28 Haziran 2014 Cumartesi

Obama'ya Yönelik Eleştiriler ve Amerikan Dış Politikasında Arayışlar


Şu sıralar Amerikan basını ve dünya kamuoyunda görev süresinin son yıllarına giren Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama’ya ve Amerikan dış politikasına yönelik artan eleştiriler dikkat çekiyor. Kardeş sitemiz Newtimes.az’da yayınlanan makalelere biz de sitemizde yer vererek[1], okurlarımızı bu konuda bilgilendirmeye çalışıyoruz.
Obama ve Amerikan dış politikasına yönelik temel eleştiri; ABD’nin Arap Baharı sürecinde Suriye ve Mısır’da süreç içerisinde çelişkili görünen bir politika izlemesidir. Göreve gelmesinin ardından Orta Doğu’da demokratikleşme hareketlerine aktif destek veren Obama, ülke içerisindeki ekonomik sorunlar nedeniyle bir yandan içeride askeri harcamaları düşürmeye ve ülke dışarısında görev yapan asker sayısını azaltmaya çalışırken, öte yandan ABD’nin müdahalecilikten (interventionism) vazgeçerek tamamen içe kapanmasını (isolationism) önlemek adına, Amerikan desteğini muhalif hareketlere vermeyi tercih etti. Bu doğrultuda, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da artık ayakta kalması oldukça zor görünen Tunus, Libya ve Mısır gibi tek adam yönetimlerinin on yıllardır hâkim olduğu ülkelerde muhalif siyasal hareketlere çeşitli tavsiyeler ve destekler verildi. Bu süreçte hatırlanacağı üzere Türkiye modeli ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tecrübesi de, Orta Doğu liderlerine ve halklarına İslam ve demokrasinin bir potada eritilebilmesi adına başarılı bir örnek olarak sunuldu. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter bir yönetim modeline yönelmesi nedeniyle Türkiye modelinin zayıflaması, Rusya Federasyonu ve İran İslam Cumhuriyeti’nin bu demokratikleşme hareketlerini jeopolitik bir düzlemde ve kendi aleyhlerine şekilde değerlendirmeleri ve demokrasi kültürünün zayıf olduğu Orta Doğu ülkelerinde muhalif hareketlerin giderek radikal İslam çizgisine kayması, Obama ve Amerikan yönetiminin planlarını boşa çıkardı.
Böyle bir ortamda Obama’nın frene basması ve kontrolün radikallerin eline geçmesini önlemek adına politikasında değişikliğe gitmesi kanımca pragmatik ve doğru bir yaklaşımdır. Bu durum çelişkili gibi algılansa da, aslında tutarlıdır. Zira Obama’nın en başta otoriter yönetimlere destek vermemesinin sebebi; bu ülkelerdeki yoğun insan hakları ihlalleri ve demokrasi sicillerinin bozuk olmasıdır. Şimdi aynı şeyi yapacak alternatif bir gücün belirmesi durumunda Obama’nın onlara destek vermesi, ABD’nin de aynı Rusya ve İran gibi bu meseleye salt jeopolitik düzlemde baktığı algısını yaratacaktı. Oysa Obama yönetimi, olaylara İran ve Rusya gibi otoriter eğilimleri yüksek rejimlerden farklı baktığını aynı tavrı muhalefete de göstererek ispat etti. Şu bir gerçektir ki; Amerika Birleşik Devletleri bugün hala dünyanın en güçlü askeri ve siyasi yapısıdır. ABD, Orta Doğu’da zayıf düşmüş bir yönetimi iktidardan düşürme kararı alırsa (örneğin Suriye), gerekirse radikal unsurları da kullanarak bunu başarma gücüne büyük ölçüde sahiptir. Ancak Amerikan dış politikasında Soğuk Savaş sonrasında demokrasi olgusu önemli bir ilke haline geldiği için, ABD dış politikada tutarlı olmaya çalışmaktadır. Ayrıca dünyadaki tüm rejimlere yön verebilmek, ABD gibi çok yüksek kapasiteli bir devlet için bile şu an için mümkün olmayan bir eylemdir.
Obama’ya yönelik eleştirilerin bir diğer önemli ayağı ise, izlediği politikalar sonucunda Orta Doğu’nun eskisinden de kötü hale gelmesidir. Ancak burada da, hem ABD’nin dünyaya yön verebilme konusundaki gücü abartılmakta, hem de Orta Doğu’da yaşanan demokratikleşme hareketleri sadece bir istihbarat (CIA) operasyonu gibi yansıtılmaktadır. ABD ne kadar güçlü olursa olsun, ABD zayıf olmayan ve halk desteğine sahip bir rejimde asla Tunus, Mısır ya da Libya’daki gibi milyonlarca kişiyi sokağa dökemez. Eğer rejimleri değiştirmek bu kadar kolay olabilseydi, ABD bu işe Kuzey Kore ve İran gibi geçmişte “şer ekseni” kategorisinde değerlendirdiği devletlerden başlardı. Bugün dünyada birçok otoriter yönetim vardır ve çok azında halk sokaklara dökülmektedir. Demek ki olay sadece ABD’nin planlarıyla alakalı değil, bazı rejimlerin zayıflıklarıyla ilgilidir. Böyle bir durumda ise ABD’nin muhalif gruplara destek vermesi, geçiş sürecini daha kolay hale getirebilen bir faktördür. Aksi durumda ise Suriye’de olduğu gibi uzun süren iç savaşlar yaşanabilir.
Obama’ya yönelik eleştirilerin bir diğer boyutu da, İslam dünyasına ve Müslümanlara yönelik adil davranmadığı şeklindedir. Oysa nesnel bakanlar için durum çok net görülecektir ki, ABD tarihinde Müslümanlara en çok değer veren lider Barack Obama olmuştur. Elbette bu demek değildir ki, Batı dünyasında Müslümanlar artık tamamen eş değerde görülmektedir. Ancak Obama’dan daha önceki dönem hatırlanır ve eski Amerikan Başkanı George W. Bush’un söylem ve eylemleri dikkate alınırsa, Obama’nın zaman zaman dış politikada İsrail ve iç politikada Yahudi lobisi ile karşı karşıya gelmek pahasına[2], bu konuda olumlu adımlar attığı söylenmelidir. Obama döneminde ABD, Afganistan ve Irak’tan askerlerini çekmiş ve iç savaş sürecindeki Libya’ya ve El Kaide lideri Usama Bin Ladin’e yapılan operasyonlar dışında askeri gücünü değil, yumuşak güç unsurlarını kullanarak dünya siyasetine nizam vermeye çalışmıştır.
Bu noktada dünya kamuoyu anlamalıdır ki, Obama’nın alternatifi içe kapanan ve dünyadan elini eteğini çeken bir ABD değil, tam tersine Orta Doğu başta olmak üzere birçok coğrafyada askeri gücünü aktif şekilde kullanan bir ABD’dir. Amerika’nın dünya liderliğini koruyabilmesi adına bunu yapması gerekmektedir. Ayrıca bir savaş makinesi olan Amerikan devletini dizginleyebilmek her babayiğidin harcı değildir. Bu nedenle bugün Obama’yı eleştirenler, ilerleyen yıllarda ABD dış politikasında Afganistan ve Irak işgalleri gibi yeni kararlar alınırsa, onu ne kadar özleyebileceklerini iyi düşünmelidirler. Kanımca Obama, Bush yönetimi sonrasında dünyada dibe vuran Amerikan imajını yükselten ve mümkün olduğunca demokrasi ve barış ilkelerine sadık kalmayı başarmış ve tarihe gayet “başarılı” olarak geçecek bir Başkan’dır. Ancak Obama yönetimi, bu başarıyı perçinlemek adına kangren haline gelmiş dış politik sorunlardan birini mutlaka çözmek ve tarihe geçmek zorundadır. Bu noktada da Kıbrıs sorunu en uygun konu olarak gözükmektedir. Bu nedenle Obama’nın Başkanlığının son döneminde, Filistin-İsrail ve Dağlık Karabağ sorununa kıyasla daha kolay çözülebilir gözüken bu konuya yoğunlaşması beklenebilir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Örneğin bakınız; “Two Aspects of the US Foreign Policy: Double Standards and Injustice”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 29.06.2014, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/two-aspects-of-the-us-foreign-policy-double-standards-and-injustice/.
[2] Bu konuda bir analiz için bakınız; Örmeci, Ozan (2013), “ABD-İsrail Gerginliği?”, Uluslararası Politika Akademisi, Erişim Tarihi: 29.06.2014, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/abd-israil-gerginligi/.

Hiç yorum yok: