10 Eylül 2020 Perşembe

Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği (2009-2010)

 

Giriş

Birleşmiş Milletler’in 51 kurucu üye devletinden biri olan ve daha önce 1951-1952, 1954-1955 dönemlerinde ve 1961 yılında Polonya ile paylaştığı bir yıllık yarı dönemde Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde geçici üye olarak yer alan Türkiye[1], 17 Ekim 2008 tarihinde, 63. BM Genel Kurulu’nda, 2009-2010 döneminde Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için Batı Avrupa ve Diğer Devletler Grubu’ndan (WEOG) aday olmuş ve birinci turda 192 devletin 151’inin oyunu alarak, gerekli olan üçte iki çoğunluğun (128) çok üzerinde bir destekle bu makama seçilmiştir.[2] Her ne kadar BM Güvenlik Konseyi geçici üyelerinin (BM Güvenlik Konseyi’nin 10 geçici üyesi bulunmakta ve ikişer sene için seçilmektedirler) daimi 5 üye (ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere) gibi veto hakları bulunmasa da, bu makama seçilebilmek, bir devlet açısından, dış politikasında doğru yolda olduğunu ve dünyadaki desteğinin yüksek olduğunu göstermesi bakımından önemli bir gösterge kabul edilebilir. Dahası, bu makama gelen devletin, hele ki bu devlet Türkiye gibi BM Güvenlik Konseyi üyelerinin tartışmalı konularda (örneğin Kıbrıs Sorunu) pek de sıcak yaklaşmadıkları bir ülke ise, kendi tezlerini daimi üyelere daha iyi anlatabilme fırsatı bulunmaktadır.

Oylama sonrası Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve Türkiye delegasyonu

29 Ağustos 2007-1 Mayıs 2009 tarihleri arasında görev yapan Ali Babacan’ın Dışişleri Bakanlığı, Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığı dönemde gerçekleşen bu başarı, sonraki dönemlerde yine aday olan Türkiye’nin bu başarıya ulaşamadığı da düşünüldüğünde[3], oldukça önemli ve dikkatle incelenmesi gereken bir hadisedir. Bu yazıda, öncelikle 2008 yılında Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ne nasıl seçildiğini analiz edecek, daha sonra bu başarı ardından verilen tepkileri özetleyecek, son olarak da Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği döneminde (2009-2010) katıldığı oylamalara değineceğim. Türkiye’nin “Dünya 5’ten Büyüktür” söylemi doğrultusunda giderek Birleşmiş Milletler düzenine duyduğu güveni kaybettiği ve revizyonist bir anlayış benimsediği bir ortamda, bu dönemi incelemenin Türk Dış Politikası açısından son derece gerekli olacağını düşünüyorum.

1. Türkiye 2008’de Nasıl Başardı?

Türkiye’de 2002 yılında sürpriz bir şekilde iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP veya AK Parti), İslamcı kökleri olan ve Milli Görüş geleneğinden[4] yetişmiş Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener gibi siyasetçilerce kurulması nedeniyle, Türkiye’deki yerleşik düzen veya müesses nizamla (bilhassa Türk Silahlı Kuvvetleri) iktidarının ilk gününden itibaren gergin ilişkiler içerisinde olmuştur. Bu doğrultuda, AK Parti, dış politikayı, -ilk yıllarında- hem ordu vesayeti ve olası askeri darbelere karşı kendisini güvence altına almak, hem de uluslararası meşruiyetini sağlamlaştırmak için ustalıkla kullanmıştır. O yıllarda Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’e dış politika danışmanlığı yapan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun benimsediği “ritmik diplomasi” ve “komşularla sıfır sorun” gibi kavramlar temelinde dünyaya açılmak ve herkesle iyi geçinmek için azami gayret göstermek stratejisini benimseyen Ankara, hakikaten de dış politikada daha önce eşi benzeri görülmemiş bir aktivizm içerisine girmiş; Türkiye’nin bu dönemde açılan dış temsilcilikler sayısında çok hızlı bir artış yaşanmış ve özellikle Afrika ülkeleri başta olmak üzere en az gelişmiş ülkelere yönelik yardım programlarıyla bu ülkelerin BM oylamalarında Türkiye’ye destek vermeleri sağlanmıştır.[5] Türkiye’nin bu dönemdeki bir diğer başarılı stratejisi ise, birçok uluslararası sorun konusunda (İran nükleer programı konusunda yaşanan ABD-İran gerginliği, İsrail-Filistin Sorunu, Rusya-Gürcistan ilişkileri, Hindistan-Pakistan arasında yaşanan Keşmir Sorunu vs.) tarafsız ve adil arabulucu rolünü üstlenmeye çalışması ve herkesle konuşabilen diplomatik yükselen güç haline gelmesiydi. Türkiye’nin bu rolü o dönemde o kadar kabul görmüştür ki, Golan Tepeleri nedeniyle son derece gergin olan İsrail-Suriye ilişkilerinde bile iki taraftan da Türkiye’nin arabuluculuğuna destek verilmiştir.[6] Hatta Ankara, daha sonra ABD tarafından kabul görmese de, Brezilya ile birlikte, İran’ı, o dönemde nükleer programını sınırlandırmayı kabul eden bir uluslararası anlaşmaya bile ikna etmeyi başarmıştır.[7] Dahası, o yıllarda Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Abdullah Gül (2003-2007) ve Ali Babacan (2007-2009), 2006-2008 döneminde BM Güvenlik Konseyi’ne geçici üye seçilmeyi stratejik bir hedef olarak belirleyen Erdoğan hükümetinin talimatlarına uygun olarak, 150’yi aşkın ülkeden mevkidaşlarıyla yoğun görüşmeler içerisinde olmuşlardır.[8] Türkiye’nin Yunanistan ve Ermenistan gibi tarihsel düşmanı olarak görülen ülkelerle yakınlaşma sürecine devam etmesi, Haiti’den Lübnan’a kadar birçok farklı bölge ve ülkede BM Barış Gücü kapsamında önemli sorumluluklar üstlenmesi ve İspanya ile birlikte Medeniyetler İttifakı girişimine[9] öncülük etmesi de Ankara’nın olumlu imajı ve dış politikadaki yüksek prestijine büyük katkı sağlamıştır.[10]

Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, o yıllarda Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın dış politika danışmanıydı

AK Parti hükümetinin bu dönemdeki üstün çabasını yorumlayan Prof. Dr. Berdal Aral, Insight Turkey dergisi için 2009 yılında yazdığı İngilizce bir makalede, bu bağlamda 6 unsuru öne çıkarmıştır. Bunlar:[11]

  1. AK Parti’nin önceki Cumhuriyet hükümetlerinden daha farklı ölçek ve vizyonda, İslam medeniyetinin liderliğine dayalı bir dış politika anlayışının olması,
  2. AK Parti’nin zengin, fakir, Batı-Doğu ayrımı yapmaksızın tüm devletlerle yapıcı ilişkiler geliştirebilmesi,
  3. AK Parti’nin dış politikada Türkiye’yi -Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki- gibi bir “merkez ülke” olarak konumlandırması ve uluslararası sorunlarda sorumluluk almak istemesi,
  4. Uluslararası politikada prestij ve etkisini arttırmak isteyen AK Parti hükümetinin BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini bu uğurda faydalı görmesi,
  5. Ankara’nın Doğu-Batı ve İslam-Hıristiyan medeniyetleri arasındaki sorunların çözülmesi konusunda BM’nin ve BM Güvenlik Konseyi’nin işlevsel olabileceğine dair inancı,
  6. Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecinde umutlar devam ettiği için, AB’ye kendisinin ne kadar önemli bir uluslararası diplomatik güç olduğunu göstermek istemesidir.

2. Başarı Sonrasında Verilen Tepkiler

Türkiye’nin 48 yıl aradan sonra BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmesinin ardından, dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan, bu başarının Türkiye’nin 5 yıldır sürdürdüğü yoğun çabaların sonucu olduğunu açıklamış ve bu doğrultuda Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı ile Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde gösterdikleri yoğun faaliyetleri ve muhataplarıyla yaptıkları temaslarda bu konuyu sürekli hatırlatmalarını övmüştür.[12] Babacan, “BM Güvenlik Konseyi’nde nasıl bir Türkiye göreceğiz?” sorusunu ise şöyle yanıtlamıştır: “Türkiye Güvenlik Konseyi’ne kendi özgün bakış açısını getirecektir. Kendi bağımsız, ancak gittikçe dünyanın takdirini kazanan dış politika perspektifini mutlaka getirecektir. Konsey’in önüne gelen sorunlara bakacak olursak; Afrika, Ortadoğu, Balkanlar gibi zaten Türkiye'nin üzerinde yoğun emek sarf ettiği, aşina olduğu konular. Özellikle Afrika ile alakalı çalışmalarımızı son yıllarda yoğunlaştırmış olmamız bize önemli avantajlar kazandıracak. Çünkü Afrika’yı daha iyi anlamaya başlayan bir ülke olarak oturacağız orada. Afrika’da 15 tane yeni Büyükelçilik açma kararı almıştık, o süreç devam ediyor. Şu anda TİKA 37 Afrika ülkesinde etkin. Bu süreç bize çok önemli özellikler kazandırdı. Türkiye, Güvenlik Konseyi seçimleri vesilesiyle şimdiye kadar çok irtibatta olmadığı sayısız ülkeyle temasa geçmiş oldu. Pek çok sayıda ülkeyle diplomatik ilişkilerimizi son 5 yıl içinde kurduk. Türkiye’nin dış politika ufku çok daha genişlemiş oldu. Kuşkusuz tüm bu temaslar, bağlantılar Güvenlik Konseyi görevi süresince bize büyük kazanımlar sağlayacaktır.”[13] Ali Babacan, ayrıca Kıbrıs Sorunu konusunda dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a destek açıklamış ve sorunun çözümü konusunda ılımlı mesajlar vermiştir.[14] Babacan, bunun yanı sıra, Azerbaycan ile Ermenistan arasında barışı sağlamak için Ermenistan’a yönelik bir açılım süreci başlattıklarını da vurgulayarak, bundan sonra New York’ta BM Güvenlik Konseyi’nde çalışacak ekiplerini güçlendireceklerini ifade etmiştir.[15]

Dönemin yıldız isimleri Ali Babacan ve Abdullah Gül

Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, Türkiye’nin bu başarısı nedeniyle görevde olan tüm kişilere teşekkür ederken, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözüne uygun bir dış politika anlayışıyla hareket ettiklerinin ve bu sayede diğer devletler nezdinde sevgi ve saygı yaratmayı başardıklarının altını çizmiştir. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ise, seçim sonucundan duyduğu memnuniyeti ifade ederek, bunun dış politikadaki başarılarının taçlanması olduğunu söylemiş ve “Türkiye'nin tercih edilmesi uluslararası toplumun ülkemize olan itimadının bir göstergesidir” şeklinde konuşmuştur.[16] Dönemin Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Deniz Baykal ve Genel Başkanı Yardımcısı Onur Öymen de bu netice nedeniyle hükümeti tebrik eden açıklamalar yapmışlardır.[17] Bu netice, o dönemde iç kamuoyunda yoğun siyasi polemikler nedeniyle fazla gündem yaratmasa da, Türk Dış Politikası tarihine önemli bir başarı ve iftiharlık bir olay olarak geçmiştir. Oylama, Türkiye’de AK Parti hükümetinin özgüvenini de iyice yükseltmiş ve dış politikada daha aktif ve atak bir anlayış benimsenmesi yönünde olumlu görüşler doğmasına neden olmuştur.

3. Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyesi Olarak Performansı (2009-2010)

Bu bölümde, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ne 2009-2010 döneminde geçici üye seçildikten sonra katıldığı oylamalardan -siyasi/diplomatik açıdan çıkarımlar yapılmasına olanak tanıyan- önemli olanları incelenecektir.

3.1. 2009 Yılı Kararları

8 Ocak 2009 tarihli Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi olarak yer aldığı ilk oylamada (1860 nolu BM kararı), oylamaya katılmayan ABD dışında 14 üye ülke (4 daimi üye ve Türkiye, Avusturya, Burkina Faso, Kosta Rika, Hırvatistan, Japonya, Libya, Meksika, Uganda, Vietnam gibi geçici üyeler), İsrail askerlerinin Gazze Şeridi’nden çekilmesi ve ateşkes ilan edilmesi lehinde oy kullanmışlardır.[18] Bu şekilde, Türkiye, İsrail-Filistin Sorunu konusundaki barış yanlısı ve uluslararası hukuka uygun düşen diplomatik pozisyonunu bir kez daha teyit etmiştir.

1861 nolu Orta Afrika ve Çad’da BM misyonunun (MINURCAT) görev süresinin uzatılmasına yönelik Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi olarak yer aldığı ikinci oylamada ise, üye 15 ülkenin tamamı hazır bulunmuş ve Türkiye de lehte oy kullanmıştır.[19] Bu gibi BM Misyonlarının kurulması ya da görev sürelerinin uzatılmasıyla ilişkili konularda, Türkiye’nin, Konsey’in geçici üyesi olarak görev yaptığı iki yıllık dönemde, BM’nin meşruiyetine ve misyonlarına daima destek çıktığı görülmüştür. Bunlara somut örnek vermek gerekirse; 1864 nolu BM Nepal Misyonu UNMIN’in görev süresinin uzatılması[20], 1865 nolu BM Fildişi Sahili Misyonu UNOCI’nin görev süresinin uzatılması[21], 1866 nolu BM Gürcistan Gözlemci Misyonu UNOMIG’in görev süresinin uzatılması[22], 1867 nolu BM Timor-Leste Misyonu UNMIT’in görev süresinin uzatılması[23], 1868 nolu BM Afganistan Misyonu UNAMA’nın görev süresinin uzatılması[24], 1870 nolu BM Sudan Misyonu UNMIS’in görev süresinin uzatılması[25], 1871 nolu BM Batı Sahra Referandum Misyonu MINURSO’nun görev süresinin uzatılması[26] ve 1890 nolu Afganistan Barış Gücü ISAF’ın görev süresinin uzatılması[27] gibi daha birçok kararda Türkiye’nin bu tavrı görülebilir. Ancak Ankara, 1873 ve 1898 nolu BM Kıbrıs Barış Gücü UNFICYP’nin görev süresinin uzatılması konusu kararlarında, diğer 14 Konsey üyesinin aksine “hayır” oyu kullanmıştır.[28] Bu da, Türkiye’nin Kıbrıs Sorunu konusunda uluslararası sistemden daha farklı bir duruşunun olduğunun anlaşılması bağlamında manidardır.

Türkiye, uluslararası ihtilaflı konularda ise, genelde Konsey üye diğer devletlerle birlikte liberal dünya düzenini koruma yönünde hareket etmek eğiliminde olmuştur. Örneğin, 1874 nolu kararda, Ankara, diğer 14 üye devlet gibi, kısaca Kuzey Kore olarak bilinen Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin nükleer silah denemelerinin önlenmesi yönünde oy kullanmıştır.[29] Türkiye, 1887 nolu nükleer silahların yayılmasını önlemeye yönelik oturumda da, tüm diğer ülkelerle birlikte, lehte oy vermiştir.[30] 1888 nolu kadınlara yönelik cinsel şiddet ve silahlı çatışma ortamındaki çocukların korunması ve 1894 nolu çatışma ortamlarında sivillerin korunması[31] gibi kararlarda da, Türkiye’nin duruşu, tüm diğer devletler gibi, uluslararası liberal düzenden ve insan haklarından yana olmuştur.[32] 1897 nolu kararla tüm üye ülkelerce üzerinde uzlaşılan Somali’deki korsanlık faaliyetlerinin sona erdirilmesi[33] ve 1904 nolu Taliban ve El Kaide’ye yönelik tedbirlerin sürdürülmesi[34] kararları da, Türkiye’nin küresel liberal sistemle uyumlu çizgisini göstermesi açısından önemlidir.

3.2. 2010 Yılı Kararları

2010 yılında da, Türkiye, BM Misyonlarının kurulması ya da görev sürelerinin uzatılması konusunda neredeyse tamamen “evet” oyu kullanmıştır. Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse; 1917 nolu BM Afganistan Misyonu UNAMA’nın görev süresinin uzatılması[35], 1919 nolu BM Sudan Misyonu UNMIS’in görev süresinin uzatılması[36], 1920 nolu BM Batı Sahra Referandum Misyonu MINURSO’nun görev süresinin uzatılması[37], 1921 nolu BM Nepal Misyonu UNMIN’in görev süresinin uzatılması[38], 1937 nolu BM Lübnan Misyonu UNIFIL’in görev süresinin uzatılması[39], 1944 nolu BM Haiti Misyonu MINUSTAH’ın görev süresinin uzatılması[40] ve benzeri birçok kararda Ankara’nın tüm üyelerle birlikte lehte oy kullandığı görülmüştür. Ancak Ankara, 2009’da olduğu gibi, 2010’da da, 1930 nolu ve 1953 nolu kararlarda, Kıbrıs’taki BM Misyonu UNFICYP’nin görev süresinin uzatılması konusunda menfi oy vermiş ve Güvenlik Konseyi’nde diğer 14 üyenin karşıtı bir tavır almıştır.[41]

2010 tarihindeki ilginç bir karar ise (1929 nolu karar), İran nükleer programına yönelik tedbirlerle ilgilidir. Bu konuda, Türkiye ile Brezilya, diğer 12 üye ülkenin aksine “hayır” oyu kullanmışlardır. Lübnan da bu oylamaya katılmamıştır.[42] Bu şekilde, Türkiye, Brezilya ve bir anlamda Lübnan’la birlikte, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerine ilişkin olarak liberal dünya düzeninden daha farklı bir tavır göstermiştir. Bu durum, kuşkusuz, Türkiye’nin İran nükleer programına destek verdiği anlamına gelmemektedir. Zaten Türkiye, bu oylamanın hemen ardından, Brezilya ile birlikte, İran’ın uranyum zenginleştirmesini kısıtlayan anlaşmayı imzalamış ve uluslararası kamuoyuna duyurmuştur. Ancak bu konu, BM Kıbrıs Misyonu’nun görev süresinin uzatılmasına destek verilmemesinin yanı sıra, Türkiye’nin uluslararası liberal düzenle ters düştüğü ikinci önemli konu başlığı olarak dikkat çekmiştir.

1940 nolu Sierra Leone’ye yönelik petrol ve silah ambargosunun kaldırılması kararında da[43], Ankara, diğer devletlerle paralel olarak lehte oy kullanmıştır. Ankara’nın uluslararası sistemle uyumlu hareket ettiğine dair bir diğer önemli veri ise, 1957 nolu kitle imha silahlarının yok edilmesine yönelik karar olmuştur.[44] Bu şekilde, Türkiye'nin 2 yıllık dönemde genelde diğer üye ülkelerle uyumlu hareket ettiği görülmüştür.

Sonuç

Sonuç olarak, Türkiye’nin büyük bir diplomatik gayret göstererek 2009-2010 dönemi için seçilmeyi başardığı BM Güvenlik Konseyi’ndeki performansı değerlendirildiğinde; Ankara’nın çıkarları ve duruşunun Kıbrıs Sorunu ve İran nükleer programı gibi konularda liberal uluslararası düzenle tam olarak örtüşmediği ve bu nedenle de ayrıksı bir görüntü çizdiği, ancak diğer tüm konularda BM’nin öncüsü olduğu uluslararası liberal düzenin korunması ve devamından yana tavır aldığı görülmektedir.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

KAYNAKÇA

 

[1] Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye´nin Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi Adaylığı”, Erişim Tarihi: 10.09.2020, Erişim Adresi: http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-birlesmis-milletler_-guvenlik-konseyi-adayligi.tr.mfa.

[2] Cumhuriyet (2008), “Türkiye, BMGK geçici üyesi oldu”, 17.10.2008, Erişim Tarihi: 10.09.2020, Erişim Adresi: https://www.cumhuriyet.com.tr/amp/haber/turkiye-bmgk-gecici-uyesi-oldu-16350.

[3] Örneğin, 2015-2016 dönemi için 2014 yılı Ekim ayında yapılan oylamada ilk turda 109 oy alan Türkiye, ikinci turda 73 oy alarak, ilk turda seçilen Yeni Zelanda ve ikinci turda seçilen İspanya’nın ardında kalmış ve Güvenlik Konseyi’ne seçilememiştir. Bakınız; BBC Türkçe (2014), “Türkiye BM Güvenlik Konseyi'ne giremedi”, 17.10.2014, Erişim Tarihi: 10.09.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141016_turkiye_bm.

[4] Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın lideri olduğu Milli Nizam Partisi (MNP), Milli Selamet Partisi (MSP) ve Refah Partisi (RP) gibi İslamcı siyasal partilerin siyasal geleneği için kullanılan terim.

[5] Berdal Aral (2009), “Turkey in the UN Security Council: Its Election and Performance”, Insight Turkey, Güz 2009, Cilt 11, No: 4, s. 153.

[6] Amerika’nın Sesi (2008), “'Türkiye İsrail'le Suriye Arasında Arabulucu'”, 24.04.2008, Erişim Tarihi: 10.09.2020, Erişim Adresi: https://www.amerikaninsesi.com/a/a-17-2008-04-24-voa1-88117882/866575.html.

[7] BBC Türkçe (2010), “İran, Türkiye ve Brezilya ile nükleer anlaşmayı imzaladı”, 17.05.2010, Erişim Tarihi: 10.09.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler/2010/05/100517_turkey_iran.

[8] Berdal Aral (2009), “Turkey in the UN Security Council: Its Election and Performance”, Insight Turkey, Güz 2009, Cilt 11, No: 4, s. 153.

[9] Medeniyetler İttifakı, o dönemde Başbakanlık görevini ifa etmekte olan Recep Tayyip Erdoğan ile dönemin İspanya Başbakanı José Luis Rodríguez Zapatero tarafından 2005 yılında başlatılmış ve bilahare Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri tarafından da benimsenerek bir BM girişimi halini almış olan önemli bir girişimdir. Bu girişim, özü itibariyle, İslam ve Hıristiyan medeniyetleri arasında hoşgörüye dayalı diyalog ve işbirliğini öngörüyor ve bu kapsamda İslam medeniyeti adına Türkiye’nin, Hıristiyan medeniyeti adına da İspanya’nın liderliğinde Küresel Forumlar düzenlenerek, medeniyetler arasında ılımlı mesajlar verilmesi ve sorunların tartışılmasını amaçlıyordu. Madrid (2008), İstanbul (2009), Rio (2010), Doha (2011), Viyana (2013), Bali (2014) ve Bakü’de (2016) düzenlenen Küresel Forumların ardından, Medeniyetler İttifakı girişiminin 8. Küresel Forumu BM Genel Sekreteri’nin ev sahipliğinde 19-20 Kasım 2018 tarihlerinde New York’ta BM Genel Merkezi’nde gerçekleştirilmiştir. Bakınız; Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Medeniyetler İttifakı Girişimi”, Erişim Tarihi: 10.09.2020, Erişim Adresi: http://www.mfa.gov.tr/medeniyetler-ittifaki-girisimi.tr.mfa.

[10] Berdal Aral (2009), “Turkey in the UN Security Council: Its Election and Performance”, Insight Turkey, Güz 2009, Cilt 11, No: 4, s. 154.

[11] Berdal Aral (2009), “Turkey in the UN Security Council: Its Election and Performance”, Insight Turkey, Güz 2009, Cilt 11, No: 4, ss. 154-155.

[12] CNNTürk (2008), “Türkiye BM'de geçici üyeliğe seçildi”, 18.10.2008, Erişim Tarihi: 10.09.2020, Erişim Adresi: https://www.cnnturk.com/2008/dunya/10/17/turkiye.bmde.gecici.uyelige.secildi/497124.0/index.html.

[13] A.g.e.

[14] Cumhuriyet (2008), “Türkiye, BMGK geçici üyesi oldu”, 17.10.2008, Erişim Tarihi: 10.09.2020, Erişim Adresi: https://www.cumhuriyet.com.tr/amp/haber/turkiye-bmgk-gecici-uyesi-oldu-16350.

[15] CNNTürk (2008), “Türkiye BM'de geçici üyeliğe seçildi”, 18.10.2008, Erişim Tarihi: 10.09.2020, Erişim Adresi: https://www.cnnturk.com/2008/dunya/10/17/turkiye.bmde.gecici.uyelige.secildi/497124.0/index.html.

[16] Cumhuriyet (2008), “Türkiye, BMGK geçici üyesi oldu”, 17.10.2008, Erişim Tarihi: 10.09.2020, Erişim Adresi: https://www.cumhuriyet.com.tr/amp/haber/turkiye-bmgk-gecici-uyesi-oldu-16350.

[17] CNNTürk (2008), “Türkiye BM'de geçici üyeliğe seçildi”, 18.10.2008, Erişim Tarihi: 10.09.2020, Erişim Adresi: https://www.cnnturk.com/2008/dunya/10/17/turkiye.bmde.gecici.uyelige.secildi/497124.0/index.html.

[18] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/645652?ln=en.

[19] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/647397?ln=en.

[20] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/647419?ln=en.

[21] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/647426?ln=en.

[22] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/649141?ln=en.

[23] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/649147?ln=en.

[24] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/650684?ln=en.

[25] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/653260?ln=en.

[26] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/653264?ln=en.

[27] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/667440?ln=en.

[28] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/656252?ln=en; https://digitallibrary.un.org/record/673479?ln=en.

[29] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/659964?ln=en.

[30] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/667427?ln=en.

[31] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/671179?ln=en.

[32] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/667429?ln=en.

[33] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/672501?ln=en.

[34] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/673920?ln=en.

[35] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/685860?ln=en.

[36] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/685863?ln=en.

[37] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/685864?ln=en.

[38] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/685867?ln=en.

[39] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/689425?ln=en.

[40] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/692056?ln=en.

[41] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/685889?ln=en; https://digitallibrary.un.org/record/695094?ln=en.

[42] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/685888?ln=en.

[43] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/690993?ln=en.

[44] Bakınız; https://digitallibrary.un.org/record/695281?ln=en.


Hiç yorum yok: