12 Ağustos 2010 Perşembe

Turkey Faces West


Tam adı “Turkey Faces West A Turkish View Of Recent Changes And Their Origin” olan 1930 tarihli çok önemli Halide Edip Adıvar eseri olan “Turkey Faces West”; Adıvar’ın 1925 yılında Atatürk ve tek parti sistemiyle yaşadığı problemler nedeniyle kendi isteğiyle başladığı gönüllü Amerika sürgününde 1930 yılında Amerika’da Williamstown Siyaset Enstitüsü’nde verdiği derslerin kitap haline getirilmesiyle ortaya çıkmış bir eserdir. Adıvar’ın Milli Mücadele dönemi başlarından beri desteklediği liberal görüşlerin ve Amerikan sempatisinin somutlaştırıldığı bir kitaptır. Ayrıca Türk kültürü üzerine fikirlere yer verilmiş ve kültür milliyetçiliği vurgulanmıştır. Türklere yönelik ön yargıları, yanlış anlaşılmaları düzeltmeye çalışan, erken dönem bir Oryantalizm kritiği olarak kabul edilebilecek gerçekten önemli bir eserdir. Adıvar kitap boyunca Türklerin Osmanlı İmparatorluğu’na kadar ne kadar laik, kadın erkek eşitliği bulunan bir toplum olduğunu ve Batılılaşmaya açık olduğunu kanıtlamaya çalışır. 270 sayfalık bu eser İngilizce olarak basılmış ve sanıyorum Türkçe’ye çevrilmemiştir.


Halide Edip’in kitapta yer alan önemli görüşlerini özetlemek gerekirse sanırım şu noktalar üzerinde durmakta fayda var. Cengiz Han ve Moğollar örneğinden de anlayabileceğimiz üzere “esas” Türklerde devlet ve din işleri ayrı olarak yürütülmüş ve mesela hatun devlet işlerinde söz sahibi olabilmiştir. Yörüklerde mesela kadın erkek eşitliği ve toplumsal dayanışma örnekleri açıkça görülebilir Adıvar’a göre. Türklerin bir diğer özelliği de “ordu millet” olmaları ve disipline büyük önem vermeleridir. Türklerdeki bu özgürlük anlayışı Bizans, İslam, Arap ve Pers kültürünün Osmanlı İmparatorluğu döneminde halka nüfuz etmesiyle azalmış ve Ortodoks İslam anlayışı laiklik ve kadın erkek eşitliği prensiplerini gölgede bırakmıştır. Halide Edip’e göre Türkler İslamiyet’i yürekten benimsemelerine karşın Şamanist gelenekleri ve önceki toplumsal yaşam alışkanlıkları nedeniyle diğer Orta Doğu ülkelerinden farklı bir İslam anlayışına sahip olmuşlardır. Şeriat hukukunun yanı sıra başka yasaları da bulunan Osmanlı İmparatorluğu Türkleri aşağılamaktan çekinmeyen çok etnik kökenli bir imparatorluk olmasına karşın bu özellikleri orada da bulmak mümkündür. Bu noktada Halide Edip aynı Şerif Mardin gibi Ortodoks İslam’dan çok halk İslam’ına (folk İslam), cemaatlere sempati duyduğunu belirtir. Zaten Mina Urgan’ın anılarından kendisinin de aldığı tüm Batılı eğitime ve Amerika’da geçen yıllarına karşın oldukça muhafazakâr bir kadın olduğunu biliyoruz. Osmanlı Türkü ile gerçek Türk’ü birbirinden ayıran Adıvar, Osmanlı döneminde Pers ve Arap etkisinin dil ve din başta olmak üzere her alanda etkisini gösterdiğini ve bu nedenle Türklerin ilerleyemediğini belirtir. Ancak Batılı yazarların Türkler ve İslam toplumları için takındığı ön yargılı tutumdan çok rahatsız olduğunu da açıkça belirtir. Bu yönüyle Edward Said’in yıllar sonra formüle edeceği teoriye öncülük yaptığı dahi iddia edilebilir. Türklerde din alanında büyük bir hoşgörü olduğundan söz eden Adıvar, düşüncesini örneklerle destekler. Ayrıca Osmanlı döneminde hoşgörülü ve çok renkli topluma da bir sempatisi olduğunu gizlemez. Adıvar’ın eleştirdiği Batılılaşma yoluna girmiş İttihat ve Terakki Partisi ve CHP gibi ilerici grupların halktan kopuk ve sosyal tabanı zayıf ani değişiklikler yapmaya çalışmalarıdır. Ulus-devlet kurma sürecinde ortaya çıkan tek tip düşünce ve kimlik olgusundan rahatsız olduğunu açıkça söyleyen Adıvar, Türk modernleşmesi ve Kemalist Devrim’in tarihsel bir kaçınılmazlık olduğunu ve önceki gelişmelerin doğal bir sonucu olduğunu ancak yanlış metotlar kullandığını belirtir. Ziya Gökalp’in “Doğudan gelip Batıya gidiyoruz” sözüne yer veren Adıvar aslında Türklerin zaten Batılı olduğunu vurgular. İslam’ın yaygınlaştırılmış pratiği ve kuralları nedeniyle moderniteyle bağdaşmasındaki zorluğu kabul eden Adıvar, bunu o an ki koşullarda ancak zaten Batılı değerlere yakın olan Türkler’in başarabileceğini iddia eder. Türklerin 15. yüzyıla kadar dünyaya hükmetmelerine karşın sonraki süreçte gerileyişlerini bilimsel yeniliklere cevap verememesine bağlayan Halide Edip, devletin din üzerindeki kontrolünden rahatsızlığını belirtir.


1939 yılında Atatürk’ün vefatı sonrası Türkiye’ye dönen ve İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde dersler veren Adıvar, 1950 yılında Demokrat Parti’den İzmir milletvekili seçilmiş ancak bir sonraki seçimlerde aday olmamıştır. Türk edebiyat dünyasının bu çok önemli isminin Amerika’da zamanında büyük ses getirmiş bu eserini kaleme almasındaki etkenler Amerikan toplumu ve entelektüellerinin Türkiye hakkında sahip oldukları ön yargılı yanlış görüşleri yıkmak ve iş birliği için uygun bir ortam yaratmaktır. Daha sonraları Türk-Amerikan Derneği’nin kurucularından biri de olacak olan Halide Edip, Milli Mücadele dönemi başlarında dile getirdiği Amerikan mandası yanlısı liberal görüşlerini kayıtsız şartsız bir işbirliğine dönüştürmüştür zaman içerisinde. Gerçekten okumak, incelemek, analiz etmek lazımdır bu önemli eseri… Kitapta yer alan ırk bazlı değerlendirmeleri analiz ederken 1930 yılında Sosyal Darvinizmin dorukta olduğu yıllarda kaleme alındığı ve henüz etnisite kelimesinin dahi keşfedilmemiş olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Ozan Örmeci

Hiç yorum yok: