Siyaset Bilimi’nin Karşılaştırmalı Politika disiplini içerisinde “demokratikleşme” olgusunu çalışanların yakından ilgi göstermesi gereken ülkelerden birisi de Şili’dir. 1973 yılında General Augusto Pinochet’nin gerçekleştirdiği kanlı darbenin ardından 1989 yılına kadar 16 yıl dikta yönetimiyle idare edilen Şili’de, demokratik yaşama dönülen 1989 yılından sonra demokratikleşme yolunda kademeli adımlar atılmıştır. Bu yazıda Şili’nin demokratikleşme tarihini, akademik literatürde bu ülke hakkında yazılanlardan yola çıkarak özetlemeye çalışacağım.
Şili’nin demokratikleşme tarihini anlamak için elbette öncelikle 1973 darbesi ve nedenlerini araştırmak gerekir. 1969 yılında Şili’de sosyalist solun oluşturduğu Unidad Popular (UP), kısa sürede müthiş bir örgütlenme gerçekleştirerek 1970 yılındaki Başkanlık seçimlerine sosyalist lider Salvador Allende’yi aday gösterdiler. 1970 seçimlerinde sol seçim birliği UP, oyların % 37’sini alarak seçimlerin en güçlüsü olarak çıktı ve Allende de Devlet Başkanlığı’na seçildi.[1] Allende kısa sürede gerçekleştirdiği kamulaştırma hamleleri ve anti-emperyalist çizgideki dış politikasıyla Soğuk Savaş döneminde büyük bir anti-komünist motivasyonla hareket eden ABD’nin şimşeklerini üzerine çekti. 1973 seçimlerinde Allende ve UP’nin sandıktaki başarısı daha da arttı. Bunun üzerine, Latin Amerika’da bir diğer ülkeye daha komünizmin hakim olmasından endişe eden ABD’nin de aktif desteğiyle, Pinochet komutasındaki Şili ordusu 11 Eylül 1973 tarihinde hükümete karşı bir askeri darbe gerçekleştirdi.[2] Darbe sonrası başta Allende’nin kendisi olmak üzere, yüzlerce Allende yanlısı öldürüldü, binlercesi ise tutuklandı. Tüm yetkileri cunta lideri olarak General Augusto Pinochet devraldı. Pinochet ülkeyi 1989 yılına kadar demir yumrukla yönetti.[3] Ancak bu noktada Karşılaştırmalı Politika uzmanlarını farklılığa düşüren iki görüş bulunmaktadır. Kimilerine göre Pinochet, askeri darbe sonrası ülkede kısmen de olsa çoğulcuğa izin vermiş ve sivil yaşama dönülmesi sonrasında demokrasinin yeşermesine izin verecek bazı düzenlemeler yapmış, kimilerine göre ise Pinochet ülkeyi tartışmasız bir diktatörlükle ve demir yumrukla yönetmiştir. Bu tartışmaları daha iyi anlamak için, Şili’nin askeri darbe döneminde 1980 yılında ilan edilen anayasasına bakmakta fayda vardır.
Augusto Pinochet
1932-1973 döneminde Latin Amerika’daki tek demokratik seçim yapan ülke olma özelliğini bulunduran Şili’de[4], darbecilerin en büyük sorunu elbette demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne alışmış halkı yeni yönetimin meşruiyeti konusunda ikna etmekti. Jose Luis Ceza’ya göre, Şili’de hukukun üstünlüğünün kurumsallaşmış olması nedeniyle yasa olmadan harekete geçmeme prensibi devlet yöneticileri ve halkta yaygınlaşmış bir eğilimdi.[5] Bu nedenle darbe sonrasında generallerin en büyük uğraşı, yeni düzeni hukuksal bir düzleme oturtmak ve böylece darbenin meşruiyetini arttırmaktı.[6] Bu sebeple darbe sonrasında 1980 anayasası hazırlanırken uzun süre uğraş verildi ve ileride demokrasiye geçilebilmesinin önünü açacak bir metin hazırlanmaya çalışıldı. 1980 anayasasının ortaya çıkışını kolaylaştıran başka faktörler de vardı. Örneğin, darbenin 4 farklı unsur tarafından yapılmış olması (Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri ve “carabineros” adı verilen paramiliter polis teşkilatı), cunta içerisinde farklı grupların temsil edilebilmesini ve bu nedenle darbenin daha ilk günden itibaren “çoğulcu” bir nitelik taşımasını sağlamıştı.[7] Cunta içerisinde yer alan farklı kanat temsilcilerinin hepsinin “veto” haklarının bulunması ve karar almak için oybirliğinin gerekmesi de, cunta içerisinde çoğulculuğun gelişimine katkıda bulunan bir etken olmuştu. Bu nedenle Pinochet’nin diktatoryal eğilimlerine karşın, diğer komutanların onun heveslerini dengelemesiyle ortaya dengeli bir cunta yönetimi çıkmıştı. Darbe sonrasında yeni düzen yolunda ilk adımlar 1974 ve 1975 yıllarında atılmaya başlandı. Yapılan düzenlemelerle yasama ve yürütme yetkileri farklı kuvvet komutanlıklarının elindeki bakanlıklara dağıtıldı ve böylece diktatörlük yönetimi oluşmasının önüne geçildi.[8] Robert Barros’a göre, bu düzenleme ile darbenin en koyu döneminde dahi cuntanın bir bölümünün tüm kontrolü eline geçirmesi engellendi.[9] Bu düzende yürütme erki General Pinochet’ye bırakılsa da, yasamada Hava Kuvvetleri Komutanı General Leigh ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Merino’nun ağırlığının bulunduğu yasamanın her zaman için yürütme kararlarını iptal etmesi mümkündü. Ancak Robert Barros’un bu görüşüne katılmayanlar da vardır. Örneğin, Manuel Antonio Garreton’a göre ordu içerisindeki bu farklı kuvvetler sonuçta ordu yapısına tabi durumdaydı ve ordu da Pinochet’nin kontrolündeydi.[10] Bu da çoğulculuk sadece kağıt üzerinde var anlamına geliyordu. Oppenheim’a göre de, Pinochet kendi ifadesiyle “ülkedeki sinekten bile haberdardı” ve herşeyi kendi kontrolünde tutmayı başarmıştı.[11] Pinochet ve darbe yönetimini ihtiraslarında sınırlı tutan bir diğer etken de kuşkusuz uluslararası kamuoyunun insan hakları ihlalleri konusundaki baskıları olmuştu.
Öyle ya da böyle, 1980 yılında referanduma sunulan ve halk tarafından onaylanan anayasa 1981 yılında yürürlüğe girdi ve Şili’de yeni düzen kuruldu. Demokratik bir ortamda yapılmayan referandumda, yeni anayasa % 67 oranında “evet” almış ve Pinochet’nin 8 yıl gibi uzun bir süre iktidarda kalması sağlanmıştı.[12] Anayasaya göre 1988 yılında Pinochet’nin 8 yıl daha görevde kalıp kalmaması konusunda yeni bir referandum da yapılması öngörülmüştü. Bu yeni sistemde ordu yönetiminin kendisini bir anayasa ile sınırlandırması ve kişisel haklar konusunda bazı anayasal garantiler getirilmesi, yeni rejimin diktatörlükten ayrışmasını kolaylaştırdı. Ancak anayasada demokrasi karşıtı bazı unsurlar da vardı. Örneğin, 1980 yılında bir askeri darbenin yaşandığı Türkiye’nin 1982 anayasasında da olacağı gibi, Milli Güvenlik Kurulu aracılığıyla ordunun siyaset üzerindeki kalıcı etkisi anayasa ile garanti altına alınmıştı.[13] Felipe Aguero’ya göre Şili ordusunun başarısı, Arjantin, Peru ve Uruguay ordularından farklı olarak askeri yönetimi anayasal bir düzene başarıyla oturtmasında saklıydı.[14] Bu gelişmeler, ordunun muhalefet karşısındaki pazarlık gücünü de arttırıyordu. Ancak yine de kaçınılmaz olarak cunta yönetimi ile muhalefet arasında bu dönemde büyük bir pazarlık ve müzakere süreci yaşandı. Ordu birtakım tavizler vererek, muhalefetin sertliğini yumuşatmaya çalıştı. Mesela anayasanın kabulü sonrası bu dönemde Komünist Parti yeniden legalleştirildi, anayasanın özüne dokunulmamakla birlikte kişisel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve anayasal değişikliklerin kolaylaştırılması gündeme geldi. Böylelikle Şili’de diktatörlükten anayasal otoriter bir yönetime evrim süreci yaşandı. 1988’de yeni bir referandumun yapılacak olması, başlangıçta ordunun elinde bir koz gibi görünse de, muhalefete 8 yıl sonra tamamen sivil yönetime dönülmesinin önüne açacak önemli bir kozdu. Nitekim 1988 referandumunda % 55 oy oranıyla Pinochet’in ülkeyi daha fazla yönetmemesi sonucuna varıldı. 1989 yılında 15 yıllık dikta rejiminden sonra ilk seçimler yapıldı ve Hıristiyan Demokrat Patricio Aylwin Başkanlığa seçildi.[15] Pinochet 1998 yılında İngiltere’de tutuklandı ve daha sonra kendisine yurtdışına çıkma yasağı kondu.
Sonuç olarak Şili’nin demokratikleşmesine bakıldığında, darbe sonrasında cunta yönetiminde ordunun farklı gruplarının söz hakkının olması ve yeni düzenin anayasal bir sisteme dönüştürülmesinin, sivil hayata dönülmesinin ardından demokratik düzene geçilmesini kolaylaştırdığı görülmektedir. Bu noktada Şili ile Türkiye arasındaki benzerlikler de şaşırtıcı derecede yüksektir.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] “Şili”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eili.
[2] “Chile”, Country Studies, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi: http://countrystudies.us/chile/.
[3] “Şili”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eili.
[4] “Chile – Mass Democracy, 1932-73”, Country Studies, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi:http://countrystudies.us/chile/22.htm.
[5] Ceza, Jose Luis,“Chile’s Difficult Return to Constitutional Democracy”, PS, Vol. 20 (3), 1987, p. 667.
[6] Varas, Augusto (1991), “The Crises of Legitimacy of Military Rule in the 1980s”, in The Struggle for Democracy in Chile 1982-1990, ed. by Paul W. Drake & Ivan Jaksic, Lincoln: University of Nebraska, p. 74.
[7] Barros, Robert (2002), Constitutionalism and Dictatorship: Pinochet, the Junta, and the 1980 Constitution, Cambridge: Cambridge University Press, p. 77.
[8] Barros, Robert (2002), Constitutionalism and Dictatorship: Pinochet, the Junta, and the 1980 Constitution, Cambridge: Cambridge University Press, p. 37.
[9] Barros, Robert (2002), Constitutionalism and Dictatorship: Pinochet, the Junta, and the 1980 Constitution, Cambridge: Cambridge University Press, pp. 38-39.
[10] Garreton, Manuel Antonio (1991), “The Political Opposition and the Party System under the Military Regime”, in The Struggle for Democracy in Chile 1982-1990, ed. by Paul W. Drake & Ivan Jaksic, Lincoln: University of Nebraska, p. 212.
[11] Oppenheim, Lois Hecht (1993), Politics in Chile: Democracy, Authoritarianism, and the Search for Development, Boulder: Westview Press, pp. 217-237.
[12] “Chile – The 1980 Constitution”, Country Studies, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi: http://countrystudies.us/chile/33.htm.
[13] Ceza, Jose Luis,“Chile’s Difficult Return to Constitutional Democracy”, PS, Vol. 20 (3), 1987, p. 668.
[14] Aguero, Felipe, “Legacies of Transitions: Institutionalization, the Military and Democracy in Southern America”, Mershon International Studies Review, Vol. 42 (2), November 1998, pp. 384-404.
[15] “Şili”, Vikipedi, Erişim Tarihi: 15.06.2014, Erişim Adresi: http://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eili.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder