3 Ocak 2025 Cuma

NBA ve Türk-Amerikan İlişkileri

 

Giriş

Spor, milyonları bir araya getirme ve fair-play ruhuna uygun hareket edildiği zaman kitleleri birleştirme, ancak zaman zaman da kitleleri birbirine düşman edebilme özelliğine sahip çok stratejik bir olgudur. Öyle ki, spor, ABD-Çin ilişkileri tarihinde 1971 yılında "pinpon diplomasisi" (pingpong diplomasisi) olarak bilinen süreçte diplomatik bir manivela işlevi görürken, 1970 FIFA Dünya Kupası elemelerinde karşılaşan iki komşu ülke El Salvador ve Honduras'ın 1969 yılında futbol rekabeti nedeniyle birbirleriyle 100 saat süren ve tarihe "Futbol Savaşı" olarak geçen çatışmalarına da neden olabilmiştir.

Bu anlamda, spor, siyaset, diplomasi ve milyonlarca hayranı ve destekçisi olan popüler takım ve sporcular nedeniyle özellikle ekonomi alanında çok çok önemli bir işlev kazanmıştır. Ünlü futbolcu Cristiano Ronaldo sayesinde ülkesinde futbol endüstrisini ve turizmi geliştirmek isteyen Suudi Arabistan'ın katı muhafazakâr yasalarında ünlü futbolcu ve kız arkadaşı için bazı esnemeler yapması da sporun gücüne dair güncel ve somut bir örnektir. Bir diğer ilginç ve somut vaka ise, zamanında Avrupa Birliği'nin (kısaca AB) Genişlemeden Sorumlu Temsilcisi olan Finli ünlü siyasetçi Olli Rehn'in Türkiye'nin AB üyelik sürecinde futbol diplomasisini kullanması ve sık sık futboldan örnekler vererek Türk halkını Avrupa'ya ısındırmak istemesi olmuştur.

Bu anlamda, uzak iki müttefik olmaları sebebiyle kültürel ve toplumsal ilişkileri Türkiye'nin Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerine kıyasla daha sınırlı kalan Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri (kısaca ABD) arasında son yıllarda basketbol sayesinde bir tür yeni toplumsal bağın oluştuğu düşünülebilir. Öyle ki, tüm dünyada milyonlarca takipçisi olan ABD merkezli basketbol ligi NBA (National Basketball Association), ligde yer alan Türk ve diğer milletlerden sporcular sayesinde ABD dış politikasına somut etkiler/katkılar yapabilmektedir.

NBA'de Forma Giyen Türk Basketbolcular

Türk sporcuların NBA'de forma giymeye başlamaları 1999'da Mirsad Türkcan'ın transferiyle başlamıştır. Mirsad'ın pek başarılı geçmeyen ilk denemesi sonrasında 2000 yılında dönemin genç yıldızı Hidayet Türkoğlu'nun transferiyle Türk basketbolcuların NBA kariyerleri devam etmiştir. NBA'de çok başarılı olan ve "Hedo" olarak çağrılmaya başlanan Hidayet, Sacramento Kings, San Antonio Spurs ve Orlando Magic gibi takımlarda uzun ve başarılı bir kariyer yapmış ve hatta en iyi gelişme gösteren oyuncu ödülünü da kazanmayı başarmıştır. 2001 yılında Hidayet'in hemen ardından NBA yolunu tutan Mehmet Okur da aynı Hedo gibi çok başarılı bir kariyer yaparken, Detroit Pistons ve Utah Jazz formalarıyla büyük şöhret kazanmış ve Detroit'le bir NBA şampiyonluğu elde etmeyi, Jazz formasıyla da bir kez All-Star'a seçilmeyi başarmıştır.

Dönemin bir diğer büyük Türk yıldızı olan İbrahim Kutluay NBA'de neredeyse hiç şans bulamazken, 2005 yılında Milwaukee Bucks tarafından draft edilen Ersan İlyasova da uzun ve beklenmedik şekilde başarılı bir NBA kariyeri yapabilmiştir. Türk uzunlardan Semih Erden'in NBA kariyeri Kutluay'a kıyasla daha başarılı olurken, bir diğer Türk uzun Ömer Aşık da başarılı ve görece uzun bir NBA kariyeri yapmış, ama elbette Hidayet ve Mehmet'in ulaştığı seviyelere yaklaşamamıştır. İlerleyen yıllarda NBA'e giden oyuncularımızdan Furkan Aldemir, Furkan Korkmaz ve Onuralp Bitim çok başarılı olamazlarken,  milli basketbolcumuz Cedi Osman da görece uzun ve başarılı bir NBA kariyerine sahip olmuştur. Enes Kanter (Freedom) ise, Fethullah Gülen cemaatine yakınlığı ve halkın genelde destek verdiği Recep Tayyip Erdoğan hükümetine yönelik demokrasi eleştirileri sonrasında ülkemizde gözden düşmüş ve Türk vatandaşlığından ayrılmıştır.

Son yıllarda ise Houston Rockets forması giyen Giresunlu genç pivotumuz Alperen Şengün büyük başarılar kazanmakta ve NBA'in yükselen değerlerinden biri olarak Türkiye ve ABD'de büyük ilgi görmektedir. Öyle ki, kısa süre önce tüm lig tarihinde triple-double yapan en genç pivot unvanını kazanan Şengün'ün bu sene NBA All-Star takımına seçilmesi beklenmektedir. Şengün'ün kariyerine böyle devam etmesi halinde ilk Türk NBA efsanesi ve "Hall of Fame" üyesi olması bile mümkün gözükmektedir.

Türk Basketbolcuların Türk-Amerikan İlişkilerinde Gündem Olmalarına Dair Örnekler

Bu sportif bilgilerin yanında, şimdi asıl konumuz olan siyaset ve diplomasiye dönersek, NBA'de forma giyen Türk basketbolcuların zaman zaman Türk-Amerikan ilişkilerinde de önemli bir özne olabildiklerine dair somut örneklerle durumu açıklamak yerinde olur. İlk önemli örnek, Türkiye'de halkın iradesini yansıtan Türk milletvekillerinin 2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgaline katılmak için yapılan oylamada 1 Mart tezkeresini reddetmeleri sonrasında Türk-Amerikan ilişkilerinin çok gerildiği bir ortamda Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesiyle yaşanan "çuval krizi"dir. Bu kriz sonrasında Türkiye'de Amerikan karşıtlığı (anti-Amerikanizm) zirve noktasına ulaşır ve iki ülke arasında yaşanabilecek bir savaş dahi gündeme gelirken, bu dönemde NBA'de forma giyen ve oldukça popüler olan Hidayet Türkoğlu, gazetecilerin kendisine yönelik sorularına siyaset yapmak istemediği şeklinde cevap vererek polemiklerden kaçınmaya ve işine odaklanmaya çalışmıştır. Bu anlamda, Hedo, polemikler yerine işini layıkıyla yapmaya çalışarak iyi bir profesyonel olduğunu kanıtlamış ve her iki ülkede de takdir toplamıştır.

Bir diğer ilginç örnek ise, krizlerle geçen George W. Bush dönemi sonrasında ABD Başkanı seçilen Barack Obama'nın 2009 yılındaki Türkiye ziyaretinde TBMM'de yaptığı konuşmada NBA'de forma giyen Hedo ve Memo'ya bir cümleyle selam çakması olmuştur. Bu ziyaret ve jest sonrasında, 2015-2016 dönemine kadar Türk-Amerikan ilişkilerinde yeniden bir ısınma yaşanmış ve Hidayet Türkoğlu ve Mehmet Okur da bu süreçte ısınan diplomasiye destek sağlayan profesyonel sporcular olarak dikkat çekmişlerdir.

Daha yakın zamanda yaşanan bir örnek ise, milli basketbolcu Enes Kanter'in Türkiye'deki hükümete yönelik eleştirileri sonrasında iki ülke arasında siyasi/diplomatik krizlerin yaşanması olmuştur. Giderek sporcudan çok bir siyasi fanatik gibi hareket etmeye başlayan Kanter, bu nedenle eleştirel yaklaşımının ötesinde Türkiye'nin seçilmiş yöneticilerine bilinçli şekilde hasmane tutum takınan sorumsuz bir sporcu olarak algılanmış ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın portresini çiğnemek gibi yaptığı abartılı hareketlerle ülkemizde genelde tepki çekmiştir. Kanter'e şimdilerde ABD Dışişleri Bakanı olarak göreve başlayacak Marco Rubio tarafından destek verilmesi de not edilmesi gereken önemli bir husustur.

Son dönemin büyük yıldızı Alperen Şengün ise, siyasi polemiklere girmeden daha çok işine odaklanmakta ve konuştuğu zaman da iki ülkeye dair dostluk mesajları vererek ortamı yumuşatmaya çalışmaktadır. Bu sayede, Şengün, Houston Rockets takımından 5 yıl için toplamda 185 milyon dolarlık bir kontrat almış ve Türk spor tarihinin en pahalı sporcusu unvanını kazanmıştır. Rockets franchise'ının Türkiye'ye yönelik olarak daha iyi çalışması durumunda, Alperen sayesinde Rockets ve NBA'in ülkemizde ticari başarı ve popülarite olarak çok daha gelişmesi de mümkündür. Bu da, kuşkusuz, iki ülke arasındaki ekonomik ve toplumsal ilişkileri geliştirecek pozitif bir husus olacaktır.

Sonuç

Sonuç olarak, hayatın her alanını kapsayan siyaset ve diplomasi, kuşkusuz bir ölçüde sporda da yer almaktadır. Ancak bunu toplumsal tepkilere ve düşmanlıklara yol açacak şekilde olumsuz kullanmak veya toplumsal ilişkileri geliştirme ve yumuşatma yönünde olumlu kullanmak sporcuların elinde olan bir durumdur. Bu bağlamda, Hedo, Memo ve Alpi gibi sporcularımız Enes Kanter'e kıyasla daha başarılı örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Kanter'in eleştirilerine benzer şekilde Türkiye'de birçok muhalif siyasal oluşumun da cari rejime yönelik sert eleştirileri, ilerleyen yıllarda Kanter'in durumunun da değişebileceği algısını yaratmaktadır. Bizim istediğimiz ise, Türkiye'nin seçilmiş yöneticilerinin abartılı bir şekilde düşmanlaştırılmamaları/şeytanlaştırılmamaları, ama elbette Türkiye'nin daha demokratik bir ülke olmasıdır. Bu da, hiç şüphesiz, uzlaşı ve karşılıklı tavizlerle sağlanabilecek bir durumdur.

Sonsöz, NBA diplomasisi Alpi sayesinde ilerleyen aylarda Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir ısınmaya neden olabilir. Hatta bu sayede, belki de NBA'e çok sıcak yaklaşmayan Başkan Donald Trump'ın ligin önemini anlaması da ilerleyen dönemde mümkün olabilecektir.

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ


Interview with Dr. Theano Kalavana

 

Dr. Theano Kalavana is the President of OPEK, an association for social reform that aims to facilitate dialogue on issues such as foreign policy, Cyprus' participation in the EU, Türkiye’s European path, and various aspects of European integration. Dr. Theano Kalavana holds a PhD in Psychology, an MSc in Health Psychology, and a BSc in Psychology. Her career focuses on the Psychology of Motivation, Communication Skills, and Self-Management. Until 2019, she was in academia as an Assistant Professor in Health Psychology and Clinical Communication at the St. George’s Medical Program of the University in London through the Medical School, University of Nicosia. Before that, she was a visiting lecturer at the Nursing Department of Cyprus University of Technology and the Department of Psychology of the University of Cyprus. In 2014, she received a big European Research Grant and researched self-regulation skills and patient satisfaction with health professionals. Since then, she has been delivering training programs (based on the research results) to hospital organizations on resilience, effective communication skills, self-regulation for goal accomplishment, and patient satisfaction. Due to this experience and exposure, her journey into the HR and the Business world started. Apart from academia, she has worked as a project manager and facilitator for leadership programs in large organizations. Since 2019, she has worked mostly as an Executive Coach in Leadership and Well Being. She is a Professional Certified Coach in Leadership accredited by the International Coach Federation, with more than 4,000 hours of one-to-one and team coaching. She is certified in Multipliers and ExPI.

2 Ocak 2025 Perşembe

Entretien avec Professeur Didier Billion

Agrégé d'histoire et de géographie, docteur en sciences politiques, Didier Billion est professeur à l'Education nationale. Il a rejoint l'IRIS (Institut de Relations Internationales et Stratégiques) en 1991, en tant que chargé de recherche sur les questions du Moyen-Orient et plus particulièrement sur la Turquie contemporaine. De 1998 à 2002, il a été directeur des études, et est directeur adjoint de l'IRIS depuis 2002. Auteur de nombreux articles et d'un ouvrage sur la politique extérieure de la Turquie La politique extérieure de la Turquie (L'Harmattan), puis L'enjeu turc (Armand Colin), Didier Billion a dirigé des publications telles que The New Faces of an Enlarged Europe (PUF/IRIS), Le rôle géostratégique de la Turquie (IRIS Presse) et Actualités de l'État palestinien (Complexe).




1 Ocak 2025 Çarşamba

Çiçero, Karma Rejim ve Yönetimlerin Dolaşımı Kuramı

 

Giriş

Antik Yunan medeniyeti ve Roma İmparatorluğu dönemleri, Batı dünyasında modern siyasal hayat ve düşüncelerin temellerinin atıldığı çok değerli iki tarihsel süreç olarak değerlendirilir. Tesadüfi değildir ki, günümüzde dahi Siyasal Düşünceler Tarihi dersleri, bu iki dönemde yazılan klasiklerin okunması ve okutulmasıyla başlar ve sonrasında Ortaçağ ve Yakın Çağ dönemlerindeki önemli felsefecilerin eserleriyle devam eder.

Bu bağlamda, MÖ 106-MÖ 43 döneminde yaşayan Latin kökenli Romalı ünlü bir devlet adamı, hatip ve yazar olan Çiçero (Marcus Tullius Cicero), Siyaset Bilimi ve Siyaset Felsefesi alanlarında önemli eserler vermiş ve çok mühim bazı kavram ve teorilerin oluşumunu sağlamış kritik bir isimdir. Belagat sanatında uzman bir isim olarak sivrilen Çiçero’nun eserleri de aslında yaptığı tarihi konuşmalara dayanmaktadır. Çiçero’nun Antik Yunan ve Roma dönemine dair yaptığı gözlem ve analizlere dayalı olarak gelişirdiği önemli bir teori de “yönetimlerin dolaşımı” kuramıdır. Bu yazıda, Çiçero’nun Antik Yunan düşünürü Polibios’tan (Polybius) alarak geliştirdiği “karma rejim” (mixed governmentdüşüncesi ve “yönetimlerin dolaşımı” (cycles of constitutionskuramı açıklanacaktır.

Farklı Yönetim Biçimleri, Karma Rejim ve Yönetimlerin Dolaşımı Kuramı

Yönetimlerin dolaşımı, aslında ilk kez MÖ 264-MÖ 146 döneminde yaşayan Antik Yunan tarihçisi Polibios (Polybius) tarafından ortaya atılmıştır. Histories (Ἱστορίαι Historíai) adlı eserinde, Polibios, zaman içerisinde tüm sistemlerin insan doğası nedeniyle dejenere olduklarını, yani bozulduklarını, bu bağlamda farklı yönetim sistemlerini birbirlerini ardışık olarak bir mantık içerisinde takip ettiklerini iddia etmiştir. Polibios’a göre, siyaset alanında temelde 3 rejim tipi vardır: Krallık (Monarşi), Aristokrasi ve Demokrasi. Krallık tek bir kişinin yetkili olduğu, Aristokrasi küçük bir azınlık grubunun yönetime yön verdiği, Demokrasi de halk çoğunluğunun tercihlerine göre siyasetin şekillendiği yönetim biçimidir. Bu bağlamda Montesquieu’nün yıllar sonra yazacağı gibi, Cumhuriyet rejiminin iki türü olan Demokrasi ve Aristokrasi sistemleri erdeme, Krallık (Monarşi) ise onur ve şerefe dayanmakta ve meşruiyetini bu temeller üzerinden sağlamaktadır.

Aristo’ya göre yönetim şekilleri

Ünlü Antik Yunan düşünürü Aristo (Aristoteles) da bu rejim tiplerini doğrularken, bu sistemlerin halk yararına veya iktidardaki grup yararına uygulanabildiği iki farklı tipolojiden söz eder. Bunlar, halk çoğunluğunun halkın tamamının lehine devleti yönettiği “polity” ile çoğunluğun çoğunluk lehine yönetim sergilediği “demokrasi”, azınlık bir grubun toplumun tamamını gözeterek iktidarda kaldığı “Aristokrasi” ile azınlığın azınlık çıkarlarına odaklandığı “Oligarşi” ve tek bir kişinin toplum çıkarına yönetim sağladığı “Krallık” (Monarşi) ile tek kişinin kendi çıkarlarına göre hareket ettiği “Tiranlık”tır.

Karma Rejim

Ancak bir de Polibios’un Lycurgus’un kurduğu Sparta devleti ile örneklendirdiği “karma rejim” (mixed government) modelinden söz edilir. Karma rejim veya Karma hükümet, Polibios ve sonrasında Çiçero’nun ideal yönetim biçimi olarak öne çıkardığı ve her üç rejim tipinin de iyi özelliklerini aynı potada eritmeye çalışan melez bir yönetimdir. Bu sistemde, Demokrasinin seçim ve özgürlükler vaat eden halkçı nitelikleriyle rejim meşruiyeti yükseltilirken, Monarşinin halkın sevgi ve saygısına dayalı özellikleriyle devlete aidiyet sağlanır ve Aristokrasinin sağladığı bilgelikle de rejimin “oklokrasi”ye dönüşmesi engellenir. Çiçero, bu bağlamda özellikle akıl ile özdeşleştirdiği Monarşi yönetimini daha hararetle savunur. Senato ise, bilge insanların bir araya gelerek yönetime yön verecekleri ve yine yönetimde aklı destekleyecek bir unsurdur. Çiçero, bu bağlamda Demokrasinin ise yönetme yeteneği eşit olmayan insanlara eşit yönetme gücü vermesi nedeniyle soysuzlaşmaya açık bir rejim olduğundan dem vurur. Hatta bu nedenle, ünlü düşünüre göre, Demokrasi, kolaylıkla yeniden bir Tiranlığa dönüşebilir.

Çiçero, Krallık rejiminin en iyi yönetim modeli olduğunu düşünse de, her üç yönetim biçiminin olumsuzluklarını açıklar. Bunlar; Krallık (Monarşi) yönetiminin tek başlılıktan ötürü koyduğu yasalarda ve verdiği kararlarda ülkenin tamamında bir fikir birliği sağlanamayacağı, Aristokraside yasa koyma ve halkın yönetime katılabilmesi mümkün olamayacağından ötürü siyasi birliğin geliştirilemeyeceği ve Demokraside de göreceli olarak fırsat eşitliğinin sağlanabileceği, fakat tam manada liyakat ve hakkaniyeti sağlayabilmenin imkânsız olacağı şeklinde sıralanabilir.

Çiçero’nun geliştirdiği modelin günümüzdeki karşılığı ise kuşkusuz Birleşik Krallık (Britanya) demokrasisidir. Zira bu yönetim biçiminde, bir Kral veya Kraliçe ile temsil edilen (günümüzde Kral III. Charles) Kraliyet (Monarşi), devletin tarihsel temellerini ve halkla kurduğu duygusal ilişkiyi yansıtır. Lordlar Kamarası adlı alt meclis, devlet yönetiminde uzman ve seçkin kişilerin bir araya geldikleri ve yasamanın olası hatalarına yön verebilecek gerekli bir kurumdur. Asıl yönetim (yürütme) erki ise, kuşkusuz halkın kontrolüne yani demokratik seçimlerle belirlenmiş Avam Kamarası üyeleri (milletvekilleri) ve parlamento aritmetiğine göre oluşturulan Hükümete (Bakanlar Kurulu) (Keir Starmer ve İşçi Partisi hükümeti) bırakılmalıdır. Tesadüfi değildir ki, Birleşik Krallık, günümüzde dünyadaki iyi işleyen demokrasilerden biri kabul edilmektedir.

Polibious’ta rejimlerin dolaşımı (döngüsü)

Çiçero’nun karma rejim ihtiyacına gereksinim duymasına da yol açan Demokrasinin halkın bilgisizliği nedeniyle kolaylıkla Tiranlığa dönüşebileceği düşüncesi, onun Polibious’un temellerini attığı yönetimlerin dolaşımı kuramını (cycles of constitutions) geliştirmesini sağlar. Çiçero’ya göre, en köklü yönetim biçimi Monarşidir. Ancak zalim bir Kral veya Kraliçe’nin başa geçmesiyle Monarşik yönetimin halk desteği zamanla azalmaya başlar. Bu nedenle, yönetimde etkin olan elitler yani Aristokrasi, bir noktada bir devrim ya da saray darbesi ile yönetimi ele geçirir ve daha kapsayıcı bir elit yönetim modelini inşa eder. Ancak her rejim gibi, işlerin kötü gittiği dönemlerde Aristokrasi de kan kaybeder ve zamanla halkın daha fazla katılım gösterebildiği Demokrasi yönetimi -bir Devrim ya da anayasal süreçle- kurulur. Demokrasi, özgürlük ve halk katılımını arttırdığı için halktan daha yoğun destek alır. Ancak zamanla Demokrasinin herkesi eşitleme düşüncesinin yarattığı sorunlar ve halkın sorunlu dönemlerde güçlü bir yönetici arayışı, yeniden yönetim döngüsünde sırayı Monarşiye getirir. Bu şekilde, Polibios ve Çiçero’ya göre, rejimlerin dolaşımı tarihsel süreçte sürekli olarak devam eder. Kuşkusuz, Batılı ülkelerde 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kesintisiz devam eden Demokrasi dönemi, bu kurama karşıt bir örnek olarak öne çıkarılabilir.

Bu bağlamda, Fransa örneğinde olduğu gibi Cumhuriyet devriminin ve yeni rejimin kurulmasının ardından kriz zamanlarında Napolyon Bonapart gibi güçlü bir yönetici, farklı türde bir Monarşik yönetim (önce Konsül, sonra da İmparator olarak) inşa edebilir. Benzer şekilde, Fransa’da tarihsel süreçte III. Napolyon ve Orléans Hanedanı gibi dönemlerde Cumhuriyetten Monarşiye dönüşler yaşanabilmiştir. Ancak tek adam yönetiminde yeniden sorunlar yaşanınca, bir kez daha elitlerin yönetime dahil oldukları Aristokrasi veya halkın yönetime el koyduğu Demokrasi rejimi inşa edilir. Bu şekilde, yönetim biçimleri, zaman zaman Demokrasi, zaman zaman da Monarşi ve Aristokrasi yönünde eğilim gösterebilir. Bu, siyasetin ve halkın doğasından kaynaklanır. Günümüzde demokrasisi pekişmiş rejimlerde görülen sağ popülizm akımları da, bu bağlamda, yani halkın güçlü ve baba figürü niteliğindeki bir üst yönetici arayışı bağlamında anlaşılabilir.

Sonuç

Sonuç olarak, günümüzde Demokratikleşme literatürünün Siyaset Bilimi’nde çok ağır bastığı yadsınamaz bir gerçektir. Nitekim ABD ve Kanada gibi Kuzey Amerika ülkeleri, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi Okyanusya ülkeleri ve Avrupa devletlerinde kesintisiz demokrasi dönemi de on yıllardır devam etmektedir. Ancak daha kapsayıcı bir tarihsel bakış açısı ve Türkiye örneği gibi durumlar incelendiğinde, yönetimlerin dolaşımı kuramının da halen ciddiye alınması ve tartışılması gereken bir teori olduğu ortadadır. Bu bağlamda, Atatürk dönemi, askeri darbe süreçleri ve son olarak da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan döneminde halk desteğiyle oluşturulan güçlü Başkanlık sistemleri modelleri incelenmeye açık vakalardır. 

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

KAYNAKÇA