10 Ağustos 2014 Pazar

2014 Türkiye Cumhurbaşkanlığı Seçimleri: Erdoğan'ın Pirus Zaferi


Dünyada ilgiyle takip edilen 2014 Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerini beklenildiği üzere Adalet ve Kalkınma Partisi’nin adayı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kazandı. Erdoğan, böylelikle Türkiye’nin 12. ve doğrudan halkoyuyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olmaya hak kazandı. Erdoğan’ın oy oranı seçim öncesinde yayınlanan son anketlerde % 57 dolaylarında gösterilmesine karşın, seçimlerde yalnızca % 51,8’de kaldı. Seçimlere katılım oranıysa Türkiye için düşük bir yüzde kabul edilebilecek olan % 74’ dolaylarında seyretti. Bunun temel sebepleri olarak seçimlerin Ağustos ayında yaz tatili döneminde yapılması ve CHP’li bir kısım seçmenin “çatı aday” formülüne destek vermeyerek sandığa gitmemesi gösterilebilir. Bu yazıda seçimler sonrasında Türkiye’deki siyasal partilerin son durumlarını değerlendirmeye çalışacağım.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP):
AKP seçimden zaferle çıkıyor gibi gözükmesine karşın, seçimler sonrasında bu parti adına çok zor bir dönemin başlayacağı nesnel analizlerde açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Erdoğan’ın galibiyeti daha çok bir “Pirus Zaferi”dir[1]. Bugüne kadar Başbakan Erdoğan’ın kontrolünde ve tek adam şovu şeklinde geçen seçim kampanyalarına alışan AKP’de, Erdoğan sonrasında liderin belirlenmesi ve seçim kampanyalarının yürütülmesi süreci oldukça sancılı ve zorlayıcı olacaktır. AKP’nin, Erdoğan’ın Köşk’ten müdahalesi ve kısmen kurumsallaşan parti yapısıyla liderlik sorununu kısa süre içerisinde halletmesi muhtemeldir. Fakat yeni seçilecek olan Başbakan’ın, tartışmasız lider hüviyetindeki Erdoğan’ın karizmasına ulaşabilmesi ve parti teşkilatına ve seçmen tabanına gücünü kabul ettirebilmesi kolay bir iş gibi gözükmemektedir. Erdoğan’ın bu konudaki taktiği Çankaya Köşkü’nü siyasileştirerek, partiyi Köşk’ten yönetmeye çalışmak olacaktır. Ancak AKP’nin anayasayı değiştirmek ve Başkanlık ya da yarı-Başkanlık sistemine geçmek için gerekli olan Meclis çoğunluğu bulunmadığı için Erdoğan’ın bunu başarabilmesi de oldukça zordur. AKP içerisindeki çatlaklar da, Erdoğan’ın birleştirici liderliği olmadan artık daha kolay ortaya çıkabilecek ve medya tarafından derinleştirilebilecektir. Dahası 2015 genel seçimlerinden başlayarak AKP’nin seçim kampanyalarında artık Erdoğan’ın kişisel karizması ve kutuplaşmayı teşvik eden ilginç siyasal taktikleri var olmayacaktır. Bu durum AKP’nin tabanında bir güven sarsılması yaratacak ve daha ilginci MHP’nin bu alana girmesini kolaylaştıracaktır. Bu nedenle AKP’nin 2015 genel seçimlerinden başlayarak işi daha zor olacaktır. Partide liderlik için ismi geçen isimler Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, AKP'nin ağır toplarından Mehmet Ali Şahin, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bakanlığı döneminde göz dolduran Binali Yıldırım ve Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’tur. Bu isimler arasında Davutoğlu ve Kurtulmuş rakiplerine göre daha şanslı gözükmektedir. Köşkteki Erdoğan’ın neler yapabileceği de büyük bir muammadır. Birleştirici bir makam olan Cumhurbaşkanlığını siyasileştirmesi, Erdoğan üzerindeki soru işaretleri ve tepkileri arttırabilecek ve kendisini başarısız bir Cumhurbaşkanlığına sürükleyebilecektir. Bu nedenle Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak nasıl hareket edeceği merak konusudur.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP):
Seçim sonuçları CHP’lileri memnun etmese de, yıllardır yapılan genel ve yerel seçimlerde AKP’nin yüzde 20’nin üzerinde oyla ve açık farkla gerisinde kalan CHP’nin, ilk kez AKP ile farkı % 13’lere indirmesi ve İhsanoğlu’nun % 39 oy oranına ulaşması partililerde yeniden bir umudun doğmasına yol açacaktır. Elbette bu oy Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile birlikte alınmıştır, ancak yine de Erdoğan ve AKP’nin yenilmez olmadığının anlaşılması açısından bu oy oranı psikolojik açıdan faydalı ve önemlidir. Seçim sonuçları incelendiğinde Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun “çatı aday” formülünün başarılı olduğu görülmektedir. CHP’nin bu seçimlere kendi adayıyla (ismi geçen isimler arasında önceki Genel Başkan Deniz Baykal dikkat çekmekteydi) girmesi durumunda ulaşabileceği en yüksek oy oranının % 25-28 bandında olduğu görülmektedir. Bu oy oranı, MHP’nin de kendi partisinden güçlü bir aday göstermesi durumunda seçimleri belki de 2. tura taşıyabilirdi. Ancak bu durumda 2. turda MHP ile tabanda birleşme garanti olmayacağı için, Erdoğan’ın alacağı yüzde 60 hatta yüzde 70’in üzerinde açık farklı bir galibiyet, kendisinin Başkanlık sistemi konusunda elini daha güçlü yapacak ve CHP’lilerdeki yenilgi travmasını arttıracaktı. Bu nedenle CHP seçimleri en az zararla atlatmayı başarmış ve başarılı olmuştur. Bu noktada partinin eleştirmesi gereken özelliği; Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun aksine tüm parti teşkilatının kampanyaya tam olarak asılmaması ve hizipçilik faktörünün ve kişisel hesapların partiyi zayıflatmasıdır. Ayrıca CHP’nin sağ tabandan oy alabilmek ve MHP ile yakınlaşmak adına, içeride önerdiği sosyal demokrat politikaların yanında dış politikada daha milliyetçi bir söylem tutturması gerekliliği de ortaya çıkmaktadır. Yıllardır sol-liberal aydınların yanlış tavsiyeleriyle hareket eden CHP’nin, artık Türkiye’deki sosyolojik gerçeklerin Avrupa tipi bir sola imkân tanımadığını anlaması gerekmektedir. Seçimleri yüzde 50’in üzerinde oyla tamamladığı görülen Başbakan Erdoğan’ın seçim kampanyası döneminde Ermeniler ve Alevilere yönelik kullandığı ayrımcı dil, Türkiye’deki sağ seçmenin yapısı hakkında CHP’li yöneticilere daha iyi fikir vermelidir. Elbette CHP’nin bu tarz söylemlere karşı durması, ancak dış politikada demokrasi ile sınırlandırılmış milliyetçilik-ulusalcılık eksenini daha iyi kullanması gereklidir. Milliyetçiliğin son dönemde dünyada yapılan genel seçimler incelediğinde (Japonya, Avustralya, Hindistan, Ukrayna) yükselen bir değer olduğu ve CHP’nin bu konuda daha açık fikirli olması gerektiği görülmektedir. Partinin seçimler sonrasında iç karışıklığa sürüklenmemesi ve MHP ile yakınlaşma ve sağdan da oy alabilme çizgisini devam ettirmesi zorunlu gözükmektedir. Seçimlerde büyük bir çıkış yapan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun partiye kazandırılması bu noktada önemli bir adım olabilir.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP): Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu seçimde CHP ile birlikte geliştirdiği “çatı aday” formülünün tam olarak istenilen sonucu vermese de, bu partinin de seçimleri en az zararla atlattığı vurgulanmalıdır. MHP, Erdoğan sonrası karizmatik liderinden yoksun kalan AKP’den daha fazla oy çalabilme potansiyeline sahip milliyetçi-muhafazakâr sağ bir parti olarak, bundan sonraki genel seçimlere çok daha iyi hazırlanmalıdır. Partinin, Iğdır milletvekili Sinan Oğan gibi yeni genç isimleri vitrine sürmesi ve medya görünürlüğünü arttırması bu noktada son derece gereklidir. Partinin iç karışıklığa sürüklenmemesi ve Genel Başkan Devlet Bahçeli’ye yönelik yeni bir imaj çalışmasının başlatılması da gerekli politikalar olarak öne sürülebilir. MHP’nin dini cemaat ve tarikatlarla bağlarını yeniden güçlendirmesi de, bu noktada çok önemli bir siyasi enstrüman olarak kullanılabilir. MHP’nin, iktidar adına CHP ile ortak hareket etmeye devam etmesi ve AKP’yi özellikle yolsuzluklar ve dış politika üzerinden eleştirerek oy oranını yükseltmesi önümüzdeki süreçte mümkün gözükmektedir. Irak ve Suriye’de yaşanan jeopolitik gelişmeler ve dünyada askeri-güvenlik politikalarının son dönemde önem kazanması, MHP’yi dünyada yeniden önemli ve dikkatle izlenen bir parti haline getirmektedir. Bu sürecin parti liderliği tarafından da doğru okunması ve gerektiği noktalarda riskler alınması gereklidir.
Halkların Demokrasi Partisi (HDP): Partinin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın, bu seçimde partinin yüzde 5-6’lık ortalama oyunu yüzde 10’lar (% 9,7) dolayına taşıması bu partiye genel seçimler öncesinde büyük moral sağlamıştır. Demirtaş seçim kampanyası döneminde mükemmele yakın bir performans göstermiş ve tartışmasız seçimin en çok çıkış yapan ismi olmuştur. Demirtaş’ın söylemlerinin, Kürt siyasal hareketi tarihinde ilk kez Türkiye geneline yönelik bir ton yakalamaya başladığı görülmektedir. Bu umut vaat edici bir gelişmedir ve mutlaka desteklenmelidir. Fakat bu noktada Demirtaş’ın artan meşruiyeti ve popülaritesi, Kürt hareketi içerisinde PKK lideri Abdullah Öcalan ve ona yakın kesimlerle kendisi arasında bir rekabetin yaşanmasına neden olabilir. Bu noktada sivil siyasete yakın duran Demirtaş’ın ön plana çıkarılması, Türkiye demokrasisi adına da faydalı bir gelişme olacaktır. Demirtaş’ın sol ekonomik politikalara ek olarak, Avrupa soluna benzer şekilde çevreci politikalar geliştirmesi durumunda partiyi % 10’lar seviyesine taşımasının mümkün olduğu görülmektedir. Ancak bu seçimde alınan % 9,7 oy, şimdilik bir sonraki genel seçimde % 10’luk barajın aşılacağını garantilememektedir. Zira seçimlere katılımın düşük olması, HDP’nin ve Demirtaş’ın oy oranını yüksek göstermiştir. Bu nedenle HDP’nin sonraki genel seçimlere de bağımsız adaylarla girmesi daha doğru bir politika olacaktır.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Pirus Zaferi, yıkıcı büyüklükte kayıplar pahasına kazanılan bir zafer anlamına gelir. Kazanan tarafın başka bir zafer kazanamayacak kadar fazla yıprandığı imasını taşır.

Hiç yorum yok: