5 Ekim 2023 Perşembe

Egemenlik Kavramı Işığında Türkiye-KKTC İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme

 

Öz: Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) tanıyan dünyadaki tek devlettir. KKTC, kâğıt üzerinde egemen ve bağımsız bir devlet olmasına karşın, güvenlik gerekçeleri nedeniyle kendi kurumlarını geliştirememiş ve kendi egemenliğini Türkiye sayesinde uygulayabilen bir devlettir. Dahası, KKTC’nin uluslararası statüsü de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı bağlayıcı kararlar nedeniyle değiştirilememekte ve geliştirilememektedir. Bu bağlamda, Türkiye-KKTC ilişkilerini “egemenlik” kavramı ışığında değerlendirmek, bize ilişkilerin durumu, geleceği ve KKTC devletinin devletleşme sürecinin geldiği nokta konusunda fikir verebilir.

Anahtar Kelimeler: KKTC, Türkiye-KKTC ilişkileri, Egemenlik.

 

Giriş

Bu makalede, Siyaset Bilimi’nin en temel kavramlarından olan “egemenlik” olgusu ile Türk Dış Politikası’nın 1950’lerden beri en önemli gündem maddelerinden biri olan Kıbrıs Sorunu birleştirilerek, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (kısaca KKTC) statüsü ile Türkiye-KKTC ilişkileri bu perspektiften değerlendirilecektir. Bu bağlamda, çalışmada, öncelikle “egemenlik” kavramının siyasal tarihteki gelişimini incelenecek, daha sonra KKTC’nin uluslararası statüsü değerlendirilecek, son olarak da Türkiye-KKTC ilişkileri egemenlik perspektifinden yorumlanacaktır.

Egemenlik Kavramının Gelişimi

Egemenlik, Siyaset Bilimi için en temel kavramlardan birisidir. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, “egemenlik”, “egemen olma durumu” ve “milletin ve onun tüzel kişiliği olan devletin yetkilerinin hepsi; buyruk, hüküm, hükümranlık, hâkimiyet” anlamlarına gelmektedir.[1] Egemenlik kavramının köklerini, insanoğlunun ve farklı insan gruplarının belli bir coğrafyada kendi hâkimiyetlerini kurması çabalarına kadar -eski uygarlıklar dönemine değin- geriye götürebiliriz.

Egemenlik kavramının Siyaset Bilimi disiplininde kullanımını ise ilk kez Fransız hukukçu Jean Bodin’de (1530-1596) ve 16. yüzyılda görmekteyiz. Bodin, Latincede “en yüksek, en üst” anlamlarına gelen “superanus” teriminden türettiği egemenlik (souveraineté) kavramıyla bir devletin kendi toprakları üzerindeki mutlak ve sınırsız gücünü tanımlamış; mutlak monarşi yönetimlerini örnek alarak geliştirdiği bu kavramıyla da egemenliğin sınırlanamaz olduğunu ifade etmiştir.[2] Bodin ve Hegel gibi düşünürlerde, devletin otoritesi, Tanrı’nın otoritesinden sonra gelen, bölünemeyen ve devredilemeyen nitelikte mutlak bir güç olarak ifade edilir. Bodin, Devletin Altı Kitabı adlı eserinde, egemenlik olgusunu açıklarken gemi güvertesi örneğini vererek, nasıl ki güvertesi olmayan bir vasıta gemi değilse, egemenliği olmayan bir örgütün de devlet olamayacağını vurgular.[3]

İlerleyen dönemlerde, Thomas Hobbes (1588-1679) gibi devletin kuruluşunu toplumsal sözleşmeye dayalı toplumsal bir onay süreci ile açıklayan bazı düşünürler, yine egemenlik kavramını devletin oluşum süreciyle ilişkilendirmiş, ama egemenliğin kaynağı olarak monarşi ya da Hıristiyan köktendinci bazı Orta Çağ düşünürleri gibi Tanrı yerine, toplumu işaret etmişlerdir. Nitekim meşruti monarşiye destek veren çizgide düşünmesine karşın, Hobbes, Ejder Kral-Leviathan’ın otoritesini halkın iradesine dayandırırken, aslında Cumhuriyet rejimine giden yolu da açmış oluyordu. Hobbes’un çağdaşı olan John Locke’un (1632-1704) daha minimal (asgari) düzeyde devlet müdahalesini savunan ve devleti adeta bir mahkeme sürecine indirgeyen liberal yaklaşımı ve sonraki çağda Jean-Jacques Rousseau’nun (1712-1778) genel irade (volonté générale) ve toplumsal sözleşme (contrat social) kavramlarıyla Batı siyasal düşüncesinde devletin dönüşümü sağlanırken, buna eşlik eden çok önemli bir siyasi tarih olayı ise 1648 Westphalia Antlaşması olmuştur. Westphalia Antlaşması sayesinde, Avrupa’daki farklı devlet ve prenslikler, birbirlerinin sınırlarına saygı göstermeyi ve kendi sınırları içerisinde devletlerin uygulamalarına karışmamayı ilke edinerek, modern ulus-devlet yapısına giden sürecin önünü açmışlardır.[4]

Westphalia Antlaşması sonrasında egemenlik kavramının modern anlamda gelişimi açısından bir diğer önemli ve dönüm noktasını ise 1789 Fransız Devrimi oluşturur. Fransız Devrimi’nin temel ilkeleri olan özgürlük, eşitlik ve kardeşlikle Cumhuriyet rejimlerinin temelini oluşturan siyasi değerler pekişirken, devletlerin ulus-devlet olarak algılanması ve devletlerin yurttaşlarının evrensel haklarına saygı göstermesi gibi gelişmeler de yaşanmıştır. Ancak egemenlik kavramıyla, temelde devletin iç işleyişinde üzerinde başka bir güç kabul etmeme anlayışı kabul görmüş ve özellikle işin güvenlik boyutu üzerinde durulmuştur. Örneğin, ünlü Alman sosyolog Max Weber, devleti, “belli bir bölge içinde fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde bulunduran insan topluluğu” olarak tanımlayarak[5], bu konudaki en ünlü tanımlardan birisini yapmıştır.

Devletlerin resmi ilişkileri arttıkça, egemenlik kavramının iç egemenlik ve dış egemenlik şeklinde iki farklı düzlemde değerlendirilmesi çabası görülmüştür. Örneğin, Münci Kapani’nin Politika Bilimine Giriş kitabında da, bu konu, iç ve dış egemenlik şeklinde iki farklı kapsamda yorumlanır. İç egemenlik devletin sınırları içerisinde kendisinden üstün bir güç tanımaması iken, dış egemenlik de devletin başka bir devlete tabi olmaması olarak ifade edilmektedir.[6] Hukuk alanında önemli eserler veren Hans Kelsen ise, egemenliği hukuki boyutuyla çalışmış ve hukuk devleti olmanın devlet egemenliğine tezat teşkil etmediğini ve hukukun üstünlüğünün devletin egemenliğinin uygulanması olacağını vurgulamıştır.[7] Bu anlamda, devlet, sadece belli kurumlar (siyasi yönetici, parlamento vs.) değil, mahkemeler, belediyeler ve kamu kurumları gibi farklı bileşenlerden oluşan bir bütün olarak değerlendirilmiş ve hukuk da kuvvetler arası ilişkileri düzenleyen temel ilke olarak kıymetlendirilmiştir.

Günümüzde, demokrasi bilinci gelişip, demokratik uygulamalar yaygınlaştıkça, egemenlik kavramının tanımı ve içeriği de değişmektedir. Öncelikle, eskiden olduğu gibi sınırsız egemenlik diye bir olgudan söz etmek günümüzde mümkün değildir. Tam tersine, devletin sınırlı, sınırları bilinen ve bireyler, piyasalar, sivil toplum kuruluşları ve diğer toplumsal bileşenlere saygılı olduğu bir düzen talebi ve uygulaması tüm dünyada yaygınlaşmaktadır. İkincisi, dünyada federal devlet örnekleri de yaygınlaşmakta ve federal sistemler -sık sık etnik çatışmaların yaşandığı üniter devletlere kıyasla- daha başarılı ve istikrarlı yönetimler olarak sivrilmektedirler. Dünyanın birçok önemli ve büyük devleti ve ekonomisi (ABD, Almanya, Avustralya, Brezilya, Kanada, Rusya) federalizmle yönetilmekte ve bu devletlerde merkezi otorite yetkisini yerel otoritelerle paylaşmaktadır. Dahası, Birleşik Krallık, Çin ve Fransa gibi halen üniter devlet modelinin geçerli olduğu bazı önemli devletlerde dahi, yerel güçlerin etkisi artmakta ve merkezi otoritenin gücü sınırlanmaktadır. Bu anlamda, çağdaş demokratik bir ülkede, egemenlik kavramı, daha çok ülkenin sınırlarının korunması, ülke sınırlarının illegal (kaçak) girişlere karşı savunulması, yabancı devletlerin saldırıları veya içerideki terör gruplarının eylemlerine izin verilmemesi ve yetkili mahkemeler dışında herhangi bir otoritenin yargı yetkisinin kabul edilmemesi gibi unsurlar üzerinden tanımlanmaktadır. Buna karşın, yerinden yönetim, yerel yönetim ve federalizm uygulamalarının savunulması ve uygulanması, devletlerin egemenlik haklarına bir saldırı kapsamında değerlendirilmemektedir. Nitekim Avrupa Birliği (AB), ulus-devletten ulusüstü yapıya geçişi simgeleyen ve üye devletlerin egemenliklerinin üst bir yapıya devredildiği çağcıl ve başarılı bir örnektir. Bu bağlamda, Türkiye de, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tarafı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin üyesi olarak, egemenlik devrini hem teori, hem de pratikte kabul etmiş bir devlettir. Ancak son aylarda, Türkiye’nin Batı ülkeleriyle yaşadığı siyasi sorunlar nedeniyle, hukuk sisteminde Avrupa hukukunu uygulamak konusunda bir isteksizlik göze çarpmaktadır.

KKTC’nin Uluslararası Statüsü

Türkiye’nin, 1974 yılında, aşırı Rum fanatiklerden oluşan EOKA-B adlı cunta grubunun yaptığı askeri darbe sonucunda ortadan kalkan demokratik düzeni ve anayasayı restore etmek amacıyla gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtı’nın (aslında 20 Temmuz 1974 ve 14 Ağustos 1974 tarihlerinde iki farklı harekât gerçekleştirilmiştir) ardından[8], Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların soruna bir çözüm bulmaları için Ankara tarafından müzakere süreci ve adada iki bölgeli, iki toplumlu federasyon tezi desteklenmiş ve 1975 yılında Kıbrıslı Türklerin müzakerelerdeki statüsünün yükseltilmesi adına Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuştur. Rumlarla devam eden müzakere sürecinde olumlu netice elde edilmemesi ardından, 1983 yılında ise, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan edilmiştir. Yalnızca Türkiye’nin tanıdığı de facto bir devlet olan KKTC, buna karşın şimdiye kadar tam 19 ülkede 26 farklı Dış Temsilcilik açmayı başarmıştır.[9]

KKTC’nin uluslararası alanda tanınmasını engelleyen husus, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin bu konuda aldığı kararlardır. Bunları hatırlatmak gerekirse; ilk olarak 12 Mart 1975 tarihli ve 367 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ilanını kınayarak, tüm tarafları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliği, bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve bağlantısızlığına saygı göstermeye davet etmiştir.[10] 15 Kasım 1983 tarihli ve 541 sayılı karar ise, KKTC’nin ilanını yok saymış ve bunun 1960 anayasası ve garanti anlaşmasına aykırı olduğunu vurgulamıştır.[11] 12 Mart 1990 tarihli ve 649 sayılı karar, müzakerelere dair detaylı bir tanımlama yaparak, 1977 ve 1979 anlaşmaları doğrultusunda, tarafları, iki toplum ve iki bölgeli federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurma konusunda çalışmaya davet etmiştir.[12] 11 Mayıs 1984 tarihli 550 sayılı karar, KKTC’nin varlığını yok sayarak bu konudaki çabaları “bölücülük” olarak değerlendirmiş ve Türkiye ile KKTC arasında Büyükelçi atanması ve KKTC’de referandum ve seçim yapılmasının Kıbrıs’ta siyasi çözüme karşıt gelişmeler olduğu vurgulanmıştır.[13] 11 Ekim 1991 tarihli ve 716 sayılı kararda ise, önceki kararlar doğrultusunda, Kıbrıs Sorunu’nun iki eşit toplum arasında kurulacak federal bir devlet yöntemiyle çözülebileceği teyit edilmiş ve ayrılıkçı akımlar kınanmıştır.[14] Bu şekilde, birçok BM kararı, KKTC’nin varlığının tanınmayacağını teyit etmiş ve çözümün ancak birleşmiş federal bir Kıbrıs olabileceğini ortaya koymuştur.

Birleşmiş Milletler Tüzüğü veya Antlaşması, Siyaset Bilimi’nde çok önemli ve temel bir konu olmasına karşın, “egemenlik” kavramına yalnızca iki yerde yer vermiştir. Bunlardan ilki, 2. maddenin birinci fıkrasında yer alan “Örgüt, tüm üyelerinin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulmuştur[15] cümlesi, ikincisi ise 78. maddede geçen “Birleşmiş Milletler üyeleri arasındaki ilişkiler egemen eşitlik ilkesine dayalı olacağına göre, Birleşmiş Milletler’e üye olan ülkelere vesayet rejimi uygulanmayacaktır[16] ifadesidir.

Bu maddeleri yorumlamak gerekirse; öncelikle BM’nin üye devletler arasında egemen eşitlik ilkesinden söz etmesine karşın BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üyesi olarak yalnızca 5 devletin varlığı (ABD, Birleşik Krallık, Çin, Fransa ve Rusya), bu ilkenin daha çok bir temenni niteliğinde kaldığını ve pratikte devletler arası eşitliğin geçerli olmadığını göstermektedir. Bu noktada edebiyat severlerin aklına gelen ilk cümle ise, George Orwell’in ünlü Hayvan Çiftliği eserinde geçen “Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir” ifadesi olmaktadır. Bu anlamda, BM, eşitler arası bir düzen kurmamıştır ve Güvenlik Konseyi üyeleri diğer devletlere kıyasla imtiyazlı statüdedirler. KKTC’nin tanınmasını engelleyen husus da, Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen 5 daimi üyenin bu konudaki olumsuz tavrıdır.

BM Antlaşması’nda egemenlikle alakalı olarak geçen ikinci madde ise, BM üyesi olan devletlere yönelik vesayet uygulamalarını yasaklaması bağlamında önemli olmakla birlikte, BM üyesi olmayan tartışmalı devlet ve topraklarda “vesayet rejimi” kurulmasının da bir anlamda önünü açmakta ve bunun yasadışı olmadığı anlamına gelmektedir. Elbette, KKTC, bu bağlamda BM üyesi olmayan bir devletten ziyade, BM’ye göre, BM üyesi topraklarda kurulmuş de facto ve geçersiz bir devlet statüsündedir. Ancak dünyada halen herhangi bir devletin toprağı kabul edilmeyen bölgelerde, vesayet rejimi kurulabilmesi teorik ve hukuki açıdan mümkündür.

Türkiye-KKTC İlişkilerine Egemenlik Perspektifinden Bakış

Türkiye, KKTC’yi tanıyan tek devlettir. KKTC anayasası, devletin egemenlik kaynağı olarak 1983 anayasasının 3. maddesinde geçen ifadelerle[17] halkı (KKTC vatandaşlarını) temel kabul etmiştir. Ancak pratikte, ülkenin ekonomisi ve güvenliği tamamen Türkiye’ye bağlı olduğu için, KKTC devletinin Kıbrıs Türk halkı tarafından yönetildiğini iddia etmek mümkün değildir. Bunun yerine, KKTC, Türkiye’nin yönettiği bir “protektora” rejimi hüviyetindedir. Protektora, uluslararası ilişkilerde, “bir sözleşme ya da tek taraflı bir karar uyarınca güçlü devletin zayıf bir devleti koruma ve denetim altına aldığı hukuksal rejim” olarak tanımlanmaktadır.[18] Bu bağlamda, protektora rejimlerinde zayıf devletin kendisinin iç egemenliğini uygulaması mümkün olmamakta ve güçlü devletin hukuki veya kayıt dışı olarak sözü geçmektedir.

Bu konuda KKTC iç politikası bağlamında elimizde iç ve dış egemenlik kavramını tartışmaya açacak nitelikte önemli bazı örnek vakalar bulunmaktadır. Birinci olarak, KKTC’deki yerel kolluk kuvveti olan Polis Genel Müdürlüğü (PGM), 1984 tarihli kuruluş yasasının ikinci kısmının üçüncü maddesine göre[19], Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı ise, bağımsız bir askeri güç olmayıp, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kara Kuvvetleri’ne bağlı Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri’nin otoritesi altındadır. Bu anlamda, KKTC polis kuvveti TSK’nın emri altında görev yapmaktadır ve bağımsız bir polis teşkilatı değildir. Dolayısıyla, polis teşkilatı, egemenliğini kendisi uygulayamamakta ve TSK ile paylaşmaktadır. Bu bağlamda, teknik olarak, TSK’nın isteği ve rızası olmadan KKTC polislerinin herhangi bir suçu araştırma ya da suçluya müdahale etme hakları da yoktur.

İkinci olarak, KKTC siyasetine yönelik Türkiye’nin doğrudan ve dolaylı müdahaleleri adada her zaman eleştiri konusu olmakta ve bağımsızlık iddialarına gölge düşürmektedir. Geçmişte KKTC’nin kurumsallaşması sürecinde kurucu lider Rauf Denktaş lehine Türkiye’nin yaptığı müdahalelerin yanı sıra, bu konuda en güncel örnek, 2020 yılı Ekim ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Türkiye’nin milliyetçi aday Ersin Tatar lehine müdahale ettiği iddiasıdır. Bu konu hakkında Kıbrıs Türk basınında çok şey yazılmış, ayrıca Kıbrıslı Türk hukukçular tarafından bu konuda özel ve kapsamlı bir rapor da hazırlanmıştır.[20] Diğer Cumhurbaşkanı adayı ve KKTC 4. Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ise, Milli İstihbarat Teşkilatı’na bağlı bazı kişilerin seçim sürecinde kendisini tehdit ettiklerini ve adaylıktan çekilmesini istediklerini, zira seçilse bile görevde kalamayacağını vurguladıklarını söylemiştir.[21] Yine güncel bir diğer örnek vaka ise, Türkiye’ye yakın aşırı milliyetçi Ulusal Birlik Partisi (UBP) kongresine Ankara’nın müdahalesi ve adaylardan Ersan Saner’in şantaj kasetler yoluyla tehdit edilerek adaylıktan vazgeçilmeye zorlanmasıdır.[22] Bu gibi durumlar da göstermektedir ki, KKTC devletinin kendi sınırları içerisinde herhangi bir egemenliği yoktur, ya da en azından bu egemenliğin kapsamı sınırlıdır. KKTC, Türkiye’nin protektorası hüviyetinde olan bir devlettir ve bağımsızlık ve egemenliği sınırlıdır. Bu durum, siyasi gerçeklikler (Doğu Akdeniz gibi çok stratejik bir bölgenin ortasında küçük bir toplumun güven içerisinde yaşayabilmesi) açısından faydalı olarak da görülebilir. Ancak bunu bilerek, KKTC’nin bağımsız ve egemen bir devlet olduğunu iddia ederken daha gerçekçi ve ihtiyatlı davranmak gerekmektedir.

Üçüncü bir husus ise, KKTC’nin ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilen bir devlet olmayıp, Türkiye’den verilen yardım ve hibelerle ekonomisini idame ettiriyor olmasıdır. Bu konuda iki ülke arasındaki ilk anlaşma 1975 tarihli Ticaret ve Ödeme Protokolü olup, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın 1994 tarihli kararı sonrasında dış satım yapması neredeyse imkânsız hale gelen KKTC ekonomisini düzeltmek için, Türkiye ile 1998 yılında Yatırımlarda Devlet Yardımları Anlaşması ile Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması, 1999 yılında da İki Ülke Vatandaşlarına İlave Kolaylıklar Tanınmasına İlişkin Anlaşma imzalanmıştır.[23] Bu antlaşmalar ve sık sık yinelenen ticari ve ekonomik iş birliği protokolleri ile[24] KKTC ekonomisinin batmaması sağlansa da, dış ticarete kapalı bir ülkenin günümüzde ekonomik egemenliğini sağlayarak ayakta kalabilmesi ve gelişebilmesi mümkün değildir. Bu anlamda, adada siyasi çözümün önüne geçilerek, KKTC’nin serbest piyasa düzenine geçmesine de bir anlamda mâni olunmaktadır.

Dördüncü olarak, Türkiye, son dönemlerde KKTC’nin iç hukuk düzenini de kabul etmemekte ve örneğin KKTC Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bazı kararlar Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından alenen ve kamuoyu önünde eleştirilerek, bu konuda Lefkoşa hükümetine ve bağımsız mahkemelerine bir anlamda gözdağı verilmektedir.[25] Bu durum, KKTC’nin egemenliğinin aslında bizzat Ankara tarafından bile kabul edilmediğini gösteren çok önemli bir vakadır. Söz konusu kararda, Kuran kursları konusunda Anayasa Mahkemesi’nin aldığı karar Cumhurbaşkanı tarafından sert sözlerle eleştirilmiştir. Elbette, hukuk sistemi, toplumsal beklentiler ve çağcıl siyasi gelişmeler doğrultusunda gelişebilen dinamik bir süreçtir ve zaman içerisinde mahkemelerin kararları farklılık gösterebilir. Ancak bir ülkenin egemenliğinin uzantısı olan en yüksek yetkili mahkeme kararı, bu ülkeyi tanıyan başka bir devlet tarafından tanınmıyorsa, o devletin egemenliği de tartışmalı hale gelmektedir.

KKTC’nin durumu Kıbrıs Sorunu bağlamında ve dış egemenlik kavramı açısından değerlendirildiğinde ise, KKTC topraklarının Türkiye’nin tanımadığı bir devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla BM’de kabul gördüğü ve tasdik edildiği, bu manada uluslararası hukuk açısından egemenliğin Güney Lefkoşa’da (Güney Kıbrıs Rum Kesimi/Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) olduğu tespiti yapılabilir. Elbette bu durum siyasi ve toplumsal gerçeklerle örtüşmemekte ve Kuzey Kıbrıs Türk halkı, Türkiye’nin de desteğiyle birlikte savaş vererek kazandığı topraklarda söz sahibi olmak durumundadır. Ancak bunun için, şüphesiz, Türkiye ve KKTC’nin birlikte hukuki mücadele vermesi ve Kıbrıs Türk halkının egemenliğini kabul ettirmesi gerekmektedir. Bunun yolu da Karabağ’daki Ermenistan’a benzer şekilde güç yoluyla varlığını zorla kabul ettirmeye çalışmak yerine, müzakereler ve diplomasi yoluyla soruna çözüm geliştirmek ve Kıbrıs Türk halkının statüsünü kabul ettirmekten geçmektedir. Bu konuda KKTC’ye örnek olabilecek vaka ise, Uluslararası Adalet Divanı’nın 22 Temmuz 2010 tarihli Kosova kararıdır. Bu kararda, yetkili mahkeme, Kosova’nın 17 Şubat 2008 tarihinde ilan ettiği bağımsızlığının uluslararası hukuku ihlal etmediğine kanaat getirmiştir.[26] KKTC için ise henüz böyle bir durum söz konusu değildir.

Sonuç

Sonuç olarak, Cumhuriyetimizin 100. yılında Kıbrıs Sorunu konusundaki ezberleri bozarak, Kıbrıs’ı hiçbir komplekse girmeden 1920’lerde Cumhuriyet kurulurken Türkiye sınırlarının dışında bırakan ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonunu içselleştirerek, Kıbrıs’ta sahada TSK ve Kıbrıs Türk halkının vatanperver duruşundan da güç alarak, Kıbrıs’ta müzakereleri teşvik etmek ve Kıbrıs Türk halkının azami haklara ulaşacağı bir çözüm modelinde ısrarcı olmak çok daha doğru ve çağa uygun bir yaklaşım olacaktır. Zira BM düzeni devam ettiği müddetçe bu konu Türkiye’nin aleyhine kullanılacak ve Türkiye’nin Batılı ülkelerle olan ilişkilerini menfi yönde etkileyecektir. Bir diğer seçenek ise BM düzenini ortadan kaldırmak için aşırı akımlara ve BM karşıtı güçlere destek vermek olabilir ki, bu yöntem, pek de gerçekçi ve geçerli bir ihtimal olarak algılanmamaktadır. Kıbrıs'ta çözümü savunmak, Rumlarıın değil, Türklerin hakkını savunmaktır. Zira aksi takdirde Kıbrıs Türk halkı sonsuza değin bu şekilde çaresiz ve çözümsüz yaşamak durumunda kalacaktır. Bunu halkımıza doğru anlatabilirsek, zamanla herşey yerli yerine oturacaktır.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

KAYNAKÇA

 

[1] Türk Dil Kurumu Sözlükleri, “egemenlik”, Erişim Tarihi: 02.10.2023, Erişim Adresi: https://sozluk.gov.tr/.

[2] H. Emrah Beriş (2008), “Egemenlik Kavramının Tarihsel Gelişimi ve Geleceği Üzerine Bir Değerlendirme”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 63, Sayı: 1, ss. 57-58.

[3] Aktaran: Ömer Özkaya (2021), “Egemenlik Kavramının Gelişim Serüveni: Klasikten Küresele”, Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Dergisi, Cilt 4, Sayı: 1, Mart 2021, ss. 49-50.

[4] H. Emrah Beriş (2008), “Egemenlik Kavramının Tarihsel Gelişimi ve Geleceği Üzerine Bir Değerlendirme”, ss. 58-59.

[5] Aktaran: Emek Bayrak (2019), “Şiddet Tekelinin Tarihsel Gelişimi ve Bugüne Dair Notlar”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 68, Sayı: 1, s. 60.

[6] Aktaran: Ömer Özkaya (2021), “Egemenlik Kavramının Gelişim Serüveni: Klasikten Küresele”, s. 54.

[7] Aktaran: Ömer Özkaya (2021), “Egemenlik Kavramının Gelişim Serüveni: Klasikten Küresele”, ss. 54-55.

[8] Harekât emrini veren dönemin Başbakanı Bülent Ecevit bile bunu açıkça şu ifadelerle belirtmiştir: “İnsanlığa ve barışa büyük bir hizmette bulunmuş olacağımıza inanıyoruz. Öyle umarım ki, kuvvetlerimize ateş açılmaz ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil, barış için ve yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz.” Bakınız; “Ecevit Kıbrıs Barış Harekatını ilan ediyor!”, Erişim Tarihi: 04.10.2023, Erişim Adresi: https://www.youtube.com/watch?v=b_B2eYytG-A.

[9] Ozan Örmeci & Sina Kısacık (2020), “Cutting the Gordian Knot: Turkish Foreign Policy Towards Cyprus During AK Party Era (2002-2020)”, Studia i Analizy Nauk Polityce, no: 1 (2020), s. 26.

[10] Security Council Report, “UN Documents for Cyprus: Security Council Resolutions”, Erişim Tarihi: 28.09.2023, Erişim Adresi: https://www.securitycouncilreport.org/un_documents_type/security-council-resolutions/page/4?ctype=Cyprus&cbtype=cyprus#038;cbtype=cyprus.

[11] A.g.e.

[12] A.g.e.

[13] A.g.e.

[14] A.g.e.

[15] “Birleşmiş Milletler Antlaşması”, Erişim Tarihi: 28.09.2023, Erişim Adresi: https://turkiye.un.org/sites/default/files/2020-02/UN-charter-turkish_0.pdf, s. 6.

[16] A.g.e., ss. 40-41.

[17] Bu ifadeler şöyledir;   

(1) Egemenlik, kayıtsız şartsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yurttaşlarından oluşan halkındır.

(2) Halk, egemenliğini, Anayasanın koyduğu ilkeler çerçevesinde, yetkili organları eliyle kullanır.

(3) Halkın hiçbir zümresi, kesimi ve kişisi, egemenliği kendine mal edemez.

(4) Hiçbir organ, makam veya merci, kaynağını bu Anayasa'dan almayan bir yetki kullanamaz.

Bakınız; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Mahkemeler, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası”, Erişim Tarihi: 02.10.2023, Erişim Adresi: https://www.mahkemeler.net/cgi-bin/anayasa.aspx.

[18] Haberler.com (2022), “Protektora ne demek? Protektora TDK anlamı! Protektora nedir, ne anlama gelir?”, 21.04.2022, Erişim Tarihi: 03.10.2023, Erişim Adresi: https://www.haberler.com/haberler/protektora-ne-demek-protektora-nedir-ne-anlama-13865110-haberi/#:~:text=Uluslararas%C4%B1%20ili%C5%9Fkilerde%2C%20bir%20s%C3%B6zle%C5%9Fme%20ya,denetim%20alt%C4%B1na%20ald%C4%B1%C4%9F%C4%B1%20hukuksal%20rejim.

[19] “Polis Örgütü (Kuruluş, Görev ve Yetkileri) Yasası”, Erişim Tarihi: 02.10.2023, Erişim Adresi: http://www.polis.gov.ct.tr/yasa/51-1984.pdf, s. 4.

[20] Euronews (2021), “Ankara'nın KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale iddiaları raporlaştırıldı”, 10.06.2021, Erişim Tarihi: 02.10.2023, Erişim Adresi: https://tr.euronews.com/2021/06/10/ankara-n-n-kktc-cumhurbaskanl-g-secimlerine-mudahale-iddialar-raporlast-r-ld.

[21] Metin Kaan Kurtuluş (2021), “Eski KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı, T24'e anlattı: Ankara'nın emriyle MİT seçimlere müdahale etti; 'kazansan bile görevde kalamayacaksın' dediler!”, T24, 16.06.2021, Erişim Tarihi: 02.10.2023, Erişim Adresi: https://t24.com.tr/haber/eski-kktc-cumhurbaskani-akinci-t-24-e-anlatti-ankara-nin-emriyle-mit-secimlere-mudahale-etti-kazansan-bile-gorevde-kalamayacaksin-dediler,959338.

[22] Cumhuriyet (2021), “KKTC'de 'şantaj kaseti' sonrası Ersan Saner adaylıktan çekildi”, 26.10.2021, Erişim Tarihi: 04.10.2023, Erişim Adresi: https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/kktcde-santaj-kaseti-sonrasi-ersan-saner-adayliktan-cekildi-1879892.

[23] Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye Cumhuriyeti ile İlişkiler”, Erişim Tarihi: 04.10.2023, Erişim Adresi: https://mfa.gov.ct.tr/tr/dis-politika/turkiye-cumhuriyeti-ile-iliskiler/.

[24] Muhammet İkbal Arslan (2021), “Türkiye ile KKTC arasında ticari ve ekonomik iş birliğinin geliştirilmesine ilişkin protokol imzalandı”, Anadolu Ajansı, 03.06.2021, Erişim Tarihi: 04.10.2023, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/turkiye-ile-kktc-arasinda-ticari-ve-ekonomik-is-birliginin-gelistirilmesine-iliskin-protokol-imzalandi/2263112.

[25] Kıbrıs Postası (2021), “Recep Tayyip Erdoğan: ‘KKTC Anayasa Mahkemesi Başkanı bu yanlıştan dönmelidir, aksi takdirde atacağımız adımlar farklı olacak’”, 16.04.2021, Erişim Tarihi: 04.10.2023, Erişim Adresi: https://www.kibrispostasi.com/c36-TURKIYE/n374484-recep-tayyip-erdogan-kktc-anayasa-mahkemesi-baskani-bu-yanlistan-donmelidir-aksi-takdirde-atacagimiz-adimlar-farkli-olacak.

[26] International Court of Justice, “Overview of the Case”, Erişim Tarihi: 04.10.2023, Erişim Adresi: https://www.icj-cij.org/case/141#:~:text=In%20its%20Advisory%20Opinion%20delivered,did%20not%20violate%20international%20law%E2%80%9D.


Hiç yorum yok: