TUİÇ Akademi Dergisi‘nin bir sonraki
sayısında yayınlanacak röportajdan alıntıdır.
Geçtiğimiz haftalarda Türk dış politikasında kamuoyunu Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Moğolistan’ın
“Avrasya Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri Teşkilatı” adı altında ortak askeri
bir yapı kuracaklarını açıklamaları ve Başbakan Erdoğan’ın daha önce bir Rusya
ziyaretinde de dile getirdiği Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne
üyeliğiyle ilgili açıklaması belirledi. Her iki gündem maddesinin ortak
özelliği de Avrupa Birliği üyelik süreci tıkanmışa benzeyen Türkiye’nin
Asya’daki açılımlarına işaret etmesiydi. Bu gelişmelerle birlikte gerçekten
Şanghay İşbirliği Örgütü ya da Avrasya Birliği gibi bir proje Avrupa Birliği’ne
alternatif olabilir mi tartışmaları Türkiye’de alevlendi.
Aslında bu tartışmaların zamanlaması çok manidar.
Bilindiği gibi AB üyesi ülkeler son 3 senedir ciddi ekonomik sorunlarla
boğuşuyorlar ve eski performanslarında değiller. Dahası Türkiye’nin AB üyeliği
Fransa ve Almanya gibi iki lider ülkenin bu sürece olumsuz bakışları ve Kıbrıs
sorunu nedeniyle çıkmaza girmişe benziyor. Tüm engeller aşılsa dahi biliyoruz
ki Avrupa’da Türkiye’nin üyeliğini istemeyen yaygın ve örgütlü bir kesim var ve
Avrupalı liderler de bu trendi engelleyeceklerine bu konu vasıtasıyla
partilerine oy devşirmeye çalışıyorlar. Bu aslında AB’deki vizyonsuzluğa işaret
ediyor. Maalesef Avrupa’da AB’yi kuran Jean Monnet ve benzeri fikir adamlarının
kemiklerini sızlatacak ölçüde bir vizyonsuzluk hakim. Arap Baharı sürecinde
Türkiye’yi birliğe kabul etmeyen AB’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan kendisini
soyutlayamayacağı açıkça ortaya çıktı. Günümüzün küreselleşen dünyasında
büyümek ve ayakta kalmak isteyen bir birliğin bırakın izole olmayı daha da
yayılmayı istemesi lazım. Maalesef bu noktada din-kültür farkları ekonomik ve
siyasi menfaatlerin önüne geçecek kadar rol oynamaya başladı. Bu da çok
sağlıksız bir durum ve AB’nin kuruluş ilkeleriyle de çelişiyor. İngiltere’nin
de bu vizyonsuzluğa tepki olarak son dönemde AB’den ayrı ses vermeye
başladığını, hatta Başbakan David Cameron’un bir daha seçimleri kazanırsa
ülkesinin AB üyeliğini referanduma götürebileceğini açıkladığını görüyoruz.
Bana kalırsa AB ulus-devletler temelinde ve
derinleşmeyi biraz azaltarak/erteleyerek Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan gibi
ülkeleri de bünyesine katabilirse gerçekten bir dünya devi olabilir. Aksi
takdirde Çin’in hızlı yükselişi ve ABD hegemonyası altında küçülmeye mahkum
kalacaktır. Avrupa’da artan yaşlı nüfus ve genel olarak nüfusun azalması gibi
faktörler de Avrupa’yı zayıflatıyor. Aşınan aile değerleri ve modernizmin
iflası Avrupa’yı derinden sarsıyor. Ancak Avrupa’nın hala çok büyük avantajları
da var. Bugün kültürel açıdan ve yaşam kalitesi yönünden varlıklı ve iyi
eğitimli kesimlerin hala yaşamak isteyecekleri ülkelerin çoğu Avrupa’da.
Örneğin ben bir akademisyen olarak öncelikle Avrupa’da çalışmak ve yaşamak
isterim zira medeni açıdan Avrupa’da yaşam hala Asya ülkelerinin önünde. Bu
sayede AB elbette nitelikli beyin göçünü sağlayarak ayakta kalmayı deneyebilir.
Ayrıca hala çok büyük bir akademik ve sanatsal birikim Avrupa’da mevcut. Ancak
kendilerini yenileyememeleri gibi bir sorun gözlemliyorum. Belki de Avrupa’nın
yeni bir Rönesans’a ihtiyacı var ve bence bunu ancak Türkiye’yi AB üyeliğine
kabul ederek ve Türk-İslam medeniyetinden bazı unsurları da kendisine katarak
yapabilir. Avrupa’da hala kafası çalışan insanlar olduğunu düşünüyorum, bu
nedenle mutlaka önümüzdeki dönemde ekonomik sorunları aşarak bir atılım
yapacaklarını ve Türkiye’nin üyeliğini gündemlerine ciddi şekilde alacaklarını
düşünüyorum. Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande bu konuda kilit rol
oynayabilir. Kendisi ekonomik programının aldığı tepkilere rağmen dış politika
alanında çetin ceviz olduğunu Mali’de gösterdi ve Türkiye’nin AB üyeliği
konusunda da ben pozitif bir yaklaşımı olduğuna inanıyorum. Birkaç gün önce yapılan Laurent Fabius-Ahmet Davutoğlu görüşmesinde de
Fransa’nın bir müzakere başlığı konusunda vetosunu kaldıracağı sinyallerinin
verilmesi önemli. Ancak bu hemen AB üyelik yolu Türkiye’ye yeniden açıldı
anlamına gelmiyor.
Türkiye’nin AB üyeliği gerçekleşmezse elbette Türkiye
biçare durumda kalmayacaktır. Genç nüfusu ve ilerleyen teknolojisiyle Türkiye
tüm eksikliklerine rağmen 21. yüzyılın NBA tabiriyle “most improved player”ı
olmaya adaydır. Şanghay İşbirliği Örgütü kuşkusuz Türkiye’nin AB üyelik hedefi
sona ererse en ciddi alternatiflerinden biri olacaktır. Bu örgütün demokrasi
kriterlerinin AB’ye göre daha düşük olması Türkiye açısından olumsuz bir faktör
olarak görülebilir, ki bu haklıdır. Ancak Kürt sorunu ve PKK terörü nedeniyle
köşeye sıkıştırılan Türkiye için ŞİÖ devlet hassasiyetleri açısından iyi bir
liman işlevi de görebilir. Bu nedenle Başbakan Erdoğan’ın açıklamasının
öncelikle AB’ye yönelik bir mesaj gayreti olduğuna inansam da, kesinlikle
ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde Erdoğan’ın daha en
azından birkaç yıl yönlendireceğini öngördüğüm Türkiye, ŞİÖ üyeliği ve Avrasya
açılımları yolunda çok ciddi ve sağlam adımlar atabilir. Bu kimseyi
şaşırtmamalıdır. Erdoğan gibi tarihe geçmek ve Türkiye’ye damgasını vurmak
isteyen bir liderin bunu yapması mümkündür. Dediğim gibi benim açımdan ŞİÖ
üyeliğiyle ilgili en temel sorun demokrasi kriterlerinin düşük olmasıdır. Ancak
Türkiye’de demokrasi adına teröre destek vermek,
insanların milli-manevi hassasiyetlerini kaşımak gibi öyle yanlış işler
yapıyorlar ki bakarsınız halkımızın büyük bölümü de bu sürece destek verir. Rusya
Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin de son derece kurnaz bir lider ve
Batı’dan kopan Avrasyacı bir Türkiye’nin Türk dünyasında ve genel olarak
Asya’da kendi kontrolü dışında etkinliğini istemeyecektir. Bu nedenle Türkiye,
Kitsikis’in deyimiyle bir “ara bölge” olma işlevini sürdürmelidir ve
sürdürecektir. Türkiye’nin Batı-Doğu dengesinde kritik bir rolü bulunmaktadır.
Dr. Ozan ÖRMECİ
1 yorum:
"Avrupa’nın yeni bir Rönesans’a ihtiyacı var"
Siyası açıdan gerçekten doğru
Yorum Gönder