Türk modernleşmesinin başlangıç tarihi, bilim adamları tarafından farklı olaylarla (Lale Devri, Tanzimat Fermanı, 1908 Devrimi, Kemalist Devrim) ele alınsa da, Türklerin ciddi anlamda ilk çağdaşlaşma hamlesinin kesin olarak Cumhuriyet’in ilanıyla beraber başladığı genel kabul gören bir düşüncedir. Cumhuriyet’in ilanıyla beraber köhnemiş eski Osmanlı rejimini hedef alarak kendini bu karşıtlık üzerinden ve Batılı anlamda bir devlet olarak tanımlayan Türkiye Cumhuriyeti, tüm dünyada çok yaygın kabul gören modernleşme kuramı doğrultusunda çağın gerisinde olduğunu kabul etmiş ve “muasır medeniyetler” seviyesini yakalamayı kendine ilke edinmiştir. Bu noktada Batı ülkelerinin geçirdiği tarihsel süreçleri yaşamayan ve sosyal yapıda farklılıklar gösteren Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının hedeflerinden biri de; alternatif bir kalkınma modeli ile bu tarihsel farkı kapatmak ve modernleşme çizgisinde ülkelerine ileri bir yer edinmektir. Doğal olarak tarihsel-yapısal farklılıklar nedeniyle Türk modernleşmesi Batı’dan farklı bir şekilde ilerlemiş ve özellikle sosyal tabanın bu hamleye verdiği desteğin zayıflığı ve Kemalist Devrim’in ilerlemeci, devrimci ve üstten inmeci yapısı nedeniyle daha yapay bir çağdaşlaşma hamlesi ülkemizde hakim olagelmiştir. Şimdi “sentetik Türk modernleşmesi” şeklinde adlandıracağım bu büyük aydınlanma projesine biraz daha yakından bakalım.
Türk modernleşmesinde görülen en önemli sıkıntılardan birisi Batı ve Doğu arasına sıkışmış coğrafi, politik ve sosyo-ekonomik konumu nedeniyle Cumhuriyet’in yaşadığı ve şizofrenik, bocalayan nesillerin yetişmesine yol açan ikilik (duality) sorunudur. Türk halkı Müslüman kimliğini ve Doğu toplumlarına özgü birçok özelliklerini korumaya devam ederken, Kemalist Devrim sonrası bilim, teknoloji ve diğer birçok modernite unsurunun siyasi ve sosyal yaşama geçirilmesiyle Türk halkı ve devleti kaçınılmaz bir “çift anlamlılık” sorunuyla karşı karşıya gelmiştir. Kemalizm’in ilerici devrimciliğine karşın devrimlerin halka tam anlamıyla yayılamaması ve devrim sürecinde geçmişle keskin kopuşların yaşanması bu ikilik problemini su yüzüne çıkarmıştır. Latin alfabesinin bir gecede kabul edilerek neredeyse tüm halkın okuma-yazma yetisinden yoksun bırakılması (bunun yapılmasına karşı olduğum gibi bir anlam kesinlikle çıkarılmamalı) sanıyorum Kemalizm’in ilerici devrimci kararlılığının basit ancak somut bir kanıtıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal, ekonomik ve sosyal birçok kurumunda ve meselesinde, dualite nedeniyle ortaya çıkan kaçınılmaz sentez sancıları görülebilmektedir. Bu ikilik yalnızca devlet kurumlarını değil, doğal olarak bireyleri de şekillendirmiştir. Ülkemizde Batılı ya da Doğulu olmayı seçen bireyler kadar, Batı ve Doğu arasına sıkışmış, değişik derece ve şekillerde sentez yapmayı başarabilmiş ya da başaramamış milyonlarca insan bulmak mümkündür. Sentetik modernleşme yapısının doğal bir sonucu olan durum, ülkemizde popüler olmuş kişiler için de geçerli olabilir. Sanıyorum Fatih Terim kimliğini ve imajını ele almak bize bu konuda yardımcı olacaktır.
Hepimizin kariyerini ve öz geçmişini gayet iyi bildiğimiz Fatih Terim, Türkiye A milli futbol takımı ve Galatasaray’da yakaladığı büyük başarılardan sonra İtalya'ya transfer olmuş ve orada da oldukça popüler bir teknik adam olma başarısını göstermiştir. İtalyan basınınca “kilim satıcısı”na benzetilmesine karşın Terim, özellikle Türkiye’deki başarılarıyla ulusal kahraman mertebesine yükselmiştir. Terim yalnızca saha içi başarılarıyla değil mesleğine olan saygısı, oyuncularına karşı babacan yaklaşımı, maddi sıkıntılara rağmen her zaman kulüp yönetimi ve oyuncular arasında arabuluculuk yapması, maddiyatı ikinci plana itmesi ve bunlara ek olarak seviyeli aile hayatıyla medyanın ve Türk halkının büyük sevgisini kazanmış ve bir model olarak sunulmuştur. Terim aynı sentetik Türk modernleşmesi gibi Batılı ve Doğulu kategorilerine girebilecek özellikler ve karşıtlıklar sahibi bir insan olarak bu ilk süreçte büyük destek görmüş ve bir anlamda ulusal kahraman ilan edilmiştir. Fatih Terim’in gayet başarılı giden Fiorentina kariyeri Milan’a transfer olmasıyla sona ermiş, büyük umutlarla Milan’ın başına geçen Terim ne yazık ki burada dikiş tutturamamıştır. Terim’in müthiş başarılarla ilerleyen kariyeri İtalya macerası sonrası duraklamış ve hatta düşüşe geçmeye başlamıştır. Fatih Terim’in medyaya, oyuncularına ve rakip takım taraftarlarına karşı agresif tavırları, Mehmet Ağar gibi bazı siyasi liderlerle yakın arkadaşlığı medyada eleştiri konusu yapılmış ve birkaç yıl öncesinin milli kahramanı bir anda günah keçisine dönmüştür.
Fatih Terim aslında yalnızca kariyeri değil aslında tüm yaşamıyla Türk modernleşmesi ile arasında paraleller kurulabilecek bir kişidir. 1953 yılında Adana'da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Terim, ortaokul sonrası eğitimine devam etmemiş ve 16 yaşında çalışmaya başlamıştır. Çalışmanın yanı sıra futbol oynamaya da başlayan Terim, yeteneği nedeniyle kısa sürede sivrilmiş ve 16 yaşında Adana Demirspor’un genç yıldızı olarak forma giymeye başlamıştır. Kavgacı, lider kişiliği ve futbol yeteneği nedeniyle henüz 18 yaşında takım kaptanı olan Terim futboldan kazandığı parayla ailesinin geçimine yardımcı olmaya çalışmıştır. 6 yıl Adana Demirspor forması giyen Terim, daha sonra Galatasaray’a transfer olmuştur. Galatasaray ve A milli takım formasını da uzun süre giyen Terim yetenekli bir futbolcu olmasına karşın, ne Galatasaray ile şampiyonluk sevinci yaşayabilmiş, ne de milli takımla bir başarı gösterebilmiştir. Hatta 1982 yılında İnönü Stadı’nda oynanan ve İngiltere’nin Türkiye’yi 8–0 mağlup ettiği maçta da defansın göbeğinde görev yapmıştır! Futbolculuğu döneminde çapkınlığından çok kavgacılığıyla ünlenen Fatih Terim, İstanbullu zengin bir ailenin kızı olan Fulya Terim’le tanışıp evlenmiştir. 31 yaşında jübilesini yapan Terim, daha sonra ticaretle uğraşmış ancak futbol aşkı nedeniyle antrenörlük kurslarına katılarak yeşil sahalara dönme isteğini belli etmiştir. Ankaragücü ve Göztepe’de teknik direktörlük yapan Terim bu dönemde genç ve yerli oyunculara verdiği önemle dikkat çekmiş ve bir süre sonra Ümit milli futbol takımının başına getirilmiştir. A milli takımda da Danimarkalı o zamanın meşhur antrenörü Sepp Piontek’in yardımcılığı görevini üstlenen Terim, özellikle Ümit milli takımla kazandığı Akdeniz Oyunları ve Olimpiyat şampiyonluklarıyla dikkat çekmiştir.
Bu başarıların üzerine A milli takım teknik direktörü yapılan Terim’in bundan sonraki hikâyesini sanıyorum hepimiz gayet iyi biliyoruz. Türkiye’nin Batılı devletler karşısındaki kendine güvensiz tutumuna adeta isyan eden ve yeşil sahada kazandığı başarılarla kahraman olan Terim ülkemizde yaşayan bir efsane haline gelmiştir. Hatta Terim’in adı siyaset sahnesine de çekilmiş ve kendisine çeşitli partilerden milletvekili adaylığı teklif edilmiştir. Ayrıca kendisi üst düzey şirketlere takımdaşlık ve kazanmak üzerine konferanslar vermeye dahi başlamıştır. Fatih Terim’in İtalya’dan kovulması ilk başlarda bir milli mesele haline getirilmiş ve bu olay nedeniyle Gladio, İtalyan mafyası ve hatta dönemin İtalya başbakanı ve Milan başkanı olan Silvio Berlusconi suçlanmıştır. Terim Türkiye’ye dönüşünde, yokluğunda Galatasaray’da müthiş başarılara imza atmış olan Mircea Lucescu’nun yerine göreve başlamış ve kimse de başarılı bir insanın aniden kovulmasına tepki göstermemiştir. Galatasaray’daki büyük başarılarına rağmen kulüpten acımasızca kovulan, birkaç Avrupa dili bilen, beyefendi yaklaşımlarıyla takdir toplayan ve aslen Romen olmasına karşın büyük Avrupa liglerinde takım çalıştırmış ve başarılı olmuş olan Lucescu, Terim’in yerine gelmesi üzerine Beşiktaş'ın başına geçmiş ve bu noktadan itibaren bu iki teknik adam arasında medyada müthiş bir imaj kavgası yaratılmıştır. Sentetik Türk modernleşmesinin simgesi olan kavgacı, babacan ve Doğulu Terim karşısında Batılı, uysal ve entelektüel bir görüntü çizen Lucescu'nun mücadelesi popüler bir medya malzemesi haline getirilmiştir. Bu sürecin devamında Beşiktaş’ı şampiyonluğa taşıyan Lucescu kahraman haline getirilirken, Fatih Terim’e karşı bir anda eleştirel bir tavır geliştirilmiş ve kendisi hakkında büyük suçlamalar yapılmıştır.
Fatih Terim’in gerek abartılı bir şekilde yüceltilmesi, gerekse alaşağı edilmesinde sanıyorum Oksidentalizm’in etkilerini görmek mümkündür. Oksidentalizm, Meltem Ahıska’nın Oryantalizm düşüncesinden hareketle yarattığı ve kullandığı bir kavramdır. Oryantalizm bildiğimiz üzere Batı’nın hayali ve oldukça ilkel, mistik bir Doğu karşıtlığı üzerinden kendisini tanımlaması iken, Ahıska’ya göre Oksidentalizm de Doğu’nun karşıtlık ve hayranlık içeren Batı kavramı karşısında kendisini konumlandırma çabasıdır. Türk modernleşmesinin de iliklerine işlemiş ve aynı anda gelişmiş Batı hayranlığı ve karşıtlığı Oksidentalizm’in ve Doğu modernleşmesinin ikilik sorununun da tam merkezindedir. Batı medeniyeti daima bir arzu nesnesi olmasına karşın aynı zamanda Türk kimliğine ve siyasal egemenliğine tehdit oluşturan olan tehlikeli bir düşmandır. Bu nedenle Batı medeniyeti aynı anda hem bir model, hem de bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu karşıtlıklar içerisinde ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti, Kemalist Devrim’in ilerici düşüncesinin toplumsal olarak içselleştirilememesi nedeniyle tarih boyunca melez, sentez bir durum oluşturmuştur. Zaman zaman Batı düşmanlığı ve tehdit algılaması ön plana çıkarken, bazı dönemlerde de Batı hayranlığı ve Doğu’nun içselleştirilmiş Batı kompleksi daha etkili olmuştur. Türkiye coğrafi ve kültürel olarak, Batı ve Doğu arasında köprü görevi gören bir ülke olarak, hem Avrupa Komisyonu’na ve NATO’ya, hem de İslam Konferansı Örgütü’ne üye olmuş ve dengeleyici bir güç olmaya çalışmıştır. Siyasal gelişmeler nedeniyle bağımsız ve halk egemenliğinin geçerli olduğu bir ülke olma yetisini 1940’lardan başlayarak gün geçtikçe kaybeden Türkiye, yine de toplum karakteristikleri bakımından Batı ve Doğu arasında bir sentez olmaya devam etmiştir.
Adana'nın arka sokaklarından çıkıp gelen ve top oynayarak kahraman olan, Gucci takımları giyen ve İtalyanca konuşmaya çalışan Terim’in hikâyesi ile Türk modernleşmesi arasında bu nedenle benzerlikler görülmektedir. Futbolcu olarak Avrupalı ülkelerinin futbol takımlarına karşı şerefli mağlubiyetlerin alındığı bir dönemde forma giyen Terim, antrenörlüğü dönemindeyse Avrupalı takımları dize getiren bir “İmparator” olmuştur. Terim’in başarılarının bu denli abartılmasında milliyetçiliğin ve futbolun popüler bir aktivite olmasının rolü kadar, Doğu toplumlarında görülen Batı kompleksinin etkisinin de bulunduğu açıktır. Batı dünyasında başarılar kazanmış binlerce Türk olmasına karşın Terim’in bu denli abartılmasındaki temel etken kanımca onun Doğulu ve Türk olarak kategorize edilen kimliğini ve özelliklerini koruyarak bu başarılara ulaşmasıdır. Mesela Fazıl Say büyük başarılarına karşın gerek yaptığı meslek, gerekse kişisel özellikleri nedeniyle asla Fatih Terim gibi bir ulusal kahraman ilan edilmemiştir. Terim yeşil sahada Avrupalılara ders veren bir kahraman olarak, kendi antrenörlük felsefesini de yaratmaya çalışmıştır. “Yenemiyorsan yenilme”, “risultato importante (önemli olan sonuçtur)” gibi sözlerle Avrupalı gazetecilerin sorularını cevaplayan Terim, Oryantalist düşüncenin öngördüğü Doğu’nun mantıklı olamaması, rasyonel davranamaması kalıbına karşı çıkmış ve Türk halkının gururunu okşayan işler yaparak yerini daha da sağlamlaştırmıştır.
Fatih Terim Oryantalist ve Oksidentalist düşüncede Doğu’ya atfedilen duygusallık, asabiyet, rasyonel olamama gibi özelliklere fazlasıyla sahip olmasına karşın, yaptığı stratejik basın açıklamaları, şık giyim-kuşamı, İngilizce ve İtalyanca konuşmaya çalışması gibi özellikleriyle de Batılı bir duruşa sahip olmuştur. Terim’in Batı’ya yaklaşımı Oksidentalizm’in ve Türk modernleşmesinin doğasının mikro bir örneğidir. Terim belki de Batı’ya kuşkuyla yaklaşan bir Türk milliyetçisi ve Müslüman olmasına ve “onlar”ı sahada yenmekten maç kazanmanın ötesinde bir haz duymasına karşın, Batı dillerini konuşmaya çalışmakta, antrenör olarak İtalya’ya transfer olmakta ve İtalyan modasını takip etmektedir. Fatih Terim’in yükselişinde Oksidentalizm’in ve Türk modernleşmesinin bir ayağı olan Batı’yı tehdit olarak algılamanın rolü büyüktür. Galatasaray ve milli takım maç kazandıkça Türk ve Müslümanlar bir kaleyi daha Kahpe Bizans’ın elinden almaktadır. Ancak daha önce söylediğim gibi Oksidentalizm’in ve Türk modernleşmesinin bir diğer önemli ayağı da Batı’nın medeniyet seviyesine ulaşma isteği ve Batı hayranlığıdır. Nitekim Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin hızlandığı ve Terim’in sportif anlamda başarısız olduğu dönemde Terim, “şehir magandası” sözleriyle medyada acımasızca eleştirilmeye başlamıştır. Fatih Terim’in Lucescu hakkında söylediği “adamcağız” sözü de medyada uzun süre yer teşkil etmiş ve rüzgârlar tersine esmeye başlamıştır.
Fatih Terim örneğine bakarak sanırım şu çıkarımları yapabiliriz: Türk modernleşmesi geçmişi ve şu an bulunduğu nokta itibariyle sentetik kalmıştır. Zira toplumsal dayanağı olmayan büyük ilerici bir adım toplumun doğal evrim süreci dışında yapay olarak atılmıştır. Bu ilerici adım özellikle Atatürk’ün ölümü sonrası uygulanan yanlış politikalar nedeniyle kalıcı olamamış ve devlet-halk kopukluğu ve merkez sağ partilerin bu alanı işgal etmesiyle ilerici vasıflarını kaybeden melez bir kimlik kazanmıştır. Yani eleştirilmesi gereken bu melez kimliğin yaratılma çabası değil, bunun içinin tek parti döneminde tam olarak doldurulamaması ve çok partili rejime geçtikten sonra da oy ve çıkar uğruna içinin boşaltılmasıdır. Türk modernleşmesi sentetiktir; çünkü iki farklı bileşeni aynı potada eritmeye çalışmıştır. Bu noktada Oksidentalizm adı verilen kavrama göre Batı hem bir tehdit, hem de bir model olarak görülmüş ve iki taraf arasında bocalayan şizofrenik bir toplum yaratılmıştır. İki ayağı bulunan bu melez kimliğin bir ayağı dönemsel süreçler içerisinde ağır basabilmiş ancak bu paradoks durumu asla nihai bir çözüme ulaşamamıştır. Fatih Terim de yaşam öyküsü, yaptıkları ve yapacaklarıyla Türk modernleşmesinin belki de en somut örneği olarak kabul edilebilir.
Fatih Terim örneğine bakarak sanırım şu çıkarımları yapabiliriz: Türk modernleşmesi geçmişi ve şu an bulunduğu nokta itibariyle sentetik kalmıştır. Zira toplumsal dayanağı olmayan büyük ilerici bir adım toplumun doğal evrim süreci dışında yapay olarak atılmıştır. Bu ilerici adım özellikle Atatürk’ün ölümü sonrası uygulanan yanlış politikalar nedeniyle kalıcı olamamış ve devlet-halk kopukluğu ve merkez sağ partilerin bu alanı işgal etmesiyle ilerici vasıflarını kaybeden melez bir kimlik kazanmıştır. Yani eleştirilmesi gereken bu melez kimliğin yaratılma çabası değil, bunun içinin tek parti döneminde tam olarak doldurulamaması ve çok partili rejime geçtikten sonra da oy ve çıkar uğruna içinin boşaltılmasıdır. Türk modernleşmesi sentetiktir; çünkü iki farklı bileşeni aynı potada eritmeye çalışmıştır. Bu noktada Oksidentalizm adı verilen kavrama göre Batı hem bir tehdit, hem de bir model olarak görülmüş ve iki taraf arasında bocalayan şizofrenik bir toplum yaratılmıştır. İki ayağı bulunan bu melez kimliğin bir ayağı dönemsel süreçler içerisinde ağır basabilmiş ancak bu paradoks durumu asla nihai bir çözüme ulaşamamıştır. Fatih Terim de yaşam öyküsü, yaptıkları ve yapacaklarıyla Türk modernleşmesinin belki de en somut örneği olarak kabul edilebilir.
KAYNAKLAR
-Ahıska, Meltem, “Occidentalism: The Historical Fantasy of the Modern”, South Atlantic Quarterly 102 (2/3), 2003, 351-380
-Kadıoğlu, Ayşe, “The Paradox of Turkish Nationalism and the Construction of Official Identity”, Middle Eastern Studies 32/2, April 1996, 177-194
-Göle, Nilüfer, “Kemalism: The Civilizing Mission”, The Forbidden Modern kitabından, 1996, Ann Arbor: University of Michigan Press, 27-56
-Said, Edward, “Orientalism: Western Conceptions of the Orient”, 1978, New York: Pantheon Books
Bu yazı Ozan Örmeci’nin Elips Kitap’tan Ocak ayında piyasaya sürülmüş Popüler Kültür isimli kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için; http://www.elipskitap.com.tr/kitaplar/kitap.php?id=376 adresine bakabilirsiniz.
Bu yazı Ozan Örmeci’nin Elips Kitap’tan Ocak ayında piyasaya sürülmüş Popüler Kültür isimli kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için; http://www.elipskitap.com.tr/kitaplar/kitap.php?id=376 adresine bakabilirsiniz.
Ozan Örmeci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder