18 Ocak 2019 Cuma

Joshua Walker'la Türk-Amerikan İlişkilerinin Güncel Durumu Hakkında Mülakat


Joshua Walker, Eurasia Group Stratejik Girişimleri’nin Küresel Başkanı ve German Marshall Fund (GMF) Transatlantik İlişkiler uzmanıdır. ABD Güvenlik ve Dış Politikası, Türkiye, Japonya ve Liderlik Analizi konularında çalışan Walker, ABD Dış İşleri Bakanlığı bünyesinde akademisyen ve politika yapıcı olarak görev yapmaktadır. Daha önce 2012 Mayıs ayında mülakat yaptığımız Walker’ın uzmanlığına, son dönemde Suriye’de yaşanan gelişmeler ve Türk-Amerikan ilişkilerinde son yıllarda yaşanan bazı sorunlar nedeniyle bir kez daha başvurmak istedik.

Ozan Örmeci: Joshua, bize vakit ayırdığın için teşekkürler. Son yıllarda Türk-Amerikan ilişkileri, Suriye’de ortaya çıkan sorunlar ve Kürtlerin geleceği konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle zor bir dönemden geçiyor. Türkiye Washington’ı terörist (PYG/YPG) gruplara destek vermekle suçlarken, ABD de Ankara’nın Orta Doğu’da kendi stratejilerine uyumlu davranmamasından rahatsızlık duyuyor. Siz, Kürtler, Suriye ve İran bağlamında Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu iki müttefik, sizce Orta Doğu’yu şekillendirmek için yeniden birlikte çalışmaya başlayabilirler mi?

Joshua Walker: Bana böyle önemli konularda söz hakkı verdiğiniz için size teşekkür ederim. Şurası kesin ki, son konuştuğumuzdan bu yana dünya siyaseti ve Washington’daki siyasi atmosfer çok ciddi şekilde değişti. Bu, sadece Trump yönetimiyle alakalı bir durum da değil; Amerika’dan Avrupa’ya tüm gelişmiş demokrasiler, son dönemde yükselen popülist milliyetçi bir dalgayla karşılaştılar. Bu durum, ABD’de Donald Trump’ı Başkanlığa taşır ve İngiltere’de Brexit’i gerçeğe dönüştürürken, Doğu Avrupa ve İtalya’da da etkili oldu. Ayrıca yine bu trend nedeniyle, Ankara ve Washington açısından dış politikalarının iç politikalarından fazlasıyla etkilenmesi gibi bir durum ortaya çıktı. Suriye’de ve diğer konularda iki müttefik arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar, işte bu arka planda ve 15 Temmuz’da yaşanan başarısız darbe girişimi sonrasında bu noktaya geldi.

Bunları söyledikten sonra, Suriye’deki gidişatın, özellikle Trump yönetiminin buradan çekilme kararı alması ve Türkiye’yi -kısa dönemde IŞİD’e karşı ortak olarak seçtiği Kürt gruplardan farklı olarak- uzun dönem partneri olarak seçmesinden sonra olumlu yönde olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin bölgedeki tarihsel etkisi ve gücü nedeniyle, hem ABD, hem de Türkiye için Orta Doğu’da yalnızca Suriye’de değil, Irak’ta, İran’da, Körfez bölgesinde ve diğer yerlerde birlikte çalışmak faydalıdır. İki ülkenin işbirliği yapması her ikisinin de yararınadır; ABD dış politikası şimdilerde Orta Doğu’ya yönelik olarak yeniden yapılandırıldığı için, iki ülke liderleri Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel ilişkilerinin ötesinde, iki ülke arasında yakın işbirliğinin geliştirilmesi gerekmektedir. 

Ozan Örmeci: Washington’dan bakıldığında Türkiye demokrasisi günümüzde nasıl değerlendiriliyor? ABD açısından Türkiye demokrasisinin en önemli sorunları nelerdir? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderlik ve yönetim tarzı ABD’de nasıl algılanıyor? Erdoğan ve Trump’ın liderlik tarzları arasında benzerlikler görüyor musunuz?

Joshua Walker: 2002’de AK Parti iktidara geldiğinden beri Türkiye siyasetini yakından takip eden biri olarak en çok dikkatimi çeken konu, Trump ile Erdoğan’ın kişilikleri ve yönetim tarzları arasındaki benzerliklerdir. Benim görüşüme göre, Başkan Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geniş yetkilerine imreniyor; ancak bunun dışında iki liderin güçlü adam karakterleri ve demokratik kurumlarımız açısından o kadar da büyük farklılıklar yok. Dürüst olmak gerekirse, Washington’da çok az kişi şu dönemde Türkiye ile ilgileniyor. Türkiye’ye yönelik algılamalarda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya’daki Vladimir Putin ve Çin’deki Şi Cinping gibi otoriter bir lider olduğu görüşü öne çıkıyor. Dünyada son dönemde etkili olan popülizm trendi (ruh hali) ve gelişmiş demokrasilerin son dönemde yaşadıkları zorluklar nedeniyle, aslında bu o kadar da olumsuz bir gelişme olmayabilir. Ancak Türkiye’nin Arap Baharı öncesinde NATO üyesi ve Avrupa Birliği tam üyeliği adayı bir ülke olarak Orta Doğu’da Müslüman halklara bir demokrasi modeli olarak sunulduğu düşünülürse, Washington’daki algılamanın dönüşümü hayal kırıklığı yaratabilir. Bu, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi; Washington ve Batılı müttefikler Türkiye’den umudu kesip Ankara’ya Suudi Arabistan veya diğer Orta Doğulu müttefikler gibi yaklaşmaya başladığı zaman, müttefiklik ilişkilerimizin potansiyeli ve kapsamı azalıyor.

Ancak ben hâlâ Türk halkına -ülkenizde geçirdiğim deneyimlere, demografik gerçeklere ve Türk gençliğinin potansiyeline dayanarak- güveniyorum ve Rusya’daki gibi otoriter bir rejime destek vermeyeceklerini düşünüyorum. Türkiye demokrasisi kurumlarıyla birlikte bir mücadele veriyor ve zor bir dönemden geçiyor; lakin Türkiye Cumhuriyeti’nin henüz 100 yıllık bile olmadığı düşünülürse, ki bu zaman zarfı ABD’nin İç Savaş’tan geçtiği döneme tekabül ediyor, Türkiye hakkında gerçekçi ve iyimser olmak gerekir. Bu nedenle, Türkiye’deki sivil topluma, ifade özgürlüğüne ve kurumlara destek vererek, Türkiye demokrasisinin gelişimine ve derinleşmesine katkıda bulunmalıyız. ABD ve Türkiye, Trump ve Erdoğan sonrasında da müttefiklik ilişkilerine devam edeceklerdir; günümüzde ise her iki ülkede de birbirlerine karşıt olumsuz duyguların siyaset kurumunda ve başkentlerde etkili olmaması için gayret göstermeliyiz.

Ozan Örmeci: Türkiye’den bakıldığında, günümüzde ABD hâlâ çok güçlü (ve hatta dünyada en güçlü) bir müttefik, ama aynı zamanda küresel liderlikten çekiliyormuş gibi algılanıyor. Amerikalılar bu durumu nasıl değerlendiriyorlar? Ayrıca 2020 Başkanlık seçimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Joshua Walker: İnşallah haklısınızdır. Zaten Türkiye’de hissettiğim Amerikan karşıtlığı (anti-Amerikanizm) hiçbir zaman Amerikalılara yönelik kişisel nefret ya da tepkilerden değil, Amerikan politikalarının Türkiye’nin hassasiyetlerine (Suriye konusu, FETÖ ve diğer konularda) çıkarlarına aykırı olduğu düşüncesinden kaynaklanıyordu. Bence Türklerin artık Soğuk Savaş döneminde olmadığımızı ve Sovyetler Birliği gibi ortak bir düşman karşısında ordularımızın sürüklediği bir işbirliği yaşamadığımızı anlaması gerekiyor. Daha önce birçok yönetim tarafından kullanılan “ortak değerler” retoriği Amerikan ve Türk çıkarlarının farklılaşmasına neden oldu. Buna karşın, birlikte daha güçlüyüz ve hem taktiksel, hem de stratejik açıdan uzun vadeli bir perspektif yakalayabileceğimizi umuyorum. Hatırlanacak olursa, Soğuk Savaş döneminde de Kıbrıs Sorunu’nda olduğu gibi bazen işler iyi gitmemişti, ama müttefiklik ilişkilerimizi bir şekilde korumayı başarmıştık.

Günümüzde, bence müttefiklik ilişkilerimize en büyük tehdit -Rus lider Vladimir Putin’in inanmamızı istediğinin aksine- Rusya’dan kaynaklanmıyor ve daha çok iç meselelere dayanıyor. Basit ve indirgemeci bir şekilde tüm Amerikalıları Trump, ya da tüm Türkleri Erdoğan’la özdeşleştirmek de bu duruma yardımcı olmuyor. İlişkilerimizi yıpratmak yerine, bence kültürel, ekonomik, eğitimsel ve girişimcilik alanlarında geliştirmeli ve siyasi ve stratejik ilişkilerimize yeni boyutlar katmalıyız. Ben, uzun vadede Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğinden halen fazlasıyla ve inatçı bir şekilde umutluyum. Sizin gibi dostlarımız ve okurlarınız sayesinde, hükümetlerimizin toplumlar arası ilişkileri yönetmekteki becerilerine inancım azalmış olsa da, Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğine olumlu bakıyorum.

Ozan Örmeci: Joshua, bize vakit ayırdığın için sana tekrar teşekkür ederim. Bu yıl içerisinde seni bir konferansta üniversitemizde ağırlamaktan büyük memnuniyet duyacağım. Çalışmalarında başarılar.

Röportaj: Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tarih: 18.01.2019

Hiç yorum yok: