Joshua Walker,
Eurasia Group Stratejik Girişimleri’nin Küresel Başkanı ve German Marshall Fund (GMF) Transatlantik İlişkiler uzmanıdır. ABD
Güvenlik ve Dış Politikası, Türkiye, Japonya ve Liderlik Analizi konularında
çalışan Walker, ABD Dış İşleri Bakanlığı bünyesinde akademisyen ve politika
yapıcı olarak görev yapmaktadır. Daha önce 2012 Mayıs ayında mülakat yaptığımız Walker’ın uzmanlığına, son dönemde Suriye’de yaşanan gelişmeler ve
Türk-Amerikan ilişkilerinde son yıllarda yaşanan bazı sorunlar nedeniyle bir kez
daha başvurmak istedik.
Ozan Örmeci: Joshua, bize vakit ayırdığın için
teşekkürler. Son yıllarda Türk-Amerikan ilişkileri, Suriye’de ortaya çıkan
sorunlar ve Kürtlerin geleceği konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle zor
bir dönemden geçiyor. Türkiye Washington’ı terörist (PYG/YPG) gruplara destek
vermekle suçlarken, ABD de Ankara’nın Orta Doğu’da kendi stratejilerine uyumlu
davranmamasından rahatsızlık duyuyor. Siz, Kürtler, Suriye ve İran bağlamında
Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu iki
müttefik, sizce Orta Doğu’yu şekillendirmek için yeniden birlikte çalışmaya
başlayabilirler mi?
Joshua Walker: Bana böyle önemli konularda söz hakkı
verdiğiniz için size teşekkür ederim. Şurası kesin ki, son konuştuğumuzdan bu
yana dünya siyaseti ve Washington’daki siyasi atmosfer çok ciddi şekilde
değişti. Bu, sadece Trump yönetimiyle alakalı bir durum da değil; Amerika’dan
Avrupa’ya tüm gelişmiş demokrasiler, son dönemde yükselen popülist milliyetçi
bir dalgayla karşılaştılar. Bu durum, ABD’de Donald Trump’ı Başkanlığa taşır ve
İngiltere’de Brexit’i gerçeğe dönüştürürken, Doğu Avrupa ve İtalya’da da etkili
oldu. Ayrıca yine bu trend nedeniyle, Ankara ve Washington açısından dış
politikalarının iç politikalarından fazlasıyla etkilenmesi gibi bir durum
ortaya çıktı. Suriye’de ve diğer konularda iki müttefik arasında ortaya çıkan
anlaşmazlıklar, işte bu arka planda ve 15 Temmuz’da yaşanan başarısız darbe
girişimi sonrasında bu noktaya geldi.
Bunları söyledikten sonra, Suriye’deki gidişatın,
özellikle Trump yönetiminin buradan çekilme kararı alması ve Türkiye’yi -kısa
dönemde IŞİD’e karşı ortak olarak seçtiği Kürt gruplardan farklı olarak- uzun
dönem partneri olarak seçmesinden sonra olumlu yönde olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’nin bölgedeki tarihsel etkisi ve gücü nedeniyle, hem ABD, hem de
Türkiye için Orta Doğu’da yalnızca Suriye’de değil, Irak’ta, İran’da, Körfez
bölgesinde ve diğer yerlerde birlikte çalışmak faydalıdır. İki ülkenin
işbirliği yapması her ikisinin de yararınadır; ABD dış politikası şimdilerde Orta
Doğu’ya yönelik olarak yeniden yapılandırıldığı için, iki ülke liderleri Donald
Trump ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel ilişkilerinin ötesinde, iki ülke
arasında yakın işbirliğinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Ozan Örmeci: Washington’dan bakıldığında Türkiye
demokrasisi günümüzde nasıl değerlendiriliyor? ABD açısından Türkiye
demokrasisinin en önemli sorunları nelerdir? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderlik
ve yönetim tarzı ABD’de nasıl algılanıyor? Erdoğan ve Trump’ın liderlik tarzları
arasında benzerlikler görüyor musunuz?
Joshua Walker: 2002’de AK Parti iktidara geldiğinden beri
Türkiye siyasetini yakından takip eden biri olarak en çok dikkatimi çeken konu,
Trump ile Erdoğan’ın kişilikleri ve yönetim tarzları arasındaki benzerliklerdir.
Benim görüşüme göre, Başkan Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geniş yetkilerine
imreniyor; ancak bunun dışında iki liderin güçlü adam karakterleri ve
demokratik kurumlarımız açısından o kadar da büyük farklılıklar yok. Dürüst
olmak gerekirse, Washington’da çok az kişi şu dönemde Türkiye ile ilgileniyor.
Türkiye’ye yönelik algılamalarda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya’daki
Vladimir Putin ve Çin’deki Şi Cinping gibi otoriter bir lider olduğu görüşü öne
çıkıyor. Dünyada son dönemde etkili olan popülizm trendi (ruh hali) ve gelişmiş
demokrasilerin son dönemde yaşadıkları zorluklar nedeniyle, aslında bu o kadar
da olumsuz bir gelişme olmayabilir. Ancak Türkiye’nin Arap Baharı öncesinde
NATO üyesi ve Avrupa Birliği tam üyeliği adayı bir ülke olarak Orta Doğu’da
Müslüman halklara bir demokrasi modeli olarak sunulduğu düşünülürse,
Washington’daki algılamanın dönüşümü hayal kırıklığı yaratabilir. Bu, kendi
kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi; Washington ve Batılı müttefikler
Türkiye’den umudu kesip Ankara’ya Suudi Arabistan veya diğer Orta Doğulu
müttefikler gibi yaklaşmaya başladığı zaman, müttefiklik ilişkilerimizin
potansiyeli ve kapsamı azalıyor.
Ancak ben hâlâ Türk halkına -ülkenizde geçirdiğim
deneyimlere, demografik gerçeklere ve Türk gençliğinin potansiyeline dayanarak-
güveniyorum ve Rusya’daki gibi otoriter bir rejime destek vermeyeceklerini
düşünüyorum. Türkiye demokrasisi kurumlarıyla birlikte bir mücadele veriyor ve
zor bir dönemden geçiyor; lakin Türkiye Cumhuriyeti’nin henüz 100 yıllık bile
olmadığı düşünülürse, ki bu zaman zarfı ABD’nin İç Savaş’tan geçtiği döneme
tekabül ediyor, Türkiye hakkında gerçekçi ve iyimser olmak gerekir. Bu nedenle, Türkiye’deki sivil topluma, ifade özgürlüğüne ve kurumlara destek vererek,
Türkiye demokrasisinin gelişimine ve derinleşmesine katkıda bulunmalıyız. ABD
ve Türkiye, Trump ve Erdoğan sonrasında da müttefiklik ilişkilerine devam
edeceklerdir; günümüzde ise her iki ülkede de birbirlerine karşıt olumsuz
duyguların siyaset kurumunda ve başkentlerde etkili olmaması için gayret
göstermeliyiz.
Ozan Örmeci: Türkiye’den bakıldığında, günümüzde ABD hâlâ
çok güçlü (ve hatta dünyada en güçlü) bir müttefik, ama aynı zamanda küresel
liderlikten çekiliyormuş gibi algılanıyor. Amerikalılar bu durumu nasıl
değerlendiriyorlar? Ayrıca 2020 Başkanlık seçimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Joshua Walker: İnşallah haklısınızdır. Zaten Türkiye’de
hissettiğim Amerikan karşıtlığı (anti-Amerikanizm) hiçbir zaman Amerikalılara
yönelik kişisel nefret ya da tepkilerden değil, Amerikan politikalarının
Türkiye’nin hassasiyetlerine (Suriye konusu, FETÖ ve diğer konularda)
çıkarlarına aykırı olduğu düşüncesinden kaynaklanıyordu. Bence Türklerin artık
Soğuk Savaş döneminde olmadığımızı ve Sovyetler Birliği gibi ortak bir düşman
karşısında ordularımızın sürüklediği bir işbirliği yaşamadığımızı anlaması
gerekiyor. Daha önce birçok yönetim tarafından kullanılan “ortak değerler” retoriği
Amerikan ve Türk çıkarlarının farklılaşmasına neden oldu. Buna karşın, birlikte
daha güçlüyüz ve hem taktiksel, hem de stratejik açıdan uzun vadeli bir
perspektif yakalayabileceğimizi umuyorum. Hatırlanacak olursa, Soğuk Savaş
döneminde de Kıbrıs Sorunu’nda olduğu gibi bazen işler iyi gitmemişti, ama
müttefiklik ilişkilerimizi bir şekilde korumayı başarmıştık.
Günümüzde, bence müttefiklik ilişkilerimize en büyük
tehdit -Rus lider Vladimir Putin’in inanmamızı istediğinin aksine- Rusya’dan
kaynaklanmıyor ve daha çok iç meselelere dayanıyor. Basit ve indirgemeci bir
şekilde tüm Amerikalıları Trump, ya da tüm Türkleri Erdoğan’la özdeşleştirmek
de bu duruma yardımcı olmuyor. İlişkilerimizi yıpratmak yerine, bence kültürel,
ekonomik, eğitimsel ve girişimcilik alanlarında geliştirmeli ve siyasi ve
stratejik ilişkilerimize yeni boyutlar katmalıyız. Ben, uzun vadede
Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğinden halen fazlasıyla ve inatçı bir şekilde
umutluyum. Sizin gibi dostlarımız ve okurlarınız sayesinde, hükümetlerimizin
toplumlar arası ilişkileri yönetmekteki becerilerine inancım azalmış olsa da, Türk-Amerikan
ilişkilerinin geleceğine olumlu bakıyorum.
Ozan Örmeci: Joshua, bize vakit ayırdığın için sana tekrar
teşekkür ederim. Bu yıl içerisinde seni bir konferansta üniversitemizde
ağırlamaktan büyük memnuniyet duyacağım. Çalışmalarında başarılar.
Röportaj: Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tarih: 18.01.2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder