20 Şubat 2018 Salı

CFR Podcast: Putin Ne İstiyor?


The Atlantic dergisi yazarı Amerikalı gazeteci Julia Ioffe[1], bu hafta Council on Foreign Relations (CFR) web sitesinde yayınlanan bir podcast programında[2] James M. Lindsay’in konuğu olmuş ve Rusya’daki saha deneyimleri ve gözlemleri sonrasında kaleme aldığı ve Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in güncel siyasal eğilimlerine ışık tutan “What Putin Really Wants” (Putin Gerçekte Ne İstiyor)[3] makalesindeki fikirlerini açıklamaya çalışmıştır. Bu yazıda, bu programda işlenen fikirler özetlenecektir.

Julia Ioffe

Julia Ioffe, sözlerine, makalesine adını veren soruya yanıt vererek başlamakta ve Putin’in Rusya adına dünya hâkimiyeti kurmak isteyen bir lider değil, başta kalmaya çalışan bir siyasetçi olduğunun altını çizmektedir. Ioffe’ye göre, 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin çöküşüne tanıklık eden Putin’in temel güdüsü, Rus devletinin bir kez daha çöküşüne engel olmaktır. Zira yazara göre, devletçi bir siyasetçi olan Putin için, devletin çökmesi bir ulusun başına gelebilecek en kötü şeydir. Zaten tam da bu nedenle, Putin, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını “20. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi” olarak tanımlamaktadır. Rusya’daki mevcut siyasi düzeni durgun ve kımıldamaz (stagnant and super stable) olarak değerlendiren Ioffe, Putin’in Mart ayında yapılacak Başkanlık seçimini de rahatlıkla kazanacağını öngörmektedir. Putin Rusya’sının yakın zamanda çökme riski taşımadığını sözlerine ekleyen Ioffe, buna karşın 20. yüzyılda 1917 ve 1991 olmak üzere iki defa çöken Rus devleti için çöküşün bir fantezi senaryosu olmadığını hatırlatmaktadır. Bu bağlamda, gazeteciye göre, Rusya’da siyasal yapı çok durağan olmasına karşın, herkesin çöküşten bahsetmesi hayra alamet değildir. Bunun temel sebebi ise, sistemin kurumlar üzerinden değil, kişiler üzerinden işlemesi ve giderek daha da kişiselleşmesidir. Ioffe’ye göre, Duma Meclisi Başkanı’nın “Vladimir Putin Rusya demektir ve Putin yoksa Rusya da yoktur” sözü, sistemin ne derece kişiselleştiğinin ve Putin sonrasında Rusya'nın nasıl risklerle yüzleşeceğinin açık kanıtıdır.

Putin’in halen daha Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının travmasıyla hareket ettiğini iddia eden Julia Ioffe, bu dönemde eski Sovyet coğrafyasında birçok yeni devletin kurulmasının ve sonrasında ortaya çıkan Çeçenistan Sorunu’nun Putin ve Rus siyasal eliti üzerinden derin izler bıraktığını ve bu nedenle Batı’da çok şahin ve milliyetçi bir isim gibi yansıtılan Putin’in, aslında kendi ülkesinde bazı çevrelerce Batı yanlısı ve liberal olmakla eleştirildiğini belirtmektedir. Bunun yanında, Amerikan dış politikasının da Putin açısından daima büyük bir tehlike kaynağı olarak görüldüğünü belirten Ioffe, ABD’nin Arap Baharı ve benzeri demokrasi ihracı politikalarının Rus devletince olumsuz algılandığına dikkat çekmektedir. Putin’in, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi gibi ABD veya ABD yanlılarınca devrilen diktatoryal figürlerin başına gelenleri hazmedemediğini ve bunları “kişisel” algıladığını belirten Amerikalı gazeteci, bu nedenle onun ABD ve Batı’ya hiç güvenmediğini belirtmektedir. Rus liderin, Irak, Libya ve Suriye’de yaşananlara bakınca o kadar da haksız olmayabileceğini kaydeden Ioffe, bu tarz iç savaş ve kaos süreçlerinde ılımlı grupların radikalleşebildiklerini ve bu durumun diktatoryal yönetimleri haklı çıkardığını söylemektedir. 2011-2012 yıllarında, Dimitri Medvedev Devlet Başkanı iken, Rusya’da “beyaz devrim” veya “kar devrimi” (white revolution – snow revolution) adı verilen bir süreç yaşandığını ve Moskova ve St. Petersburg gibi şehirlerde şehirli burjuva gruplarının yolsuzluk karşıtı ve demokrasi yanlısı liberal çizgide gösteriler yaptığını hatırlatan Amerikalı gazeteci, bu gibi grupların şimdi korkudan ortadan kaybolduğuna dikkat çekmekte ve Rusya’daki bir sonraki devrimin “kahverengi devrim” (brown revolution), yani milliyetçi-popülist çizgide ve kanlı bir devrim olabileceğine işaret etmektedir. Amerikalı gazeteci, bu tarz bir devrim senaryosunda, Putin, oligarklar ve bürokratların bir blok oluşturacağını, ancak ekonomik durumun iyi olmadığı Rusya’da geniş halk yığınlarının onlara karşıt bir blok haline gelebileceğini belirtmektedir. Başkanlık seçimine girmesine izin verilmeyen muhalif lider Alexei Navalny’nin son dönemde ekonomik sorunlar nedeniyle halktan büyük ilgi görmeye başladığına da dikkat çeken kadın gazeteci, devletin son aylarda Rus halkını ağır vergi yükleriyle ezdiğine vurgu yapmaktadır.

Konuşmasının sonraki bölümünde, Rus lider Vladimir Putin ve çevresindekilerin komplo teorilerine yatkın olduğunu vurgulayan Julia Ioffe, bu konuda çeşitli örnekler vermekte ve bunun demokrasi açısından sakıncalı olduğuna işaret etmektedir. NATO’nun Libya’daki operasyonu sonrası Rusya’nın Batı ile ilişkilerde yeni ve sorunlu bir döneme girdiğine dikkat çeken gazeteci, Putin’in bu sinyalleri 2007 Münih Güvenlik Konferansı’ndaki ünlü konuşmasında da daha önce verdiğini hatırlatmaktadır. Rusya’nın son yıllarda diğer ülkelerdeki seçim süreçlerini internet üzerinden etkilemeye başladığına da vurgu yapan Ioffe, Rusya’nın beyin göçü ve eğitim sistemindeki kalitesizlik ve yolsuzluk gibi nedenlerle eskisi kadar iyi durumda olmadığının altını çizmektedir. Batı’nın Rusya’ya karşı yaklaşımlarının da bazı noktalarda hatalı olabileceğini kabul eden Julia Ioffe, Rusların Batı ile entegre olmaya yöneldikleri dönemde Batı tarafından itildiğini ve küçük düşürüldüğünü belirtmekte, ama Rusların da bu yönde fazla ısrarcı olmadıklarını düşünmektedir. Rusya’da, özellikle Putin yanlısı kesimlerde, Hillary Clinton ve Demokratlara yönelik 2016 ABD Başkanlık seçimleri döneminde çok olumsuz bir bakış açısı olduğunu da kaydeden konuşmacı, bu nedenle internet üzerinden propaganda yapan Rus hackerlarının Hillary Clinton karşıtı bir kampanya yürüttüklerini, ama Donald Trump’ın seçilmesini hiç beklemediklerini ve şimdi ne yapacaklarını da bilemediklerini söylemektedir. Trump’ın öngörülemez olmasının Rusya için şimdilerde daha büyük bir sorun teşkil ettiğini iddia eden gazeteci, buna karşın Trump’ın Moskova’da Rusya ile iyi ilişkiler kurmak ve ticaret yapmak isteyen bir lider olarak algılandığını söylemektedir.   

Konuşmanın son bölümünde Rusya’daki demokratik sorunlara dikkat çeken Julia Ioffe, kısa bir süre önce muhalif politikacı Boris Nemtsov’un Kremlin yakınlarında öldürüldüğünü, Ukrayna’da son yıllarda birçok talihsiz olay yaşandığını ve 2014’ten beri birçok muhalifin Rusya’dan kaçtığını belirtmekte ve 2018 Dünya Kupası’nın tamamlanmasının ardından Putin’in Rusya’da yabancı gazeteciler ve muhaliflere yönelik yeni bir gözdağı ve saldırı dalgası başlatabileceğini iddia etmektedir. Putin’in ve diğer otoriter liderlerin bu tarz uluslararası etkinlikleri çok iyi bir propaganda malzemesi haline getirdiklerini de belirten Amerikalı konuşmacı, bu nedenle bu tarz uluslararası oyunlar ve etkinliklerin demokratik ülkelere verilmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. Rusya’ya sık sık giden bir gazeteci olarak, Rus gençlerinin fakirlik ve imkânsızlıklar içinde nasıl yaşadıklarını bizzat gözlemlediğini belirten Ioffe, gençlerin büyük bir umutsuzluk ve kinizm içerisinde olduklarını söylemekte ve doğduklarından beri başlarında Putin’i gören gençlerin, siyasette başka bir alternatif düşünemediklerine dikkat çekmektedir. Bu anlamda, Rusya’da gençlerin değişimin öncüsü olabilecekleri konusunda iyimser görüşlere kapılmayan konuşmacı, gençlerin de diğer sosyal gruplar gibi kendi hayatlarını ve iyiliklerini düşündükleri için risk alamadıklarını söylemektedir.

Konuşmanın genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; konuşmacının demokrasi ve Batı yanlısı bir duruşunun olduğu ve bu nedenle Putin gibi otoriter ve Batı karşıtı yönetimlere olumsuz yaklaştığı, ayrıca kültürel ve sosyolojik açıdan farklı olan toplulukların farklı yönetim modelleriyle yönetilmelerinin daha iyi olmayacağı konusunda da sabit fikirli olduğu belirtilebilir. Oysa somut ekonomik veriler ve siyasal deneyimler, ne yazık ki Rusya’da demokrasi döneminin (Boris Yeltsin) otoriter dönemden çok daha istikrarsız ve başarısız sonuçlar ortaya koyduğunu göstermektedir. Bunun temel sebebi de, Batı ülkelerinin çıkarlarını değerlerinden daha fazla önemsemesi ve kolaylıkla demokrasi yanlısı grupları yarı yolda bırakabilmeleridir.


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ




Hiç yorum yok: