15 Şubat 2013 Cuma

Avrupa Birliği vs. Şanghay İşbirliği Örgütü


TUİÇ Akademi Dergisi‘nin bir sonraki sayısında yayınlanacak röportajdan alıntıdır.


Geçtiğimiz haftalarda Türk dış politikasında kamuoyunu Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Moğolistan’ın “Avrasya Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri Teşkilatı” adı altında ortak askeri bir yapı kuracaklarını açıklamaları ve Başbakan Erdoğan’ın daha önce bir Rusya ziyaretinde de dile getirdiği Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyeliğiyle ilgili açıklaması belirledi. Her iki gündem maddesinin ortak özelliği de Avrupa Birliği üyelik süreci tıkanmışa benzeyen Türkiye’nin Asya’daki açılımlarına işaret etmesiydi. Bu gelişmelerle birlikte gerçekten Şanghay İşbirliği Örgütü ya da Avrasya Birliği gibi bir proje Avrupa Birliği’ne alternatif olabilir mi tartışmaları Türkiye’de alevlendi.

Aslında bu tartışmaların zamanlaması çok manidar. Bilindiği gibi AB üyesi ülkeler son 3 senedir ciddi ekonomik sorunlarla boğuşuyorlar ve eski performanslarında değiller. Dahası Türkiye’nin AB üyeliği Fransa ve Almanya gibi iki lider ülkenin bu sürece olumsuz bakışları ve Kıbrıs sorunu nedeniyle çıkmaza girmişe benziyor. Tüm engeller aşılsa dahi biliyoruz ki Avrupa’da Türkiye’nin üyeliğini istemeyen yaygın ve örgütlü bir kesim var ve Avrupalı liderler de bu trendi engelleyeceklerine bu konu vasıtasıyla partilerine oy devşirmeye çalışıyorlar. Bu aslında AB’deki vizyonsuzluğa işaret ediyor. Maalesef Avrupa’da AB’yi kuran Jean Monnet ve benzeri fikir adamlarının kemiklerini sızlatacak ölçüde bir vizyonsuzluk hakim. Arap Baharı sürecinde Türkiye’yi birliğe kabul etmeyen AB’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan kendisini soyutlayamayacağı açıkça ortaya çıktı. Günümüzün küreselleşen dünyasında büyümek ve ayakta kalmak isteyen bir birliğin bırakın izole olmayı daha da yayılmayı istemesi lazım. Maalesef bu noktada din-kültür farkları ekonomik ve siyasi menfaatlerin önüne geçecek kadar rol oynamaya başladı. Bu da çok sağlıksız bir durum ve AB’nin kuruluş ilkeleriyle de çelişiyor. İngiltere’nin de bu vizyonsuzluğa tepki olarak son dönemde AB’den ayrı ses vermeye başladığını, hatta Başbakan David Cameron’un bir daha seçimleri kazanırsa ülkesinin AB üyeliğini referanduma götürebileceğini açıkladığını görüyoruz.

Bana kalırsa AB ulus-devletler temelinde ve derinleşmeyi biraz azaltarak/erteleyerek Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan gibi ülkeleri de bünyesine katabilirse gerçekten bir dünya devi olabilir. Aksi takdirde Çin’in hızlı yükselişi ve ABD hegemonyası altında küçülmeye mahkum kalacaktır. Avrupa’da artan yaşlı nüfus ve genel olarak nüfusun azalması gibi faktörler de Avrupa’yı zayıflatıyor. Aşınan aile değerleri ve modernizmin iflası Avrupa’yı derinden sarsıyor. Ancak Avrupa’nın hala çok büyük avantajları da var. Bugün kültürel açıdan ve yaşam kalitesi yönünden varlıklı ve iyi eğitimli kesimlerin hala yaşamak isteyecekleri ülkelerin çoğu Avrupa’da. Örneğin ben bir akademisyen olarak öncelikle Avrupa’da çalışmak ve yaşamak isterim zira medeni açıdan Avrupa’da yaşam hala Asya ülkelerinin önünde. Bu sayede AB elbette nitelikli beyin göçünü sağlayarak ayakta kalmayı deneyebilir. Ayrıca hala çok büyük bir akademik ve sanatsal birikim Avrupa’da mevcut. Ancak kendilerini yenileyememeleri gibi bir sorun gözlemliyorum. Belki de Avrupa’nın yeni bir Rönesans’a ihtiyacı var ve bence bunu ancak Türkiye’yi AB üyeliğine kabul ederek ve Türk-İslam medeniyetinden bazı unsurları da kendisine katarak yapabilir. Avrupa’da hala kafası çalışan insanlar olduğunu düşünüyorum, bu nedenle mutlaka önümüzdeki dönemde ekonomik sorunları aşarak bir atılım yapacaklarını ve Türkiye’nin üyeliğini gündemlerine ciddi şekilde alacaklarını düşünüyorum. Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande bu konuda kilit rol oynayabilir. Kendisi ekonomik programının aldığı tepkilere rağmen dış politika alanında çetin ceviz olduğunu Mali’de gösterdi ve Türkiye’nin AB üyeliği konusunda da ben pozitif bir yaklaşımı olduğuna inanıyorum. Birkaç gün önce yapılan Laurent Fabius-Ahmet Davutoğlu görüşmesinde de Fransa’nın bir müzakere başlığı konusunda vetosunu kaldıracağı sinyallerinin verilmesi önemli. Ancak bu hemen AB üyelik yolu Türkiye’ye yeniden açıldı anlamına gelmiyor.

Türkiye’nin AB üyeliği gerçekleşmezse elbette Türkiye biçare durumda kalmayacaktır. Genç nüfusu ve ilerleyen teknolojisiyle Türkiye tüm eksikliklerine rağmen 21. yüzyılın NBA tabiriyle “most improved player”ı olmaya adaydır. Şanghay İşbirliği Örgütü kuşkusuz Türkiye’nin AB üyelik hedefi sona ererse en ciddi alternatiflerinden biri olacaktır. Bu örgütün demokrasi kriterlerinin AB’ye göre daha düşük olması Türkiye açısından olumsuz bir faktör olarak görülebilir, ki bu haklıdır. Ancak Kürt sorunu ve PKK terörü nedeniyle köşeye sıkıştırılan Türkiye için ŞİÖ devlet hassasiyetleri açısından iyi bir liman işlevi de görebilir. Bu nedenle Başbakan Erdoğan’ın açıklamasının öncelikle AB’ye yönelik bir mesaj gayreti olduğuna inansam da, kesinlikle ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde Erdoğan’ın daha en azından birkaç yıl yönlendireceğini öngördüğüm Türkiye, ŞİÖ üyeliği ve Avrasya açılımları yolunda çok ciddi ve sağlam adımlar atabilir. Bu kimseyi şaşırtmamalıdır. Erdoğan gibi tarihe geçmek ve Türkiye’ye damgasını vurmak isteyen bir liderin bunu yapması mümkündür. Dediğim gibi benim açımdan ŞİÖ üyeliğiyle ilgili en temel sorun demokrasi kriterlerinin düşük olmasıdır. Ancak Türkiye’de demokrasi adına teröre destek vermek, insanların milli-manevi hassasiyetlerini kaşımak gibi öyle yanlış işler yapıyorlar ki bakarsınız halkımızın büyük bölümü de bu sürece destek verir. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin de son derece kurnaz bir lider ve Batı’dan kopan Avrasyacı bir Türkiye’nin Türk dünyasında ve genel olarak Asya’da kendi kontrolü dışında etkinliğini istemeyecektir. Bu nedenle Türkiye, Kitsikis’in deyimiyle bir “ara bölge” olma işlevini sürdürmelidir ve sürdürecektir. Türkiye’nin Batı-Doğu dengesinde kritik bir rolü bulunmaktadır.


Dr. Ozan ÖRMECİ 


1 yorum:

We are the Hippies dedi ki...

"Avrupa’nın yeni bir Rönesans’a ihtiyacı var"

Siyası açıdan gerçekten doğru