19 Ağustos 2010 Perşembe

Kadirizm ve Cinsiyet Rolleri Üzerine


Kadirizm... Kadir İnanır’ın filmlerinde canlandırdığı karakterler ve gerçek hayatındaki tavırlarıyla oluşturduğu, dünyada ve ülkemizde fazlasıyla güçlü ve yerleşik bulunan ataerkil toplum düzenine paralel olarak şekillenmiş, bu ataerkil makro söylemin adeta aynası durumunda bulunan, kadın-erkek ilişkilerinin doğasını ve cinsel kimliklerin özelliklerini kendine göre belirlemeye çalışan, dünyada da türevleri bulunan Türkiye’ye özgü bir garip mikro ideoloji, anlayış, sosyal kod... Kadirizm’e ve onun egemen ataerkil söylemi nasıl yeniden ürettiğine bakmadan önce araştırmamızda kullanacağımız post-yapısalcı feminist teorinin nasıl geliştiğine bir göz atalım.

1960’larda yapısalcı teorilerin (özellikle Marksizm) sınıf meseleleri ve ekonomik determinizmle sınırlı kalmasının ve çeşitli sosyal sorunları açıklayamamasının da etkisiyle post-yapısalcılık değişen dünyanın felsefe alanındaki yeni yüzü olmaya başlamıştır. Post-yapısalcılık özellikle Michel Foucault’nun popüler olmuş eserleriyle birlikte dünya çapında tanınmış ve 20 yıl içerisinde teorik akademik çalışmalarda yapısalcılığın önüne geçen bir akım olmuştur. Komünist bloğun çöküşü ve post-modern sanat anlayışının popüler olması da post-yapısalcılığın yayılmasında önemli etkenlerdir. Popüler kültür ve söylem analizi metotlarının yaygınlaşmasıyla beraber sınıf mücadelesi dışında kalan sosyal olarak dışlanmış çeşitli gruplar (homoseksüeller, kadınlar, farklı dini-etnik-mezhepsel gruplar vs.) post-yapısalcı bir bakış açısıyla hakim söylemi sorgulamaya ve hatta sarsmaya başlamışlardır. Toplumda varolan türlü güç ilişkilerini ve hiyerarşik yapıları, söylem analizi yaparak, çeşitli kurumlara (hastane, bürokrasi, okul, geneleve vs) odaklanarak ve toplumsal normlar ve iktidar odakları tarafından “anormal” olarak nitelendiren marjinal grupları, düşünceleri inceleyerek açığa çıkarmaya çalışan Foucault, kendi yaşamında da normların ötesinde bir çizgiye sahip olmuştur. Foucault’dan cesaret alan çeşitli dışlanmış sosyal grupların savunucuları, fikirlerini bu doğrultuda dile getirmiş ve ötekileşmelerinin hikâyesini anlatmışlardır.

