18 Şubat 2019 Pazartesi

Chatham House’da Düzenlenen ‘Sarı Yelekliler’ Paneli


Daha 1920 yılında kurulan ve dünyanın en köklü düşünce kuruluşlarından birisi olarak kabul edilen Chatham House veya diğer adıyla Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 23 Ocak 2019 tarihinde “Une Nouvelle Révolution? Macron and the Gilets Jaunes” (Yeni Bir Devrim Mi? Macron ve Sarı Yelekliler) başlıklı önemli bir panel[1] düzenlemiştir. Fransa’da son birkaç aydır etkili olan Sarı Yelekliler (Gilets Jaunes) protestolarını ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un performansını konu alan ve Georgina Wright’ın moderatörlüğünü yaptığı bu panele; The Economist dergisinden Emily Mansfield, University College London’dan (UCL) Fransa ve Avrupa Politikaları uzmanı akademisyen Philippe Marlière ve Chatham House Avrupa Programı’nda görevli akademisyen Quentin Peel katılmıştır. Bu yazıda, bu panelde konuşulanlar özetlenecektir.

Panelin video kaydı

Panelde ilk söz alan konuşmacı olan The Economist dergisinden Emily Mansfield, Sarı Yelekliler protestolarını anlamak için sözü Cumhurbaşkanı Macron’un seçildiği döneme getirmekte ve genç Cumhurbaşkanı’nın seçmenlere Fransa ekonomisini canlandırmak, kamu harcamalarını azaltmak, daha esnek bir sosyal güvenlik sistemi oluşturmak ve iş piyasasını liberalleştirmek gibi vaatlerde bulunduğunu hatırlatmaktadır. Bu gibi reformlarla Macron’un amacının Fransa’yı uluslararası yatırımcılar için daha cazip hale getirmek ve yeni iş imkânları yaratmak olduğunu söyleyen Mansfield, Cumhurbaşkanı açısından en büyük sorununun ise, uzun yıllar gerektiren bu gibi yapısal reformları çok kısa sürede gerçekleştirmeye çalışması olduğunu vurgulamaktadır. Macron’un 2022 yılında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu reformları -en zorlarından biri olan iş piyasasının liberalleştirmesinden başlayarak- hızlı bir şekilde gerçekleştirmeye çalıştığını söyleyen konuşmacı, ancak bu süreçte Cumhurbaşkanı’nın seçmen nezdinde ciddi bir destek kaybına uğradığını ve “zenginlerin Cumhurbaşkanı” olarak algılanmaya başladığını iddia etmektedir. Sarı Yelekliler protestolarına sebep olan benzin fiyatlarındaki -vergilendirmeye dayalı- artışın aslında bardağı taşıran son damla olduğunu kaydeden Mansfield, halkın reel ücretler ve kamu hizmetleri konusunda zaten hâlihazırda sıkıntıları olduğunu (özellikle kırsal bölgelerde) söylemektedir. Sarı Yelekliler protestoları karşısında Macron’un iki önemli değişikliğe yöneldiğini belirten Mansfield, ilk olarak Cumhurbaşkanı’nın protestoculara 10 milyar dolarlık ciddi ekonomik tavizler verdiğini, ikinci olarak da bu konuda iki aylık bir kamusal tartışma başlatarak demokratik rejim içerisinde sorunu çözmeye çalıştığını anlatmaktadır. Macron’un bu süreçle birlikte daha ayakları yere basan bir politik çizgiye yöneldiğini düşünen Emily Mansfield, bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın artık “halk için” anlayışından “halkla birlikte” anlayışına geçiş yaptığını söylemektedir. Macron’un bu süreçte kısa ve uzun vadeli hedefleri olduğunu da belirten Mansfield, Cumhurbaşkanı’nın kısa vadeli hedefinin şiddetli tepkilerin sona erdirilmesi (ki bu doğrultuda bir ulusal tartışma başlatan Macron, akıllı bir stratejiyle göstericileri bir azınlık durumuna düşürmüştür), uzun vadeli hedefinin ise siyasetin dışında kalmış hisseden özellikle kırsal bölgelerdeki dar ve orta gelirli seçmenlerin siyasi süreçlere katılmalarını sağlayarak, onların aşırı sağ (Marine Le Pen) ve aşırı sola (Jean-Luc Mélenchon) yönelmelerini önlemek olduğunu düşünmektedir. Sarı Yelekliler protestoları sonrasında Fransa ve Cumhurbaşkanı Macron için iyi senaryonun hükümetin muhalefetten gelen talepleri göz önüne alarak programını reforme etmeyi ve öfkeli kesimleri memnun etmeyi başarması olduğunu söyleyen Mansfield, kötü senaryonun ise hükümetin programında yaptığı değişikliklerin göstermelik kalması durumunda Macron ve hükümetinin halk desteğinin tamamen kaybolması olduğunu belirtmektedir. Macron’un zenginlere yönelik varlık vergisini yeniden uygulamaya sokmak gibi bir düşüncesi olmadığını da sözlerine ekleyen Mansfield, buna karşın hükümetin seçici bir şekilde bazı konularda Sarı Yelekliler’e tavizler vermesini ve bazı politikalarında erteleme yapmasını yerinde bulmaktadır. Ayrıca 2019 yılı içerisinde Fransız Ulusal Meclisi’nde üç önemli konunun görüşüleceğini söyleyen Mansfield, bunları; sosyal güvenlik sisteminin reforme edilmesi, kamu emeklilik sisteminin reforme edilmesi ve kamu işlerinde kesintiye gidilmesi olarak sıralamaktadır. Bu konularda yapılacak erteleme ve verilecek bazı tavizlerin hükümetin programından sapması olarak yorumlanmaması gerektiğini belirten Mansfield, bunun daha çok bir stratejik revizyon olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve Macron’un protestolar nedeniyle ilerleyen yıllarda yapmayı planladığı merkez sola yönelik açılımını erkene çekmek zorunda kaldığını söyleyerek konuşmasını tamamlamaktadır.

Konuşmasında Sarı Yelekliler protestolarının yeni ve özgün olup olmadığı sorusuna yanıt arayan University College London’dan (UCL) Fransa ve Avrupa Politikaları uzmanı akademisyen Philippe Marlière, yaklaşık üç aydır devam eden protestoların popüler bir sosyal hareket olarak yeni bir fenomen olduğunu söyleyerek analizine başlamaktadır. Sarı Yelekliler’in sınıflararası geçişkenlik gösteren büyük bir kitleyi bir araya getirmeyi başardığını düşünen Marlière, buna karşın tipik bir Sarı Yelekliler göstericisinin beyaz, orta yaşlı, erkek ve orta-alt gelir grubundan olduğunu iddia etmektedir. Fransa’nın en fakir kesimlerinin veya işsizlerin bu protestoların ana gövdesini oluşturmadığını da belirten akademisyen, daha çok orta sınıfa mensup ve ekonomik beklentileri karşılanmayan beyaz ve mavi yakalı çalışan kesimlerin protesto gösterilerine katıldığını söylemektedir. Göstericilerin büyük şehirlerden değil, Fransa’nın kırsal bölgeleri ve küçük şehirlerinden geldiklerine de vurgu yapan konuşmacı, -“dégagisme” anlayışı doğrultusunda- göstericilerin, temsili demokrasiye ve klasik temsili demokrasi kurumları olan siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve sendikalara karşıt ve radikal (doğrudan) demokrasi talebinde olduklarını vurgulamaktadır. Göstericilerin kendi içlerinden bir lider çıkmasına bile tepki gösterdiğini hatırlatan Marlière, bu anlamda göstericilerin eşitlikçi ve devrimci bir duruşlarının olduğunu ortaya koymaktadır. Göstericilerin klasik sol içerikli protesto gösterilerinde olduğu gibi genel grev yapmaya çalışmadıklarını da hatırlatan konuşmacı, haftaiçi günlerde çalışan protestocuların yalnızca haftasonlarında protesto gösterilerine katılarak, bu yönleriyle de özgün bir hareket olmayı başardıklarını açıklamaktadır. Konuşmacı, Sarı Yelekliler gösterileri ile Fransa tarihinde ses getiren bazı sosyal protestolar arasında da benzerlikler kurmakta ve 14. yüzyıl ortalarındaki köylü isyanı “Jacquerie” hareketi ve Pierre Poujade önderliğinde 1953-1958 döneminde etkili olan yüksek vergilendirme karşıtı “Poujadisme” hareketini bu bağlamda öne çıkarmaktadır. Philippe Marlière, Fransa tarihinde yer alan bu gibi hareketlere de yön veren sosyoekonomik sorunlar temasının öne çıktığı gösterilerde, ayrıca son dönemde Brexit referandumu sürecinde İngiltere’de görülen elitizm karşıtlığı ve siyasetçilerin halkı dinlemediği algısının da yoğun olarak görüldüğünü belirtmektedir. Ayrıca Marlière, Sarı Yelekliler hareketinin semboller açısından da harika bir pazarlamanın ürünü olduğunu; zira her arabada bulundurulması gereken -Nicolas Sarkozy döneminde zorunlu kılınan- Sarı Yelek (gilet jaune), Fransa milli marşı La Marseillaise ve “tricolor” olarak bilinen Fransa bayrağının öne çıktığı gösterilerin tüm topluma hitap edebildiğini düşünmektedir. Bunların yanı sıra, Sarı Yeleklilerin protesto gösterileri açısından yer seçimlerinin de özgün olduğunu kaydeden konuşmacı, klasik sol protestolarda kullanılan Bastille Caddesi yerine Champs Elysées (Şanzelize) gibi zengin semtlerinde yapılan protestoların daha etkili olduğunu düşünmektedir. Göstericilerle konuştuğunda, onların kendilerini “işçi sınıfı” olarak değil, “halk” olarak tanımladığına da dikkat çeken akademisyen, bu anlamda hareketin sınıfsal temelden çok ekonomik talepler ve siyasal meşruiyet teması etrafında geliştiğini açıklamaktadır. Ayrıca Fransa’da yıllardan beri konuşulan ama buna rağmen bir türlü siyasal elitin gündemine girmeyen eşitsizlik meselesinin Sarı Yelekliler sayesinde ülke gündeminde üst sıralara taşındığını belirten konuşmacı, Macron için “Pandora’nın Kutusu”nun açıldığını ve artık Cumhurbaşkanı’nın reformlarına devam etmesinin çok zor olduğunu da sözlerine eklemektedir. Son olarak, Sarı Yelekliler’in sayıca çok fazla olmamalarına karşın böyle bir güce erişebildiklerine dikkat çeken Marlière, 1968 Mayıs olaylarında yaklaşık 13 milyon insanın gösterilere katıldığını, 1995 protestolarında 2 milyon işçinin greve dâhil olduğunu ve Sarkozy döneminde 2010 yılında düzenlenen emeklilik reformu karşıtı gösterilerde 3 milyon insanın sokaklara döküldüğünü hatırlatmakta ve Sarı Yelekliler’in en büyük gösterilerinde bile Fransa genelinde ancak 100.000 kişinin toplanabildiğine dikkat çekmektedir. Philippe Marlière, konuşmasının son bölümünde 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Fransa’nın iki büyük partisi merkez sol PS (Fransız Sosyalist Partisi) ile merkez sağ LR’nin (Cumhuriyetçiler) çöktüğünü hatırlatmakta ve bu ortamda yükselen -merkez sol ile merkez sağı birleştirme iddiasındaki- Macron ve partisi LREM’in (Cumhuriyet Yürüyüşü Partisi) Sarı Yelekliler nedeniyle zor durumda kaldığını söylemektedir. Marlière, son olarak bu durumun Fransa siyasetinde aşırı sağ RN (Ulusal Birleşme) ve onun karizmatik lideri Marine Le Pen’in işine yarayacağını düşündüğünü -üzülerek- belirtmektedir.

Panelin son konuşmacısı olan Chatham House Avrupa Programı’nda görevli akademisyen Quentin Peel ise, Fransa’da 2019 Ocak ayında yapılan son yapılan anketlerde Macron’a verilen desteğin Aralık 2018’deki yüzde 23’ten yüzde 27’ye yükseldiğine dikkat çekerek, Cumhurbaşkanı’nın bu süreci o kadar da kötü yönetmediği mesajını vermektedir. Buna karşın, Fransa genelinde Cumhurbaşkanı’ndan memnun olmayanların halen yüzde 72 seviyesinde (Aralık ayında yüzde 76 düzeyindeydi) olduğunu belirten Peel, Cumhurbaşkanı Macron’un ulusal tartışma önerisi ve bazı tavizlerle bu süreci halen atlatma şansının olduğunu vurgulamaktadır. 2019 Mayıs ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Marine Le Pen ve partisi Ulusal Birleşme’nin birinci parti olmasının kimseyi şaşırtmayacağını belirten Quentin Peel, Ocak 2019 tarihli son anketlerde Macron’un partisinin yüzde 23 oyla birinci sıraya yükseldiğini (Aralık 2018’de yüzde 18 düzeyindeydi) ve Le Pen’in partisi RN’nin yüzde 21’le ikinci sıraya gerilediğini (Aralık 2018’de yüzde 24’le birinci sıradaydı) söylemektedir. Aynı anketlerde PS’nin yalnızca yüzde 4 düzeyinde, Mélenchon’un La France Insoumise (Boyun Eğmeyen Fransa) partisinin yüzde 9,5, Cumhuriyetçiler (LR) partisinin ise yüzde 10 düzeyinde kaldığını belirten Peel, Nicolas Dupont-Aignan liderliğindeki pek bilinmeyen bir Gaullist sağ parti olan Débout la France’ın (Fransa Ayağa) ise yüzde 7,5 gibi tarihinin en yüksek desteğine ulaştığını belirtmektedir. Daha sonra Macron’un siyasi çizgisini değerlendirmeye başlayan Peel, Macron’un Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası süresince tutkulu bir AB yanlısı gibi hareket ettiğini ve seçildikten sonra Sorbonne’da yaptığı önemli konuşmada da AB için ortak bir savunma mekanizması (AB Ordusu), ortak bir savcılık makamı ve ortak bir sınır kontrol gücü önererek AB’nin daha da derinleşmesi konusundaki vizyonunu ortaya koyduğunu söylemektedir. Bu vizyonuyla Macron’un AB içerisinde yeni ve daha güçlü bir Alman-Fransız ortaklığı inşa etmeye çalıştığını iddia eden konuşmacı, Almanya’nın ise bu konuda halen çekinceleri olduğunu düşünmektedir. Macron’un AB vizyonu ve Marine Le Pen karşıtı duruşuyla makamındaki ilk haftalarında hem ülkesinde, hem de Avrupa’da büyük bir sempati yaratmayı başardığını söyleyen Quentin Peel, buna karşın, Cumhurbaşkanı’nın ihtiraslı AB bütünleşmesi programını yavaşlatması gerektiğini düşünmektedir. Peel, bunun hem Avrupa’daki reel politik gerçekler, hem de Sarı Yelekliler protestolarından kaynaklandığını belirtmektedir. Genç, dinamik, zeki ve tutkulu bir AB yanlısı olarak Emmanuel Macron’un halen Avrupa genelinde desteklendiğini düşünen konuşmacı, buna karşın sözünü dinletebilme anlamında Macron’un eskisi kadar etkili olamadığı kanaatindedir. Sarı Yelekliler’in temsil ettiği büyük şehirlere karşı kırsal bölgeler, siyasal elit sınıfına karşı geniş halk kitleleri ve sermayeye karşı emek vizyonunun Fransa ile sınırlı kalmadığını ve benzer protestoların Avrupa’nın birçok yerinde düzenlenmeye başlandığını da söyleyen Peel, bunun sebebinin Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın küçük şehirlerinde süpermarketlere yenilen işletmelerin iş yapamaz hale gelmesi olduğunu iddia etmektedir. Macron’un 2018 bütçesinde yüzde 3’ün üzerinde (yüzde 3,4) bir bütçe açığı vermek zorunda kaldığını da belirten Peel, Sarı Yelekliler’e verdiği tavizler sonrasında bunun 2019’da daha da artabileceğini; buna karşın Almanya ve AB’nin reformlara devam etmesi durumunda Macron’a bu konuda destek verebileceklerini düşündüğünü -AB Komisyonu yetkilisi Günther Oettinger’ın bir sözüne referans yaparak- söylemektedir. Ayrıca Macron’un Fransa’da yaşadığı zorlukların benzerini yakında Almanya’da Angela Merkel ve CDU’nun da yaşayabileceğini düşünen Peel, bu sene içerisinde Almanya’nın doğusundaki üç eyalette seçimlerin yapılacağını ve bu seçimlerde AB karşıtı aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) ve aşırı sol Die Linke (Sol Parti) gibi partilerin başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu söyleyerek konuşmasını tamamlamaktadır.

Oldukça faydalı olan bu panelde bazı dersler çıkarmak gerekirse, bunlar şöyle sıralanabilir:
  • Fransa için çok ihtiraslı bir ekonomik reform programı ve AB bütünleşmesi vizyonu ortaya koyan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Sarı Yelekliler protestolarıyla birlikte reelpolitik sorunlarla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Bu durum, Macron için, demokratik sınırlar içerisinde iddialı reform programlarının çok hızlı bir şekilde yapılamayacağının ispatı olmuştur.
  • Macron, protestolar karşısında paniğe kapılmayarak akıllıca hareket etmiş ve göstericilere devletle diyalog imkânı yaratarak ve bazı tavizler vererek ortalığı yatıştırmayı -şimdilik- başarmıştır.
  • Fransa’nın bütçe açığı sorunu ciddi bir meseledir ve bu konuda Sarı Yelekliler’in talepleri tamamen yerine getirilirse, Fransa ekonomisi çok zor duruma düşebilir.
  • Macron’un partisi LREM, halen Fransa siyasetinde en çok destek alan siyasi parti durumundadır. Köklü merkez partiler PS ve LR’nin (eski UMP) oy oranları ise hiç de yüksek değildir. Ancak daha önce hiç iktidar şansı bulamamış Débout la France’ın anketlerdeki hızlı çıkışı, Fransız seçmenlerinin halen bir arayış içerisinde olduğunu göstermektedir. Macron’un en büyük şansı ise, en güçlü rakibinin toplumdaki her kesimce (AB yanlıları, Müslümanlar, Afrikalı veya Arap göçmenler) çok sevilmeyen ve sahiplenilmeyen Marine Le Pen olmasıdır.
  • Sarı Yelekliler, sadece Fransa’ya özgü bir durum değil, Avrupa genelinde küçük şehirlerde ve kırsal bölgelerde yaşayan insanların tepkilerini yansıtan genel bir Avrupa sorunudur. Bu, Avrupa’da yaşanan kalkınma farklılıkları ve kamu hizmetlerine erişim dengesizliklerinden kaynaklanmaktadır.
  • Fransa ve Almanya, AB’nin başarısı için birlikte hareket etmeye devam etmelidirler.
  • AB, fazladan bürokrasi (kırtasiyecilik), aşırı kuralcılık gibi olumsuz özelliklerini törpülemeli ve daha önemli sorunlara (ekonomi, güvenlik ve dış politika, yeni üye alımları, Rusya ile ilişkiler vs.) odaklanmalıdır.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Bakınız; https://www.chathamhouse.org/event/une-nouvelle-r-volution-macron-and-gilets-jaunes.


Hiç yorum yok: