29 Mayıs 2025 Perşembe

Kral III. Charles'ın Kanada Mesajları

 

Annesi Kraliçe II. Elizabeth'in ölümünün ardından 2022 yılından beri Birleşik Krallık ve 14 diğer İngiliz Milletler Topluluğu ülkesinin (Antigua ve Barbuda, Avustralya, Bahamalar, Belize, Granada, Jamaika, Kanada, Papua Yeni Gine, Solomon Adaları, Saint Kitts and Nevis, Saint Lucia, Saint Vincent ve Grenadinler, Tuvalu, Yeni Zelanda) monarkı (Kralı) olarak görev yapan 1948 doğumlu III. Charles (tam ismiyle Charles Philip Arthur George), son dönemde ABD Başkanı Donald Trump'ın ülkesinin 51. eyaleti olması gerektiği yönündeki açıklamaları nedeniyle siyasi tartışmalara konu olan Kanada'ya yaptığı ziyaret ve bu ziyaret kapsamında Kanada Parlamentosu'nda yaptığı taht konuşması, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekti. Şimdi bu konuşmadan satırbaşlarını sizlerle paylaşacağım.

Kral III. Charles'ın iyi bildiği ve Kanada'da yaygın şekilde kullanılan iki resmi dil olan İngilizce (ağırlıklı olarak) ve Fransızca yaptığı konuşma, uluslararası kamuoyunda daha ziyade ABD Başkanı Donald Trump'ın Kanada ile birleşme (Kanada'nın ABD'ye katılması) isteğine bir cevap olarak yorumlandı. Hatırlanacak olursa, yeni seçilen Kanada Başbakanı Mark Carney'i Beyaz Saray'da kabul eden Trump, bu görüşmede de ilerleyen yıllarda ABD ile Kanada bütünleşmesinin mümkün ve faydalı olacağını savunmuş ve seçim kampanyası döneminde kendisine sert şekilde muhalefet ederek başarılı olan Carney'e, "asla asla deme" demişti. Ancak tarihsel olarak ABD'den ziyade Birleşik Krallık'la yakın ilişkileri olan Kanadalıların tepkileri nedeniyle, Trump, bu görüşünde ısrarcı olmamış, Başbakan Carney de "ülkesi Kanada'nın satılık olmadığını" hatırlatmıştı. Bu olayın üzerinde taht konuşması yapması için Kral III. Charles'ı ülkesine davet eden Başbakan Carney, bu şekilde Trump'a bir mesaj da vermek istemişti. 

İşte bu arka plan nedeniyle, Charles'ın mesajları Trump'a cevap olarak yorumlanma eğilimindeydi. Nitekim konuşmasında sakin bir dille üstü kapalı olarak Trump'ı eleştiren Charles, Kanada'nın Kanada olarak kalacağını belirterek, "demokrasi, çoğulculuk, hukukun üstünlüğü, kendi kaderini tayin hakkı ve özgürlük, Kanadalıların değer verdiği ve hükümetin korumaya kararlı olduğu değerlerdir." şeklinde konuştu.

Ziyaret, tekrarlanma sıklığının az olması nedeniyle de oldukça değerliydi. Nitekim Kral III. Charles’ın annesi Kraliçe II. Elizabeth, tahtta kaldığı süre boyunca sadece iki kez, 1957 ve 1977’de Kanada'ya giderek parlamento açılış konuşmaları yapmıştı. Elizabeth de, aynı Charles gibi, konuşmasını Fransızca ve İngilizce şeklinde iki dilde yaparak, Kanadalıların tamamını kucaklamaya gayret etmişti ve bu konudaki özenini göstermişti.

Konuşmasına Kanada'yı 20. kez ziyaret ettiğini belirterek başlayan Kral III. Charles, Kanadalıların çoğulcu kimlik ve özgürlük konusundaki cesaretlerini övdüğü giriş bölümünün ardından, her ne kadar Krallığı daha ziyade sembolik bir nitelik taşısa da, daha siyasi mesajlar vermeye çalıştı. Bu bölümlerde, Charles, dünyanın zorlu ve kritik bir dönemden geçtiğini belirterek, Kanada'nın 70 yılda yaşadığı büyük demokratik ve ekonomik dönüşümü övdü. Charles, temsil ettiği İngiliz Tacı'nın geçmişten günümüze Kanada'nın birliğinin, devamlılığın ve istikrarının sembolü olduğunu da savundu. Yaklaşık yarım saat süren konuşmasında, İngiltere (Birleşik Krallık) Kralı, egemenlik vurgusunun yanı sıra, "uygun fiyatlı konut, çevre, Kanada yerlilerinin sorunları ve sınır güvenliği" gibi güncel siyasi konulara da değindi ve bunları da yakından takip ettiğini gösterdi. 

Ancak elbette Kral III. Charles'ın konuşması, Kanada'nın ABD'de Başkan Trump'ın söylemlerine yönelik bu ülkede kısa süre önce gelişen tepkileri ve tarihsel olarak İngiltere-Kanada ilişkilerinin dostane ruhunu koruduğunu göstermesinin ötesinde büyük bir jeopolitik veya siyasi değişimi vaat etmiyor. Zira İkinci Dünya Savaşı'ndan beri askeri ve ekonomik olarak Batı blokunun birincil aktörü olan ABD olmadan, tek bir devlet olan İngiltere, hatta bir ölçüde 27 üyeli Avrupa Birliği'nin bile dünya siyasetinde güçlü olmaları kolay değildir. Bu nedenle, Batı'da blok içi ilişkilerin geliştirilmesi ve her konuda olmasa da bazı konularda iş birliği yapılması tüm Batılı ülkeler için -ki NATO üyesi Türkiye de Batı blokunun doğal bir üyesidir- faydalı olacaktır.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ


28 Mayıs 2025 Çarşamba

Prof. Dr. Ozan Örmeci'nin Kartal Haber Röportajı: "Beşiktaşlı oldum!"

 

Prof. Dr. Ozan Örmeci, 28 Mayıs 2025 tarihinde Beşiktaş taraftar sitesi Kartal Haber.com'dan Murat Topçu'ya Beşiktaş sevgisi hakkında bir röportaj verdi. Aşağıdaki linkten bu röportajı okuyabilirsiniz.



27 Mayıs 2025 Salı

Prof. Dr. Ozan Örmeci, Uluslararası Gündemi Şenol Çarık'ın Programında Yorumladı

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, 26 Mayıs 2025 tarihinde gazeteci-akademisyen Dr. Şenol Çarık'ın 12punto kanalındaki podcast programında uluslararası gelişmeleri yorumladı. Örmeci, ABD Başkanı Donald Trump'ın 2025 Ortadoğu turu ve Ortadoğu siyaseti, ABD-Çin ilişkileri ve küresel ekonomi, Rusya-Ukrayna barış görüşmeleri ve İspanya gözlemlerine dair fikirlerini bu yayın süresince izleyicilerle paylaştı.






23 Mayıs 2025 Cuma

Türk Devletleri Teşkilatı 2025 Budapeşte Bildirisinde Kıbrıs'ta Siyasi Çözüm Vurgusu

 

2009 yılında imzalanan Nahçıvan Antlaşması ile kurulan ve ilk zirvesini 2011 yılında düzenleyen Türk soylu devletleri bir araya getiren ve bu devletler arasındaki her türlü iş birliğini teşvik eden Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye ve Özbekistan şeklinde 5 tam üyesi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) (2022), Macaristan (2018) ve Türkmenistan (2021) şeklinde 3 gözlemci üyesi bulunan görece yeni bir uluslararası kuruluştur. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) da 2023 yılında TDT'ye gözlemci üye kabul edilmiştir. TDT, halen gelişimini sürdürmekte olan önemli bir uluslararası kuruluş girişimidir.

Kurumsallaşması halen devam eden Türk Devletleri Teşkilatı'nın temel organları; Devlet Başkanları Konseyi, Dışişleri Bakanları Konseyi, Aksakallar Konseyi, Kıdemli Memurlar Komitesi ve Sekreterya'dır. İstanbul merkezli olan Sekreterya, kurumun tüm faaliyetlerini koordine etmektedir. Dönem Başkanlığı halen Kırgızistan'da olan TDT'nin en yüksek mercii Devlet Başkanları Konseyi'dir. Kritik kararlar bu platformda her yıl gerçekleşen ve devlet başkanlarının katıldığı toplantılarda alınmaktadır. Dışişleri Bakanları Konseyi, Devlet Başkanları Konseyi'nin aldığı kararları icra etmekle görevli bir alt yetkili organdır. Aksakallar Konseyi ise, daha ziyade bir istişare organı işlevi gören ve eskiden beri Türk töresinde olan "ata"ya sorma geleneğini yansıtan önemli bir organdır.

Türk Devletleri Teşkilatı, aynı zamanda Ankara'da bulunan Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY), Bakü'de bulunan Türk Devletleri Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA), Astana'da bulunan Uluslararası Türk Akademisi, yine Bakü'de bulunan Türk Kültür ve Miras Vakfı ve İstanbul'da bulunan Türk Ticaret ve Sanayi Odası ve Türk Yatırım Fonu gibi mevcut iş birliği mekanizmaları için bir şemsiye kuruluş niteliğindedir.

Türk Devletleri Teşkilatı logosu

2011 Almatı Zirvesi sonrasında ikinci kez 2012'de Bişkek'te toplanan TDT, 2013 yılında üçüncü zirvesini Gebele şehrinde yapmıştır. 2014 yılında dördüncü kez "turizm" temasıyla Bodrum'da toplanan TDT, beşinci zirvesini ise 2015'te Astana'da gerçekleştirmiştir. Altıncı zirve biraz gecikmeyle 2018'de Çolpon Ata'da toplanırken, 2019'da yedinci zirve Bakü'de toplanmıştır. 2021'deki sekizinci zirveye İstanbul ev sahipliği yaparken, 2022'de dokuzuncu zirve Türk Dünyası Medeniyet Başkenti ilan edilen Semerkant’ta yapılmıştır. 2023 yılındaki 10. zirve ise Kazakistan'ın başkenti Astana'da gerçekleştirilmiştir. Geçtiğimiz yıl yapılan ve en güncel toplantı olan 11. zirve ise Bişkek'te düzenlenmiştir. Kuruluşun kurucu belgelerine buradan ulaşılabilir.

21 Mayıs 2025 tarihinde Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de Başbakan Orban'ın ev sahipliğinde düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı Gayriresmî Zirvesi’nde, tam üye devletlerin Devlet Başkanları tarafından kabul edilen 2025 Budapeşte Bildirisi, kuruluşun uluslararası siyasete yaklaşımına dair önemli bilgiler içermektedir. Bu bildiriden uluslararası siyasete dair en önemli satırbaşları ise şunlardır:

  • Türk Devletleri Teşkilatı üyeleri arasında her türlü iş birliğini geliştirmek konusunda görüş birliği vardır.
  • Gözlemci üyeler KKTC, Macaristan ve Türkmenistan'ın kuruluşa katkıları övülmektedir.
  • Kıbrıs Sorunu bağlamında, TDT, iki devletli çözüm veya KKTC'nin tanınması yerine, adadaki mevcut gerçeklere uygun şekilde müzakere edilmiş ve karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm planını savunmaktadır.
  • Türk Dünyası 2040 Vizyonu doğrultusunda kuruluş aktif çalışmalarına devam etmektedir.
  • Türk Dünyası Şartı'na uygun olarak, üye devletler Türk birliğini geliştirme ve kardeşlik ruhunu koruma amacındadır.
  • Uluslararası hukuk ve normlarına bağlılık kuruluş tarafından desteklenmektedir.
  • Türkiye'nin Suriye'deki çabaları TDT tarafından övülmektedir.
  • Gazze Krizi ve İsrail-Filistin Sorunu bağlamında uluslararası hukuka uygun 1967 sınırlarında iki devletli çözüm modeli desteklenmektedir.
  • TDT, ırkçılık, ayrımcılık, İslamofobi, nefret söylemleri ve dezenformasyonla mücadele konusunda aktif çaba içerisindedir.
  • TDT'nin ilk ortak finans kurumu olarak kurulan Türk Yatırım Fonu'nun proje faaliyetlerinin başlatılmasına kuruluş büyük önem atfetmektedir.

Bu bağlamda, TDT'nin uluslararası hukuk ve normlara bağlılığını teyit etmesi ve özellikle Kıbrıs konusunda Türkiye'deki fanatik milliyetçi söylemlerin etkisinde kalmadan daha objektif bir duruş sergilemesi, kuruluşun ciddiyeti ve uluslararası barış ve istikrara katkısını göstermesi bakımından bizce oldukça önemlidir. Dileğimiz, 2004'te Rumların reddettiği Annan Planı'nın da gösterdiği üzere, Kıbrıs'ta sorunun devamını isteyen tarafın Türkiye veya Kıbrıslı Türkler olmadığının tüm uluslararası toplum tarafından artık anlaşılmasıdır. 

Kapak fotoğrafı: Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sayın Sadır Caparov, Macaristan Başbakanı Sayın Viktor Orban, Kazakistan Cumhurbaşkanı Sayın Kasım Cömert Tokayev, Özbekistan Devlet Başkanı Sayın Şevket Mirziyoyev ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

İstanbul Kent Üniversitesi'nde Düzenlenen "Hybrid Workshop on 'Turkish-American Relations in the 21st Century'" Uluslararası Çalıştayından Notlar

 

İstanbul Kent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi-KENTUSAM ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) olarak uzun süredir üzerinde çalıştığımız "Hybrid Workshop on 'Turkish-American Relations in the 21st Century'" adlı uluslararası çalıştayı önceki gün (21 Mayıs 2025) başarıyla gerçekleştirdik. Öncelikle bu önemli etkinliğe ev sahipliği yapan İstanbul Kent Üniversitesi'ni kutluyor ve etkinliğe katkı sağlayan değerli konuşmacı ve katılımcılara şükranlarımı sunuyorum. Şimdi birçok değerli konuşmacının katıldığı etkinliğin açılış konuşmaları ve benim moderatörü olduğum birinci oturumuna dair bazı gözlem ve notlarımı sizlerle paylaşacağım.

Çalıştay afişi-1

Çalıştay afişi-2

Üç farklı oturumdan oluşan ve saat 10:00-18:20 saatleri arasında İstanbul Kent Üniversitesi'nin Kağıthane kampüsünde gerçekleştirilen etkinliğin açılış bölümünde İstanbul Kent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necmettin Atsü, İstanbul Kent Üniversitesi İİSBF Dekanı Prof. Dr. Hasret Çomak, emekli Türk Büyükelçi Uluç Özülker ve emekli Amerikalı Büyükelçi Matthew Bryza açılış konuşmaları yapmış ve etkinliğin önemine dikkat çekmişlerdir. İstanbul Kent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necmettin Atsü, üniversitelerinin bu etkinliğe ev sahipliği yapmasından duyduğu memnuniyeti ifade edip, organizatör ve katılımcılara teşekkürlerini iletirken, Dekan Prof. Dr. Hasret Çomak da Türkiye'nin dış politikasında Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) merkezi konumuna vurgu yapan ve iki büyük devlet arasında son yıllarda yaşanan bazı sorunları işaret eden özlü bir konuşma yapmıştır.

Emekli Büyükelçimiz Ekselansları Sayın Uluç Özülker'le etkinlikten bir gün önce Dekanlık odasında yaptığımız toplantıdan bir kare

Daha sonra sahne alan ve etkinliğe Bodrum'dan uzaktan bağlantı yoluyla katılan deneyimli diplomat Uluç Özülker ise, Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihine dair bir anahtar konuşma gerçekleştirmiş ve ilişkilerin geçmişi ve bugününe dair çok önemli bazı anekdotlar paylaşmıştır. Özülker, Türk-Amerikan ittifakının Soğuk Savaş dinamikleriyle temelde güvenlik eksenlik olarak oluştuğunu ve Büyükelçi Mehmet Münir Ertegün'ün naaşını taşıyan Missouri zırhlısının İstanbul'a demirlemesinin bu ittifakın ilk sembolü olduğunu vurgulamış, daha sonra da 80 yıllık müttefiklik döneminde yaşanan bazı iniş ve çıkışları bilgi, gözlem ve anıları eşliğinde dinleyicilere 25 dakika süreyle aktarmıştır.

Amerikalı emekli Büyükelçi Ekselansları Matthew Bryza, konuşması sırasında

Açılış bölümünün son konuşmacısı olan eski ABD Bakü Büyükelçisi deneyimli diplomat Matthew Bryza ise, Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan güncel bazı gelişmelere dair fikir ve gözlemlerini paylaştığı samimi ve dikkat çekici bir konuşma yapmıştır. Bryza, Türk-Amerikan ilişkilerinin Soğuk Savaş koşullarında SSCB ve komünizm tehlikesine karşı iki ülkenin ortak değerler ve güvenlik parametreleri çerçevesinde bütünleşmesi neticesinde müttefiklik temelinde kurgulanmaya başladığını anımsatırken, son yıllarda ise bu konularda iki tarihsel müttefik arasında bazı anlaşmazlıkların yaşandığını ifade etmiştir. ABD'nin İsrail'e yönelik tarihsel ve güçlü desteği karşısında Türkiye'nin Müslüman toplumunun beklentilerine uygun olarak Filistin'e destek verdiğini vurgulayan Bryza, ayrıca 2003'te yaşanan ve Amerikan tarafından büyük hayal kırıklığı yaratan 1 Mart tezkeresi hadisesinin ilişkileri olumsuz bir noktaya taşıdığını söylemiştir. Bu sürecin ardından ilişkilerin halen tam olarak düzeltilemediğini belirten Bryza, günümüzde ise Türkiye'nin Rusya ile ilişkiler konusunda NATO müttefiklerinden daha ayrıksı bir çizgide durduğunu ifade eden bazı vurgularda bulunmuştur. Bu durumun ehemmiyetini, günümüzde üst düzey NATO toplantılarında Rusya'nın 5 yıl içerisinde NATO üyesi Avrupalı devletlere yönelik yapabileceği müdahalelere yönelik aktif çalışmalar yapılmasıyla örneklendiren Bryza, bu konuda iki müttefik arasındaki yaklaşımın oldukça farklılaştığının altını çizmiştir. Buna karşın bir Amerikalı olarak Türkiye'de yaşamaktan duyduğu mutluluğu ifade eden Bryza, bu tarz etkinliklerin iki ülkenin ilişkilerinin değerlendirilmesi ve sorunların görüşülmesi bağlamında çok faydalı olduğunu da belirterek İstanbul Kent Üniversitesi ve organizasyon komitesine teşekkür etmiştir.

Etkinlik sırasında dinleyiciler

Giriş bölümü ardından benim moderatörlüğümde "Türk-Amerikan İlişkilerinde Güncel Konular" başlıklı ilk oturum başlamış ve yaklaşık 2,5 saat kadar devam etmiştir. Bu bölümün ilk konuşmacısı olan Amerikan Katolik Üniversitesi'nden Prof. Dr. Herbert Reginbogin, Soğuk Savaş dönemindeki SSCB ve komünizm tehdidi gibi varoluşsal bir tehlikenin günümüzde olmaması nedeniyle Türk-Amerikan ilişkilerinin bir dönüşüm sürecinden geçtiğini ve son dönemde Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan gibi otoriter eğilimli liderler nedeniyle ilişkilerdeki transaksiyonel etkileşimin eskiye kıyasla çok daha arttığını belirtmiştir. Reginbogin, ayrıca, günümüzde dinin ve dini kimliklerin güçlendiğini ve siyasete yoğun etki ettiğini ve Rusya'nın Ukrayna Savaşı ile Avrupa güvenliğine tehdit oluşturduğunu belirterek, Türk-Amerikan ilişkilerinde düzelme için yeniden "değerler" (values) bağlamında ortak bir çizgiye geçilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Bu bölümün bir diğer konuşmacısı olan Paris Amerikan Üniversitesi'nden Prof. Dr. Hall Gardner ise, Türkiye'nin günümüzün çok eksenli uluslararası düzeninde kendi coğrafyası, siyasi, ekonomik ve kültürel gücünü kullanarak merkezi (pivot) bir aktöre dönüştüğünü ve Rusya-Ukrayna Savaşı'nda arabuluculuktan tutun, Suriye-Batı ilişkilerinin düzeltilmesine kadar birçok konuda çok önemli ve başarılar hamleler yaptığını söylemiştir. Ankara'nın başarısı bağlamında Azerbaycan'ın Karabağ zaferini de örnek olarak öne çıkaran Gardner, Türkiye'nin Erdoğan liderliğinde daha iddialı ve bölgesel güç olma yolunda adımlar attığını ve bunun ABD ile ilişkilerde bazı sorunlara neden olduğunu vurgulamıştır.

İİSBF Dekanı Prof. Dr. Hasret Çomak, Prof. Dr. Füsun Türkmen'e sertifikasını takdim ederken

İlk oturumun bir diğer önemli konuşmacısı olan Galatasaray Üniversitesi'nin kıdemli Uluslararası İlişkiler Profesörü Prof. Dr. Füsun Türkmen, Osmanlı döneminden başlayarak Türk-Amerikan ilişkilerinde "transnationalism" (ulus-ötesicilik) ve etkili bireylerin ilişkilerin kurulmasına ön ayak olması gibi iki güçlü trendden söz etmiştir. Soğuk Savaş döneminde Türk-Amerikan ilişkilerini sistemik analizle açıklanabildiğini, Soğuk Savaş sonrası dönemde bölgeselcilik eğilimlerinin güçlendiğini ve günümüzde Trump-Erdoğan ikilisi nedeniyle yeniden lider-eksenli eski tip yaklaşımlara dönüldüğünü belirten Türkmen, Başkan Trump'ın öngörülemez dış politika anlayışının bazı bilinmezlik ve sorunlara yol açtığını da sözlerine eklemiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün Wilsoncu ilkeleri çok iyi anlayan vizyoner bir lider olduğundan söz eden Türkmen, ilerleyen on yıllarda da Harry Truman, Dwight D. Eisenhower, Adnan Menderes-Fatin Rüştü Zorlu, Turgut Özal, George H. W. Bush gibi güçlü siyasi elitler aracılığıyla Türk-Amerikan ilişkilerinde sorunların aşılabildiğini ifade etmiştir. Deneyimli akademisyen, Başkan Trump'ın dış politik eğilimlerini ise 4 başlıkta ifade etmiştir: 1-) Jacksoncı (Andrew Jackson) milliyetçi ve ulusal çıkarlara dayalı bir dış politika söylem ve icra tarzı, 2-) Transaksiyonalizm (Etkileşimci, al-vere dayalı diplomasi stili), 3-) Seçici izolasyonizm (ulusal çıkarları doğrudan ilgilendirmeyen bazı konularda içe kapanmacı ve duyarsız dış politika), 4-) Yeni emperyalizm (Neo-emperyalizm) (Kanada, Grönland, Panama söylemleri vs.). Türkmen, konuşmasının son bölümünde ise, Trump'ın diğer dünya liderleriyle duygusal bağlar kuran tarzını da vurgulayarak, Trump'ın geçmişte Başkan Richard Nixon'ın yaptığı şekilde bilinçli olarak bir tür "deli adam" (mad man theory) rolü oynadığını ifade ederek, bu sayede öngörülemez ve korkulan/çekinilen bir lider olarak Trump'ın ABD adına bazı kazanımlar sağladığını/sağlamaya çalıştığını söylemiştir.

Çalıştay öncesinde çektiğim selfie

İlk oturumunda bir diğer konuşmacısı olan emekli General Dr. Yavuz Türkgenci, Türk-Amerikan ilişkilerini günümüzün yeni gelişen güvenlik tehditleri bağlamında stratejik bir düzleme oturtmaya çalışırken, AVİM uzmanı ve ODTÜ öğretim görevlisi olan Dr. Teoman Ertuğrul Tulun da, konuşmasında, Türk-Amerikan ilişkilerine dair çalışma ve temaslarda yaşanan bazı pratik bürokratik ve diplomatik zorluklara değinmiştir. 

Bu şekilde, etkinlik, öğle arasının müteakiben düzenlenen ikinci ve üçüncü oturumlar sonrasında başarılı ve faydalı bir şekilde sona ermiştir. Diğer oturumlardan akılda kalan bazı hususlar ise; üçüncü oturumunda konuşan Kadir Has Üniversitesi'nden Prof. Dr. Serhat Güvenç'in ABD'nin Trump dönemindeki öngörülemez dış politikasının yalnızca Türkiye değil, dünya dengeleri açısından da bir güvenlik riski oluşturduğu tespiti ve ikinci oturumda Doç. Dr. Cenk Özgen'in Türk-Amerikan savunma sanayii ittifakına dair ortaya koyduğu bilanço olmuştur. 

Konuşmalardan çıkan ortak husus, Türk-Amerikan ilişkilerine yön veren makro paradigmaların (askeri iş birliği temelli ve model ortaklık temelli müttefiklik modelleri) başarısız olması nedeniyle günümüzde ilişkilerin lider eksenli bir biçim kazanması, buna karşın her iki ülkenin de dünya sistemi ve birbirleri açısından çok önemli konumda olmaları nedeniyle ilişkilerde kopuşun beklenmemesi gerektiği yönünde olmuştur. 

Bu başarılı etkinlik nedeniyle İstanbul Kent Üniversitesi'ni bir kez daha tebrik ederken, her türlü imkân ve kapasiteye sahip devlet üniversitelerinin bu tarz etkinliklerde genelde atıl durumda kalmaları, yeterince emek ve çaba harcamamaları ve genel olarak verimsizliklerinin serbest piyasa ekonomisinin faziletlerine dair inancımı pekiştirdiğini de bu vesileyle belirtmek isterim. 

Etkinlikten bazı kareler;

Kadir Has Üniversitesi İİSBF Dekanı Prof. Dr. Serhat Güvenç hocamızla

Prof. Dr. Hasret Çomak-ben-Prof. Dr. Serhat Güvenç etkinlik sonrasında

Değerli dostum ve panelist Dr. Sina Kısacık'la

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

19 Mayıs 2025 Pazartesi

2025 Romanya Cumhurbaşkanlığı Seçimleri: AB Yanlısı Merkezci Aday Nicuşor Dan Seçimi Son Düzlükte Kazandı

 

Romanya, Polonya ve Portekiz gibi Avrupa Birliği (AB) üyesi devletlerde bu sıralarda yapılan seçimler, AB'nin tüm sorunlara rağmen Birliği koruma ve güçlendirme mantığıyla kurduğu ulus-üstü sistemin halen işlerliğini koruduğunu ve AB karşıtı aşırı adayların önde ve favori oldukları seçimlerde bile son düzlükte halkların takdirine mazhar olamayabildiklerini gösteriyor. Öyle ki, geçtiğimiz yıl büyük bir siyasi ve hukuki krize dönüşen ve aşırı sağın öne çıktığı Romanya Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, Pazar günü düzenlenen ikinci tur sonucunda, Brüksel yanlısı merkezci aday Nicuşor Dan son düzlükte kazanmayı başardı. Bu yazıda, 2025 Romanya Cumhurbaşkanlığı seçimlerini değerlendireceğim.

AB'nin ekonomik olarak görece geri kalmış ülkelerinden olan Romanya, Birliğe üyeliği sonrasında ekonomik ve siyasi olarak ciddi bazı kazanımlar elde etse de, ülkenin genç nüfusunun gelişmiş Avrupa ülkelerine yerleşmesi bağlamında yaşanan beyin göçü, ekonominin son yıllarda beklendiği ölçüde iyi gitmemesi ve ülkedeki iki büyük siyasi parti (merkez sol Sosyal Demokrat Parti/PSD ile merkez sağ Ulusal Liberal Parti/PNL) temelinde şekillenen siyasi sisteme halkın duyduğu tepkiler nedeniyle son yıllarda zor bir dönemden geçmektedir. Öyle ki, geçtiğimiz yıl sonunda düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimleri, aşırı sağcı aday Calin Georgescu'nun ilk turu önde tamamlamasının ardından siyasi ve hukuki bir krize neden olmuş ve neticede Romanya Anayasa Mahkemesi tarafından seçim iptal edilerek 2025 yılına ertelenmiştir. Bu olay, ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance'in olaylı Münih Güvenlik Konferansı konuşmasında bile gündeme getirilmiş ve Avrupa'nın demokrasi anlayışı eleştirilmiştir

2025 Romanya Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tur sonuçları

Kaynak: The Guardian

2025 yılı 4 Mayıs tarihinde düzenlenen ilk tur seçimlerini ise, Georgescu'nun yerine aday olan aşırı milliyetçi Rumen Birliği İttifakı (AUR) partisi lideri olan 1986 doğumlu genç ve karizmatik siyasetçi George Simion, yüzde 41 civarında oyla, yüzde 20,99 oyda kalan Bükreş Belediye Başkanı Nicuşor Dan'ın çok önünde ilk sırada tamamlamıştı. Bu bağlamda, seçimleri Simion'un kazanmasına kesin gözle bakılmasına karşın, AB'nin de etkisiyle son düzlükte merkezci aday Nicuşor Dan Romen halkı nezdinde daha makbul görülmüş ve yüzde 54'e yakın bir oyla yeni Romanya Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Aşırı sağcı ve milliyetçi aday Simion ise yüzde 46,5 oyda kalmıştır. 

Bağımsız aday olarak seçime giren 1969 doğumlu Nicuşor Dan, 2020'den beri Bükreş Belediye Başkanı olarak ismini duyurmuş ve aslen matematikçi olan Sorbonne Üniversitesi doktoralı liberal ve makul bir siyasetçidir. AB yanlısı merkezci bir aday olarak uluslararası basında öne çıkarılan Dan, sonuçların belli olmasının ardından "Romanya'nın yeni bir döneme başladığını" belirterek, halktan destek istemiştir. Romanya Bilimler Akademisi'nde de görev yapmış olan Dan, Fransa'yı iyi bilen ve Avrupa bütünleşmesi projesine inanan bir siyasetçidir. Bu anlamda, Dan'ın sürpriz bir şekilde seçilmesi, Brüksel'in son dönemde aşırı sağın yükselişine karşı harekete geçtiğinin de bir kanıtı olarak okunabilir. Zira Fransa'da Marine Le Pen'e getirilen siyaset yasağı, Almanya'da AfD'nin bir şekilde durdurulması ve Fransa'da Macron'un aşırı sağ ve aşırı sol popülizmine yenilmemesi, Brüksel'in Birliği korumak konusundaki duyarlılığı ve çabalarına dair güncel bazı örneklerdir.

Bu anlamda, Türkiye'nin de son dönemde ilişkilerinin çok bozulduğu AB ile yeni bir sayfa açmaya ihtiyacı vardır. Bunun için yeni bir dönem (iktidar) beklenebileceği gibi, mevcut yönetim de bu konuda daha aktif olabilir. Bunun için kritik unsurlardan birisi de AB'nin geleceğine dair projelerde Türkiye'nin de mutlaka aktif şekilde yer almasıdır.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ


16 Mayıs 2025 Cuma

İspanya'dan Türkiye'ye Bakmak (Mayıs 2025)

12-17 Mayıs 2025 tarihlerinde Avrupa Birliği'nin hayata geçirdiği ve başarıyla uyguladığı Erasmus+ programı akademik hareketliliği bursuyla İstanbul Kent Üniversitesi ile anlaşması olan İspanya'nın Murcia şehrindeki UCAM Katolik Üniversitesi'nde (Universidad Católica San Antonio de Murcia) bulunma, burada bazı dersler verme ve akademik çalışmalara katılma, üniversite görevlileriyle temaslarda bulunma ve İspanya'yı gezme fırsatı yakaladım. Bu vesileyle Murcia dışında Madrid, Granada ve Alicante gibi bazı şehirleri de gezerek İspanya'yı daha yakından tanımaya ve insanları gözlemlemeye çalıştım. Öncelikle İspanya'nın gerçekten Türkiye'ye benzer şekilde çok güzel ve gelişmiş bir ülke olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca bazı din ve kültür farklılıklarına karşın, İspanyolların yaşam tarzlarının özellikle bizim Akdeniz ve Ege bölgelerimizdeki vatandaşlarımızın yaşam biçimlerine çok benzer olduğunu da fark ettim. Yani aslında siyasal sorunları aşabilirsek, Türkiye'nin Avrupa ile toplumsal olarak bütünleşmesi ve Birliğe gelecekte tam üye olması bence kesinlikle gerçekçi ve makul bir hedef. Bu yazıda, İspanya gözlem ve deneyimlerimi Türkiye'de devam eden siyasi süreçlerle paralel şekilde değerlendirmeye çalışarak, sizler için halen İstanbul'a dönüş yolundayken özgün bir yazı kaleme almayı deneyeceğim.

Öncelikle akademik faaliyetlerimizi değerlendireyim. AB üyesi olduktan sonra hızlı bir şekilde gelişen İspanya, bugün birçok Afrika, Ortadoğu, Latin Amerika, Avrupa ve hatta Asya ülkelerinden çok sayıda öğrenciyi kendisine çekebilen önemli bir yükseköğretim cazibe merkezi olmuş durumda. Times Higher Education raporlarına göre, dünyanın en gelişmiş 1.000 üniversitesinden 35'i İspanya'da bulunuyor. Bu rakamın eğitim alanında gayet iyi durumda bir ülke olan Türkiye için henüz 11 olduğunu düşünürsek, İspanya'nın eğitimde epey başarılı bir ülke olduğunu varsayabiliriz. UCAM da bu paralelde çok sayıda yabancı öğrenciyi bünyesine katmış ve Katolik dünyası ile sahip olduğu güçlü bağların üzerine bir de modern ve sportif bir üniversite imajı oluşturarak İspanya'nın elit üniversiteleri arasına adını yazdırmış durumda. Öyle ki, halen 15.000 civarında öğrencisi olan ve büyümeye devam eden kurum, spor bursları ile İspanya milli ve olimpiyat takımlarına çok sayıda sporcu yetiştirmesiyle biliniyor ve takdir topluyor. UCAM'da Türk ve Kıbrıslı Türk öğrencilerle de karşılaştım. İlerleyen yıllarda eminim Erasmus ve yurtdışı eğitim olanakları ile bu sayı daha da artacaktır.

Benim UCAM'da Salı ve Çarşamba günleri iki uzun dersim vardı. Bu derslere daha ziyade 10 civarında uluslararası öğrenci katıldı ve İspanyol öğrencilerle etkileşimde bulunma ve ders yapma olanağımız maalesef olmadı. Anlaşmalı olduğumuz programın daha ziyade uluslararası öğrencileri kabul etmesi ve üniversitede yoğun aktivitelerin düzenlendiği bir haftada olmamız sebebiyle bu şekilde daha az katılımlı ama benim açımdan oldukça başarılı geçen iki ders oldu. İlk derste Birleşmiş Milletler sistemini ve güncel sorunları, ikinci derste ise Türkiye-İspanya ilişkilerini anlattım. Özellikle ikinci gün dersine iyi hazırlanmıştım ve şansım da yaver gidince derse paralel olarak Türkiye-İspanya ilişkilerine dair üstüste iyi haberler gelmeye başladı. İlk olarak İspanya'nın önde gelen hava yolu şirketlerinden Air Europa'nın İGA İstanbul Havalimanı uçuşlarına başladığı haberi geldi. Daha sonra ise Türkiye'nin ilk milli jet eğitim ve hafif taarruz uçağı HÜRJET için TUSAŞ ile İspanya Savunma Bakanlığı arasında mutabakat anlaşmasının imzalandığı duyuruldu. Bunlara bir de UCAM'ın Dekan ve Rektör Yardımcısı ile yaptığımız ön görüşmelerde ortak bir yüksek lisans programının açılması projesi eklenince, bir anda mutluluğum daha da arttı. Derslerde ve üniversitedeki faaliyetlerde bana destek olan değerli akademisyen ve idareci dostlarımıza buradan sevgilerimi gönderiyorum. Kendilerini İstanbul'da "Krallar" gibi ağırlamaya hazırız. Ayrıca umuyorum iki üniversitenin ortak bir program açması ve karşılıklı seçmeli dil derslerinin müfredata eklenmesiyle iki ülke ve toplum arasındaki bağlar ilerleyen dönemde daha da kuvvetlenecektir. İspanya'nın özellikle İspanyolca bağlamında ve AB ile ortak şekilde ileride Latin Amerika başta olmak üzere birçok farklı coğrafyada etkin önemli bir dünya gücü olacağına ve merkezi devlet statüsünü güçlendirerek devam ettireceğine de samimiyetle inanıyorum. İspanya Başbakanı Pedro Sanchez'i de Türkiye'ye dostane yaklaşımları ve İslam dinine saygısı nedeniyle kutluyorum.

Sert siyasi konulara girmeden biraz da turistik işlere bakalım... Turizm konusunda bizim gibi gayet endüstrileşmiş ve gelişmiş bir ülke olan İspanya'da Murcia, Granada ve Alicante'de bulunduğum günlerde gerçekten çok keyifli ve öğretici anlar geçirdim. Granada'daki El Hamra Sarayı (Elhambra), gerçekten de bir dönem İspanya'da Büyükelçilik yapan usta yazarımız Yahya Kemal Beyatlı'nın "Dünyanın hiçbir yerinde Allah adını bu kadar çok zikreden sütun, kemer, kubbe, tavan, kapı ve duvara sahip başka bir saray bulmak mümkün değildir." dediği kadar görkemli ve kutsal bir yapı. Öyle ki, Sarayı gezmek için alınan randevular bir ay öncesinden tükeniyor ve dünyanın dört bir yanından her gün binlerce turist El Hamra'ya akın ediyormuş. Arapça "kırmızı" anlamına gelen El Hamra'nın hikâyesi ise dünya tarihine İspanya'nın bir dönem nasıl yön verdiğini gösteriyor. Nitekim Katoliklerin burayı Nasrilerden fethi sonrasında Yahudilerin İspanya'dan sürülmeleri ve Kristof Kolomb'un Kilise'yi kendisine sponsor yapması sayesinde -ki biliyorsunuz aynı yıl içinde Hindistan'ı ararken Amerika'yı keşfedecektir- dünya tarihi o andan itibaren çok farklı bir yönde ilerledi. Bugün ise, El Hamra, Türkiye (Erdoğan) ve İspanya (Zapatero) hükümetlerinin başlattığı ve Birleşmiş Milletler'in sahiplendiği "Medeniyetler İttifakı" projesine benzer şekilde üç semavi dinin dostluğunu sembolize ediyor. Fakat ne kadar acıdır ki, 2000'lerin başında ABD'de baş gösteren ve Irak işgali nedeniyle İslam ve Hıristiyan dünyasını karşı karşıya getiren fanatik yaklaşımlar bugün de İsrail'e hâkim olmuş ve Yahudileri Müslüman toplumlarla karşı karşıya getiriyor. Bu konuda İspanya, İrlanda, Norveç ve Fransa gibi Hıristiyan nüfusu yoğun ülkelerin çabaları ise takdire şayan. Türkiye ise bu konuda zaten taraf durumda ve Filistin'in tanınmasını ve "iki devletli çözüm"ü savunuyor. Ülkemizde az bilinen Alicante şehrinin de çok güzel bir turizm merkezi olduğunu belirtmek isterim. Keza Murcia da özellikle öğrenciler için harika bir seçenek. İspanya şehirlerinin uçak, tramvay, hızlı tren ve otobüs gibi gelişmiş ulaşım imkânları ile birbirlerine ve diğer ülkelere kolay erişilebilir durumda olması da bu açıdan büyük avantaj. Kabul edelim ki, bu konuda Türkiye de son yıllarda muazzam atılımlar yaptı ve özellikle havayolu trafiği anlamında gerçekten dünya çapında bir "hub" olmayı başardı. Elbette önemli bir fark, bizde nüfusun birkaç büyük şehirde toplanması nedeniyle muazzam kalabalık şehirlerimizde ulaşım şartlarının tüm atılımlara rağmen yetersiz kalabilmesi. Avrupa devletleri ise, AB'nin sponsorluğunda bölgesel eşitsizlikleri giderme mantığı ile hareket ederek, daha küçük ve rahat yaşanabilir, ulaşım imkânları kolay şehirler oluşturuyor. Bu nedenle İspanya'da başkent Madrid ve kısmen Barcelona dışında trafik sorunu o kadar da mühim bir mesele değil. Ayrıca şehirlerde yeşil alanların sıklığı ve yerlerin temizliği gibi konularda Avrupa standartlarının biraz gerisinde kaldığımızı gözlemledim. Ama inanın Türkiye'nin Avrupalı kimliği çok güçlü ve benzerliklerimiz farklılıklara kıyasla çok daha yoğun. Diyebilirim ki, karşılıklı pozitif bir ortam oluşsa, 5 yıl içerisinde, Türkiye, AB tam üyeliğine rahatlıkla hazır hale gelebilir.

İşte bu bağlamda, MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin büyük bir cesaretle başlattığı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın da yürekten sahiplendiği "açılım süreci" veya "barış süreci"nin demokratikleşme öncesinde en kritik dönemeç olacağını düşünüyorum/umuyorum. Maalesef 2000'lerde AB üyeliği yolunda demokratikleşme adımlarını atarken ordu-sivil ilişkilerindeki geleneksel dengeleri bir anda bozan ve kültürel kodlarımıza fazla gelen aşırı sivilleşme mantığı yerine, günümüzde sivillerin üstünlüğünü garanti altına almak ve 15 Temmuz benzeri girişimleri önlemek adına Cumhurbaşkanı'nın tek yetkili haline geldiği aşırı merkezi bir sisteme geçmek durumunda kaldık. Ama sivil siyasetin üstünlüğünün iyice oturması, darbeci geleneğin/kültürün tamamen sonlandırılması ve son aşama olarak da PKK terörü ile Kürt sorununun bitirilmesi/çözülmesi ile, eminim ki Türkiye'de daha demokratik bir dönemin başlaması yakında mümkün olabilecek. Elbette bunun olabilmesi için bu sürecin başarıyla ve -İspanya'nın Zapatero döneminde başardığı şekilde- sonuna kadar götürülmesi gerekiyor. Bu minvalde muhalefet partilerine de büyük ve tarihi bir sorumluluk düştüğünü belirtmem gerekir.

Fakat kendi içerinde çok sayıda özerk bölge olan İspanya örneğinden yola çıkarak ülkemizdeki siyasal sistemde köklü ve büyük idari değişiklikler mi gerekiyor derseniz, buna yanıtım "hayır" olur. Zira Ortaçağ'dan başlayarak feodalizm etkisinde dağınık/gevşek olarak bütünleşen Avrupa devletlerinin birçoğundan farklı olarak, Türkiye, Fransız tipi merkezi yönetim geleneğini ve Bonapartist yönetim felsefesini benimsemiş merkezi özellikleri baskın bir devlettir. Hatta günümüz standartlarında merkezi bir devlet olmayan Osmanlı İmparatorluğu bile o dönem Avrupalı feodal devletlerden kendisini net şekilde ayıran tımar sistemine dayalı yönetim modeliyle öne çıkmıştır. Bu bağlamda günümüzde Kürt nüfusun ihtiyaç duyduğu şeyler, benim gözlemlediğim kadarıyla, özerklik veya federalizm değil, üniter devlet yapısı içerisinde demokratik belediyelerin işlerlik kazanması, T.C. vatandaşı olan Kürt halkının kendi yöneticilerini özgürce seçerek güneydoğudaki şehirlerini imar etmesi, Kürt kimliğinin devlet nezdinde ikincil veya alt kimlik olarak tanınması ve bu yönde bazı kültürel açılımların (Fransa'daki ELCO sistemine benzer şekilde anadilde ikincil eğitim) yapılmasıdır. Bunların yapılması gayet mümkün ve olasıdır ki, zaten hiçbir şekilde Türkiye'den kopmak istemeyen Kürtler bölünmeme konusunda en büyük garantimiz durumundadır.

Bu konularda Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilerici konumunu koruması ve derinleştirmesi, İYİ Parti ve Zafer Partisi gibi partilerin de MHP'nin ve çağın gerisinde kalmamak adına yapıcı davranmaları gerekmektedir. Tesadüfe bakın ki, mülteci düşmanlığının ABD'de Donald Trump -ki ABD'de suç olgusu nedeniyle bunun haklı bazı gerekçeleri de var-, Hollanda'da Geert Wilders, Almanya'da ana muhalefet partisi AfD ve ülkemizde Ümit Özdağ ile gündeme gelen sığınmacı karşıtlığı konusuna da İspanya'dan güzel bir cevap verildi. 18 yaşındaki fakir bir aileden gelen Fas kökenli sevimli bir İspanyol çocuk (Lamine Yamal), göçün doğru yönetilirse nasıl faydalı olacağını ispatlarcasına, önceki gün -2024'te İspanya milli takımını Avrupa Şampiyonu yapmasının ardından- takımı Barcelona'yı da İspanya "La Liga" şampiyonu yaptı. Bugün spor gazetelerinde Yamal'ı manşetlerde görünce bir kez daha anladım; biz ülkemize savaş ve terörizm riskleri nedeniyle haklı ve yasal olarak gelmiş insanları (özellikle Suriyeliler) kovalamak için harcadığımız zamanı onları yetiştirip ülkemize faydalı Türk vatandaşları yapmak için harcasak, belki şimdi kendi Lamine Yamal'larımız olacaktı. Ama Türklüğü bir kültür ve hukuki statü yerine ırk temelinde görenler için, elbette Kürt de, Suriyeli de, Afgan da kalitelerine bakılmaksızın halen potansiyel tehdit gibi algılanıyor.

İspanya'dan Türkiye'ye bakınca aklıma gelenler şimdilik bunlar. İlerleyen günlerde zamanım olursa bunları akademik düzleme oturtarak daha da somut şekilde ifade edeceğim. İspanya'daki son gecemde büyük Türkiye'ye sevgiler...

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

14 Mayıs 2025 Çarşamba

Prof. Dr. Ozan Örmeci video yayını: İspanya'dan Sevgilerle (14.05.2025, Murcia)


Prof. Dr. Ozan Örmeci, 14 Mayıs 2025 tarihinde Erasmus programı kapsamında UCAM Katolik Üniversitesi'nde ders vermek için gittiği İspanya'nın Murcia şehrinden bir video paylaştı ve buradaki deneyim ve gözlemleri ile Türkiye'deki siyasi tartışmaları yorumladı.



11 Mayıs 2025 Pazar

Prof. Dr. Ozan Örmeci, Rusya-Ukrayna Krizinin Çözümüne Yönelik Girişimleri Rus Haber Ajansı TASS'a Yorumladı

 

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın sonlandırılmasına yönelik gündeme getirilen ve Türkiye'de memnuniyet yaratan diplomatik önerilere dair görüşlerini Rus haber ajansı TASS'a bildirdi. Aşağıdaki linkten bu röportajı okuyabilirsiniz.

TASS (11 Mayıs 2025) - Rusça

10 Mayıs 2025 Cumartesi

Prof. Dr. Ozan Örmeci'den Yeni Sunum: "The Alliance of Civilizations and Dynamics of Türkiye-Spain Relations"

İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci, Erasmus+ akademik hareketlilik programı kapsamında İspanya'nın Murcia şehrindeki UCAM Üniversitesi'nde (Universidad Católica San Antonio de Murcia/Murcia Saint-Anthony Katolik Üniversitesi) 14 Mayıs 2025 tarihinde "The Alliance of Civilizations and Dynamics of Türkiye-Spain Relations" başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Aşağıdaki linklerden bu sunuma ve etkinlik sırasında çekilen fotoğraflara erişebilirsiniz.



















8 Mayıs 2025 Perşembe

Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara'nın Fransa Ziyareti

 

Radikal bir geçmişten gelmesine karşın, geçtiğimiz yıl sonunda Suriye'de başarıyla gerçekleştirilen geçiş süreci sonunda bu ülkenin Devlet Başkanı durumuna gelen Ahmed Şara'nın diplomatik temasları, hem Suriye'nin 2011'den beri içerisine düşmüş olduğu kriz ortamı, hem de Şara'nın kişiliği nedeniyle ilgi görmeye devam ediyor. Nitekim Şara'nın 8 Mayıs 2025 tarihinde yaptığı Fransa ziyareti -ki kendisinin ilk Avrupa ziyareti olmuştur- ve bu ülkenin Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'la yaptığı görüşme de bu bağlamda dikkat çeken bir gelişme olarak uluslararası basında yer buldu.

Görüşme sonrasında, Şara, yeni Suriye'nin inşası konusunda barışa, adalete ve uluslararası iş birliğine olan bağlılıklarını ifade edip, çabaları nedeniyle Fransa'ya teşekkür ederken, Macron da Fransa'nın Esad rejimi sonrasında bağımsız ve egemen Suriye'nin demokratik rejime geçişine destek vererek, hem bu ülkede, hem de bölgedeki istikrarın korunmasına katkı sağlayacağını açıkladı. Açıklamalarda dikkat çeken bir husus, Şara'nın yeni Suriye'nin inşası için "çimentodan ziyade güvene ihtiyaç duyulduğunu" belirtmesi, Macron'un da etnik köken, dini görüş, mezhep ve ideolojileri ne olursa olsun yeni rejimin tüm Suriyelilere "eşit yurttaşlık temelinde eşit şekilde davranması" gerektiğini söylemesi oldu. Macron'un bir diğer dikkat çekici ifadesi ise, "komşu ülkelerin toprak bütünlüğünün ihlal edilerek güvenlik sağlanamayacağını" söylemesi oldu. Bu sözler, Türk basınında İsrail'e yönelik bir eleştiri olarak algılandı. Ayrıca Macron'un Suriye'ye yönelik yaptırımların kademeli olarak kaldırılacağını açıklaması ve ABD'yi de bu yönde adımlar atmaya teşvik eden bir çağrıda bulunması, bu ülkenin ekonomik olarak toparlanması hususunda önemli bir gelişme olarak not edilmelidir. 

Nevvaf Selam-Ahmed Şara

Hatırlanacak olursa, Şara'nın Paris ziyareti öncesinde tarihsel olarak Fransa'nın etkili olduğu bir diğer Ortadoğu devleti olan Lübnan ile Suriye arasında da diplomatik bir hareketlilik yaşanmış ve Lübnan Başbakanı Nevvaf Selam, 14 Nisan'da başkent Şam'da Ahmed Şara'yı ziyaret etmişti. Selam, ziyaret kapsamında "ikili ilişkilerde yeni bir sayfa"tan söz ederken, Şara da tarihsel olarak sorunlar yaşayan iki devletin ilişkilerinin geliştirilmesine referans yapmıştı. Bu anlamda, Fransa'nın kısmen kültürel, siyasi ve ekonomik etkilerini koruduğu bu iki ülke arasında ve bölgede istikrarın sağlanması hususunda Cumhurbaşkanı Macron'un inisiyatifiyle bazı girişimlerde bulunduğu ve Avrupa güvenliğini de kayıt dışı göç, radikal İslamcı militanların varlığı ve captagon ticareti gibi bazı konularda doğrudan ilgilendiren konularda harekete geçtiği düşünülebilir. Bu bağlamda bölgede etkili olan diğer devletler ise, kuşkusuz, İsrail, Türkiye, ABD, Rusya ve Suudi Arabistan'dır. Önceden bölgenin en etkili devletlerinden olan İran'ın ise, İsrail saldırılarıyla Hizbullah'ın gücünün kırılması nedeniyle bölgedeki etkisi azalmış durumdadır. 

Şara'nın ziyareti -geçmişte Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah el Sisi'nin ziyaretine benzer şekilde- Fransa'da bir iç siyaset konusu da olurken, özellikle sağ ve aşırı sağ çevreler (Marine Le Pen ve Laurent Wauquiez gibi isimler) Macron'un radikal İslamcı militan bir geçmişten gelen Ahmed Şara'yı Elize Sarayı'nda kabul etmesini çok sert şekilde eleştirdiler. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot'nun da geçiş hükümetleriyle ilişkiler kurulmasını eleştirdiği ve bunun IŞİD/DEAŞ'a kırmızı halı sermek anlamına geleceğini ifade ettiği düşünüldüğünde, Macron'un bu açılımının yalnızca muhalefette değil, hükümette bile tepkilere neden olduğu düşünülebilir. Kayhan Karaca'nın NTV'deki haberine göre de, zaten bu nedenle, Macron, Şara ile görüşmesinde aslında oldukça gergindi. Ayrıca, ABD güçlerinin Suriye'den ayrılması durumunda Fransız vatandaşı olan radikal İslamcıların ülkeye dönüşleri konusunda endişeleri olan Fransa, bu yüzden iddialara göre Amerikan askerlerinin ülkedeki varlığının sürmesini istiyor. 

Sonuç olarak, Türkiye'nin yakın coğrafyasında yıllardır devam eden bir çatışma sürecinin sonlandırılması ve Suriye'nin yeni bir anayasal düzenle birlik içerisinde uluslararası sistem ve küresel ekonomiye dahil edilmesi, Türkiye, Fransa, İsrail, Suudi Arabistan ve tüm diğer bölge ülkelerinin lehine bir gelişme olacaktır. Bu anlamda, dış müdahalelerin son bulması adına, yeni Suriye rejiminin endişeleri gideren ve Dürziler ve Kürtler gibi grupların talep ettiği öz yönetim modeline belli ölçülerde (yerel yönetim özerkliği) imkân sağlayan bir anayasa ve yönetim pratiği geliştirmesi çok faydalı olacaktır. Zira ancak bu şekilde Suriye yeniden bütünleşebilecek, dış müdahalelerin gerekçeleri ortadan kalkacak ve Suriye ekonomisi toparlanmaya başlayacaktır. 13 yıllık bir iç savaşın ardından ülkede sicili tamamen temiz hiçbir aktörün kalmadığı da düşünülürse, Şara ve SDG gibi güçlerin de yeni Suriye'ye katkı sağlayarak radikal geçmişlerinden sıyrılmaları olası ve dahası faydalı bir gelişme olabilir. Ancak bizce bu sürecin hiç kolay olmayacağı ve iç savaşı tetikleyebilecek gelişmelerin yaşanabileceğini de her daim akılda tutmak ve son derece dikkatli davranmak gerekiyor. Bu nedenle, bölgede Türkiye-Fransa iş birliği bizce çok doğru bir adım olacaktır. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

7 Mayıs 2025 Çarşamba

Romanya'da Aşırı Sağ İktidara Koşuyor

 

Romanya'da geçtiğimiz yıl siyasi ve hukuki bir krize neden olan ve ertelenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu 4 Mayıs 2025 tarihinde düzenlendi. Sonuçlar, Romanya'daki siyasi krizin sona ermediğini ve çeşitli sebeplerle halkın mevcut sisteme ve merkez partilere yönelik tepkilerini aşırı sağa verdiği destekle göstermeye devam ettiğini ortaya koymaktadır. Bu yazıda, 2025 Romanya Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk tur sonuçları incelenecek ve ikinci tur öngörüleri sunulacaktır.

Romanya'da 4 Mayıs 2025 Pazar günü düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimleri ilk turunu yüzde 41 civarında (40,96) oy alan aşırı sağ eğilimli Rumen Birliği İttifakı (AUR) partisi lideri olan 1986 doğumlu George Simion önde tamamladı. 2024 parlamento seçimleri sonrasında yaşanan kriz ortamında kurulan geniş tabanlı koalisyon hükümetiyle iktidara gelen Sosyal Demokrat Parti (PSD), Ulusal Liberal Parti (PNL) ve Romanya'daki Macarların Demokratik İttifakı (UDMR/RMDSZ) partilerinin ortak adayı olan bağımsız siyasetçi Crin Antonescu yüzde 20,07 düzeyinde destekle üçüncü olup elenirken, ikinci tura kalan diğer aday yüzde 20,99 oy toplayan Bükreş Belediye Başkanı Nicuşor Dan oldu. Eski Başbakan Victor Ponta da yüzde 13,05 oyda kalarak ilk turda elenen bir diğer isim oldu. Seçime katılım düzeyi yüzde 53'ü biraz aşarken, sonuçlar, Romanya'daki siyasi krizin sona ermediğini ve ülkede halkın memnuniyetsizliğinin devam ettiğini ortaya koydu.

Nicuşor Dan

Sonuçların ardından iktidar koalisyonunun en büyük partisi durumundaki Sosyal Demokrat Partisi (PSD), ortak adayları Crin Antonescu'nun başarısızlığı nedeniyle koalisyonu bozma kararını ilan ederken, bu partiden Başbakan atanan Marcel Ciolacu da görevinden istifa ettiğini açıkladı. Bu şekilde, Romanya'daki siyasi kriz daha da derinleşme alametleri göstermeye başladı. Bu bağlamda, ikinci turu 18 Mayıs'ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yanı sıra, Avrupa Birliği (AB) üyesi şirin Balkan ülkesinde önümüzdeki günlerde yeni hükümeti belirlenmesi için de yeni bir siyasi süreç yaşanacak. 

Sonuçlar, AB üyesi ülkede son dönemde halkın artan mutsuzluğunu ortaya koyarken, ülke üzerinde etkisi büyük olan ABD'deki Donald Trump rüzgârlarının da Romanya'yı derinden etkilediğini gösteriyor. Zira ikinci tur öncesinde ağır favori aday haline gelen genç siyasetçi Simion, Rusya-Ukrayna Savaşı'nda Ukrayna'ya sağlanan askeri desteğin devam ettirilmesi ve AB üyeliği gibi konularda oldukça şüpheci yaklaşımları olan ve geçtiğimiz yıl  Anayasa Mahkemesince iptal edilen birinci tur seçimlerinde çok başarılı performans gösteren Calin Georgescu'yu anımsatan sağ popülist bir siyasetçi. Yurt dışındaki Rumen diyasporası ile de çok güçlü bağlar oluşturan ve gençliği ve karizmatikliğiyle dikkat çeken Simion, ABD Başkanı Donald Trump'a hayranlığını her fırsatta ifade eden ve AB'yi egemen ulus-devletlerin birliği şeklinde sürdürmeye niyetli bir siyasetçi. Ukrayna'ya verilen desteğin kesilmesini savunmasına karşın Romanya'nın NATO üyeliği ve ABD müttefikliği konusunda sağlam bir duruşu olan Simion, AB üyeliği nedeniyle yetenekli istihdam gücünü büyük Avrupa ülkelerine kaptıran ve ekonomisi beklendiği ölçüde gelişmeyen Romanya'da halkın sisteme yönelik öfkesini iyi yönlendirebilen genç ama çok başarılı bir popülist siyasetçi. Simion, Trump dışında İtalya Başbakanı Giorgia Meloni'den de esintiler taşıyan bir tarza sahip.

Bu durum ise, kuşkusuz, AB'nin Fransa ve Almanya gibi merkez güçlerinde bazı endişelere yol açıyor. Bu nedenle, önümüzdeki günlerde gözler Romanya'nın kritik seçiminde olacak. Brüksel'in merkezi güçlerinin Nicuşor Dan'ın seçimi kazanması için bazı girişimleri olabilecekse de, Romanya üzerindeki büyük ABD etkisi, ülkenin Rusya ile ilişkiler ve Karadeniz bağlamındaki stratejik konumu ve NATO ile ilişkilerdeki önemi ve kültürel hayatta da İtalya'nın yoğun etkisi gibi sebeplerle, seçimde aşırı sağ eğilimli genç aday Simion'un zaferini beklemek daha akla yatkın bir ihtimal gibi gözüküyor. 

Kapak fotoğrafı: Euronews (George Simion-sağ tarafta)

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

6 Mayıs 2025 Salı

AB'den 'Bilim İçin Avrupa'yı Seçin' Hamlesi

 

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın izolasyonist dış politika anlayışı ve korumacı ekonomik tedbirleri nedeniyle Transatlantik ilişkilerde yarattığı güvensizlik ortamı ve Rusya Federasyonu’nun Ukrayna konusunda uyguladığı sert politikalardan vazgeçmemesi nedeniyle uluslararası siyasette daha bağımsız ve özerk bir aktöre dönüşme konusunda güçlü sinyaller vermeye başlayan Avrupa Birliği (AB), bu konuda oldukça istekli olduğunu diğer alanlarda da göstermeye devam ediyor. Nitekim bu kapsamda Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Paris’in ünlü üniversitesi Sorbonne’da “Bilim İçin Avrupa’yı seçin” (Choose Europe for Science) adıyla geçtiğimiz gün (5 Mayıs 2025) önemli bir ortak konferans düzenleyerek, Brüksel’in bilimsel gelişim konusundaki iddialı duruşunu gözler önüne serdiler. Bu yazıda, AB’nin bilim alanındaki bu yeni hamlesi değerlendirilecektir.


AB’nin bağımsız bir dış politik özneye dönüşmesi ve hatta kendisine özgü bir ordu kurması konusunda oldukça iddialı ve istekli bir siyasetçi olarak sivrilen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, bilimsel ve teknolojik gelişim konusundaki ısrarlı duruşunu da sıklıkla göstermektedir. İlk kez Cumhurbaşkanı seçildiği 2017 yılından beri zaman zaman yaptığı konuşmalarla Avrupa ve dünya çapında ses getiren Macron, bu etkinlikte de yine etkili bir konuşma yapmış ve AB’nin bilimsel gelişim konusundaki iddialı projesini ortaya koymuştur.

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Avrupa’yı dünyanın farklı yerinden gelecek bilim adamları için bir çekim merkezi haline getirmek için Brüksel’in 2025 ila 2027 yılları arasında 500 milyon euroluk yeni bir paket sunacağını açıklamasından sonra sahneye çıkan Macron, Fransızca yaptığı konuşmada, ilk olarak dünyanın en kurumsallaşmış demokrasilerinden birisi olan ABD’nin son dönemde üniversite özerkliği ve bilimsel ilerleme konusunda yaşadığı sorunlara dikkat çekerek, dünyanın en köklü üniversitelerine ve güçlü bir üniversiter geleneğe sahip olan Avrupa’nın bu konuda aşama yapması gerektiğini belirtmektedir. Bilimin özgür olması gerektiğinin de altını çizen Macron, bunun için “özgür” ve “akılcı” bireyler/araştırmacılar yetiştirmeleri gerektiğini söylemektedir. Bilimsel çalışmalara dair yasaklamaların olmaması gerektiğini de ifade eden Fransa Cumhurbaşkanı, “açık” ve “özgür” üniversite kavramını savunmaktadır. Özgür üniversitenin demokrasinin devamlılığı açısından da kritik bir unsur olduğunu belirten Macron, bu sayede Avrupa ekonomilerinin rekabetçilik düzeylerinin de gelişeceğini sözlerine eklemektedir. ABD’nin geçmişte özgür üniversite modeliyle bilim ve ekonomide büyük başarı göstermesini düşüncelerine örnek olarak gösteren Macron, AB’nin stratejik özerkliği için de kilit unsurun yine bilimsel özgürlükler olduğunu düşünmektedir. Bu anlamda, Macron, özgür ve kaliteli bilimsel üretimin yapılacağı özgür üniversitelerin; a-) Avrupa demokrasilerini güçlendireceğini, b-) Ekonomik rekabette Avrupa ülkeleri ve firmalarına avantaj sağlayacağını, c-) Bu sayede AB’nin stratejik özerkliğini sağlayarak küresel siyasette etkin bir unsura dönüşebileceğini ifade etmektedir.

Konuşmasının ilerleyen bölümlerinde önemli bilim insanı Marie Curie’ye de referans veren Emmanuel Macron, bilimin ilerlemesi için ülkesi ve AB’nin uyguladığı politikaları açıklamış ve yeni açıklanan bu programla birlikte Avrupa’nın bilimsel gelişiminin daha da gelişebileceğinin sinyallerini vermiştir. Avrupa’nın geleceği konusunda planlı-programlı yaklaşımları ve özgüvenli duruşuyla Macron’un bu zor günlerde tüm Avrupa’ya umut vadeden ender siyasetçilerden birisi olarak övgüyü hak ettiği kesindir. Ancak elbette AB’nin nüfuzunun arttırılması için yakın çevresi başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde daha entegre, uyumlu ve iddialı projeler ortaya koyması şarttır. Bu bağlamda, “Bilim İçin Avrupa’yı seçin” girişimi de oldukça umut vadeden bir proje olarak dikkat çekmektedir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

Turkish–French Relations: History, Present and the Future Kitabı Hakkında Yayınlanan İnceleme Yazısı

 

2022 yılında İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) Bölümü Başkanı ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ozan Örmeci ile Türkiye uzmanı Fransız akademisyen ve araştırmacı Dr. Aurélien Denizeau editörlüğünde hazırlanan Springer basımı Turkish–French Relations: History, Present and the Future adlı kitap hakkında Merve Özdemirkiran-Embel tarafından Modern & Contemporary France dergisinde bir inceleme yazısı yayınlandı. Yazıya bu linkten erişebilirsiniz.

Kitabı alabileceğiniz linkler için;

Amazon

Barnes & Noble

Springer