11 Aralık 2010 Cumartesi

İleri Demokrasi ve Öğrenci Aktivizmi


Hükümet tarafından birinci ağızdan ileri demokrasiye geçtiğimizin ilan edildiği şu günlerde, üniversite öğrencilerinin anayasal haklarını kullanarak yaptığı barışçıl gösteri yürüyüşü ve basın açıklamalarına yönelik kolluk kuvveti tarafından yapılan ve orantısız güç kullanımı özelliği taşıyan müdahaleler; iktidarın kamuoyundaki imajına büyük zarar vermekte ve Türkiye demokrasisinin aslında o kadar da ileri olmadığını tüm Türkiye ve dünya kamuoyunun gündemine taşımaktadır. Bu yazıda son günlerde meydana gelen olayları inceleyecek ve hükümetin neden ısrarla kendisine zarar verecek söylem ve eylemlere girişmekte olduğunu bulmaya çalışacağım.
4 Aralık 2010 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisinde rektörlerle yapacağı toplantı öncesinde; 12 Eylül düzeninin bir kurumu olduğu bizzat Başbakan ve hükümet üyeleri tarafından dile getirilen YÖK’ün yapısının değişmesi ve öğrencilerle ve üniversitelerle ilgili alınan kararlarda gençlerin de söz hakkının olması gerektiğini savunan Genç-Sen üyesi yüzlerce gencin en temel anayasal hürriyetlerinden olan seyahat özgürlükleri ve gösteri yürüyüşü hakları ellerinden alınmış, dahası öğrenciler ellerinde hiçbir saldırı amaçlı nesne olmamasına karşın güvenlik güçleri tarafından coplu, biber gazlı ve bol tekmeli acımasız bir saldırıya maruz kalmışlardır. Sağlam bir şekilde gözaltına alınan ancak gözaltı sonrasında tanınmaz hale gelen bir erkek öğrencinin feci halini yansıtan fotoğraf, o gün yaşanan insanlık dışı vahşet ve şiddetin sembolü haline gelmiştir. Yaşanan olaylar ideolojik fark gözetmeksizin kamuoyunda infial yaratmış, özellikle hamile olduğu öğrenilen genç bir bayan öğrencinin çıkan arbedede bebeğini düşürmesi hükümete ve kolluk kuvvetine yönelik toplumda büyük bir öfke doğmasına yol açmıştır. Ancak son derece ilginç bir şekilde iktidar mensupları ve iktidara yakın basın-yayın organlarında bu olaylar bir “provokasyon” olarak nitelendirilerek, demokratik haklarını kullanan öğrencilere uygulanan şiddet neredeyse görmezden gelinmiştir. Bu durum da halkın ve özellikle gençlerin yaygın bir kesiminde, iktidara yönelik yurtiçi ve dışındaki çeşitli odaklar tarafından öne sürülen “anti-demokratik” yakıştırmalarının haklı olabileceğini düşündürmeye başlamış, hükümetin geri adım atmayan tavrı sonrası AKP’li TBMM Anayasa Komisyonu başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde vereceği konferans kendisine yapılan yumurtalı saldırı sonrası iptal edilmek durumunda kalmıştır.
Her fırsatta Türkiye’de demokrasiyi geliştirmek istediğini, siyasal hak ve özgürlükleri genişleterek “3-Y” ile yani yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele edeceğini iddia eden AKP’nin, kendisini kamuoyunda ciddi bir tahribata uğratan bu tip otoriter eğilimleri göstermesinin nedenleri ne olabilir diye düşündüğümde aklıma 3 temel sebep gelmektedir. Bunlardan birincisi; AKP’nin üst düzey yöneticilerinin başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere 12 Eylül öncesinde sol öğrenci aktivizminin yoğun olduğu ve bu aktivizmin devlet organlarının anti-komünist mücadele hassasiyeti nedeniyle zaman içerisinde demokratik sınırları aşar bir hale geldiği ortamda yetişmeleridir. Böyle bir ortamda yetiştikleri için üst düzey AKP yöneticileri demokratik hak arayışlarına ve öğrenci aktivizmine daima kuşkuyla yaklaşmakta ve birkaç yüz kişinin katıldığı masum bir öğrenci ya da işçi yürüyüşünü dahi rejimi yıkabilecek nitelikte olaylar olarak değerlendirmektedirler. Elbette Soğuk Savaş döneminin hastalıklı zihin dünyasını yansıtan bu tarz yaklaşımlar; 12 Eylül sonrasının demokrasi mücadelesiyle yoğrulmuş genç kuşakları için geçerli değildir ve öğrencilerin istedikleri komünist bir devrim yapmak değil, anayasada belirtilen devletin temel niteliklerinden olan sosyal devlet ilkesinin gereği olarak sağlık ve eğitim hizmetlerinin ücretsiz olması, 12 Eylül’ün geniş haklarla donattığı YÖK’te demokratik reformlar yapılmasıdır. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde öğrenci hareketlerinin doruk noktasında olduğu bir dönemde Türkiye’de sayıları birkaç yüzü bulan öğrencileri rejime yönelik bir tehdit olarak görmek, AKP’li üst düzey yöneticilerin Soğuk Savaş dönemi güvenlik algılamalarını aşamayacak ölçüde geçmişe takılı kaldıklarını ispatlamaktadır.
Öğrencilere ve masum öğrenci gösterilerine yönelik faşizan yaklaşımın kanımca ikinci temel sebebi; AKP’nin ülke içerisindeki rejimi kendi ideolojisi doğrultusunda içeriden değiştirme gayretleri ve bu gayretlerin devletin temel ilkeleri ve çeşitli devlet organlarının dünya algılamalarıyla uyuşmadığını bilmesi sebebiyle, sistemin neredeyse tamamına hâkim olmasına karşın kendisini halen muktedir olarak görememesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla kendisine yakın basın-yayın organlarında yüz binlerce eli silahlı mensubu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni dize getirdiği iddia edilen AKP’nin 150-200 öğrenci karşısındaki ürkek tavrının arkasında, öğrenci hareketlerinin demokratikleşme sürecinde hızla güçleneceğini bilmesi ve kendi değişim programının toplumun önemli bir bölümü ve devletin temel ilkeleriyle uyuşmadığı noktalarda halk ve devlet kurumlarından kendisine gelecek tepkilerden inanılmaz derece ürkmesidir. Yeni Osmanlı’yı kurma yolunda kendinden emin adımlar atan, Türkiye’yi adeta sessiz bir devrimden geçiren (!) anlı şanlı devlet adamlarımızın bir avuç öğrenciden korkmalarının altında; kendilerine güvensiz ve vizyonsuz kişiler olmalarının yanında işte bu dönüşüm programına ilerleyen yıllarda hızla artarak devam edecek tepkilerden korkmaları ve demokrasiyi “halkı kontrol etmek” olarak algılamaları yatmaktadır. Oysa demokrasi halkı kontrol etmek değil, halkın seçtikleri yöneticiler aracılığıyla kendi kendini yönetmesidir. Bu en temel siyaset bilimi öğretisini Türkiye’deki siyasal aktörlerin bir an önce öğrenmeleri gerekmektedir.
Son günlerde öğrenci gösterilerini şiddetle bastırmaya yönelik otoriter eğilimlerin üçüncü ve bir diğer nedeni de elbette ülkemizde son yıllarda çeşitli kurumların alenen siyaset sahnesine çekilmesi ve mensuplarının politize edilmesidir. Sağlıklı ve pekişmiş bir demokraside nasıl ordunun tarafsız, ideolojisiz olması bekleniyorsa, Emniyet Teşkilatı’nın da tarafsız, etnik, mezhepsel ve siyasal anlamda kör olması gerekmektedir. Devlet kurumlarının ideolojisi sadece anayasada çizilen sınırlarla çevrelenmeli, toplumsal grup ve hareketlere yönelik farklı yaklaşımlar asla bulunmamalıdır. Burada söylenen elbette sadece Emniyet Teşkilatı ya da Türk Silahlı Kuvvetleri için değil, tüm devlet organları için geçerli olmalıdır. Aksi takdirde devlet ideolojik bir renge büründürülürse kurulacak rejim demokratik bir rejim olmayacaktır. Bu sebeple bir an önce Türkiye’deki Emniyet çalışanlarına yönelik özel eğitimler verilmeli ve kendilerinin Bolşevik siyasal komiserleri değil, bir Avrupa demokrasisi olmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti’nin maaşlı memurları oldukları öğretilmelidir. Halkın kendi kurumlarına güvenmemesi durumunda demokratik bir rejim asla uzun süre ayakta kalamayacaktır.
Sonuç olarak kanımca hükümetin bu sakıncalı durumları ortadan kaldırarak bir an önce toplumun tamamını kucaklamaya çalışması ve gerilimin dozunu düşürmesi gerekmektedir. Bu olmadığı takdirde ilerleyen haftalarda olayların büyümesi ve Türkiye’de bir anarşi ortamının doğması muhtemeldir. Elbette bu olaylara hükümetten gösterilen şiddetli tepkilerin ardında seçimlere birkaç ay kalmışken ve bir sonraki parlamentonun Kürt sorunu konusunda önemli adımların atılacağı yeni bir anayasayı hazırlayacağı iddia edilirken, MHP’nin barajı geçmesini önlemek adına yapıldığı da bir komplo teorisi olarak ifade edilebilir. Zira Kürt sorunu konusunda atılacak adımlara mesafeli olduğu bilinen ve kadrosunu yeni isimlerle güçlendiren MHP’nin barajı geçmesi önlenebilirse AKP bu konuda daha da cesur davranabilecektir. Bu anlamda öğrenci hareketlerine ve demokratik eylemlere kültürel olarak mesafeli olan sağ ve aşırı sağın desteğinin alınması adına AKP belki de tansiyonu kasıtlı olarak yükseltmekte ve öğrencilerin acımasızca dayak yemelerine ses çıkarmamaktadır. Kirli bir oyun olan siyasette Makyavelizm ülkemizde yaygın bir eğilimdir.
Ozan Örmeci

Hiç yorum yok: