Giriş
Prof. Dr. Şerif Mardin (1927-)[1], uzun
yıllardır Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan ve ders veren önemli bir Türk
sosyal bilimcidir (Sosyoloji alanında). Mardin’in en önemli ve tartışmalı
özelliği; bu yazıda incelenecek olan “Bediüzzaman
Said Nursi Olayı” kitabındaki gibi, birçok eserinde Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucu modernist felsefesine (Kemalizm) aykırı sayılabilecek İslami ve diğer
çevresel aktörleri bilimsel şekilde incelemeye ve anlamaya çalışmasıdır.[2] Bu
anlamda, “halk İslam’ı” (folk Islam) veya “hetorodoksi”[3]
kavramı, dünyada ve Türkiye’de Mardin’in bilimsel yazına en önemli
katkılarından birisi olarak kabul edilmektedir. Mardin, son dönemde “mahalle
baskısı”[4]
kavramını günümüz Türkiye’sine dair analizlerinde kullanmasıyla da dikkat
çekmiş ve gündem yaratmıştır. Bu yazıda, Mardin’in çok ünlü ama aynı zamanda
oldukça tartışmalı olan eseri “Bediüzzaman
Said Nursi Olayı”nı özetlemeye çalışacağım. Ayrıca, günümüzde Said
Nursi’nin kurduğu Nurculuğun bir kolu olan ve Fethullah Gülen liderliğindeki
Gülen cemaatinin Türkiye siyasal hayatındaki tartışmalı konumu da dikkate
alındığında, kitabın ve kitapta işlenen fikirlerin daha da önemli bir hale geldiğini burada belirtmek
gerekir.
Prof. Dr. Şerif Mardin
Kitap Hakkında Genel Bilgiler
Orijinal İngilizce ismi “Religion and Social Change in Modern Turkey:
The Case of Bediüzzaman Said Nursi”[5] olan
ve ilk kez 1989 yılında State University of New York Press tarafından kitap,
Metin Çulhaoğlu tarafından 1992 yılında Türkçe’ye çevrilmiş ve İletişim
Yayınları tarafından basılmıştır. Eserin Türkçe tam ismi "Bediüzzaman Said Nursi Olayı: Modern Türkiye'de Din ve Toplumsal Değişim" şeklindedir. Kitap, şimdiye kadar 18 baskı yapmayı
başarmış önemli bir klasiktir. Bu makale için kullanılan kitap ise, 2010 tarihli
15. baskıdır. Bu kitapta, Profesör Şerif Mardin, kendi takipçileri nezdinde çok
özel bir konumu olan Said Nursi’yi ve yarattığı akımı, bu hadisenin kendisine
özgü nitelikleriyle birlikte, Türkiye’nin din-toplum ve din-devlet ilişkileri
konularındaki genel perspektifi içerisinde yorumlamaya çalışmaktadır. 399
sayfalık bu eser, Türk akademisinin yıldız isimlerinden olan Mardin’i sağ
çevrelerde ve özellikle Nurcular açısından çok makbul bir isim haline
getirirken, hem çalıştığı konu ve kişinin devlet nezdinde hoş karşılanmaması,
hem de Nursi’yi çok parlattığı yönündeki yorumlar nedeniyle, yazar, bu kitabı
sonrasında çok sert eleştiriler de almış; hatta birçoklarına göre bu nedenle
Türkiye Bilimler Akademisi’ne (TÜBA) kabul edilmesi bile engellenmiştir.[6] Şimdi,
bu kitaba ve kitaptaki tartışmalı fikirlere daha yakından göz atalım.
“Bediüzzaman Said Nursi Olayı”
Cumhuriyet Döneminde İslam Araştırmaları
Mardin’e göre, Türkiye’de İslam
araştırmaları Cumhuriyet’in ilk yıllarında gelişim gösterememiştir. Bu, dini
veya yarı-dini bir rejimden laik bir rejime geçiş yapan yeni devletin din
konusundaki baskıcı ve aşırı ihtiyatlı duruşundan kaynaklanmıştır. Ancak 1950
sonrasında çok partili demokrasiye geçilmesiyle beraber, İslam, hem
entelektüel, hem de siyasal ve sosyolojik anlamda kendisini yeniden belirgin
hale getirmiştir. İşe, önce, Osmanlıca veya Arapça klasiklerin Latin alfabesine
geçen Türkiye’de yeni dile çevrilmesiyle başlanmıştır. Ardından, İslam dini ile
ilgili yeni çalışmalar da üretilmiştir. Ancak bu çalışmalar, yazara göre daha
çok kurumlaşmış veya kurumsallaşmış İslam’la ilgilidir; medreseler, ilmiye (ulema)
sınıfı, Şeyhülislam’ın Osmanlı siyasetindeki yeri vs. gibi. Oysa gerçek İslam,
halkın kendisinin binlerce yıllık birikimi ve tecrübesi sonucunda özümsediği ve
uyguladığı pratik veya hâlihazırda yaşayan dindir.[7] Bunun
araştırılması ise, Türkiye’de 1950’lerden sonra bile eksik kalmıştır. Bu
nedenle, Mardin’e göre, Türkiye’de laik kesimin en sert eleştirilerini
yönelttiği ve hatta zaman zaman nefret objesine dönüşebilen Bediüzzaman Said
Nursi’yi incelemek, önemli bir akademik boşluğu doldurmak ve Türkiye
sosyolojisine dair önemli tespitler yapmak imkânını sağlamaktadır.
Said Nursi: Hayatı
Said Nursi, 1878 yılında Bitlis
vilayetine bağlı Hizan ilçesinin Nurs köyünde 7 çocuklu bir ailenin dördüncü
çocuğu olarak doğmuştur. Babasının adı Mirza, annesinin adı ise Nuriye’dir. 15
yaşında bir medrese öğrencisi iken hocası tarafından verilen “Bediüzzaman”
(zamanın eşsizi) lakabı ismiyle birlikte anılır. Çocukluğunda çevresindeki
medreselerde eğitim görmüştür. Kendisinde görülen üstün hafıza sebebiyle,
önceleri “Molla Said-i Meşhur” diye tanınmıştır. Talebelik yıllarında, temel
İslami ilimlerle ilgili yaklaşık 90 kitabı ezberlemiştir. Şirvan, Siirt,
Bitlis, Doğubayazıt ve Tillo’dan sonra 1894’te Mardin’e geçmiştir. Oradan da
Bitlis’e gitmiş, sonra da Van’da 12 sene kalmıştır. Van’da kaldığı sürede,
eğitim metodunu tamamen kendisinin hazırladığı bir medrese kurmuştur. Esas
hedefi ise, aynı metodun uygulanacağı bir üniversiteyi Doğu Anadolu’da kurmaktır.
Bu üniversitede din ilimleri ile fen ilimleri birlikte öğretilecek, etnik
diller de serbest tutulacaktı. Bu üniversiteye, Kahire’deki meşhur El Ezher
Üniversitesi’nden hareketle “Medresetü’z-Zehra” ismini vermiştir. 1900’lü
yılların başında 1907 yılında doğuda “Medresetü-z Zehra” adında bir İslam
teolojisi üniversitesi kurmak fikriyle İstanbul’a gelmiş ve aslında hayatı
boyunca da bu fikrini gerçekleştirmek için gayret göstermiştir. 13 Nisan 1909
tarihinde tarihe “31 Mart Vakası” olarak geçen isyanda isyancıları yatıştırmaya
çalışmış; isyan bastırıldıktan sonra kendisi de olaya karıştığı iddiası ile
tutuklanmış, fakat mahkemesi görüldükten sonra beraat etmiştir. Birinci Dünya
Savaşı yıllarında 1914 yılında Doğu cephesinde gönüllü milis alayı komutanı
olarak hizmet etmiştir. Savaş esnasında, Mart 1916’da Bitlis’te yaralanıp iki
buçuk yıl Rusya’da esir kalmıştır. 1917’deki Bolşevik İhtilali esnasındaki
kargaşadan yararlanıp esaretten kurtulmuştur. Leningrad’dan Almanya’ya, oradan da
Petersburg üzerinden Varşova’ya gelmiş, Viyana’yı da gördükten sonra, Sofya
üzerinden trenle 1918 Haziran’ında İstanbul’a ulaşmıştır. Dönüşte,
Genelkurmay’ın kontenjanından Osmanlı’nın en üst düzey dini danışma merkezi
olan ve Mehmet Akif Ersoy’un sekreterliğini yaptığı
“Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye”de 4 yıl görev yapmıştır. İngilizlerin İstanbul’u
işgali yıllarında onların aleyhinde “Hutuvat-ı Sitte”[8]
adıyla bir risale neşretmiştir. 1925 yılında Van’da eğitim faaliyetlerinde
bulunurken, o sırada meydana gelen Şeyh Said hareketi sebebiyle, bu harekete
karşı çıktığı halde, tedbir olarak 1926 yılında önce Burdur’a, ardından 25 Ocak
1927’da Isparta ve Isparta ili Eğirdir ilçesine bağlı ve Eğirdir’in 25 km
kuzeybatısında Barla’ya gönderilmiştir. Burada sekiz yıl kalmış; “Risale-i Nur”
isimli Kur’an tefsirinin çoğu bölümlerini burada yazmıştır. Eserleri ve
fikirleri sebebiyle 1935 senesinde Eskişehir Mahkemesi’ne sevk edilmiş ve 1936
yılında sürgüne gönderildiği Kastamonu’da eserlerini yazmaya devam etmiştir.
1943’te Denizli Mahkemesi’ne, 1948’de Afyon Mahkemesi’ne sevk edilmiş; tüm bu mahkemeleri
beraatla neticelenmiştir. 1950 yılında çok partili hayata geçildiğinde, eserlerini
matbaada bastırmış ve geniş kitlelerce tanınmaya başlamıştır. Said Nursi, 23
Mart 1960 tarihinde 82 yaşında Şanlıurfa’da vefat etmiştir. Naaşı,
Halilürrahman Dergâhı’nda kendisine ayrılan yere defnedilmiş; ancak 27 Mayıs
1960 askeri darbesi sonrasında, Milli Birlik Komitesi hükümeti kararıyla,
mezarı Urfa’daki yerinden alınarak Isparta’ya götürülerek şehir mezarlığına
gizlice defnedilmiştir.
Prof. Şerif Mardin’in Kitabından Bazı Fikirler ve Bunların Yorumlanması
Said Nursi (1876-1960)[9], Osmanlı’nın
son ve Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk onyıllarında yaşamış son derece dindar bir Müslüman ve Nurculuk adı verilen İslami akımın (Nur cemaati de denir) kurucusudur.
1878 Bitlis Hizan doğumlu olan Nursi’nin gerçek ismi Said Okur’dur. Cumhuriyet’in
ilk yıllarında devletten pek teveccüh göremese de, 1950’lerde Demokrat Parti ve
Adnan Menderes-Celal Bayar ikilisinin iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye’de
sağ çevreler için çok mümtaz bir kimse haline gelen Nursi, Mardin’e göre, İslam
dinine mitsel ve şiirsel sembolik bir repertuar kazandırmış olan önemli bir İslam
âlimidir. Laik Türkiye’de unutulan İslami değerleri yeniden canlandırma amacını gütmüş olan Nursi, diğer İslam bilginleri ve muhafazakâr siyasetçiler gibi
temel bir sorunla karşılaşmıştır: Son derece kapsamlı ve kendisine özgü bir hukuk
sistemi bile olan İslam dini ile kendisine özgü gereksinimleri ve kuralları
olan devleti nasıl bir arada tutabilecek ve bir potada eritebilecektir?..
Osmanlı Devleti, hiç düşünmeden Fransız medeni hukukunu Türkçe’ye çevirebilecek, bazı alanlarda uygulamaya sokabilecek ve yeri geldiğinde din kurallarını devlet karşısında arka plana atabilecek
esneklikte bir devlet olmuştu. Bu konu dışında, Kürt kökenli olan ve hatta
Said-i Kürdi olarak da bilinen Nursi’nin bir diğer önem verdiği ve kafa yorduğu
konu da, yeni kurulan milli ve üniter Türkiye devleti içerisinde Kürtlerin durumu
olmuştur. Bu iki konu üzerinde yazdıkları, Nursi’ye dini-teolojik yönü dışında
siyasal bazı anlamlar da yüklenmesine neden olmuştur.
İslam teolojisinde aracılık
kurumu genel olarak reddedilse bile, Ortadoğu’nun ekolojik bazı koşulları
(halkın İslam konusunda cehaleti, tarih ve Arapça bilmemesi vs.), aracılık kurumunu çoğu zaman bir gereklilik haline
getirmiştir.[10] Ortodoks ulemanın
“yasalcı, mütereddit ve kuru” nitelikteki kent İslam’ı, genellikle tasavvufi
hareketleri güçlendirmiştir. Ancak kent Sufiliği de ikiye ayrılır; Sufilik
eğitimi alanlar ve kitleler… Dolayısıyla, hem Ortodoks, hem de Heterodoks
anlamda, Şeyh ve aracı din adamları, Ortadoğu coğrafyasında sosyolojik olarak gerekli görülmüş ve
kendiliğinden ortaya çıkmışlardır. Aslına bakılırsa, “ulu kişi” imajı, İslam
toplumlarında pater familias’la ve
öğretmenin benzer rollerini vurgulayan örgütlenme ilkeleri ile de uyum
halindedir. Bu noktada, Nurculuk ve Said Nursi’nin ayırt edici özelliği ise,
sembolizm konusunun ve mistisizm özelliğinin diğer İslami gruplara kıyasla çok daha ön
planda olmasıdır. Diğer önemli bir Türk aydını olan Zülfü Livaneli de, Nurculuk
ile varoluşçuluk akımı arasındaki paralelliklere dikkat çekmiştir.[11]
Nursi’nin kurulmasına önderlik
ettiği Nurculuk, son derece karmaşık bir İslami harekettir. 20. yüzyılın
başlarında Osmanlı’da ve sonrasında Türkiye’de oluşan agnostik veya ateist
aydın-dindar halk uçurumu[12],
Anadolu’da demokrasinin ve modernleşmesinin önünde en büyük engeli teşkil
etmiştir. Bu anlamda, Nurculuk, yazara göre sosyolojik bazı gelişmelerin sonucu
olarak doğmuştur. 1926 yılında devlet tarafından Isparta’ya yerleştirilen
Nursi, Osmanlı döneminde de önemli bir din ve siyaset merkezi olmuş ve birçok
devlet adamı yetiştirmiş bu bereketli topraklarda, Cumhuriyet’e geçişle
birlikte yaşanan keskin geçişi tam olarak benimseyemeyen halk kitlelerini
peşinden sürüklemeyi başarmıştır. Burada kitleleri en çok etkileyen unsur, modern
yaşamın bazı niteliklerine kolay adapte olamayan Anadolu halkının, Nursi’de ahlâkı
bulmasıdır. Modern toplumda ahlâki değerleri yerli yerine oturtamayan insanlar,
bu değer boşluğu içerisinde maneviyatı ve ahlâk kaynağını en kolay şekilde
İslam dininde ve ömrünü bu yola adayan Said Nursi gibi kişilerde bulmuşlardır.
Zaten tam da bu nedenle, tek-parti dönemi, askeri darbe ya da müdahaleler
sonrasındaki ara rejim dönemleri ve Bülent Ecevit’in 1970’lerdeki inanılmaz performansı
sayılmazsa, Türkiye’yi daima merkez sağ ve sağ hükümetler yönetmiş ve İslam
dini, toplumsal ve siyasal yaşamda hep ön planda olmuştur. Buna karşın, Nursi’nin
ve Nurculuk hareketinin tasavvur ettiği İslam anlayışı, hareketin 1950’lerde Adnan
Menderes ve Demokrat Parti’ye, 1960’larda Süleyman Demirel ve Adalet Partisi’ne,
1970’lerde Necmettin Erbakan ve Milli Selamet Partisi’ne, 1980’lerde Turgut
Özal ve ANAP’a, 2000’lerin başında ise Adalet ve Kalkınma Partisi’ne ve Recep
Tayyip Erdoğan’a destek verdiği de düşünülürse, köktendinci İslamcılık noktasında
Arap dünyasındaki hareketlerden ayrılır ve Türkiye’ye özgü daha modernist bir
çizgiyi temsil eder.
Kitabının son bölümünde ise,
Şerif Mardin, kitap boyunca yaptığı inceleme ve analizlerin ardından önemli
tespitler yapmakta ve önceki tespitleri tekrarlamaktadır. Ona göre; Said
Nursi’nin ve Risale-i Nur külliyatının en temel özelliği; kişiyi çevreleyen
dünya ile ilgili bir “efsun” yaratan mitik-şiirsellik duygusunun korunmasıdır.
İkincisi, yazarın atıfta bulunduğu ve “lehçe” olarak nitelendirdiği bu özel
dil, belirli birinin kişiliğinin ya da kimliğinin genişlemesi şeklinde
tanımlanabilecek yapıdadır. Üçüncü olarak, bu lehçe, evrenin ve dünyanın
bilişsel bir modelinin oluşturulmasına yaramaktadır. Lakin bu üç boyutun
hiçbiri, kendi katıksız halinde görülmez; aralarındaki ilişki, renkler arasındaki
ilişkiye benzer: renkler birbirine karışır, teşhis edilebilir renkler karışım
içinde belirsizleşirken, sonra belli noktalarda yeniden ortaya çıkarlar.
Sonuç
Bugün
Türkiye’de sol çevrelerde en sık kullanılan argümanlardan birisi de, şeyh,
cemaat lideri veya benzeri din adamları ya da büyüklerinin cahil halkı din ile
aldattıkları ve bundan ekonomik ve siyasal çıkar elde ettikleri yönündedir. Bu,
aslında bir bakıma doğru da olabilir. Ancak Türkiye gibi halkın gelir
seviyesinin son derece düşük olduğu ve halkın seçmen davranışını neredeyse
tamamen ekonomik rasyonelin belirlediği bir ülkede, bu tarz bir açıklama son
derece yetersiz kalmaktadır. Bugün milyon dolarlık ekonomilere ve siyasi nüfuza
sahip olan çeşitli tarikat ve cemaatler, devletin İslam anlayışı ve
pratiklerindeki bir eksikliği doldurduğu için bu kadar destek buluyor olmalıdırlar.
Zira aksi takdirde, insanların kendi kıymetli ve kısıtlı vakit ve paralarını başkaları
için harcamalarının bir izahı olamaz. Modern toplumda bireyin yaşadığı
yalnızlık ve çaresizlik duygusu, ekonomik sorunlar ve içsel dindarlık gibi
birçok faktör, bireylerin tarikat ve cemaat gibi yapılara katılmasına neden
olabilmektedir. Ayrıca Said Nursi’nin takipçilerinin sosyolojik olarak daha çok
alt veya orta alt sınıf olarak değerlendirilebilecek kişilerden çıkması, İdris
Küçükömer’in Türkiye’ye dair yaptığı meşhur sağ-sol tespitini de akla
getirirsek, bu anlamda oldukça manidardır. Sonuçta, Said Nursi ve diğer İslam
akımları, ciddi akademik çalışmalar yapılarak incelenmesi ve küçümsenmemesi
gereken sosyolojik tabanlı hareketlerdir. Mardin'in çalışmasını da, bu yolda atılmış ilk cesur adım olarak kabul etmek gerekir.
Yrd.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] 1927 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’nde
başladığı orta öğrenimini ABD’de tamamladı. Stanford Üniversitesi Siyasal
Bilimler Bölümü mezuniyetinin ardından lisansüstü eğitimini John Hopkins
Üniversitesi’nde yaptı. 1954’te Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne asistan olarak
giren Şerif Mardin, doktorasını “Yeni Osmanlıların Düşünsel Yapıtları” konulu
teziyle Stanford Üniversitesi’nde tamamladı. 1964’te Doçentliğe, 1969’da
Profesörlüğe yükseldi. 1973’te geçtiği Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi
ve Sosyoloji dersleri verdi. ABD’de Columbia ve California, İngiltere’de Oxford
Üniversitesi’nde konuk öğretim üyesi olarak dersler verdi. Halen Washington
D.C.’deki American University Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyeliği
yapan ve aynı üniversite bünyesinde faaliyet gösteren İslâmi Araştırmalar
Merkezi’nin Başkanlığı görevini sürdüren, aynı zamanda Sabancı
Üniversitesi´inde öğretim görevliliğine devam eden Mardin’in yayımlanan
kitapları şunlardır: Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908 (1964), Din ve
İdeoloji (1969), İdeoloji (1976), Türkiye’den Toplum ve Siyaset (Makaleler derlemesi,
1990), Siyasal ve Sosyal Bilimler (Makaleler derlemesi, 1990), Türkiye’de Din
ve Siyaset (Makaleler derlemesi, 1991), Türk Modernleşmesi (Makaleler
derlemesi, 1991), Religion and Social Change in Modern Turkey. The Case of
Bediüzzaman Said Nursi (1989) [Bediüzzaman Said Nursi Olayı / Modern Türkiye’de
Din ve Toplumsal Değişim (1992)], The Genesis of Young Ottoman Thought (1962)
[Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu (1996)], Türkiye, İslam ve Sekülarizm
(Makaleler derlemesi, 2011). Bakınız; http://www.iletisim.com.tr/kisi/serif-mardin/4891.
Hakkında diğer bir kaynak için; https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eerif_Mardin.
[2] Yıllar sonra Prof. Dr. Tayfun Atay da “Batı’da Bir Nakşi Cemaati - Şeyh Nazım Kıbrısi Örneği” adlı çalışmasında, Kıbrıs’ta yaşayan Nakşi lideri Şeyh Nazım Kıbrısi ve hareketini benzer yöntemle incelemiştir. Bakınız; http://www.idefix.com/Kitap/Batida-Bir-Naksi-Cemaati-Seyh-Nazim-Kibrisi-Ornegi/Tayfun-Atay/Arastirma-Tarih/Tarih/Dunya-Tarihi/urunno=0000000379234.
[3] “Heterodoks” sözcüğü, “farklı” anlamına gelen Yunanca heteros ve “öğreti, düşünce” anlamındaki doxa sözcüklerinden oluşur. “Ana akımdan sapmış olan” anlamına gelir. Bu kavram, dini gruplar arasında kendilerini kutsal metne ve din kurucusunun gösterdiği yola en uygun davranan gruplar tarafından azınlıkta kalan gruplar için kullanılmıştır. Ancak heterodoks kabul edilen gruplar, kendilerini böyle değil, aksine Ortodoks (sahih) görürler. Bu sözcük, ayrıca, belirli bir düşünce ve ideoloji alanında ana akıma bağlanmayıp, merkezi iktidarın diliyle konuşmayan, farklılıklara açılan düşünme ve davranma biçimi diye de tanımlanabilir. Örneğin, Osmanlı iktidarının dini kimliği Ortodoks İslam kabul edilen Sünnilik’in Hanefilik kolu olmasına karşın, imparatorluk tebaası olan Müslüman halkın önemli bir bölümünün inançları çeşitli versiyonlarıyla Sufiliğin popüler veya entelektüel biçimleri, yani Heterodoks İslam’dı (Alevilik, Bektaşilik, Hurûfilik, Kızılbaşlık, Kalenderilik, Mevlevilik, Türkmenlik). Bakınız; https://tr.wikipedia.org/wiki/Heterodoks.
[4] Bakınız; https://www.youtube.com/watch?v=yClDFe5sfS8.
[5] Bakınız; https://www.amazon.com/Religion-Social-Change-Modern-Turkey/dp/0887069975.
[6] http://www.milliyet.com.tr/serif-mardin-ve-said-nursi/taha-akyol/siyaset/siyasetyazardetay/13.04.2010/1224291/default.htm.
[7] Bir ilahiyatçı değil, Sosyolog olan Mardin’in bu şekilde konuya yaklaşması gayet doğal ve kendi bilimsel uzmanlığı açısından da daha doğrudur.
[8] http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=HutuvatiSitte&Page=89.
[9] Hakkında kurulmuş bir web sitesi için; http://www.bediuzzamansaidnursi.org/. Hakkında bilgiler için; https://tr.wikipedia.org/wiki/Said_Nurs%C3%AE.
[10] Burada yazar olumlu veya olumsuz bir görüş ileri sürmemekte ve sadece tespit yapmaktadır.
[11] İzlemek için; https://www.youtube.com/watch?v=ZGQQiUHpjSc.
[12] Bu konuda Yakup Kadri’nin “Yaban” romanı tarihi bir vesika olarak okunabilir. Bu roman hakkında bir analiz için; http://www.academia.edu/1601521/_%C3%96rmeci_Ozan_2010_P-Kitap_Yaban_Politika_Dergisi_y%C4%B1l_3_say%C4%B1_24_sayfa_152-154.
[2] Yıllar sonra Prof. Dr. Tayfun Atay da “Batı’da Bir Nakşi Cemaati - Şeyh Nazım Kıbrısi Örneği” adlı çalışmasında, Kıbrıs’ta yaşayan Nakşi lideri Şeyh Nazım Kıbrısi ve hareketini benzer yöntemle incelemiştir. Bakınız; http://www.idefix.com/Kitap/Batida-Bir-Naksi-Cemaati-Seyh-Nazim-Kibrisi-Ornegi/Tayfun-Atay/Arastirma-Tarih/Tarih/Dunya-Tarihi/urunno=0000000379234.
[3] “Heterodoks” sözcüğü, “farklı” anlamına gelen Yunanca heteros ve “öğreti, düşünce” anlamındaki doxa sözcüklerinden oluşur. “Ana akımdan sapmış olan” anlamına gelir. Bu kavram, dini gruplar arasında kendilerini kutsal metne ve din kurucusunun gösterdiği yola en uygun davranan gruplar tarafından azınlıkta kalan gruplar için kullanılmıştır. Ancak heterodoks kabul edilen gruplar, kendilerini böyle değil, aksine Ortodoks (sahih) görürler. Bu sözcük, ayrıca, belirli bir düşünce ve ideoloji alanında ana akıma bağlanmayıp, merkezi iktidarın diliyle konuşmayan, farklılıklara açılan düşünme ve davranma biçimi diye de tanımlanabilir. Örneğin, Osmanlı iktidarının dini kimliği Ortodoks İslam kabul edilen Sünnilik’in Hanefilik kolu olmasına karşın, imparatorluk tebaası olan Müslüman halkın önemli bir bölümünün inançları çeşitli versiyonlarıyla Sufiliğin popüler veya entelektüel biçimleri, yani Heterodoks İslam’dı (Alevilik, Bektaşilik, Hurûfilik, Kızılbaşlık, Kalenderilik, Mevlevilik, Türkmenlik). Bakınız; https://tr.wikipedia.org/wiki/Heterodoks.
[4] Bakınız; https://www.youtube.com/watch?v=yClDFe5sfS8.
[5] Bakınız; https://www.amazon.com/Religion-Social-Change-Modern-Turkey/dp/0887069975.
[6] http://www.milliyet.com.tr/serif-mardin-ve-said-nursi/taha-akyol/siyaset/siyasetyazardetay/13.04.2010/1224291/default.htm.
[7] Bir ilahiyatçı değil, Sosyolog olan Mardin’in bu şekilde konuya yaklaşması gayet doğal ve kendi bilimsel uzmanlığı açısından da daha doğrudur.
[8] http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=HutuvatiSitte&Page=89.
[9] Hakkında kurulmuş bir web sitesi için; http://www.bediuzzamansaidnursi.org/. Hakkında bilgiler için; https://tr.wikipedia.org/wiki/Said_Nurs%C3%AE.
[10] Burada yazar olumlu veya olumsuz bir görüş ileri sürmemekte ve sadece tespit yapmaktadır.
[11] İzlemek için; https://www.youtube.com/watch?v=ZGQQiUHpjSc.
[12] Bu konuda Yakup Kadri’nin “Yaban” romanı tarihi bir vesika olarak okunabilir. Bu roman hakkında bir analiz için; http://www.academia.edu/1601521/_%C3%96rmeci_Ozan_2010_P-Kitap_Yaban_Politika_Dergisi_y%C4%B1l_3_say%C4%B1_24_sayfa_152-154.
1 yorum:
“(…) landslide victory (of the Justice and Development Party) in the November (2002) elections in Turkey has been considered a success of Kemalism by a prominent Turkish social scientist, Şerif Mardin” iktisadî mevzuularda İNÖNÜ gibi düşünenler ile BAYAR gibi düşünenlerin gün (15 Temmuz 2016) gelip kanlı-bıçaklı olacaklarını kestirememiştir. Kaldı ki “Kemalism” böyle bir “zafer” 1973 yılında da kazanmıştı. AK Parti 2. zafer oluyor.
Yorum Gönder