2 Ekim 2014 Perşembe

Robert Gilpin'in Gözünden Küresel Ekonomi Politik


Son yıllarda küreselleşmenin insan hayatına ve siyasal düzenlere somut olarak değen ve gözlemlenebilen etkilerinin artması sonucunda, Batı dünyası başta olmak üzere dünya akademik çevrelerinde küreselleşme hakkında yapılan çalışmalar artmaktadır. Son 20 yılda gerçekleşen bu hadise neticesinde, genelde iki ana blok karşımıza çıkmaktadır. Bunlar; küreselleşme ile devletlerin tamamen ortadan kaybolacağı ve ilerleyen yıllarda sınırsız, kontrolsüz bir dünyanın doğacağını düşünen ütopyacılar ve küreselleşmenin olumsuz sonuçları karşısında içe kapanmayı ve korumacılığı öneren eski kafalılardır. Liberal ve liberal sol akademik ve siyasi gelenek genelde ilk çizgiye yakın durmayı benimsemişken, kimi Marksist ve milliyetçi çevrelerse ikinci geleneğe daha yatkındır.

İşte bu arka planda, Profesör Robert Gilpin’in zaman içerisinde değişen fikirlerine daha yakından bakmakta fayda vardır. Robert Gilpin, 1930 doğumlu bir Ekonomi Profesörüdür. Princeton Üniversitesi’ne bağlı Woodrow Wilson School of Public and International Affairs’de Fahri Profesör olarak ders vermeye devam etmektedir.[1] Kendisi Council on Foreign Relations (CFR) ve American Political Science Association üyesidir. Gilpin, ünlü eseri “Global Political Economy: Understanding the International Economic Order”da (2001), kendisini Uluslararası İlişkiler ve Ekonomi Politik dalında “state-centric realist” (devlet odaklı realist) olarak tanımlamaktadır.[2] Bu tanımlama, klasik iki çizgiden daha farklı ve kanımca güncel siyasi gerçeklerle örtüşen önemli bir ifadedir. Bu nedenle Gilpin’in düşüncelerine yakından bakmakta fayda var.


Gilpin’in en ünlü eseri: Global Political Economy: Understanding the International Economic Order

Robert Gilpin, ünlü eserinin “The New Global Economic Order” (Yeni Küresel Ekonomik Düzen) adını verdiği birinci bölümünde fikirlerine açıklık getirmektedir.[3] Öncelikle Gilpin’e göre, küreselleşme hadisesi akademik dünyada (liberal ütopyacıları kastediyor) fazlasıyla abartılmakta ve zaman zaman da yanlış anlaşılmaktadır. Küreselleşmenin önemli ve 21. yüzyıl dünyasına damga vuran bir hadise olduğu tespiti, Gilpin’e göre de doğru ve yerindedir. Ancak bu noktadan hareketle, eski Marksist ütopyacılığa benzer şekilde devletin yok olacağını ve sınırların ortadan kalkacağını iddia etmek Gilpin’in düşüncesinde abartılı ve gerçekdışıdır.

Gilpin, bu temel tespitten sonra özeleştiriye başlamakta ve 1987 tarihli “The Political Economy of International Relations” (1987) kitabında[4] ele aldığı görüşleri revize etmektedir. Gilpin’e göre; bu eserde kullandığı bakış açısı öncelikle yerel ve ulusal ekonomik dinamikleri hiç hesaba katmamaktadır. Bunun sebebi, kendi ifadesiyle “bir küresel ekonomi politik kitabı yazmak istemesi”dir. Ancak Gilpin’in sonradan fark edeceği üzere, küresel ekonominin önemli bir ayağını da bugün dahi halen ulusal (milli) ekonomiler oluşturmaktadır. Bu nedenle 1987 tarihli eserindeki bakış açısı Gilpin’e göre dar kapsamlıdır. Aslında bu ifadeyi hem liberal ütopyacılar, hem de eski kafalı içe kapanmacılar için kullanmak mümkündür. Gilpin’e göre bu eksikliğin temel sebebi; 1987 yılında halen Sovyetler Birliği’nin olanca gücüyle varolduğu bir dönemde yazılan kitabın, daha sonra gerçekleşen SSCB’nin yıkılması ve ithal ikamesine dayalı üçüncü dünyacı korumacı ekonomik politikaların zayıflaması gibi hadiseleri görememesidir.

Bu girişten sonra, Gilpin, küresel ekonomi politik hakkındaki revize edilmiş görüşlerini açıklamaktadır. Ona göre, ulus devletler hala yerlerindedir ve ulusal ve uluslararası ekonomik ilişkilerde etkileri azalsa da, halen oldukça yüksek düzeydedir. Elbette küreselleşmenin getirdiği ulaşım ve iletişim imkanları ve düşen maliyetler nedeniyle, bugün bağımsız ekonomik aktörler arasında ilişki kurma şansı çok artmış ve bu trend devletleri geri çekilmeye zorlamıştır. Devletler bu gelişme karşısında neo-liberal ekonomik reçetelere yönelmiş ve kendilerini mümkün olduğunca küçülterek, güvenlik ve ekonomi yönetiminin koordinasyonu gibi meselelere odaklanmışlardır. Avrupa’dan başlayan bu eğilim, kısa sürede Uzak Asya’daki gelişmiş ekonomilere ve oradan da tüm dünyaya yayılmıştır. Ancak liberal ütopyacıların iddiasının aksine, dünyanın farklı coğraflarında devletler ortadan kaybolmamış, hatta ekonominin zayıfladığı ve çeşitli siyasi krizlerin yaşandığı ortamlarda eskisi kadar güçlü geri dönebilmeyi başarmıştır.   

Robert Gilpin’e göre; dünyada son dönemde yaşanan tüm olumsuz gelişmelerden küreselleşmeyi sorumlu tutmak yine de hatalıdır. Küreselleşmeci liberal ütopyanın abartılı iddialarının hatalı çıkması, elbette entelektüellerde küreselleşmeye yönelik bir tepkinin doğmasına yol açmış, bu da Avrupa’da ekonomik kriz ya da resesyon yaşayan bazı ülkelerde (Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Fransa) olduğu gibi aşırı sağ ve/veya aşırı sol oylarda hızlı bir artışa neden olmuştur. Bu gibi küreselleşme karşıtı eğilimler Avrupa ile sınırlı da değildir. Örneğin, 1999 yılında ABD’de yapılan bir anket çalışmasında Amerikan vatandaşlarının yüzde 52’si küreselleşme hakkında olumsuz görüş belirtmiştir. Ancak Gilpin’e göre reel ücretlerin düşmesi ve doğaya verilen zarar gibi yeni sol ve yeşil hareketlerde daha çok kullanılan ve küreselleşmeye yönelik sert argümanlar, küreselleşmenin kendisi kadar, bilgi ve ekspertize dayalı yönetim modelini oluşturamayan ulus devletlerin sonucudur. Bu nedenle modern dünyadaki tüm sorunlardan küreselleşmeyi sorumlu tutmak yanlıştır. Şu da unutulmamalıdır ki; günümüzdeki çoğu siyasal yapı, tarihte kalmış tüm türevlerine göre vatandaşların yönetime daha çok katıldığı ve yaşam koşullarının geçmişe kıyasla çok daha iyi olduğu bir düzeni vatandaşlarına sağlamaktadır.

Bu gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde, Gilpin’in yeni ve revize edilmiş bakış açısı, küresel ekonomiyi devlet odaklı realist bir paradigmadan okuma taraftarıdır. Bu bakış açısında "economic regionalism" (ekonomik bölgeselcilik) kavramı ön plana çıkmaktadır. Ekonomik bölgeselcilik, çeşitli ekonomik aktörlerin, devletlerin kontrolü ve desteğinde ekonomik entegrasyona başlamalarıdır. İlk başarılı örneklerinden birisi Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kabul edilebilecek olan bu girişim, bu örnekte olduğu gibi her zaman Avrupa Birliği gibi ulus devleti aşan bir yapı sonucu da yaratmayabilir. Ulus devletler, kendi ekonomik ve siyasi çıkarları için de bölgesel ekonomik entegrasyonu destekleyebilirler. Nitekim yeni kurulmakta olan Avrasya Ekonomik Birliği ve diğer birçok bölgesel ekonomik entegrasyon platformu, bugün ulus devletler temelinde hayata geçirilmekte ve başarılı sonuçlar alabilmektedir. Dahası Avrupa Birliği’nin siyasal ve sosyal entegrasyonda aceleciliği, bugün birlikte büyük sorunlara yol açmıştır. Bunların düzeltilebilmesi de hiç kolay gözükmemektedir. Bu nedenle AB’nin dahi ilerleyen süreçte ulus devletler temelinde bir birliğe geri dönüşü mümkün olabilir.

Gilpin’in devlet odaklı realizmi, kendi ifadesiyle aslında ulus devlete bir ahlaki tutunma değildir. Gilpin’e göre, bazılarının sandığının aksine realistler, milliyetçi olmak zorunda da değillerdir. Realist bir düşünürün dünya algılayışı, bir doktorun hastasında kanser tespit etmesine benzer. Burada sadece durum tespiti ön plandadır ve herhangi bir ideolojik önyargı ya da tercih yoktur. Bu noktada Gilpin, Makyavel, Thucydides ve Morgenthau’nun devlet odaklı realizmi ile Kenneth Waltz’un sistemik realizmini ayrıştırmakta ve kendisi eski geleneğe daha yakın durmaktadır. Bu bakış açısında, ahlaki değer yargılarının olmadığı düşüncesi de Gilpin’e göre yanlıştır. Hatta realistlerin moral pozisyonları, liberal ütopyacıların 1930’larda faşizm karşısında harekete geçmekteki isteksizlikleri ve yetersizlikleri düşünüldüğünde daha keskin ve etkilidir.  Bu noktada realizme yönelik en güçlü eleştiri, Gilpin’in de belirttiği gibi inşacılık (constructivism) geleneğinden gelmektedir. Alexander Wendt’in en sistematik şekilde savunduğu constructivism, realizmi salt materyalist temelde analiz yapmakla eleştirir. Ancak Gilpin’e göre; realizm aslında fikirlere de önem verir, sadece bunların materyal koşullar karşısında yetersiz kaldığına dikkat çeker.     

Sonuç olarak; Robert Gilpin’in küreselleşme hadisesi konusundaki fikirleri, geçmiş görüşlerine kıyasla daha dengeli ve iki temel farklı görüş arasında ortada bir yerdedir. Son yıllarda küreselleşmenin etkileri gözler görülür şekilde güçlü olmasına karşın, devletlerin ve orduların ortadan kaybolacağı düşüncesi, günümüz dünyasında fazlasıyla ütopyacı kalmaktadır.  

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


Hiç yorum yok: