Giriş
Beykent
Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi İngilizce bölümü öğretim
üyesi Yrd. Doç. Dr. Ülke Evrim Uysal’ın İstanbul Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Dergisi’nin Ekim 2014 tarihli sayısında yayınlanan
“Büyük Etkinlikler: Kente ve Kent Mekânına Etkileri” adlı makalesi*,
küreselleşme çağında uluslararası organizasyonların şehirlere etkisini
araştıran ve İstanbul örneğini inceleyen önemli bir çalışmadır. Bu
yazımda, bu makale ışığında bu konuyu özetlemeye çalışacağım.
Büyük Etkinlikler
Kapitalizmin
şekil değiştirmesi ve neo-liberal baskılar nedeniyle kentlerin üretim
merkezlerinden ziyade rant sahaları ve turistik alanlara dönüştürülmesinin doğal bir
neticesi de, büyük etkinliklerin (mega-events) kentlerin
tanıtımı ve ekonomisi açısından çok önemli bir konuma gelmeleri
olmuştur. Küresel pazarda bir yer edinebilmek için birbirleriyle
kıyasıya rekabet içerisine giren kentler, olabildiğince çok yatırımcı ve
ziyaretçiyi kendilerine çekme amacıyla, son yıllarda birçok farklı stratejiyi gündeme
getirdiler. Uygun ulaşım şartları, yatırım kolaylığı, teknolojik
üstünlük, kurumsal etkinlik, dışa açıklık ve sermaye ve insan kaynağının
yeterliliği gibi altyapı unsurlarının dışında, büyük etkinliklerle
kentin adının duyurulması ve marka değerinin arttırılması (city branding)
stratejisi, kısa sürede tüm dünyada kabul gördü. Dolayısıyla, günümüzde, kentler, büyük etkinlikleri kendi marka değerlerini yaratmak ve
geliştirmek için çok önemli bir fırsat olarak kullanmaktadırlar.
Uysal’a
göre; “Büyük etkinlikler kısaca kentsel mekânda gerçekleşen, büyük
ölçekli ve geçici, bir kez yapılan ya da her yıl tekrarlanan
etkinlikler” şeklinde tanımlanabilir. Bu tip organizasyonlara örnek
olarak; büyük siyasi zirveler ve forumlar (G20, G7, NATO zirveleri),
önemli spor organizasyonları (Olimpiyatlar, Dünya Kupası, Avrupa
Şampiyonaları, Formula 1 yarışları), sinema festivalleri (Cannes Film
Festivali, Antalya Altın Portakal Film Festivali) ve büyük kültür
etkinlikleri (Avrupa Kültür Başkenti organizasyonları) gösterilebilir.
Kentlerin markalaşmasında önemli rol oynayan bu gibi etkinliklerin, yeni
iş olanakları ve artan dış ve iç yatırımlar sayesinde ekonomiye ve istihdama da
katkı sunacağı düşünülür. Elbette, her kenti kendi ölçeğiyle doğru
orantılı olarak değerlendirmek gerekir. Dünyadaki birçok kentin büyük
ölçekli organizasyonları düzenlemesi zordur; buna karşın, kendi
ölçülerinde çok başarılı ticari-kültürel-sportif faaliyetlere imza atabilirler. Örneğin,
İspanya’nın Barcelona şehrinin Katalan mimarisi ve kültürüne dayalı
turistik modeli veya Bunol kasabasının domates festivali gibi
organizasyonlarla yarattığı cazibe, çok büyük ölçekte olmayan bu şehirlere önemli turizm
gelirleri sağlamayı başarmış başarılı modellerdir. Bazen bu etkinlikler
öylesine başarılı olur ki, Cannes Film Festivali’nde olduğu gibi kentin
önüne bile geçebilir. Ayrıca organizasyon düzenlenen kentlerde
gerçekleşen tesisleşme faaliyetleri, ilerleyen yıllarda da bu kentlerin
yeni organizasyonlara ev sahipliği yapabilmesinin önünü açabilir.
Büyük
etkinliklere ev sahipliği yapacak kentlerin seçimiyle ilgili pek çok
eleştiri yapılabilir. İlk olarak, kuşkusuz, kentler arasında eşit bir
yarış söz konusu değildir. Doğal olarak, unutulmaz filmlere ve şarkılara
konu olan ve efsaneleşen Paris ve New York gibi kentlerin, diğer
kentlerle karşılaştırılması dahi düşünülemez. Buna karşın, bu derece
önemli olmayan kentlerin de başarılı lobi çalışmaları ve küresel
sermayenin desteğiyle başarı kazanmaları mümkündür. 2016
Olimpiyatları’nı Rio de Janeiro’nun kazanması veya 2022 Dünya Kupası’na
Katar’ın ev sahipliği yapacak olması, işte bu küresel sermaye desteği ve
başarılı lobi çalışmalarına son örneklerdir. Ayrıca büyük etkinliklerin
sonuçları da her zaman olumlu değildir. Nitekim Los Angeles (1984
Olimpiyat Oyunları), Barcelona (1992 Olimpiyat Oyunları) ve Glasgow
(1990 Avrupa Kültür Başkenti) kentlerinin elde ettiği büyük başarılar, büyük etkinliklere ev sahipliği yapan her
kentte gerçekleşmemiştir. 1976 Montreal Olimpiyat Oyunları'nın Kanada'da yarattığı hüsran veya 1999’da
Vilnius’un Avrupa Kültür Başkenti olarak turizm gelirlerinin düşmesi, bu
duruma iki örnektir. 2016 Rio de Janeiro Olimpiyatları’nın da yarattığı
ekonomik zorluklar, kısa bir süre önce Brezilya’da çeşitli siyasi krizlere neden olmuştur.
Dolayısıyla, kapsamlı ön hazırlık yapılmadan ve yeterli bütçe ayrılmadan
bu gibi organizasyonlara girişmek, ülkelerde son derece olumsuz sonuçlar
yaratabilir. Örneğin, 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları için yapılan
tesislerin oyunlar sonrasında kaderine terk edilmesi, buna en son örnek
olmuştur. Bu gibi olumsuzlukların doğal bir sonucu da, bu tip durumlarda
ülkelerdeki siyasal muhalefetin güçlenmesidir. Örneğin, son olarak
Madrid’in 2020 Olimpiyatları için aday olması, bu kentte çeşitli
tepkilere neden olmuştur.
İstanbul ve büyük etkinlikler (1996-2012)
İstanbul Örneği
Türkiye’nin
ekonomik ve kültürel başkenti olan İstanbul, bu ülkedeki büyük
etkinlikler açısından da tek merkez konumundadır. Türkiye’de düzenlenen
ilk büyük etkinlik, İstanbul’da düzenlenen 1949 yılındaki Avrupa Güreş
Şampiyonası’dır. Bu turnuva için Harbiye’de inşa edilen Lütfi Kırdar
Kongre ve Sergi Sarayı, 14 ayda tamamlanmış ve bugün bile kültürel
aktiviteler alanında faaliyettedir. İstanbul’un Olimpiyatlara ev
sahipliği yapma konusu ise, aslında 1980’lerden beri gündemdedir. Ayrıca
uluslararası şirketlerin 1980’lerden itibaren İstanbul’da şube açmaları
ve hatta bazılarının idari merkezlerini bu şehre taşımaları, İstanbul’u
büyük organizasyonlar için önemli bir aday haline getirmiştir. 1996’da
düzenlenen Habitat II Konferansı, bu anlamda İstanbul’u uluslararası
etkinliklere açan ilk önemli organizasyon olmuştur. 2010 yılındaki
Avrupa Kültür Başkenti statüsü ise, bu alandaki en önemli başarılardan
biri olmuştur. Hakikaten de, bu adım, İstanbul’a somut bazı kalıcı faydalar
sağlamıştır. Eski sanayi bölgelerinin yeniden düzenlenmesi, yeni
müzelerin (Adalar Müzesi, Avrupa Kültür Başkenti Mübadele Müzesi, TÜRVAK
Sinema Tiyatro ve Televizyon Müzesi ve Mimar Sinan Araştırma Merkezi
Müzesi) açılması ve başta Vortvorts Vorodman Ermeni Kilisesi ve Otağ-ı
Hümayun olmak üzere pek çok tarihi eserin yenilenerek kültür
merkezlerine, konser ve toplantı salonlarına ve sanat galerilerine
dönüştürülmesi, bu faydalar arasında sayılabilecek en önemli
unsurlardır. Ayasofya, Topkapı ve Kariye müzelerindeki yenileme
projeleri de bunlara eklenebilir. 2010 yılında uluslararası
organizasyonlar anlamında zirve yapan İstanbul, 1598 konser, 763 sergi,
1127 sanat performansı, 1201 konferans, 735 atölye çalışması ve 52
festivale ev sahipliği yapmıştır. Buna karşın, kentsel düzenlemeler
konusunda yaşanan sorunlar (Sulukule örneği) ve uluslararası
etkinliklerin kente eşit olarak dağıtılmaması (etkinliklerin % 70’i
Avrupa yakasında, % 65’i ise kent merkezinde düzenlenmiştir), İstanbul adına
sorun yaratan unsurlar olarak dikkat çekmiştir. Ayrıca turizm gelirleri de, o yıl içerisinde (2010) ilginç bir şekilde azalmıştır. Özetle, İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması, somut bazı kazanımların dışında çeşitli
sorunlar da yaratmıştır.
İstanbul
adına bir diğer önemli konu ise, 2000-2020 döneminde yaşanan Olimpiyat
Oyunları adaylık süreçleridir. 1990’lardan beri bu konuda inanılmaz hevesli ve gayretli
bir kent görüntüsü çizen İstanbul, buna karşın bunu gerçekleştirmeyi hala başaramamıştır. Bu süre zarfında 5 defa Olimpiyatlara aday olan
İstanbul, tüm bu girişimlerinde hüsrana uğramıştır. Nurettin Sözen
döneminde başlatılan lobi çalışmalarının ardından, ilk kez 2000 yılında
Olimpiyatlara aday olunmuş, ama elemede ilk turda elenilmiştir. Bu
başarısızlığın ardından altyapı eksikliklerini dikkate alan kent
yönetimi, Olimpiyat Stadyumu ve Olimpiyat Köyü’nün temellerini atarak, bu
eksiklikleri giderme yolunda önemli adımlar atmıştır. Bunun yanında, Olimpiyat adaylığı sürecinde pek çok tesis de inşa edilmeye başlanmıştır. Buna karşın, 2004
Olimpiyatları elemelerinde de ilk turda elenilmiştir. 2008 adaylığı ise, ilk kez somut ve ciddi adımları içermiştir. Atatürk Olimpiyat Stadyumu tamamlanmış ve
Sinan Erdem Spor Salonu olimpik standartlara uygun olarak inşa edilmiştir.
Ancak bu stadyumlar için yer seçimi ve erişilebilirlik konuları, eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Sonuçta, büyük çabalara rağmen, 2008
yılında da beklenen başarı gelmemiştir. 2012 yılında yaşanan cesaret kırıcı başarısızlığın ardından, 2016 yılında Olimpiyat ev sahipliği için aday
olunmadı. Son olarak, 2020 Olimpiyatları için bir kez daha aday olan İstanbul, bu kez ön elemeyi geçerek final şehirler arasına kalmasına ve favori olarak gösterilmesine karşın, Tokyo'ya geçilmekten kurtulamamıştır.
Sonuç
Sonuç
olarak, İstanbul, büyük potansiyeline karşın, Türkiye’nin vasat
ekonomik performansı, ülkenin Batı dünyasında olumsuz algılanmasına
neden olan hükümetinin İslamcı imajı ve söylemleri, altyapı eksiklikleri
ve güvenlik riskleri (terörizm, darbe girişimi vs.) nedeniyle, bugün
büyük etkinlikler için ideal bir kent olmaktan uzaktır. Buna karşın,
kentin 2000 yılından 2016’ya kadar gösterdiği büyük ilerleme de somut bir vakadır. Bu
nedenle, ekonomik gelişmeye paralel olarak, uluslararası
organizasyonlarda da daha iddialı bir konuma yakın gelecekte pekala
gelinebilir. Bunun içinse, "marka şehir" stratejisi kapsamında, İstanbul’un
ekonomiyi önceleyen ve ideolojik ya da teolojik yaklaşımları arka
planda bırakan çağdaş bir zihniyetle yönetilmesi şarttır.
* Söz konusu makaleye https://www.academia.edu/20263137/B%C3%BCy%C3%BCk_Etkinlikler_Kente_ve_Kent_Mekan%C4%B1na_Etkileri adresinden ulaşılabilir.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder