Türk düşünce hayatının son yıllara kadar pek değeri anlaşılmamış bir ismi olan Cemil Meriç 1916 yılında Hatay Reyhanlı’da dünyaya gelmiş ve çocukluğu Hatay’da geçmiştir. Meriç’in ailesi Türkiye’ye Balkan Savaşları sırasında Yunanistan’dan göç etmiştir. Babası önce Ziraat Bankası Müdürü olarak çalışmış, daha sonrasında ise yargıç olmuştur. Meriç’in Zehra ve Nadide adlı iki ablası vardır. Cemil Meriç 3. sınıftan itibaren Fransızca eğitim veren bir okul olan Antakya Sultanisi’nde öğrenim görmüştür. Kişiliğinin oluşmasında, düşünce yaşamının gelişmesinde öğretmenlerinin payı ve etkisi oldukça yüksektir. Meriç okumaya çok düşkündür ve kitaplar onun yalnızlığını dindirdiği, kendisini bulduğu bir alan olmuştur. Çocukluğu ve gençliği boyunca Meriç kütüphanelerden hiç çıkmaz. Kitaplar onun çocukluk arkadaşlarıdır. Gençliğinde kaleme aldığı ve çeşitli gazetelerde çıkmış makaleleri vardır. Yazın hayatına gazetede çıkan bu makaleleriyle başlar. Kompozisyon yazmayı çok sever ve okulda bu derslerde hep birincidir. Ancak iyi görmeyen, yüksek derecede miyop gözleri nedeniyle cebir dersinden ikmale kalmıştır. Hatay’da 1. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda idare amirlerine Fransızlar hâkimdir. Meriç bu yıllarda bir çevirmen bürosundan teklif alır ve burada işe başlar. Türkler daha sonraları Hatay idare amirliklerinden Fransızların çekilmesini isteyince Hatay Valisi tarafından Meriç’in işine de son verilir. Tarık Mümtaz, Meriç’in bu dönemden yakın arkadaşıdır. Mümtaz ilk olarak Antakya gazetesinde yazmaya başlar. Daha sonra milliyetçi bir çizgiye kayarak başka gazetelerde yazmaya devam eder. Tarık Mümtaz arkadaşı Cemi Meriç’e Yenigün gazetesinde yazması için teklif yapar. Meriç de teklifi kabul ederek Yenigün'de yazılar kaleme almaya başlar. Meriç hocalarından daha milliyetçi bir tavırla yazar ve hocalarını eleştirir. Sevilen bir öğrenci olmasına karşın, belki de gençlik heyecanıyla yazdıklarındaki aşırı milliyetçi vurgular hocalarıyla arasını açar. Bu nedenle bir süre sonra 11. sınıfta mezun olamadan okuldan ayrılır.
Cemil Meriç bu hayal kırıklığı sonrası 12. sınıfa İstanbul’da Pertevniyal Lisesi’nde devam eder. O yıllarda sosyalizme ilgi duyar ve sosyalist olur. Hatta bu dönemde Nazım Hikmet ile de tanışır. Sosyalist çevreyle iletişimi nedeniyle bir aralar sürekli polis takibindedir. Okulda hocaları felsefede İhsan Kongar, tarihte Reşat Ekrem Koçu, edebiyatta Keyise İdali, Fransızca’da Nurullah Ataç’tır. Kumkapı ve Kadırga talebe yurtlarında kalır. Bu dönemde kendi imzasını kullanmadan iki kitap çevirir; bunlar Gaston Jèze’nin maliye ile ilgili 400 sayfalık bir kitabı ile Stalin’in “Pratik ve Teori” adlı kitabıdır. Lise eğitiminden sonra 1937 yılında İskenderun’a döner ve bir köyde ilkokul öğretmenliği yapar. Türk Hava Kurumu’nda sekreterlik, belediye'de kâtiplik gibi geçici görevlerde de bulunur. Yine bu yıllarda Hatay hükümetini devirmek suçundan idam talebiyle yargılanır. Dergi ve kitaplarına el konulur. Mahkemeye çıktığında Marksist olduğunu haykırır ancak suçsuz olduğu ortaya çıkınca beraat eder. Zaten Hatay da artık Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmıştır. Daha sonra tekrar İstanbul’a gider ve İstanbul Üniversitesi’nde Fransızca çevirmenliği ve okutmanlığı yapar. 1941 yılında İnsan dergisinde Balzac’la ilgili ilk makalesi yayınlanır. Staj için Fransa’ya gönderilecekken 2. Dünya Savaşı nedeniyle gidemez. Zorunlu görev için Elazığ’da bulunması gerekir. Gitmeden önce Fevziye Menteşoğlu ile tanışır ve evlenir. Eşi tarih ve coğrafya öğretmenidir. Elazığ’da boş bir kadro olmasına rağmen öğrenmen olarak atanmaz. Tayini çıkmadığı gibi genç çift burada iki çocuklarını da doğmadan kaybetmişlerdir. Eşinin ancak İstanbul’da sağlıklı doğum yapabileceği anlaşıldığından yeniden İstanbul’dadır. Meriç’e bakanlıkça izin çıkmaz geç kaldığı içinse geçici öğretmenliğe atanır ve istifa eder. 1945’te oğlu Mahmut Ali Meriç dünyaya gelir. 21 ay sonra da kızı Ümit Meriç doğmuştur. Aile bu yıllarda geçim sıkıntısı çeker. Meriç geçimini büyük ölçüde Balzac çevirilerinden ve çeşitli çevirilerden sağlar. Meriç 38 yaşında gözlerini tamamen kaybeder. İstanbul’da, daha sonra da Fransa’da tedavi görür. Fakat tedavilerden olumlu bir netice alınmaz. Bu onun için bir yıkım olmuştur. Okumayı, öğrenmeyi ve öğretmeyi bu kadar çok seven bir insan için görememek ve okuyamamak çok acı veren bir durumdur.
Ünlü Fransız romancı Honore De Balzac (1799-1850) Cemil Meriç’i etkileyen ve düşünce sistematiğinin oluşmasında etkili olan en önemli kişilerin başında yer alır. Çağdaş düşünce yaşamında ise teknoloji toplumuyla ilgili kendine özgü fikirleriyle bilinen ünlü Fransız sosyolog ve sosyalist Henri De Saint-Simon (1760-1825) etkili olmuştur. Daha önceleri Avrupa’ya ve Batı fikir dünyasına yönelmiş olan Meriç, Batı’nın karşısına Doğu’yu ve Asya’yı çıkarmıştır. Hindistan ve Hint kültürü Meriç için Asya’nın keşfi olmuştur. Meriç sağ ve sol adı altındaki kutuplaşmaya karşıdır. Gençlik dönemindeki sosyalist eğilimlerini saymazsak, kendisini sağ ya da sol olarak görmez. Bunun Batı’nın sınıflı toplumlarının bir sonucu olduğunu düşünür. Şöyle de demiştir; “Sol ve sağ… Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit”. Sağ da olsa, sol da olsa o düşünce yaşamını geliştiren her eseri okumak, her filozofun ve yazarın kendisini etkileyen, geliştiren yönleriyle ilgilenir. Hatta bir dönem sağ bir gazetede yazar. Solun kendisine küskünlüğü, sol-sağ iletişim kopukluğu gibi nedenlerle yine yalnızlığa bürünür. Onun için önemli olan dış güçlere karşı tek bir beden olmaktır. Telaş etmeden, öfkelenmeden, kışkırtmadan yazma taraftarıdır. Yazmanın önemine inanır ve “Yazıyla kazanılmayacak savaş yoktur” der. Ona göre düşünce adamı hiçbir zümreye bağlı olmamalı, talimat almamalıdır ve vatandaş olarak vazifeleri vardır. Gerçek bir fikir adamı kalabalığa doğruyu göstermeli, yalanların maskesini yırtmalı, yeri geldiğinde savaşmayı kabul etmelidir. Meriç “Sokaktaki insan boğazlanırken düşüncenin asaletine sığınarak elini kolunu bağlamak düşünceye ihanettir” der. Ancak politikadan hoşlanmaz ve uzak durur. Onun yeri kütüphanedir, işi de aydınlanmak ve aydınlatmak. Kitap ve kültür de bütün sevgililer gibi kıskançtır. İnsanı realiteden koparır ama asıl realite de onlardır. Cemil Meriç yazdıklarında Batı medeniyetinin temellerini araştırmaya çalışır. Yeri gelir Fransız edebiyatı ve Balzac’ın karakterleri, yeri gelir antik Yunan felsefesi ve Platon’un mağara benzetmesi onun yazdıklarına konu olur. Ayrıca eserlerinde kendi öz kültürünü arayışa dönük bir çaba da vardır. Meriç’in görme engelli fiziki durumu ve zorlu, hüzünlü hayatının izleri eserlerinde de görülür. Yazdıklarının hüzünlü bir havası olduğu iddia edilebilir. Meriç sağ ve sol kavramlarına olduğu gibi, ideolojilere de mesafelidir. En meşhur sözlerinden birisi “İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleridir” şeklindedir.
Cemil Meriç görme yeteneği kaybettikten sonra da talebeleri ve ailesi sayesinde çalışmalarına devam etti ve birçok esere imzasını attı. 1974 yılında İstanbul Üniversitesi’nden emekli oldu ve yıllarının birikimini ardarda kitaplaştırmaya girişti. 1984’te önce beyin kanaması, ardından felç geçirdi. 13 Haziran 1987’de vefat etti. Başlıca eserleri şunlardır;
İnceleme
- Hind Edebiyatı (1964)
- Saint Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist (1967)
- Umrândan Uygarlığa (1974)
- Bir Dünyanın Eşiğinde (1976)
- Işık Doğudan Gelir (1984)
- Kültürden İrfana (1985)
Deneme
- Mağaradakiler (1978)
- Bu Ülke (1974, 1985)
Günlük
- Jurnal I (1992)
- Jurnal II (1994)
Diğer Kitapları
- Kırk Ambar (1980)
- Bir Facianın Hikâyesi (1981)
- Sosyoloji Notları ve Konferanslar (1993)
KAYNAKÇA
- Meriç, Cemil, "Bu Ülke", 2010, İstanbul: İletişim Yayınları
- Meriç, Cemil, "Bu Ülke", 2010, İstanbul: İletişim Yayınları
Ozan Örmeci
3 yorum:
Hocam güzel bir yazı, fakat populer deyimle ''Türkiye'nin Vicdanı'' olan, Cemil Meriç gibi büyük bir düşünürü anlatmakta yetersiz kalmış. Ben şahsen Cemil Meriç'in düşünce dünyasına odaklı 2. bir yazı bekliyorum sizden.
Haklısınız, Cemil Meriç'i yeni yeni okumaya başladım. İlerleyen günlerde daha detaylı ve fikirleri üzerine yoğunlaşan bir yazı da kaleme almayı planlıyorum. Teşekkürler.
Bu Ülke' deki otobiyografisini okuduğumda gözlerim dolmuştu benim..
Evirip çevirip tekrar tekrar okuduğum yazıları vardır hatta, ezberlenilesi, başucu kitabı yapılası bir eserdi..
Ben de ikinci hatta üçüncü bir yazı bekliyorum hocam, yaz yaz bitmez ki zaten Ruh-i Türkiye..!
Yorum Gönder