Feminist teori de, post-yapısalcılığın ortaya çıkışıyla liberal ve Marksist akımlardan başka tutunabileceği bir dal bulmuş ve Judith Butler ve Carol Pateman başta olmak üzere birçok post-yapısalcı feminist akademisyen yayınları, konuşmaları ve yaşamlarıyla hakim erkek egemen düzene başkaldırmışlardır. Mesela Pateman klasikleşmiş “The Fraternal Social Contract” makalesinde felsefi dünyada hakim olan toplumsal sözleşme teorilerinin (Thomas Hobbes, John Locke, Jean Jacques Rousseau, John Rawls vs.) ve modernizm anlayışının, nasıl kadını kamusal alandan dışlayan ve erkek egemen bir kardeşliğe dayalı olduğunu gözler önüne sermiştir. Pateman’a göre modern toplumda kadının annelik doğası ve güdüsünden kaynaklanan hane içinde (domestik) yoğunlaşan emeği görmezden gelinmekte ve toplumun, kapitalizmin ve ulus devletlerin ilerleyişini sağlayan nüfus artışı bu yolla doğal olarak sunulan bir şekilde kadını eve hapsederek sağlanmaktadır. Foucault’nun cinsellikle ilgili görüşlerini özümseyerek kendi feminist kuramını oluşturan Judith Butler ise “Bodies That Matter” isimli ünlü eserinde cinsiyet (gender) kavramının biyolojik farklılıklardan öte toplumsal olarak kurumsallaşmış ve erkek egemen bir söyleme göre şekillenmiş olduğunu ifade eder. Butler’a göre cinsiyet; hayatı düzenleyici bir ideal haline gelmiş ve yerleşik ataerkil heteroseksüel söylem kadın-erkek dikotomisini insanlara zorla dayatmıştır. Bu nedenle homoseksüellik eski çağlardan beri var olmasına karşın aykırı olarak nitelendirilmiş, kadın ve erkek davranışları çeşitli kalıplara sokulmaya çalışılmıştır. Mesela bir bebek henüz daha doğmadan bile cinsiyetinin belli olması sonrası “he” veya “she” şeklinde adlandırılmaya başlanmakta ve odası cinsiyetine uygun şekilde düzenlenmektedir. Dünyada çok yaygın olan bir uygulama bebek erkek ise mavi giysiler ve oyuncaklar, kız ise pembe giysi ve oyuncakların alınmasıdır. Bu şekilde bebek henüz doğmadan bir söylemin içerisine hapsedilmektedir. Erkek çocuklarına araba, silah, robot alınırken, kız çocuklarına daha çok oyuncak ev seti ve oyuncak bebekler hediye edilmektedir. Bu yolla cinsel kimlikler konusunda büyük bir kısıtlayıcılık empoze edilmekte ve mesela homoseksüellik ya da biseksüellik ahlak dışı, mantık dışı, anormal şeyler olarak kurgulanmaktadır. Kadirizm’in incelenmesinde bu teorik altyapının bize büyük faydası olacaktır.

Kadirizm efsanesini yaratan Kadir İnanır, 1949 yılının Ağustos sonu ve Eylül ayının ortalarında bir günde (nüfus kağıdındaki doğum tarihi 15 Nisan 1949’dur) çok kalabalık ve gelenekçi bir ailenin son çocuğu olarak Fatsa’da dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu Fatsa’da bitiren İnanır, büyük öğrenme aşkı nedeniyle İstanbul’a giderek liseyi İstanbul’da Haydarpaşa Lisesinde yatılı olarak okudu. Daha sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon bölümüne giren İnanır, bir yarışmada kazandığı birincilik sonrası çeşitli filmlerde küçük rollerde görünmeye başladı. Aynı dönemlerde çeşitli gazetelerde yayınlanan foto-romanlarda da yer alan İnanır, ilk fimlerinde bıyıksız, ince ve beyefendi hali ve düzgün İstanbul şivesi nedeniyle pek göze batmamıştır. İnanır’ın esas patlaması 1970’lerin başlarından itibaren daha geleneksel, maço roller üstlendiği, bıyıklı ve heybetli yeni bir görünüme sahip olduğu filmlerle mümkün olmuştur. İnanır özellikle 1970’lerde sol hareketlere de büyük ilgi göstermiş ve sendikal-siyasi oluşumlara, hareketlere aktif olarak destek vermiştir. Ayrıca yeraltı dünyasının çeşitli isimleriyle kurduğu arkadaşlıklar (İdris Özbir, Dündar Kılıç), fırtınalı aşk hayatı ve sosyete bayanlarıyla kurduğu kısa süreli ilişkiler İnanır’ı hep göz önünde tutmuştur. Çeşitli festivallerde üç defa en iyi erkek oyuncu ödülü kazanmasına rağmen İnanır günümüzde halk neznindeki saygın konumunu, oyunculuğundan çok halk kahramanı ve ideal Türk erkeği imajına borçludur. Bodrum Hakimi, Devlerin Aşkı, Ah Güzel İstanbul, Yılanların Öcü, Bir Yudum Sevgi, Dönüş, Selvi Boylum Al Yazmalım, Tatar Ramazan, Tatar Ramazan Sürgünde, Ah Gardaşım ve Komser Şekspir gibi birçok klasikleşmiş filmde yer alan İnanır’ın bu efsanevi mertebeye nasıl ulaştığına bakmak için filmlerinde ve özel hayatında çizdiği profile yakından göz atalım.

Kadir İnanır’ın 1970’lerden bu yana üstlendiği roller büyük bir çeşitlilik göstermesine karşın (kamyon şoförü, kıskanç aşık, futbolcu, güreşçi, mafya babası, tetikçi, mahalle kabadayısı, bey-ağa, isyankâr mahkûm vs.), bu rollerin ortak paydası hepsinin güçlü ve sert erkek imajından beslenmesidir. İnanır filmlerinde genellikle mert ve onurlu sert adamı oynamış ve kendisi tuzak kurulmadığı ya da “kahpelik” yapılmadığı sürece düşmanlarını daima alt etmiştir. Hayranlarının 1984 yılında sinemalarda gösterilen “Balayı” adlı filmde Kadir İnanır’ı kötü bir rolde görmeleri üzerine sinema salonunu yuhalayarak terk etmesi boşuna değildir. İnanır mesleği ne olursa olsun (tetikçi, mafya babası vs.) daima onuruna düşkün, mert bir Anadolu delikanlısıdır. Filmlerinde erkekler arasındaki en güçlü, yakışıklı, sert, karizmatik ve onurlu karakter İnanır’dır ve diğer erkek karakterlerin de saygısını kazanmıştır. Daha önemli olan ve feminizmle ilgisini kuran konu ise İnanır’ın kadınlara yönelik tutumudur. İnanır daima kadınlardan yoğun ilgi gören ideal erkek rolündedir. Ancak İnanır’ın ideal erkek olması ne entelektüel birikiminden, ne de romantizm düşkünlüğünden kaynaklanmaktadır. İnanır filmlerinde cinsel cazibesinin de yardımıyla kadın üzerinde egemenlik kuran himayeci hatta otoriter bir sevgilidir. Kız arkadaşının, karısının namusu kendisi için öncelikli önem arz etmektedir. Bu nedenle sevgilisinin giyimi ve toplumsal ilişkilerdeki tavırları çok önemlidir. Kendisinin çapkınlık yapma lüksü bulunmasına karşın sevgilisi asla namusuna, onuruna laf getirecek bir şey yapmamalıdır. Böyle bir durumda cezası en iyi ihtimalle dayaktır. Kadın figürü; popüler olmuş İnanır filmlerinde genellikle cinsellik, zayıflık ya da namusun simgesi olarak kullanılan bir yan faktördür. Filmin ve hayatın temelinde, merkezinde hep erkek vardır. Merkezdeki erkeğin çevresinde bulunan kadın; merkezin iktidarını güçlendirdiği sürece sevilir, korunur, hürmet edilir ancak ona başkaldırdığı, ihanet ettiği anda başı ezilmelidir.

Düşüncelerimizi aktarmayı İnanır’ın filmlerinden örneklerle sürdürelim. 1973 tarihli senaryosu Erdoğan Tünaş ve Bülent Oran tarafından yazılmış, müzikleri ise Yurdaer Doğulu tarafından yapılmış (Imdb.com) unutulmaz Osman Seden filmi “Yaban”, Kadirizm ekolünü yaratan filmlere iyi bir örnektir. Filmin başrollerinde Kadir İnanır, Gülşen Bubikoğlu ve Salih Kırmızı vardır. Yaban, birçok Kadir İnanır filminde olduğu gibi çözümleme yapmaya çok açık, zengin bir filmdir. Konusunu kısaca özetlemek gerekirse; İzmirli zengin bir ailenin kızı olan Alev (Bubikoğlu), çılgın genç arkadaşlarıyla beraber bir tatil beldesine tatile gelirler. Dünya umurlarında olmayan gençler, tekne turu yaparken küçük bir adada tek başına yaşayan ve kimseyle konuşmayan, Ali isminde sünger avcılığıyla geçinen sakallı, yabani bir adama (İnanır) rastlarlar. Arkadaşlarıyla girdiği bir iddia sonucu istediği herkesi hatta bu yabani adamı bile kendisine aşık edebileceğini söyleyen Alev, iddia nedeniyle sık sık Ali’nin yanına gitmeye ve onunla yakınlık kurmaya başlar. Alev ile evlenmeyi ümit eden sevgilisi (Kırmızı) ise bu durumdan çok rahatsızdır. Ali’nin tüm terslemelerine rağmen güzelliği ve tatlı dili sayesinde sonunda Ali ile diyalog kurmayı başaran Alev iddiayı kazanır ve Ali’ye onunla dalga geçen bir not bırakarak evinin yolunu tutar. Ancak yaşadığı sıkıntılar nedeniyle önceden hayata küsmüş olan Ali, bir umut olarak gördüğü ancak onuruyla oynayan Alev’den intikamını almak için ant içer. İzmir’de Alev’i takip etmeye başlayan Ali sonunda onu kaçırır ve zorla yeniden adaya götürür. Burada ikili arasında garip bir aşk başlayacak ancak denizde avlanırken köpekbalıklarının saldırısına uğrayan Ali, kopmak üzere olan bacağını kan kaybından ölmemek için baltayla Alev’e kestirmek zorunda kalacaktır. Ayrıca Ali neden insanlardan ve özellikle kadınlardan kaçtığının hikâyesini de Alev’e anlatacaktır. Film, bu fantastik ve zaman zaman gerilime kayan senaryosunun dışında özellikle müzikleri ve Kadirizm felsefesiyle yoğrulmuş kadın-erkek ilişkilerine bakışı açısından zengin bir mönü sunmaktadır. Kadir İnanır’ın vahşi bir şekilde elleriyle tavuk yeme sahnesi ve Gülşen Bubikoğlu’nu tokatladığı sahneler hafızalarda yer etmiştir.

Kadın-erkek ilişkilerine dönecek olursak, İnanır'ın zorla terbiye ettiği şımarık zengin kızı, büyük şehir çocuğu Alev başta hiç bir ev işi yapamazken, ona aşık olduktan sonra söylem doğrultusunda şekillenen “ideal kadın” olmakta ve ev işleriyle ilgilenmeye başlamaktadır. Bacağı kesik Ali yatakta dinlenirken onun tüm ihtiyaçlarıyla ilgilenmekte ve ona leziz yemekler pişirmektedir. Burada iyi kadın-kötü kadın ayrımı yapılırken hane işlerinin kadının sorumluluk alanı dahilinde olduğu ve kadının asli görevinin beyine hizmet etmek olduğu ısrarla vurgulanmıştır. Yine gerek Ali’nin kendisine sarkıntılık eden ve hayata küsmesine neden olan üvey annesi, gerek de Alev’in ilk dönemi düşünülürse; kadının cinselliğini kullanarak erkeğin başına belalar açan bir şeytan gibi gösterildiği açıktır. Yani Kadirizm felsefesinde kadın kontrol altında tutulması gereken ve bu konuda taviz verildiğinde her an karşı bir atak yapmaya açık zayıf ve kendini doğru şekilde yönetmekten aciz bir canlıdır.

Mehmet Aydın’ın senaryosunu yazdığı 1984 tarihli Şerif Gören filmi “Güneş Doğarken” de, Kadirizm olarak adlandırılan Kadir İnanır’ın film karakterlerinde can bulan kadın-erkek ilişkilerine ve cinsiyet rollerine dair toplumsal tavrı göstermesi açısından oldukça önemlidir. Filmin başrolünde Kadirizm’in doruklarındaki Kadir İnanır ve güzelliğiyle o dönem herkesi büyüleyen Hülya Avşar vardır. Ayrıca Kadir Savun, Yıldırım Gencer ve Halil Ergün gibi deneyimli oyuncular da filmde rol almıştır. Filmin konusunu kısaca özetlemek gerekirse; ağabeyi meşhur Konya kabadayısı Kara Mustafa’nın (Gencer) yörüngesinde yaşayan Kara Davut (İnanır), geleneksel yapının çok ağır bastığı şehir ve ailesinde gücü, gözüpekliği ve onuruna verdiği önemle bilinen saygın bir adamdır. Karanlık işlerle meşgul olmasına karşın şehirde çok sevilip, sayılmakta hatta Konyaspor futbol takımında da genel kaptanlık yapmaktadır. Karısının gelenekçi tutumu nedeniyle cinsel arzularını tatmin edemeyen Davut, İstanbul’dan şehre özel olarak getirilen ve şehir genelevinde üç gün boyunca kuyruk olmasına sebep olan Nalân’la (Avşar) büyük bir aşk yaşamaya başlar. Ancak ailesi ve özellikle ağabeyi, muhafazakâr çevrelerinden gelen tepkiler nedeniyle bu duruma büyük tepki göstermektedir. Ayrıca Davut’un koruduğu kirli iş adamı ve siyasetçi adayının, Davut’un çocukluk arkadaşı ve en iyi dostu olan üniversite mezunu ve solcu karakter Fikret Hoca’yı (Ergün) kooperatif inşaatı konusundaki kirli planlarını su yüzüne çıkarmak istemesi nedeniyle öldürtmesi sonrası işler iyice karışacak ve Kara Davut kontrolden çıkacak ancak sonu da hazinli olacaktır.

Filmin esas önemli özelliği kanımca ülkemizde hâkim olan cinsel kimlikler ve anlayış üzerine eşsiz bir araştırma fırsatı sunmasıdır. Genelev görüntüleri, Kara Davut’un karısına cinsellik konusundaki pasif ve isteksiz tavrı nedeniyle duyduğu hınç ve cinselliğini özgürce yaşayabilen Nalân’a duyduğu hayranlık, dindar-gelenekçi toplumun cinselliğe bakışı ve bu yolla bazı insanların ötekileştirilmesi filmin izleyiciye yansıttığı unsurlar arasındadır. İnanır’ın bu filmdeki beyaz takım elbiseli, kırmızı Mercedes’li, gür bıyıklı, irileşmiş hali görülmeye değerdir. Kara Davut, akşam yemeğinde sofrasında rakıdan taviz vermemekte ve kendisine çıkışmaya kalkan yardımcısına direk Osmanlı tokadı ile cevap vermektedir. Henüz hiç bir müşteri girmeden Nalân’ı genelevden çıkarıp havuzlu villasına getirttiği ve haşin bir şekilde sevişmeye başladıkları sahne de dikkat çekicidir. Şehirdeki tüm kadınların ilgisini üzerinde toplayan İnanır’ın canlandırdığı karakter fazlasıyla geleneksel, maço ve kaba bir tiptir. Bu şekilde İnanır’ın canlandırdığı ataerkil tipler Türk sinema izleyicisine idealize edilerek sunulmaktadır. Filmde Kadir İnanır’ın canlandırdığı karakterin söylediği birkaç unutulmaz sözü de hemen hatırlatalım; “sen yanlış adamsın”, “silaha el attın mı çekeceksin”, “ya sen varsın ya seni beklemek var”...

“Yaban” ve “Güneş Doğarken” benzeri filmlerle Kadir İnanır’ın oluşturduğu sert erkek imajı Türk halkı tarafından fazlasıyla benimsenmiş ve kendisi hane halkının Kadir Abi’si olarak kabul edilmiştir. Bunun nedeni hali hazırda varolan yerleşik erkek egemen söylem kadar Kadir İnanır’ın özenle hazırlanmış başarılı bir ticari proje olmasıdır. Meral Özbek’in “Arabesk Culture a Case of Modernization and Popular Identity” makalesinde Orhan Gencebay ve arabesk müzik üzerine söylediklerinden yola çıkarsak, İnanır projesi modernizm-geleneksellik ikiliği genlerinde bulunan Türk halkının Cumhuriyet süreci içerisinde oluşturduğu bir üçüncü yoldur. Nasıl Gencebay geleneksel halk türkülerini modern enstrümanları ve giyimiyle icra ediyorsa, İnanır da modern yaşamı ve hareketlerini geleneksel kadın-erkek ilişkilerine dayalı imajıyla desteklemiş ve bir halk kahramanı, efsane haline gelmiştir. İnanır geleneksel kadına (annesi, sevdiği kadın) karşı son derece saygılı iken, modern hafifmeşrep kadınlara karşı inanılmaz sert ve acımasızdır. Seyirci İnanır’ın ahlaki zaaflar (!) gösteren bir kadına attığı her tokatta kendinden geçmekte, kurşun sıkıp öldürdüğü her kötü adam sonrası alkışlarla sinema salonunu inletmektedir. İnanır şık İtalyan takım elbisesiyle viski içerken sevgilisine çocukluğunun geçtiği köyünden bahsetmekte, acımasız bir mafya tetikçisi iken işçilere destek olmak için kendi patronuyla bozuşabilmektedir.

Kendisini yakından tanıyanların ciddi bir entelektüel olarak tanımladığı, güden koleksiyonu yapan ve sosyoloji meraklısı Kadir İnanır’ın imajının bu derece başarılı olması var olan söylem üzerine kurulmuş sıradan ve geçici bir popüler kültür öğesinden kanımca farklılıklar gösterir. Bu noktada Nedim Karakayalı’nın Orhan Gencebay hakkında yaptığı değerlendirmeler bize referans olabilir. İnanır birikimi doğrultusunda imajı için çok çalışmış ve yaşamıyla da bu imajı desteklemiştir. İnanır’ın büyük bir başarıyla yaptığı şey imajını ve kendi minör söylemini yerleşik ataerkil söylemin üzerine inşa etmesidir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük değeri bulunan güç, cesaret, yakışıklılık, karizma, cazibe, onur, kadınına sahip çıkma ve koruma gibi motifler İnanır imajının en belirgin öğelerindendir. Tabii ki İnanır bu imajı korumak için özel hayatında da artık kendisine yapışmış maskeyi takmak zorundadır. Dizi setlerinde oyuncuları azarlaması, bayan oyunculara kur yapması Kadirizm ideolojisinin önemli bir unsudur. Bu noktada Naz Elmas’la yeni dizisinin çekimleri öncesi yaptığı görüşme sonrası yaptığı açıklama enteresandır; “Bu kızla, bu işin olması çok zor. Kendisi yetenekli olabilir. Ama bazı konularda daha çok yol katetmesi lazım. Bu tavırdaki birisini ben döverim” (http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=132784). İnanır’ın Füsun Saka ile yaptığı röportajda “Hiç kadın dövdünüz mü” sorusuna “Nisa Suresi’nin anlattığı kadar” cevap vermesi tesadüf değildir. Yine İnanır evine girerken görüntülenen şarkıcı Hilal Cebeci hakkındaki soruya “erkek adamın evine kadın girer” şeklinde bir cevap vermiştir. Kadirizm’e göre erkek adam çapkınlık yapar, doğaldır, bu Kadirizm'in önemli bir unsurudur ancak yine de bu güçlü Kadirizm imajı çeşitli dönemlerde krizler yaşamıştır.

En bilinen örnek tabii ki İnanır’ın Buket Saygı ve eski kocası Çelik Erişçi ile “Derman Bey” dizisinin çekimleri sırasında yaşadığı polemiktir. 2000 yılının Eylül ayında İnanır’ın her zaman olduğu gibi otoriter bir karakteri canlandırdığı yeni dizisinde kendisine eşlik etmesi için dönemin popüler mankenlerinden Buket Saygı, Ayşe Hatun Önal ve Özgül Kavruk gibi isimler seçilmiştir. Basına bomba gibi düşen haberde İnanır’ın dizide sevgilisini oynayan Buket Saygı’yı kısa mesaj (sms) yolu ile taciz ettiği vurgulanmış ve Saygı kocası Çelik ile bir basın toplantısı yaparak diziden ayrılacağını ifade etmiştir. Olay sonrası medyanın verdiği tepkiler İnanır’ın ürettiği ataerkil ideal erkek imajının ne denli kuvvetli olduğunu bir kez daha ispatlamış ve “Kadir Abi” her şeye rağmen yıkılmamıştır. Oysa kendisi daha sonra suçlu bulunacak ve tazminat ödemeye mahkûm edilecektir (http://www.sabah.com.tr/2005/09/21/gny/gny114-20050921-200.html). İnanır olay sonrası kendisini “Sevgi dolu mesajları bütün oyunculara ısrarla gönderdim. Aşk filmi bu. Tutku dolu bir film. Hiç tecrübesi olmayan insanları motive etmeye uğraştım...” http://arsiv.hurriyetim.com.tr/kelebek/turk/00/12/27/kelhab/01kel.htm) diyerek savunmuş ve amacının rol arkadaşını role motive etmek olduğunu vurgulamıştır.

Oysa diğer sanatçıların verdiği tepkiler Saygı’yı küçültmeye, aşağılamaya yöneliktir. Mesela dizide rol alan erkek oyuncular Faruk Tınaz ve Bülent Bilgiç tam bir erkek dayanışması sergileyerek İnanır’ı savunmuş ve Saygı’nın dizide olan başka bir erkek oyuncu Hüseyin İlker’le ilişkisi olduğunu iddia etmiştir. “Dişi köpek kuyruk sallamazsa erkek köpek yanaşmaz” mantığının ülkemizde ne denli yaygın olduğunu gösterircesine ilerleyen günlerde Ayşe Hatun Önal “Tamamen sallama! Kadir Bey herkesle samimidir” gibi bir açıklama yapmış, İnanır’ın Marziye dizisindeki rol arkadaşı Gülben Ergen de Kadir İnanır’ın asla böyle bir şey yapmayacağını söylemiştir. İnanır’ın yeğeni Levent İnanır da olay sonrası “Buket Saygı denen kız benim yanımda Kadir İnanır'ın koluna masaj yapıyordu. Bütün ekip gördü. İşte taciz budur” (http://arsiv.hurriyetim.com.tr/kelebek/turk/00/12/27/kelhab/01kel.htm) şeklinde bir açıklama yapmıştır. İnanır’a bu olay sonrası verilen tek ciddi tepki rahmetli Duygu Asena’dan gelmiş, Asena; “Kime ‘Büyük’ ya da ‘Dev’ gibi yaklaşımlar yapacağımızı öğrendiğimizde belki de bu insanlar kendilerini dev aynasında görmekten vazgeçecekler. ‘O kim ki’ diye başkalarını küçümsemeye çalışanlara aslında koro halinde sormamız gereken tek bir soru var: Sen kimsin ki?” (http://arsiv.hurriyetim.com.tr/kelebek/turk/00/12/27/kelhab/01kel.htm) şeklinde bir yazı yazmıştır.

Bir röportajında İnanır Kadirizm’i şöyle anlatmaktadır; “Başarılı olduğumu ben değil sinema sanatına gönül verenler söylüyor. Halk söylüyor. Bunun için de büyük bir kavga verdiğimi herkes biliyor. Bir Kadirizm lafı çıktı bir ara. Bunu ben demiyorum. Ne var ki, ben bir şey demesem de, bir farklılığımın olduğu ortada. Ben farklılığımı şöyle özetlemek istiyorum. Bunu ister Kadir İnanır’ın özü olarak, ister Kadirizm olarak kabul edin... Hiç yalan konuşmayan, kimsenin namusuna yan gözle bakmayan, ezilenin yanında, ezenin tam karşısında, en sert biçimde tepki gösteren, kimseye saygısızlık yapmadan, kıskanmadan, hırsızı bile zaman olup takdir eden bir yapım var” (http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/00/01/10/dizi/01diz.htm). Kadirizm yaklaşık 30 yıldır Türk erkeğinin ve hatta içselleştirilen egemen söylem nedeniyle Türk kadınının kadın-erkek ilişkilerinde sosyalleşmesine katkıda bulunmuş çok başarılı ve popüler bir ticari proje ancak kanımca anti-demokratik unsurları ağır basan çağdışı bir söylemdir. İnanır egemen olan ataerkil söylemden beslenmekle kalmamış, bu söylemi fazlasıyla güçlü bir şekilde yeniden üretmiş ve popüler hale getirmiştir. Can Dündar’ın da belirttiği gibi “İyi bir Kadirist, Ben demez, Biz diye konuşurdu. Mesela Hülya Avşar ‘Türkiye'de jön yok mu’ dedi, İnanır bunu şöyle yanıtlıyordu: Hülya'yı severiz. Onu da aldık getirdik, sinemanın içine soktuk. Şimdi bizi konuşturmasın. Biz dediği kendisiydi aslında; kibarlığından öyle konuşuyordu. Ancak Kadiristler o 'Biz' de kendilerini de kucaklayan bir kitle ruhu buldular ve Kadir Abi, bizim yerimize de konuş diye haykırdılar”. (http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=2714). Bir çoklarına göre ise İnanır yeni bir Anadolu kahramanı, kentli bir Köroğlu’dur. “Bazıları onu hep çatık kaşlı, maço, inatçı ve sert yakıştırmalarla anar, öyle kabullenir. Oysa Kadir'in herkese göstermediği ama görmesini bilenlere hissettirdiği çok önemli özellikleri vardır. Onu çok iyi tanıyanlara göre, bütün bunlar çocuk yüreğini korumak içindir. Ve o, Anadolu'dan İstanbul'a geldiği gün kadar saf ve temiz kalmayı başarmış kentli bir Köroğlu'dur” (http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/00/01/10/dizi/01diz.htm). Diyebiliriz ki; geleneksel değerlerinden kopmaya çalışırken eksik kalan ve bocalayan Cumhuriyet projesi süresince siyasal, sosyoekonomik bir çok kriz ve travma yaşayan Türk erkeği “kendi yapamadıklarının acısını Kadirizm’in ideologuna alkış tutarak hafifletmeye çalıştı”. “Kadir abisi onun yerine kızlara edep dersi veriyor, yeri geldiğinde tokadı basıyor, efelenip dayılanıyor, bıyık buruyor, racon kesiyordu. Üstelik yakışıklı, karizmatik, duygusal bir adamdı. Sosyal demokrattı, ama dinden imandan da anlardı” (http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=2714).

İnanır’ın bu inanılmaz başarı kazanmış imajının aslında bir ticari proje olduğunu görmek için son dönemde yıllarca oluşturduğu bu söyleme karşı gelerek yine popülaritesini korumasını örnek gösterebiliriz. Mesela Sinan Çetin’in Komser Şekspir filmi için İnanır’ın etek giymesi ya da Bonus Card reklamları için Bonus peruğu takması İnanır’ın nasıl kendi oluşturduğu söylemin karşıtı işler yaparak da o söylemi güçlendirip, ticari kazanç sağlayabileceğinin ispatıdır. Sonuç olarak her ne kadar birçok ülkede popüler erkek imajlarının (Britanya’da Sean Connery, Fransa’da Alain Delon vs.) erkek üstünlüğüne dayalı maço özellikleri ağır basan karakterler olduğunu iddia edebilirsek de, Türkiye gibi sosyoekonomik olarak gelişmekte olan ve halkının dini, geleneksel duyarlılıkları üst noktada bulunan bir ülkede geleneksel erkek üstünlüğü Kadir İnanır örneğinde de görüldüğü gibi daha baskındır. Bir diğer araştırma konusu 1980’lerden ve özellikle siyasal İslam’ın yükselişe geçtiği 1990’lardan başlayarak popüler erkek figürlerinin İnanır’ın karakteri aksine daha muhafazakârlaşması ve Yusuf Miroğlu, Polat Alemdar gibi cinselliğini yaşayamayan yeni milliyetçi-muhafazakar erkek figürlerin türemesi yönünde yapılabilir.

KAYNAKLAR

- Pateman, Carol, “The Fraternal Social Contract”, 1989, The Disorder of Women: Democracy, Feminism and Political Theory, Stanford U. Press

- Butler, Judith, “Bodies That Matter”, 1993, On the Discursive Limits of “Sex”, New York: Routledge

- Barrett, Michelle, “Politics of Truth”, 1991, Polity Press

- Skinner, Quentin, “Çağdaş Temel Kuramlar”, 1991, İstanbul: Vadi Yayınları

- Karakayalı, Nedim, “Doğarken ölen: Hafif müzik ortamında ciddi bir proje olarak Orhan Gencebay”, 1995, Toplum ve Bilim sayı: 67, 136-154

- Özbek, Meral, “Arabesk Culture a Case of Modernization and Popular Identity”, 1997, S. Bozdoğan ve R. Kasaba’nın “Rethinking Modernity and National Identity in Turkey” kitabından, 211-232

- Foucault, Michel, 1979, “Panopticism”, Discipline and Punish: The Birth of the Prison, pg 195-228

- Wikipedia.org, http://www.wikipedia.org/

- SinemaTürk, http://www.sinematurk.com/

- Kim Kimdir, http://www.kimkimdir.gen.tr/

- Imdb.com, http://www.imdb.com/

- Hürriyet Online (Hürriyetim), http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/00/01/10/dizi/01diz.htm

http://arsiv.hurriyetim.com.tr/kelebek/turk/00/12/27/kelhab/01kel.htm

Sabah Online, http://www.sabah.com.tr/2005/09/21/gny/gny114-20050921-200.html

- Haber7.com, http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=132784

- Can Dündar.com, http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=2714

- Sabah Kahvesi, http://www.sabahkahvesi.com/Yorum/KadirBuket.htm

- Kadir İnanır.com, http://www.kadirinanir.com/


Bu yazı Ozan Örmeci’nin Elips Kitap’tan piyasaya sürülmüş Popüler Kültür isimli kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için; http://www.elipskitap.com.tr/kitaplar/kitap.php?id=376 adresine bakabilirsiniz.



Ozan Örmeci

Hiç yorum yok: