10 Nisan 2015 Cuma

Dr. Cemaliye Beysoylu ile Mülakat


Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) İşletme ve Ekonomi Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü öğretim üyesi Dr. Cemaliye Beysoylu ile Kıbrıs Sorunu ve Avrupa Birliği üzerine bir mülakat gerçekleştirdim. Aşağıda bu mülakatı bulabilirsiniz.

Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: Mülakat önerimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Öncelikle mülakata KKTC iç siyaseti ile başlamak isterim. Nisan ayında gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde adayların siyasi kampanya süreçlerini ve şanslarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dr. Cemaliye Beysoylu: Aslında uzun bir aradan sonra ilk kez sonucunu önceden kestirmenin bu kadar zor olduğu bir seçim süreci yaşıyoruz. Siyasi spektrumun farklı taraflarını temsil eden adaylar, müzakere sürecine dair de farklı fikirler öne sürüyorlar. Yalnız dikkat edilmesi gereken nokta, söylev bazında tüm adayların  federal çözüm noktasında hemfikir olmasıdır. Seçim sürecine dair bir diğer pozitif gelişme ise, Kanal T tarafından yayınlanan ve dört adayın da hazır bulunduğu tartışma programıdır. Kampanyalara dair öne çıkan bir diğer nokta ise, adayların bu seçimlerde müzakere sürecinin yanında Cumhurbaşkanı’nın iç siyasete etkisi üzerine de propaganda geliştirmeleridir. Sanırım bu durumun öncüsü Sayın Kudret Özersay olmuştur. Yalnız burada dikkatimi çeken konu, diğer adaylardan farklı olmak adına öne sürülen seçim vaatlerinin, anayasanın belirlediği Cumhurbaşkanı görev ve yetkilerinin kapsamına uygun olması gerektiğidir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: Doktora tezinizde Kosova ile Kıbrıs’ı “Avrupa Entegrasyonu” bağlamında değerlendiren karşılaştırmalı bir çalışma yaptınız. 2004 yılında Rumların tek taraflı olarak Avrupa Birliği’ne üye yapılması sonrasında Kıbrıs Sorunu’nun geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dr. Cemaliye Beysoylu: Yaygın bir görüştür ki; 2004’ten sonra gelişen süreçte AB, çözüm sürecindeki katalizör rolünü kaybetmiştir. Ama bu durum, sadece Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üyeliğinden dolayı, yani AB’nin üye ülkelere baskı uygulamayacak konumda olmasından kaynaklanan bir durum değildir. AB, Türkiye üzerinde de pek etkili olamamıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB iç siyasetine dahil olması, akabinde Ankara Antlaşması’nın uygulanmasına dair çıkan anlaşmazlık ve bu durumda bazı müzakere başlıklarının askıya alınmasının da durum üzerinde ciddi etkisi var.

Ama Türkiye-AB ilişkilerinin gerilmesinin tek sebebini Kıbrıs Sorunu olarak algılamak, AB ve Türkiye’nin kendi iç siyasetlerini görmezden gelmek olur. AB-Türkiye ilişkisi analizi yapacak kadar vaktimiz yok, ama şunu söylemek gerekir ki; Kıbrıs Sorunu engel teşkil etmeseydi de, AB şu aşamada zaten Türkiye kadar büyük bir ülkeyi sindirebilecek durumda değildir. Entegrasyon süreci, ülkelerin AB muktesebatını uygulayıp, üye ülke statüsüne ulaşmasından ibaret değildir. Yani mevzu sadece genişleme değildir. Entegrasyonun, bir de derinleşme yönü vardır ki, üye ülkeler arasında siyasi ve ekonomik işbirliğinin sürekli yeniden şekillenmesini sağlar. Özellikle Euro krizinin de etkisiyle, AB entegrasyonunun derinleşme ayağında son yıllarda ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır ve bu da, AB’nin bölgesel genişlemeye daha temkinli yaklaşmasına neden olmaktadır. Birkaç milyon nüfusa sahip Balkan ülkeleri dahi, AB’nin iç sorunlarından kaynaklanan ve “enlargement fatigue” (genişleme yorgunluğu) diye adlandırılan bu durumdan nasibini ciddi bir şekilde almıştır ve Türkiye de bu konuda istisna değildir. Ama AB’nin etki alanı, müzakere masasında bir anlaşmaya varılmasını sağlayabilecek katalizör rolünden daha geniştir. Birlik, Kıbrıs’taki görünürlüğünü ve varlığını mali destek ve hibe programları üzerinden sürdürmeye çalışmaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: Avrupa Birliği entegrasyon sürecinin toplumlara teorik olarak etkileri neler olmaktadır? Bu etkileri Kıbrıs Türk toplumu özelinde de görmek mümkün müdür?

Dr. Cemaliye Beysoylu: Entegrasyon sürecinin etkilerini teorize etmek kolay bir iş değildir. İsterseniz ben soru kapsamını biraz daraltıp, son zamanlarda konu üzerinde yaşanan bir tartışmayı gündeme getireyim. 2006 yılında Thomas Diez ve ekibi tarafından, AB’nin sınır bölgelerindeki etnik çatışmalar üzerindeki etkisini araştırmak için teorik bir yaklaşım geliştirmek için yapılan çalışmanın sonuçlarına baktığımızda; AB’nin iki kanallı potansiyel bir etkisi olduğunu görürüz. Akademik dili biraz basitleştirerek anlatırsak; AB, kendisine üye olma sürecindeki ülkelerde iki ayrı kanaldan etki sağlamaktadır. Bunlardan birincisi, ‘conditionality’ denen mekanizmadır ki, AB, muktesebatı yoluyla ve bazı ülkelerde muktesebat dışında koştuğu koşullara uyum sürecinin yarattığı etkiden bahseder. Bu kanalın ilk hedefi, siyasi elitler ve mevzu bahis ülkenin siyasi sistemidir. Ama unutulmamalıdır ki; AB entegrasyonu, üyelik sürecinde devletler bazında ilerlese de, aslında toplumun daha geniş kesimlerini de etkileyen bir süreçtir. Bu kanaldan sağlanan etki ise, ‘socialization’ diye adlandırılır. Basitçe açıklarsak, ‘socialization’, AB toplumlarının birliğin kurumlarıyla ve birbirleriyle girdikleri etkileşimi açıklamaya çalışır. Tabii bu noktada AB, her zaman bir aktör olarak ortaya çıkacak etkinin nasıl olacağını belirleyemez. ‘Conditionality’ siyasi elitleri hedef alırken, ‘socialization’ denen süreç hem siyasi elitleri, hem de tabanı etkileme kapasitesine sahip bir kanaldır. Ama burada esas gözden kaçmaması gereken mevzu, sanılanın aksine entegrasyon sürecinin etkisinin her zaman pozitif olmayacağıdır. AB’yi, kendisine genelde atfedildiği gibi katalizör olarak tanımlamak, sürecin farklı toplumlara etkisini anlamak için yola çıkan araştırmalarda fazlasıyla yönlendirici olabilir. Dolayısıyla, daha önce bahsettiğim çalışmanın da öne sürdüğü gibi, AB’yi ‘perturbator’ olarak tanımlamak daha doğru olacaktır.

Teorik argümanı daha da dallandırıp budaklandırmadan, Kıbrıs Türk toplumu özelinde bu konuya bakarsak; özellikle 2004 öncesinde, AB’nin her iki kanaldan da etki sahibi olduğunu görürüz. Fakat daha önce bahsettiğim nedenlerden ötürü, AB’nin ‘conditionality’ kanalı 2004’ten sonra büyük oranda zarara uğramıştır. Her ne kadar Kıbrıs Türk toplumu henüz AB’ye dahil olmadığı için, AB’nin bir çekim merkezi olma durumu halen devam ediyor olsa da, bu yaşanan süreçteki zedelenme, birliğin güvenilirliğini büyük ölçüde kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. ‘Socialization’ kanalının tam etkilerini saptamak içinse, kanımca henüz çok erkendir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan Örmeci: Bize zaman ayırdığınız için teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Çalışma sonuçlarının teorik çerçeve aşamasının tartışıldığı makale:
  • Diez, T. Stetter & S. Albert, M. 2006. “The European Union and Border Conflicts: The Transformative Power of Integration”, International Organization 60 (3), ss. 563-593.

Dr. Cemaliye Beysoylu Kimdir?
Dr. Cemaliye Beysoylu 1985 yılında Kıbrıs Girne’de doğmuştur. 2007 yılında İstanbul Üniversitesi Radyo-Tv-Sinema ve Sosyoloji bölümlerinden yan dal lisans derecesi alan Beysoylu, 2009 yılında yüksek lisans derecesini İngiltere’de Leeds Üniversitesi Avrupa Birliği ve Kalkınma Çalışmaları bölümünden almıştır. 2014 yılında aynı üniversiteden, Kosova ve Kıbrıs’ı karşılaştırmalı olarak çalıştığı doktora teziyle Dr. ünvanını kazanan Beysoylu, Girne Amerikan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde akademisyenliğe devam etmektedir.


Röportaj: Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tarih: 10.04.2015

Hiç yorum yok: