Son yıllarda küreselleşmenin insan hayatına ve siyasal düzenlere somut
olarak değen ve gözlemlenebilen etkilerinin artması sonucunda, Batı dünyası
başta olmak üzere dünya akademik çevrelerinde küreselleşme hakkında yapılan
çalışmalar artmaktadır. Son 20 yılda gerçekleşen bu hadise neticesinde, genelde
iki ana blok karşımıza çıkmaktadır. Bunlar; küreselleşme ile devletlerin
tamamen ortadan kaybolacağı ve ilerleyen yıllarda sınırsız, kontrolsüz bir
dünyanın doğacağını düşünen ütopyacılar ve küreselleşmenin olumsuz sonuçları
karşısında içe kapanmayı ve korumacılığı öneren eski kafalılardır. Liberal ve
liberal sol akademik ve siyasi gelenek genelde ilk çizgiye yakın durmayı
benimsemişken, kimi Marksist ve milliyetçi çevrelerse ikinci geleneğe daha
yatkındır.
İşte bu arka planda, Profesör Robert Gilpin’in zaman içerisinde
değişen fikirlerine daha yakından bakmakta fayda vardır. Robert Gilpin, 1930
doğumlu bir Ekonomi Profesörüdür. Princeton Üniversitesi’ne bağlı Woodrow
Wilson School of Public and International Affairs’de Fahri Profesör olarak ders
vermeye devam etmektedir.[1]
Kendisi Council on Foreign Relations (CFR) ve American Political Science
Association üyesidir. Gilpin, ünlü eseri “Global Political Economy:
Understanding the International Economic Order”da (2001), kendisini
Uluslararası İlişkiler ve Ekonomi Politik dalında “state-centric realist”
(devlet odaklı realist) olarak tanımlamaktadır.[2]
Bu tanımlama, klasik iki çizgiden daha farklı ve kanımca güncel siyasi
gerçeklerle örtüşen önemli bir ifadedir. Bu nedenle Gilpin’in düşüncelerine
yakından bakmakta fayda var.
Gilpin’in en ünlü eseri: Global Political
Economy: Understanding the International Economic Order
Robert Gilpin, ünlü eserinin “The New Global Economic Order” (Yeni
Küresel Ekonomik Düzen) adını verdiği birinci bölümünde fikirlerine açıklık
getirmektedir.[3]
Öncelikle Gilpin’e göre, küreselleşme hadisesi akademik dünyada (liberal
ütopyacıları kastediyor) fazlasıyla abartılmakta ve zaman zaman da yanlış
anlaşılmaktadır. Küreselleşmenin önemli ve 21. yüzyıl dünyasına damga vuran bir
hadise olduğu tespiti, Gilpin’e göre de doğru ve yerindedir. Ancak bu noktadan
hareketle, eski Marksist ütopyacılığa benzer şekilde devletin yok olacağını ve
sınırların ortadan kalkacağını iddia etmek Gilpin’in düşüncesinde abartılı ve
gerçekdışıdır.
Gilpin, bu temel tespitten sonra özeleştiriye başlamakta ve 1987 tarihli
“The Political Economy of International Relations” (1987) kitabında[4]
ele aldığı görüşleri revize etmektedir. Gilpin’e göre; bu eserde kullandığı
bakış açısı öncelikle yerel ve ulusal ekonomik dinamikleri hiç hesaba
katmamaktadır. Bunun sebebi, kendi ifadesiyle “bir küresel ekonomi politik
kitabı yazmak istemesi”dir. Ancak Gilpin’in sonradan fark edeceği üzere,
küresel ekonominin önemli bir ayağını da bugün dahi halen ulusal (milli)
ekonomiler oluşturmaktadır. Bu nedenle 1987 tarihli eserindeki bakış açısı
Gilpin’e göre dar kapsamlıdır. Aslında bu ifadeyi hem liberal ütopyacılar, hem
de eski kafalı içe kapanmacılar için kullanmak mümkündür. Gilpin’e göre bu
eksikliğin temel sebebi; 1987 yılında halen Sovyetler Birliği’nin olanca
gücüyle varolduğu bir dönemde yazılan kitabın, daha sonra gerçekleşen SSCB’nin
yıkılması ve ithal ikamesine dayalı üçüncü dünyacı korumacı ekonomik
politikaların zayıflaması gibi hadiseleri görememesidir.
Bu girişten sonra, Gilpin, küresel ekonomi politik hakkındaki revize
edilmiş görüşlerini açıklamaktadır. Ona göre, ulus devletler hala yerlerindedir
ve ulusal ve uluslararası ekonomik ilişkilerde etkileri azalsa da, halen oldukça yüksek düzeydedir. Elbette küreselleşmenin getirdiği ulaşım ve iletişim
imkanları ve düşen maliyetler nedeniyle, bugün bağımsız ekonomik aktörler
arasında ilişki kurma şansı çok artmış ve bu trend devletleri geri çekilmeye
zorlamıştır. Devletler bu gelişme karşısında neo-liberal ekonomik reçetelere
yönelmiş ve kendilerini mümkün olduğunca küçülterek, güvenlik ve ekonomi
yönetiminin koordinasyonu gibi meselelere odaklanmışlardır. Avrupa’dan başlayan
bu eğilim, kısa sürede Uzak Asya’daki gelişmiş ekonomilere ve oradan da tüm
dünyaya yayılmıştır. Ancak liberal ütopyacıların iddiasının aksine, dünyanın
farklı coğraflarında devletler ortadan kaybolmamış, hatta ekonominin
zayıfladığı ve çeşitli siyasi krizlerin yaşandığı ortamlarda eskisi kadar güçlü
geri dönebilmeyi başarmıştır.
Robert Gilpin’e göre; dünyada son dönemde yaşanan tüm olumsuz
gelişmelerden küreselleşmeyi sorumlu tutmak yine de hatalıdır. Küreselleşmeci
liberal ütopyanın abartılı iddialarının hatalı çıkması, elbette
entelektüellerde küreselleşmeye yönelik bir tepkinin doğmasına yol açmış, bu da
Avrupa’da ekonomik kriz ya da resesyon yaşayan bazı ülkelerde (Yunanistan,
Kıbrıs Cumhuriyeti, Fransa) olduğu gibi aşırı sağ ve/veya aşırı sol oylarda hızlı
bir artışa neden olmuştur. Bu gibi küreselleşme karşıtı eğilimler Avrupa ile sınırlı da değildir. Örneğin, 1999 yılında ABD’de yapılan bir anket çalışmasında
Amerikan vatandaşlarının yüzde 52’si küreselleşme hakkında olumsuz görüş
belirtmiştir. Ancak Gilpin’e göre reel ücretlerin düşmesi ve doğaya verilen
zarar gibi yeni sol ve yeşil hareketlerde daha çok kullanılan ve küreselleşmeye
yönelik sert argümanlar, küreselleşmenin kendisi kadar, bilgi ve ekspertize
dayalı yönetim modelini oluşturamayan ulus devletlerin sonucudur. Bu nedenle
modern dünyadaki tüm sorunlardan küreselleşmeyi sorumlu tutmak yanlıştır. Şu da
unutulmamalıdır ki; günümüzdeki çoğu siyasal yapı, tarihte kalmış tüm türevlerine
göre vatandaşların yönetime daha çok katıldığı ve yaşam koşullarının geçmişe kıyasla
çok daha iyi olduğu bir düzeni vatandaşlarına sağlamaktadır.
Bu gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde, Gilpin’in yeni ve revize
edilmiş bakış açısı, küresel ekonomiyi devlet odaklı realist bir paradigmadan
okuma taraftarıdır. Bu bakış açısında "economic regionalism" (ekonomik
bölgeselcilik) kavramı ön plana çıkmaktadır. Ekonomik bölgeselcilik, çeşitli
ekonomik aktörlerin, devletlerin kontrolü ve desteğinde ekonomik entegrasyona
başlamalarıdır. İlk başarılı örneklerinden birisi Avrupa Kömür ve Çelik
Topluluğu kabul edilebilecek olan bu girişim, bu örnekte olduğu gibi her zaman Avrupa
Birliği gibi ulus devleti aşan bir yapı sonucu da yaratmayabilir. Ulus devletler, kendi ekonomik ve siyasi çıkarları için de bölgesel ekonomik entegrasyonu
destekleyebilirler. Nitekim yeni kurulmakta olan Avrasya Ekonomik Birliği ve
diğer birçok bölgesel ekonomik entegrasyon platformu, bugün ulus devletler
temelinde hayata geçirilmekte ve başarılı sonuçlar alabilmektedir. Dahası Avrupa
Birliği’nin siyasal ve sosyal entegrasyonda aceleciliği, bugün birlikte
büyük sorunlara yol açmıştır. Bunların düzeltilebilmesi de hiç kolay
gözükmemektedir. Bu nedenle AB’nin dahi ilerleyen süreçte ulus devletler
temelinde bir birliğe geri dönüşü mümkün olabilir.
Gilpin’in devlet odaklı realizmi, kendi ifadesiyle aslında ulus devlete
bir ahlaki tutunma değildir. Gilpin’e göre, bazılarının sandığının aksine
realistler, milliyetçi olmak zorunda da değillerdir. Realist bir düşünürün dünya
algılayışı, bir doktorun hastasında kanser tespit etmesine benzer. Burada
sadece durum tespiti ön plandadır ve herhangi bir ideolojik önyargı ya da
tercih yoktur. Bu noktada Gilpin, Makyavel, Thucydides ve Morgenthau’nun devlet
odaklı realizmi ile Kenneth Waltz’un sistemik realizmini ayrıştırmakta ve kendisi
eski geleneğe daha yakın durmaktadır. Bu bakış açısında, ahlaki değer
yargılarının olmadığı düşüncesi de Gilpin’e göre yanlıştır. Hatta realistlerin
moral pozisyonları, liberal ütopyacıların 1930’larda faşizm karşısında harekete
geçmekteki isteksizlikleri ve yetersizlikleri düşünüldüğünde daha keskin ve
etkilidir. Bu noktada realizme yönelik
en güçlü eleştiri, Gilpin’in de belirttiği gibi inşacılık (constructivism)
geleneğinden gelmektedir. Alexander Wendt’in en sistematik şekilde savunduğu
constructivism, realizmi salt materyalist temelde analiz yapmakla eleştirir.
Ancak Gilpin’e göre; realizm aslında fikirlere de önem verir, sadece bunların
materyal koşullar karşısında yetersiz kaldığına dikkat çeker.
Sonuç olarak; Robert Gilpin’in küreselleşme hadisesi konusundaki fikirleri,
geçmiş görüşlerine kıyasla daha dengeli ve iki temel farklı görüş arasında
ortada bir yerdedir. Son yıllarda küreselleşmenin etkileri gözler görülür şekilde güçlü
olmasına karşın, devletlerin ve orduların ortadan kaybolacağı düşüncesi,
günümüz dünyasında fazlasıyla ütopyacı kalmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Hakkında bazı bilgiler için
bakınız; http://en.wikipedia.org/wiki/Robert_Gilpin
ve http://www.princeton.edu/politics/people/display_person.xml?netid=rggilpin&display=faculty.
[2] Kitap Amazon’da satışta; http://www.amazon.com/Global-Political-Economy-Understanding-International-ebook/dp/B005IYEP8G.
[3] Buradan okunabilir; http://press.princeton.edu/chapters/s7093.pdf.
[4] Buradan satın alınabilir; http://www.amazon.com/The-Political-Economy-International-Relations/dp/0691022623/.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder