Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump'ın göreve yeniden seçilir seçilmez "ABD'nin özgürleşme günü" (liberation day) olarak ilan ettiği ve yalnızca Washington'ın hasım/rakip olarak gördüğü devletleri değil, neredeyse tüm ülkeleri kapsayan gümrük tarifesi paketi, hatırlanacak olursa, ABD içinde ve tüm dünyada büyük tartışmalara neden olmuştu. Başkan Trump'ın "ABD'nin ekonomik bağımsızlığını geri kazanması" olarak yorumladığı tarife paketi, milliyetçi-sağcı Amerikan Başkanı'na göre "karşılıklılık" (reciprocity) ilkesine dayanıyor ve ABD'nin yeniden büyük olacağı altın günleri müjdeliyordu. Türkiye ve Birleşik Krallık gibi Trump'ın sıcak baktığı devletler de dahil olmak üzere her ülkeye en azından yüzde 10'luk bir alt gümrük vergisi getiren bu paket, Avrupa Birliği (AB) üyesi devletler için de ortalama yüzde 20 civarında ek vergi öngörüyor ve bu nedenle Brüksel'in sert eleştirilerine neden oluyordu. Trump'ın "ticaret savaşları" adı da verilen tarife paketi, Çin (Halk Cumhuriyeti) başta olmak üzere Kamboçya, Vietnam, Malezya ve Bangladeş gibi Asya devletlerine ise çok daha yüksek oranlarda gümrük vergileri öngörüyor ve küresel ticareti akamete uğratacağı yönünde sert eleştirilere maruz kalıyordu.
İşte bu eleştirilerin ve anayasaya aykırılık iddialarının da etkisiyle, ABD Uluslararası Ticaret Mahkemesi, geçtiğimiz gün tarihi bir karar alarak, Başkan Donald Trump'ın diğer ülkelere getirdiği tarifelerde yasal yetkisini aştığına hükmetti ve bu tarifelerin uygulanmasını engelleme kararı aldı. Başkan Trump'ın diğer ülkelerden ithal edilen mallara uyguladığı gümrük vergileri konusunda bazı özel şirketler ve eyaletler tarafından hükümet aleyhine açılan davaya dair kararını açıklayan mahkeme, karşılıklılık esasına dayandırılan tarifelerin, ithalatı gümrük vergileri yoluyla düzenleme konusunda Uluslararası Acil Ekonomik Güçler Yasası (IEEPA) kapsamında Başkan'a tanınan yetkiyi aştığı belirtildi. ABD anayasasının ticareti düzenleme ve vergi koyma yetkisini yalnızca ABD Kongresi'ne verdiği de hatırlatılan kararda, itiraz edilen tarife kararlarının iptal edileceği ve bunların uygulanmasının kalıcı olarak engelleneceği bildirildi.
Kararın ardından ABD anayasasının ilgili maddesi gündeme geldi ve tartışmalar başladı. Hakikaten de, 7 maddelik kısa ABD anayasasının birinci maddesinin sekizinci bölümünde, ABD Kongresi'ne ekonomi yönetimine dair birçok öğeyi barındıran şu geniş yetkiler sağlanmıştır:
- Kongre, borçları ödemek ve Birleşik Devletler'in ortak savunmasını ve genel refahını sağlamak için vergi, resim, harç ve istisnalar koyma ve toplama yetkisine sahip olacak; ancak tüm vergi, harç ve istisnalar Birleşik Devletler'in her yerinde aynı olacaktır;
- Birleşik Devletler'in kredisi ile borç para almak;
- Yabancı milletlerle, çeşitli Eyaletler arasında ve Kızılderili kabileleri ile ticareti düzenlemek;
- Birleşik Devletler genelinde tek tip vatandaşlığa kabul kuralları ve iflaslar konusunda tek tip kanunlar oluşturmak;
- Para basmak, bunların ve yabancı paraların değerlerini düzenlemek ve ağırlık ve ölçü standartlarını saptamak;
- Birleşik Devletler menkul kıymetlerinin ve mevcut sikkelerinin sahteciliğinin cezalandırılmasını sağlamak.
Bu bağlamda, ABD anayasasının birinci maddesi, herhangi bir soru işaretine mahal bırakmayacak kesinlikte ticareti düzenleme yetkisini aslında ABD Kongresi'ne bıraksa da, sonradan yaşanan siyasi gelişmelerle bu durum değişmiş ve Trump'ın aleyhine alınan mahkeme kararı da bu yüzden günümüzde büyük hukuki tartışmalara ve siyasi çekişmelere neden olmuştur. Şöyle ki, zaman içerisinde ABD Kongresi tarife politikalarını yürürlüğe koyması için Başkan'a daha geniş yetkiler sağladıkça, buna karşı çıkanlar, bu kanunların Kongre'nin Başkan'a anayasaya aykırı bir yetki devri olduğunu savunmuş ve "Devredilemezlik doktrini" (non-delegation doctrine) olarak bilinenbu yaklaşım Yargıç John Marshall zamanından başlayarak ABD hukuk ve siyasal sisteminde önemli bir tartışma konusu olmuştur. Nitekim Wayman v. Southard (1825) davasında, Yargıç Marshall, Kongre'nin “kesinlikle ve münhasıran yasamaya ilişkin olan” yetkileri devredemeyeceğini belirtmiştir. Marshall, bu davada, “Departmanlar arasındaki fark şüphesiz yasama organının kanun yapması, yürütmenin yürütmesi ve yargının da kanunu yorumlamasıdır; ancak kanun koyucu bir şeyi diğer departmanların takdirine bırakabilir ve bu yetkinin kesin sınırı, bir mahkemenin gereksiz yere girmeyeceği hassas ve zor bir soruşturma konusudur.” sonucuna varmıştır.
ABD hukuk sistemi, tarifelere ilişkin bu sınırları ise 1892 tarihli Field v. Clark davasında tanımlamıştır. İlgili davada, Marshall Field & Co., 1890 tarihli Tarife Kanunu uyarınca, şeker, melas, kahve, çay ve deri üzerine konulan tarifelere itiraz etmiş ve Kongre'nin Başkan'a uygunsuz şekilde yasama yetkisi verdiğini iddia etmiştir. Ancak Yargıç John Marshall Harlan, Başkan'ın Kongre'nin politikasını uygulayarak yürütme rolünde hareket ettiğini söylemiş ve "Başkan'ın yapması gereken şey sadece Kongre yasasını uygulamaktı. Bu bir yasa yapmak değildi. Başkan sadece kanun koyucu birimin, Kongre'nin ifade ettiği iradenin yürürlüğe gireceği olayı tespit ve ilan eden bir temsilcisiydi." sonucuna ulaşarak, ABD Başkanı'nın tarifeler uygulama yolunu açmıştır.
Bu doğrultuda, ilerleyen yıllarda ABD Kongresi -özellikle de 1913 yılında 16. anayasal değişikliğin (amendment) onaylanmasının ardından- federal gelir vergisinin federal hükümet gelirlerinin ana kaynağı olarak tarifelerin yerini almasından sonra, tarifelerin doğrudan uygulanmasında giderek daha az aktif bir rol üstlenmiştir. Nitekim 1934 yılında, Kongre, Başkan Franklin Delano Roosevelt'e gümrük tarifesi oranlarını yüzde 50 oranında değiştirme ve Kongre'den ek onay almadan ikili ticaret anlaşmaları müzakere etme yetkisi veren Karşılıklı Ticaret Anlaşmaları Yasası'nı kabul etmiştir. O tarihten bu yana Başkan çoğunlukla Kongre tarafından belirlenen gümrük tarifeleri politikalarını kontrol etmiş ve uygulamıştır. Bu nedenle, Trump'ın aleyhine çıkan mahkeme kararına Amerikan yönetimi anında itiraz etmiş ve temyiz davasının açılmasını müteakiben, yetkili mahkeme, hükümetin “kararın temyiz süreci boyunca askıya alınması” yönündeki talebini kabul etmiştir. Temyiz mahkemesi tarafından davacı eyalet ve şirketlerden 5 Haziran'a kadar hükümetin itirazına yanıt vermeleri istenirken, hükümetin de bu yanıtlara 9 Haziran'a kadar yanıt hakkı bulunduğu kaydedilmiştir. Bu şekilde, Trump tarifeleri, ABD içerisinde büyük bir hukuki muamma ve siyasi belirsizliğe neden olmuştur.
Trump'ın tarifelerinin ABD demokrasisi ve ekonomisine faydadan çok zarar yaratabileceği konusunda uluslararası kamuoyunda genel bir kanı vardır. Aslında, entelektüel açıdan yakın zamana kadar saygın bir politika kabul edilen ve ilginç bir şekilde daha ziyade sol siyaset tarafından kabul gören korumacılık (ekonomik korumacılık), özellikle yeni kurulan veya gelişmekte olan ülkeler için ulusal burjuvazinin ve sanayinin güçlendirilmesi noktasında faydalı ve ilerici bir politikadır. Nitekim "bebek endüstriler tezi" gibi sosyalizan eğilimli politikaların temelinde de aslına bakılırsa ekonomik korumacılık mantığı vardır. Ancak şimdilerde bu politikaları uygulayan devlet, küresel kapitalizmin Kâbe'si durumundaki ABD olunca ve bu politikalar nedeniyle Amerikan şirketleri ve tüketicileriyle birlikte tüm diğer halklar da artan maliyetler ve enflasyon nedeniyle zarar görmeye başlayınca, kuşkusuz, buna yönelik ciddi tepkiler oluşabilmektedir. Ayrıca, Trump'ın tarife politikasının ABD tarafından geleneksel olarak hasım/rakip olarak algılanan Çin, Rusya vs. gibi devletlerin çok ötesinde Kanada, Meksika, AB ülkeleri gibi Amerikan müttefiklerini de kapsaması nedeniyle, Washington'a dost olan ülkeler ve halklarda da Trump yönetimine ciddi tepki vardır. Nitekim tarifelerin iptali kararı sonrasında Kanada'nın yeni Başbakanı Mark Carney, karardan duyduğu büyük memnuniyeti ifade etmiştir.
Bizce de, ABD yönetiminin yüksek tarife kararları ne ABD, ne Amerikan müttefikleri, ne de dünyanın geri kalanı için doğru bir politika değildir. Elbette, her devlet, geleceği açısından kritik bazı sektörlerde tarife uygulamalıdır. Özellikle yeni kurulan ve yeni endüstrileşen devletlerde bu daha da büyük bir gereksinimdir. Ancak küreselleşmenin ulaştığı ileri seviye ve üretim teknolojileri ve ağının günümüzde büyük çeşitliliğe erişmesi nedeniyle, bu tarz toptancı bir tarife yaklaşımının bizce doğru bir yanı yoktur. Ancak elbette, ABD bir hukuk devleti olduğu ve Başkan da demokratik yolla seçildiği için, bu kararı Amerikan hukukçularına bırakmak en doğru tavırdır.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder