklı bulunduğunu ve Anayasa Mahkemesi'ne iletildiğini anlatan Toker, bu konunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne de aykırı olduğunu ancak üç büyük partinin lobisi sayesinde konunun Anayasa Mahkemesi'nde sonuca ulaşamadığını belirtiyor. Toker'e göre Türkiye'de sahnelenen demokrasi vodvilinin açığa çıktığı en önemli kanıtlardan biri işte bu alternatif fikir ve partilere imkan sağlayabilecek düzeltmenin yapılmasını engelleyen siyasetin devletçe finansmanı düzeni. Ayrıca bir sosyal demokrat olarak kendisi sayesinde liberalizme sempati duymaya başladığımı ifade etmem üzerine, kendisinin savunduğu vahşi kapitalizm karşıtı klasik liberalizm düzeninde eğitim ve sağlık ihtiyacı olan kimselere devletçe bakılmasının mümkün olduğunu vurguluyor.

CHP Parti Meclisi üyesi ve deneyimli devlet adamı Murat Karayalçın'la Denizli'den İzmir'e geçiyoruz. Kendisinin kuşağının ailelerini siyaset dışında tutan ve aileye saygı duyan insanlar olduğunu belirten Karayalçın, Türkiye'de son yıllarda insanların özel hayatına ve ailelerine dahi saldırılmasını çok yakışıksız bulduğunu ifade ediyor. Karayalçın'a göre dünyanın en güzel kentlerinden biri olan İstanbul'un getirildiği nokta Türkiye adına utanç verici. Son yapılan konut ve projelerin de İstanbul'un doğasını tamamen tahrip ettiğini söyleyen Karayalçın, ileride bunun pişmanlığını yaşayacağımızı söylüyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin geçmişte solda birlik sağlanamaması nedeniyle Melih Gökçek'e hediye edildiğini belirten Karayalçın, bu seçimde aday olmayı düşünmediğini ancak neler yaşanabileceği hakkında da henüz konuşmak için erken olduğunu söylüyor. Ayrıca aday belirleme süreciyle ilgili olarak da Ekim ayından önce bir gelişme beklemiyor. Ek olarak Karayalçın, Mustafa Sarıgül'ün İstanbul adaylığının netleşmesi gerektiğini vurguluyor.

CHP Parti Meclisi üyesi genç siyasetçi Gökçe Pişkin'le sohbet ediyoruz... Bir sonraki seçimde milletvekili olmasına kesin gözüyle bakıyorum. Zira TBMM'de Türk kadınının sesi olabilecek özgüvenli ve zeki bir insan. Gençler de kendisini çok seviyorlar. Kısa bir süre önce babasını kaybetmesine karşın, geçirdiği zor günlerde Türkiye aşkının kendisini ayakta tuttuğunu söylüyor. Sunumunda bir ilginçlik yaparak gençleri sahneye oturmaya davet ediyor ve üç günlük konferansımızın en farklı ve akılda kalan sunumunu gerçekleştiriyor.

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural'ı dinliyorum. "Türk Siyasal Tarihi" adlı kitabımı da inceliyor. Sunumu için oldukça iyi hazırlanmış ve bir akademisyen gibi küreselleşme konusunu dinleyicilere anlatıyor. Sorular bölümünde "Vur de vuralım, öl de ölelim" sözleri hatırlatıldığında, bu sözün o amaçla söylenmediğini ancak PKK terörünü meşrulaştırmanın başka terörleri de hortlatabileceğini ifade ediyor. MHP'nin ve MHP'lilerin tüm tahriklere rağmen bu dönemde üniversitelerde şiddete bulaşmadığını söyleyen Vural, AKP'nin oylarının düştüğünü gözlemlediğini belirtiyor.

AK Parti Denizli milletvekili Nihat Zeybekçi'nin konuşmasındayız. Pazarlama olayına yatkın olduğunu düşündüren güzel bir video kliple Belediye Başkanlığı dönemindeki icraatlarını izletiyor. Kendisinin konuşması için AK Parti teşkilatına mensup 50 kadar özel konuk da geliyor. Konuşması akıcı ve düzgün. TBMM'de hangi görüşten olursa olsun, kaliteli vekillerimizin olması bizi gururlandırıyor.

Şimdilik bu kadar, cennet Kıbrıs'tan sevgilerle...

Dr. Ozan ÖRMECİ


UPA 1. Siyaset Okulu Denizli'de Düzenlendi


Genel Koordinatörü olduğum Uluslararası Politika Akademisi - UPA'nın Denizli Genç İşadamları Derneği'nin sponsorluğunda 6-7-8 Mayıs 2013 tarihlerinde Denizli EGS Kültür ve Kongre Merkezi'nde düzenlediği 1. Siyaset Okulu programıyla ilgili bilgilere http://politikaakademisi.org/?p=5001 adresinden ulaşabilirsiniz. Kıbrıs'tan sevgilerimle.

Dr. Ozan ÖRMECİ

2 Mayıs 2013 Perşembe

Bir Yılın Ardından Mösyö Hollande İktidarı


Geçtiğimiz yıl bu dönemde Fransız Sosyalist Partisi (PS) Cumhurbaşkanı adayı olarak Cumhurbaşkanlığını ikinci turda % 51,7 oyla kazanan François Hollande, her nedense Türkiye’de hakkında en az yazılıp-çizilen siyasal liderlerden birisidir. Son yıllarda Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkilerin çeşitli sebeplerle bozulması ve gerilemesi bunda etkiliyse de, Sarkozy dönemine kıyasla Hollande iktidarına Türkiye basınının bu derece ilgisiz olması düşündürücüdür. Bunu daha çok Hollande’ın sosyalizmi çağrıştıran bazı siyasal ve sosyal uygulamalarının, Türkiye’de basını kontrol eden büyük sermaye çevrelerinde yarattığı rahatsızlıkla açıklamak mümkündür. Bu yazıda önümüzdeki dönemde ülkemize bir gezi yapması da planlanan ve Türkiye kamuoyunda çok az tanınan François Hollande hakkında bazı bilgileri paylaşacak ve Hollande iktidarının bir yıllık performansını değerlendirmeye çalışacağım.


François Hollande

1954 Rouen doğumlu Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, yüzyıllar öncesinde Hollanda’dan Fransa’ya kaçmış Kalvinist kökenli ancak sonradan Katolikleşmiş orta sınıf bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiştir.[1] Katolik olmasına ve bir Katolik Okulu’nda eğitim almasına karşın ilerleyen yıllarda Hollande inanç açısından agnostik olduğunu açıklamış, ancak tüm inançlara saygı duyduğunu da belirtmiştir. Annesi sol görüşlü bir sosyal yardım uzmanı, babası sağ görüşlü bir doktor olan Hollande, önce Saint Jean-Baptiste de la Salle Özel Katolik Okulu’nda yatılı olarak öğrenime başlamış, daha sonra Fransa’nın en ünlü işletme okullarından HEC Paris’te (Hautes Etudes Commerciales de Paris) okumuş ve son olarak Ecole Nationale D’Administration’da siyasal bilimler alanında yüksek lisans yapmıştır.[2] Hollande gençlik yıllarında ileride eşi olacak ve Fransız sol hareketinde önemli yerlere gelecek Ségolène Royale ile de tanışmıştır. 1974 yazında henüz üniversite öğrencisiyken bir müddet ABD'de yaşayan Hollande, üniversite eğitimi sonrasında Fransa Denetleme Mahkemesi’nde kurul üyesi olarak çalışmaya başlamıştır.[3] Fransa’da 68 kuşağının etkisiyle üniversitelerde sol düşünce ve kültürün çok hakim olduğu bir dönemde öğrenci olan Hollande, bu nedenle gençlik yıllarından itibaren sosyalizme ilgi duymuş ve ilk siyasi çalışmasını 1974 yılında PS Cumhurbaşkanı adayı François Mitterrand’ın kampanyasında gönüllü olarak yapmıştır. 1979 yılında Sosyalist Parti’ye üye olan Hollande, kısa süre içerisinde Mitterrand’ın danışmanlarından Jacques Attali tarafından fark edilmiş ve 1981 yılında Attali Hollande’ın daha sonra geleceğin Fransa Cumhurbaşkanı olacak Jacques Chirac’a karşı Fransa Ulusal Meclisi seçimlerine katılmasını sağlamıştır.[4] Hollande ilk turda seçimleri Chirac’a karşı kaybetmesine rağmen adını duyurmuş, dahası seçim sonrasında yeni seçilen Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın özel danışmanı olmuştur. 1983'te Ussel Belediye Meclisi üyesi olan Hollande, 1988’de Corrèze’den Ulusal Meclis’e girmeyi başarmıştır. 1993 seçimlerinde ise seçimi kaybederek Meclis dışı kalmıştır.

1995 yılında Sosyalist Parti’nin başında geçen Lionel Jospin’in görevlendirmesiyle PS basın sözcüsü olan Hollande, 1997 yılında tekrar Corrèze’den aday olup bu kez başarılı bir şekilde Meclis’e girdi. Aynı yıl Jospin Fransa Başbakanı, Hollande ise 11 görevde kalacağı makam olan Sosyalist Parti Genel Sekreteri oldu. Sosyalist Parti’nin Fransız hükümetindeki güçlü konumundan dolayı Hollande Fransız basınında “Başbakan Yardımcısı” olarak anılmaya başlandı. Hollande daha sonra 2001’de Tulle Belediye Başkanı oldu ve 7 yıl boyunca bu görevde kaldı. Jospin’in 2002 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybederek geri plana çekilmesi sonrasında partinin en önde gelen isimlerinden biri haline gelen Hollande, yine de 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde parti içi rekabette karısı Ségolène Royale’e geçildi ancak karısı da yarışı Nicholas Sarkozy karşısında kaybetmekten kurtulamadı.[5] Daha önemlisi karısı ve dört çocuğunun annesi olan Royale’den seçimlerden bir ay sonra boşandı ve Paris Match’ta çalışan bir Fransız gazeteci olan Valérie Trierweiler ile yaşamaya başladığını duyurdu. Hollande’ın büyük çıkışı elbette 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oldu. Favori adaylardan Dominique Strauss-Kahn’ın tutuklanmasının ardından parti içerisinde adaylık yolu açılan Hollande, seçimler öncesinde tartışma programlarında gösterdiği üstün performans ve olağanüstü karizmatik özelliklerini öne çıkaran liderlerden farklı olarak sıradan insan imajı ve halka yakın tavırlarıyla Fransa’da Sarkozy muhalifi tüm çevrelerin desteğini sağladı ve seçimlerin 2. turunda önemli bir zafer elde ederek Fransa’nın 24. Cumhurbaşkanı oldu.[6] Ekonomi ve siyaset alanında birçok kitap sahibi[7], mürekkep yalamış bir isim olan Hollande’ın birinci yılı dolarken neler yaptığına da göz atalım.

Hollande iktidarının birinci yılı dolarken durumun kendisi açısından pek parlak olmadığını söylemek sanırım haksızlık olmaz. Zira Hollande Avrupa’da solun geleceğiyle ilgili büyük bir belirsizliğin hakim olduğu kötü bir dönemde iktidara geldiği için birçok sol parti ve lider gibi bocalamakta. Hollande geçmişte François Mitterrand döneminde PS’nin rahatlıkla kullandığı sosyalist söylem ve politikaları ve iddiaları hedefleri (changer la vie) kullanmakta ısrarcı gözükmüyor, ancak ikinci yol olarak kabul edilen ve daha çok Avrupa’da sağ partilerin benimsediği Thatcherizm ve neo-liberal varyantlarına da mesafeli durmaya devam ediyor.[8] Bu aslında sosyal demokrat bir partinin tam da ihtiyacı olan Anthony Giddens’in deyimiyle bir “üçüncü yol” çizgisi haline gelebilir. Ancak Avrupa solunun son dönemde bir ideolojik kitab-ı mukaddesi olmadığı ve politikalar netleştirilemediği için seçmene sunulan kararsız fotoğraf, oy oranlarının düşmesine neden oluyor. Hollande’ın oy oranları son anketlere göre hızla yükselen aşırı sağcı Marine Le Pen’in dört puan aşağısında ve gerilemekte.[9] Zira aşırı sağın argümanları çok rahatsız edici olmasına karşın son derece net ve tutarlı. Seçmenler de kararsız ama demokratik sol karşısında kararlı ama faşizan sağa kolaylıkla yönelebiliyor. Dahası eski Cumhurbaşkanı Sarkozy’i özleyenler Fransa’daki hala en büyük grubu oluşturuyor.[10] Bu da Jean-François Copé liderliğindeki UMP’nin Copé ya da Sarkozy ile bir dahaki seçimde yeniden iddialı olabileceğini gösteriyor.

Seçildikten sonra ilk iş olarak Jean-Marc Ayrault’yu Başbakanlığa atayan Hollande, ilk yurtdışı gezisini yaptığı Almanya’ya giderken uçağına yıldırım düşmesi nedeniyle korkulu anlar yaşamıştı.[11] Hollande’ın ilk somut icraatı solun halkla bütünleşmesini sağlamak amacıyla Cumhurbaşkanı, Başbakan ve kabine üyelerinin maaşını % 30 oranında kesmek olmuştu.[12] Ancak bu popülist jeste karşın Hollande’ın en çok başını ağrıtan konu yine ekonomi oldu. Geçtiğimiz günlerde açıklanan rakamlar Fransa’da işsizliğin Ocak 1996’dan beri rekor seviyeye (% 11,5) ulaştığını gösteriyor.[13] Ülkedeki ekonomik sorunlar Hollande’ın popülaritesinin hızlı düşüşündeki en önemli etken olarak gözüküyor.



Hollande’ın bir yıllık iktidarında işsizlik kadar önemli bir diğer ekonomik sorun da bütçe açığı oldu. Hollande bu sorunu aşabilmek için düzenli vergilendirme politikası uygulamalarına yönelerek yeni bir varlık vergisi yasalaştırınca, yüksek geliri nedeniyle daha yüksek vergi vermek zorunda kalacak olan Gérard Dépardieu ve Catherine Deneuve gibi bazı ünlülerin ve zenginlerin tepkisini çekti. Hatta Dépardieu bu sebeple ülkeden ayrılarak Rusya vatandaşlığına geçti.[14] 1 milyon euronun üzerinde kazananlardan % 75 civarında hayli yüksek bir vergi almayı gören bu yeni varlık vergisi (ISF - Impôt de Solidarité sur la Fortune), Hollande’a göre daha da genişletilebilirse Fransa 2017 yılında bütçe açığı vermekten kurtulabilecektir.[15] Bu nedenle Hollande bu vergileri ateşli bir şekilde savunmaktadır.[16] Ayrıca Fransızların ünlü otomotiv firması Peugeot-Citroën bu vergilendirme sistemini protesto ederek Paris’teki fabrikasını kapatacağını duyurmuştur. Bu nedenle halka benzerliği ve Sarkozy gibi aşırılıkları olmaması sebebiyle “Bay Normal (Monsieur Normal)” olarak nitelendirilen Hollande, son dönemde “Bay Zayıf (Monsieur Faible)” şeklinde adlandırılmaya başlanmıştır.[17]

Hollande döneminin ikinci önemli gelişmesi dış politikada yaşanmıştır. NATO’nun askeri kanadına geri dönmek için büyük çaba harcayan Sarkozy kadar iyi bir Atlantikçi olmadığı gözlemlenen Hollande, önce Fransız askerlerinin Afganistan’dan geri çekilmesini sağlamış, daha sonra Mali'de İslamcı militanların ülkeyi ele geçirmesini önlemek için askeri müdahalede bulunmuştur. 12 Ocak’ta başlatılan “Serval Operasyonu”, Mali halkından büyük ölçüde destek görmüş ve başarıyla sonuçlandırılmıştır. Ancak solcu Hollande’ın imajını bu askeri müdahale bile sağ seçmen gözünde yeterince muteber bir konuma getirememiştir.



Hollande döneminin en çok dikkat çeken ve medyada en yoğun yer alan konularından birisi de eşcinsel evliliğe ve eşcinsel ebeveynlerin evlat edinmesine yönelik yasa çıkarması olmuştur.[18] Olay bazı kesimlerde mutluluk yaratırken, yasayı protesto için Fransa’da sokağa çıkıp gösteri yapan çok sayıda vatandaş da dikkat çekmiştir. Hollande ayrıca Sarkozy döneminde 65’e çıkarılan emeklilik yaşını 60’a düşüreceğini vaat etmiştir. Hollande’ın başını son dönemde en çok ağrıtan konu ise, önceki Maliye (Bütçe) Bakanı Jérôme Cahuzac’ın vergilendirmeden kaçmak amacıyla milyon dolarlık servetini İsviçre’de gizli bir kasada sakladığını itiraf etmesi olmuştur.[19] Hollande ayrıca yenilenebilir enerjiyi yaygınlaştırmak için, elektrik üretiminde kullanılan nükleer enerji payının % 75’ten % 50’ye düşürmeyi planladığını açıklamıştır. Le Nouvel Observateur dergisi yakın tarihte Hollande’ın verdiği 60 sözün 1 yıllık iktidarı içerisinde ne ölçüde başarıldığını inceleyen bir dosya yayınlamıştır.[20] Ayrıntılı bilgilere buradan da ulaşılabilir.

François Hollande’ın anketlerde şu an için oldukça düştüğü gözlemlenen popülaritesi, bir ekonomik toparlanma yaşanması halinde kısa sürede düzelebilecektir. Hollande’ın Türkiye açısından önemi ise 2015 yılına doğru gidilirken Ermeni iddiaları karşısında göstereceği tavır ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği yolunda izleyeceği politikalardır.   


Dr. Ozan ÖRMECİ





[1] “François Hollande”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/Fran%C3%A7ois_Hollande.
[2] “François Hollande”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Fran%C3%A7ois_Hollande.
[3] “François Hollande”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/Fran%C3%A7ois_Hollande.
[4] “François Hollande”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/Fran%C3%A7ois_Hollande.
[5] “François Hollande”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Fran%C3%A7ois_Hollande.
[6] “François Hollande Biography”, Biography.com, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://www.biography.com/people/fran%C3%A7ois-hollande-20849813.
[7] Bazı kitaplarına şuradan bakılabilir; http://www.amazon.co.uk/s/ref=ntt_athr_dp_sr_1/275-9386710-9752958?_encoding=UTF8&field-author=Fran%C3%A7ois%20Hollande&search-alias=books-uk&sort=relevancerank.
[8] “What Now For François Hollande?”, Le Monde Diplomatique, Erişim Tarihi: 01.05.2013, Erişim Adresi: http://mondediplo.com/openpage/what-now-for-francois-hollande.
[9]François Hollande 'would lose to Marine Le Pen tomorrow'”, The Telegraph, Erişim Tarihi: 01.05.2013, Erişim Adresi: http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/francois-hollande/10030885/Francois-Hollande-would-lose-to-Marine-Le-Pen-tomorrow.html.
[10] “Fransızların Sarkozy Özlemi Artıyor”, Haberler.com, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://www.haberler.com/fransizlarin-sarkozy-ozlemi-artiyor-4577039-haberi/.
[11] “Hollande's plane hit by lightning, reports say”, BBC News, Erişim Tarihi: 01.05.2013, Erişim Adresi: http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-18074342.
[12] “François Hollande”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Fran%C3%A7ois_Hollande.
[13] “Fransa’da Ekonomik Sıkıntılar 1 Mayıs’a Gölge Düşürdü”, Haberler.com, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://www.haberler.com/fransa-da-ekonomik-sikintilar-1-mayis-a-golge-4581703-haberi/.
[14] “Gerard Depardieu resmen Rus Vatandaşı”, CNN Türk, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://www.cnnturk.com/2013/yasam/02/23/gerard.depardieu.resmen.rus.vatandasi/697670.0/index.html.
[15] “François Hollande”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Fran%C3%A7ois_Hollande.
[16]Francois Hollande defends 75 per cent tax rate”, The Telegraph, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/francois-hollande/9773686/Francois-Hollande-defends-75-per-cent-tax-rate.html.
[17]François Hollande: from Mr Normal to Mr Weak”, The Guardian, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://www.guardian.co.uk/world/2013/apr/28/francois-hollande-mr-normal-mr-weak.
[18] “Rainbow Warriors”, The Economist, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://www.economist.com/news/europe/21576692-frances-parliament-votes-legalise-gay-marriage-and-adoption-rainbow-warriors?zid=309&ah=80dcf288b8561b012f603b9fd9577f0e.
[19]François Hollande: from Mr Normal to Mr Weak”, The Guardian, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://www.guardian.co.uk/world/2013/apr/28/francois-hollande-mr-normal-mr-weak.
[20] “Les 60 promesses de Hollande, un an après”, Le Nouvel Observateur, Erişim Tarihi: 02.05.2013, Erişim Adresi: http://tempsreel.nouvelobs.com/hollande-un-an-a-l-elysee/20130430.OBS7741/les-60-promesses-de-hollande-un-an-apres.html.