Geçtiğimiz
hafta İslam dünyasının en önemli ülkelerinden Mısır’da gerçekleşen ve Hüsnü
Mübarek iktidarının ardından ülkenin demokratik yollarla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı
Muhammed Mursi’nin devrilmesine yol açan askeri darbe, ülkemizde daha çok
üstyapısal faktörlere dayalı siyasal İslamcılık-laiklik perspektifinden
değerlendirilmiş ve medyada bu yönde yorumlar yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti
Dış İşleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
açıklamalarına da bakıldığında, olaya salt bu idealizm eksenli değerler
perspektifinden yaklaşıldığı ortaya çıkmaktadır. Oysa bugün uluslararası
ilişkilere ve dünya siyasetine daha derinden bakıldığında temel çelişkilerin bu
üstyapı faktörleri kadar ülkelerin güvenliği, ekonomileri ve enerji politikalarına
dayalı jeopolitik oyunlardan kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır. Mısır darbesi de
işte bu açıdan değerlendirildiğinde daha anlamlı olacaktır.
Şüphesiz
ki Mısır’da gerçekleşen olay bir siyasi darbedir ve Batı dünyasının bu olaya
yaklaşımı utanç vericidir. Ancak Batı dünyasının bu yönde adımlar atmasının
esas sebebi İslamofobi ve Mursi’yi destekleyen ve geçmişte terör faaliyetlerine
karışmış İhvan – Müslüman Kardeşler hareketine yönelik tepkiler değildir.
Olayın jeopolitik açıdan değerlendirildiğinde ilk sebebi, Amerika Birleşik
Devletleri başta olmak üzere tüm Batı dünyasının Orta Doğu’daki en güvenilir ve
önemli müttefikleri olan İsrail’in güvenliğiyle ilgilidir. İsrail devleti son
dönemde Arap Baharı sürecinde Mısır’da yaşanan iktidar değişimi ve İran’ın
artık son aşamaya gelen nükleer programı nedeniyle oldukça sıkışmış durumdadır.
İsrail’in varlığına bir tehdit olarak gördüğü İran’ın nükleer programı
konusunda son derece kaygılı olduğu ve İran’ın yeni seçilen reformist
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de henüz bu kaygıları gideremediği
görülmektedir.[1]
İsrail’in bir savaş sebebi olarak gördüğü İran’ın nükleer programı yanında
Mısır’da iktidara gelen Muhammed Mursi’nin “Mübarek gibi itaatkâr olmayacağız”
benzeri açıklamaları da[2] Batı
dünyasında İsrail’in güvenliği açısından alarm zillerinin çalmasına neden
olmuştur. Nitekim askeri darbenin ardından atanan yeni Cumhurbaşkanı Adli
Mansur’un ilk icraatlarından biri Refah sınır kapısının kapatılması[3]
olmuş ve Batı dünyasına açık bir uzlaşma mesajı verilmiştir. Mısır’ın bu
şekilde hareket etmesinde kuşkusuz Mısır Ordusu’nun ve genel olarak ülkenin ABD
ve Batı dünyasına ekonomik bağımlılığı ilk sırada gelmektedir. Öyle ki darbenin
ardından Mısır’da borsa % 5 oranında yükselmiştir![4]
İşte bu nedenle Batı dünyası şimdiye kadar darbeye darbe diyememiş ve tarafsız
görüntüsünün altında darbeye destek olmuştur. Darbe sonrası yaşanan gelişmeler
jeopolitik açıdan değerlendirildiğinde ise İsrail’in batı sınırlarını güvence
altına aldığı söylenebilir.
Mısır
darbesinin ikinci önemli sebebi, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Arap
Baharı sürecinde Arap dünyasında iyice derinleşen demokrasi talepleri
karşısında paniklemeleri ve Mısır’da demokratik modelin oturması halinde yakın
bir zamanda kendi ülkelerinde de bu tarz taleplerin gelişmelerinden endişe
etmeleridir. Suudi Arabistan darbe sonrası yeni yönetimi tanıyan ilk ülke
olurken, üzerinde etkili olduğu Selefi hareketi ve Nur Partisi’nin de darbeye
destek vermesini sağlamıştır. Bu ülkeler böylelikle Amerikalı ünlü siyaset
bilimci Samuel Huntington’ın “demokrasi dalgası”[5]
adını verdiği bir akımın kendi coğrafyalarına yayılmasına yönelik bir set
çekmişlerdir. Elbette demokrasinin kolay bir rejim olmadığı ve yerleşmesinin on
yıllar aldığı salt Türkiye’nin demokrasi tecrübesine bakarak bile kolaylıkla
anlaşılabilir. Ayrıca Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin de 1
sene görev yaptığı süreçte ekonomik ve siyasal açıdan oldukça başarısız olduğu ve
İslamcı korkuları tetiklediği ortadadır. Ancak sonuç olarak Suudi Arabistan ve
Körfez ülkeleri de Mısır darbesi konusunda demokratik açıdan sınıfta
kalmışlardır. Batı dünyasının darbeye desteğinde bir diğer önemli etken de, ABD
müttefiki olan bu ülkelerin Arap Baharı’na yönelik korkularıdır.
Mısır’da
gerçekleşen darbenin 3. ve belki de en önemli jeopolitik sebebi ise enerji
politikaları ile ilgilidir. Bilindiği üzere son birkaç yılda Kıbrıs Cumhuriyeti
adıyla Avrupa Birliği üyesi olmuş Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Doğu Akdeniz’de
başlattığı enerji arama çalışmaları neticesinde Akdeniz açıklarında doğal gaz
kaynakları bulunmuş ve Rum yönetimi Amerikan Noble şirketiyle bu yönde
anlaşmalar imzalamıştır. Rumlar ayrıca Mısır ve Akdeniz’e kıyısı olan bazı
ülkelerle de ikili anlaşmalar imzalayarak Akdeniz’i münhasır ekonomik bölge
yapmak yönünde ciddi adımlar atmışlardır. Türkiye’nin gösterdiği sert tepki
neticesinde Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi Güney Kıbrıs Rum
Kesimi ile ülkesi Mısır’ın Mübarek döneminde yaptığı bu anlaşmayı iptal
etmiştir. Mısır’da işbaşı yapan yeni yönetimin bu konuda ne yapacağı ise henüz
meçhuldür. Türkiye’nin Mısır’ın yeni yönetimine tepki gösterirken kuşkusuz bu
faktörü de hesaba katması gerekmektedir. Ancak Türkiye’den henüz Başbakan
Erdoğan’ın bu konuda bilinç sahibi olduğu yönünde sinyaller gelmemektedir. Bu
noktada Başbakan’ın danışmanlarının ve Adalet ve Kalkınma Partisi kadrolarının
jeopolitik gelişmeleri okumak konusunda son derece yetersiz oldukları dikkat
çekmektedir. Türkiye’nin Kıbrıs politikası son dönemde son derece ikircikli bir
hal almıştır. Türkiye’nin KKTC’nin veya başka bir isimle Kuzey Kıbrıs’ın
bağımsızlığını mı, yoksa Rumların bulduğu enerji kaynaklarından pay almayı mı
tercih ettiği net değildir. Türk yönetimi bu konuda net bir karar alarak, bu
yönde daha kararlı adımlar atmalıdır. Enerji gelirleri son derece cazip bir
faktör olabilirken, senelerdir dünyanın tanımadığı KKTC’de yaşayan Kıbrıslı
Türklerin tanınır bir devlete sahip olmaları da aynı ölçüde önemli bir kazanım
olabilir. Bu noktada Türk hükümetinin kararlı adımlar atması ve ne yaptığının
bilincinde olması gerekmektedir.
Sonuç
olarak Türkiye’de basın ve akademi dünyasının siyasal gelişmeleri yalnızca
demokrasi ve insan hakları perspektifinden değerlendirmeleri hatası Mısır
darbesinde de somut olarak karşımıza çıkmıştır. Demokrasi kuşkusuz Türkiye’nin
savunduğu ve yayılmasını istediği bir yönetim biçimidir. Ancak ulusal
çıkarların ve Kıbrıslı Türkler olmak üzere tüm dünyadaki Türklerin haklarının
savunulması da Türkiye’nin önemli bir dış politika unsuru olmalıdır. Bu noktada
Türkiye ve Mısır gibi ülkelerdeki siyasal İslamcı iktidarların yalnızca kadın
hakları ve özgürlükler konusunda değil, kendi halklarını kendi ülkelerine
yabancılaştırdıkları için dış politikada da ülkelerine ve halklarına büyük
zararlar verdikleri hemen fark edilmelidir. Görüldüğü üzere halkı kutuplaştıran
siyasal İslamcı iktidarlar ülkelerini ikiye bölmekte ve dış politikada halkın
kararlı ve tek bir ses vermesini imkânsız kılmaktadırlar. Bu nedenle
Türkiye’nin ivedilikle yapması gereken şey, artık iyice kontrolden çıkan
hükümete bir çekidüzen vermek ve ulusal çıkarlarını korumak olmalıdır. Aksi
takdirde kaybeden yine Türkiye ve Türk halkı olacaktır.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Örnek bir yaklaşım için; Landau,
Emily B., “Hassan Rohani, West’s false hope for a nuclear deal with Iran”, Haaretz, Erişim Tarihi: 07.07.2013,
Erişim Adresi: http://www.haaretz.com/opinion/hassan-rohani-west-s-false-hope-for-a-nuclear-deal-with-iran.premium-1.533302.
[2] “Mursi: Mübarek Gibi İtaatkâr
Olmayacağız”, Uluslararası Politika
Akademisi, Erişim Tarihi: 07.07.2013, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/mursi-mubarek-gibi-itaatkar-olmayacagiz/.
[3] “Mısır Refah Sınır Kapısını
Kapattı”, Aktif Haber, Erişim Tarihi:
07.07.2013, Erişim Adresi: http://www.aktifhaber.com/misir-refah-sinir-kapisini-kapatti-817024h.htm.
[4] “Mısır’da sermaye darbeyi
destekliyor”, Sabah, Erişim Tarihi:
07.07.2013, Erişim Adresi: http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2013/07/06/misirda-sermaye-darbeyi-destekliyor.
[5] “Third Wave Democratization”, Wikipedia, Erişim Tarihi: 07.07.2013,
Erişim Adresi: http://en.wikipedia.org/wiki/Third_Wave_Democracy.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder