Birleşik Krallık’ta dün Avam Kamarası’nda yapılan oylama sonucunda, Muhafazakâr Parti (Conservative Party) lideri Başbakan Theresa May’in Avrupa Birliği (AB) ile üzerinde uzlaşma vardığı Brexit anlaşması büyük farkla reddedildi. Yalnızca 202 milletvekili anlaşmaya destek olurken, 432 milletvekili farklı gerekçelerle May’in AB ile yaptığı Brexit anlaşmasına karşı çıktılar.[1] Anlaşmaya anamuhalefet İşçi Partisi milletvekillerinin (Labour Party) neredeyse tamamının yanı sıra, Başbakan May’in kendi partisindeki birçok milletvekili ve azınlık hükümetine dışarıdan destek veren -Kuzey İrlanda merkezli- Demokratik Birlik Partisi (DUP) üyeleri de karşı çıktılar. Anlaşmaya destek veren 202 parlamenterden 196’sı Muhafazakâr Partili, 3’ü İşçi Partili ve 3’ü de bağımsız milletvekili olurken, 118 Muhafazakâr Partili, 248 İşçi Partili, 35 İskoç Ulusal Partisi (SNP) mensubu, 11 Liberal Demokrat, 10 DUP üyesi, 4 -Galler merkezli- Plaid Cymru partili milletvekili, 1 Yeşil Parti mensubu ve 5 bağımsız vekil anlaşmaya karşı çıktılar.[2] İngiltere’deki basın-yayın organları, Başbakan May’in bu oylama neticesinde tarihi bir aşağılanmaya maruz kaldığını yazdılar.[3] Bu gelişme, ilerleyen günlerde Birleşik Krallık’ta bir güvensizlik oylaması ve erken genel seçim sonucunda siyasal yapıyı tamamen değiştirebilecek önemli bir krize dönüşebileceği gibi, Birleşik Krallık-AB ilişkilerini belirsizliğe sürüklemesi açısından da son derece zor bir döneme neden olacak gibi gözüküyor. Bu yazıda, Birleşik Krallık’taki Brexit sürecini kısaca yeniden gözden geçirerek, dünkü oylama ardından bu ülkedeki siyasal durumun ve AB ile ilişkilerin ne yönde ilerleyebileceğini analiz edeceğim.
Milletvekillerinin partilerine göre oy dağılımı
Brexit süreci, hatırlanacak olursa, Muhafazakâr Partili Başbakan David Cameron’ın 7 Mayıs 2015’teki seçim zaferi öncesinde açıkladığı AB ile ilişkiler konusunda halka danışmak için bir referandum düzenleneceği sözünü 22 Şubat 2016’da gerçeğe dönüştürmesiyle başladı.[4] Cameron, referandum tarihini 23 Haziran 2016 olarak açıkladı ve kendisinin AB’de kalınması (remain) yönünde politika izleyeceğini ilan etti. 23 Haziran 2016’daki referandumda, hiç beklenmedik bir şekilde, AB karşıtları yüzde 51,9 oyla yüzde 48,1 oyda kalan AB yanlılarını mağlup etti. Bu sonucun ardından Başbakan David Cameron istifa etti ve yerine Theresa May geçti. Başbakan May, birkaç aylık Başbakanlığı ardından, 17 Ocak 2017’de, Brexit planını açıkladı. Bunun hemen ardından, Birleşik Krallık hükümeti, 2 Şubat 2017’de, bu konu hakkındaki resmi planını (white paper) açıkladı. 29 Mart 2017’de, Başbakan May, Lizbon Antlaşması’nın 50. maddesi uyarınca Brexit sürecini fiilen başlattı. Ancak ülkedeki politik atmosferin Brexit süreci belirsizliğinde iyiye gitmediğini düşünen Başbakan May ve lideri olduğu Muhafazakâr Parti, 8 Haziran 2017’de düzenledikleri baskın seçimle iktidardaki yerlerini zar zor korudular. Nitekim Theresa May, bu defa tek başına iktidar olacak çoğunluğa ulaşamadı ve Kuzey İrlanda merkezli Demokratik Birlik Partisi’nin (DUP) dışarıdan desteğiyle bir “azınlık hükümeti” kurmak zorunda kaldı. 19 Haziran 2017’de, AB ile Birleşik Krallık arasındaki Brexit müzakereleri resmen başladı. Ancak uluslararası kamuoyunda “boşanma”ya benzetilen sürecin ilk raundu, iki taraf arasında yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle yarıda ve sonuçsuz kaldı. 22 Eylül 2017’de, Başbakan May, bu tıkanmışlığı (deadlock) aşabilmek için, İtalya’da yaptığı bir konuşmada hükümetinin Brexit sürecindeki kritik konularda duruşunu açıklayan önemli bir konuşma yaptı. Bu konuşmanın ardından gelişen müzakerelerin ikinci raundu neticesinde, AB ile Birleşik Krallık, 19 Mart 2018’de Brexit hakkındaki önemli meselelerde uzlaşmaya vardıklarını açıkladılar. 14 Kasım 2018’de, Birleşik Krallık hükümeti tarafından AB ile üzerinde anlaşılan Brexit anlaşması resmen açıklandı. Anlaşma metni, açıklanır açıklanmaz özellikle muhalefet partilerinden ve İngiliz basınından tepki almaya başladı. Tepkiler üzerine, 15 Kasım 2018’de, Brexit Bakanı Dominic Raab ve Çalışma ve Emeklilik Bakanı Esther McVey’in de bulunduğu bazı hükümet üyeleri istifa ettiler. Buna karşın, 25 Kasım 2018’de, AB ülkeleri liderleri Başbakan May’le yaptıkları anlaşmaya destek çıktılar. Partisinden ve muhalefetten gelen eleştiriler nedeniyle zor durumda kalan Theresa May, 11 Aralık 2018’de, parlamentodan (Avam Kamarası) güvenoyu oldu ve yerini korudu. 17 Aralık 2018’de, May, 14 Ocak 2019 tarihini parlamentodaki Brexit oylaması olarak ilan etti. Dün (15 Ocak 2019) yapılan oylamada ise, Brexit anlaşması, Avam Kamarası üyelerince reddedildi. AB ile yapılan anlaşma gereği, 29 Mart 2019’da Brexit gerçekleşecek. Yine AB ile yapılan anlaşma gereği, sürecin tüm unsurlarıyla birlikte 31 Aralık 2020’ye kadar tamamlanması gerekiyor. Ancak dünkü parlamento kararı sonrasında neler yaşanacağı tam bir muammaya dönüşmüş durumda…
İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn, bu krizden erken genel seçim sonucunda Başbakan olarak çıkmayı umuyor…
Oylamanın Ardından Tepkiler
Dünkü oylamanın ardından, ülkedeki anamuhalefet partisi durumundaki İşçi Partisi’nin lideri Jeremy Corbyn, Başbakan Theresa May hükümetine karşı güvensizlik oylaması talep ettiğini açıkladı. Corbyn, bu karar sonrasında en iyi kararın bir erken genel seçim olacağını da sözlerine ekledi.[5] Oylama sonuçlarının hemen ardından bir değerlendirmede bulunan Başbakan Theresa May ise, muhalefetin gensoru vermesi halinde bunun görüşülebileceğini belirtti. Muhalefetin gensoru önergesi ardından, May hükümeti için güvenoyu oylamasının yapılıp yapılmayacağı bu hafta içerisinde belli olacak. Başbakan May, olası bir güvenoyu oylamasından başarıyla çıkması halinde, tüm parti liderleriyle görüşerek, Brexit anlaşması konusunda “parlamentonun desteğini alabilmek için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini belirlemeyi” hedeflediğini söyledi.[6] Ancak muhalefetteki İşçi Partisi’nin bu süreci iktidar değişikliği için uygun bir fırsat olarak gördüğü ve Muhafazakâr Parti içerisindeki çatlakların son süreçte giderek büyüdüğü, dolayısıyla güvenoyu oylamasına gidilmesi haline May hükümetinin işinin zor olduğunu söylemek mümkün. Ülkede yapılan son anketler[7], Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin yüzde 38 oyla yüzde 35 oyda kalan Muhafazakâr Parti’nin önünde olduğunu ve olası bir seçimde yaşlı lideriyle sosyal demokrat partinin iktidar olabileceğini gösteriyor.
Dünkü kararın ardından, Birleşik Krallık’ta önümüzdeki birkaç hafta içerisinde ülkede bir erken genel seçim kararının alınması (normalde sonraki genel seçim 2022’de olacaktı) hiç de şaşırtıcı olmayacak. Bir diğer ihtimal ise, Brexit konusunda ikinci bir referanduma gidilmesi. Ancak böyle bir durumda AB’de kalınması yönünde bir sonuç çıkarsa, bu konuda üçüncü referandum talepleri de meşru hale gelebilir. Dolayısıyla, Brexit sürecinin gerçekleşeceği 29 Mart 2019’a doğru hızla yaklaşılırken, Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması konusunda “anlaşmasız Brexit” ihtimali ağırlık kazanmaya başladı. Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, bu nedenle Birleşik Krallık’ı uyararak, İngiliz hükümetine ve parlamento üyelerine anlaşmaya uygun hareket etmelerini tavsiye etti.[8] Seçim sürecine girilmesi halinde, yeni hükümetin seçimin ardından 29 Mart’a kadar yeni bir Brexit anlaşması yapması pek de mümkün gözükmüyor. Zira İngiliz seçim kanunları uyarınca, parlamentoda Majestelerinin hükümetine güvensizlik oyu verilmesi ardından 14 gün içerisinde bir hükümet kurulamazsa, hemen erken genel seçim kararı alınabilir.[9] Seçimler, bu yönde bir yasa olmasa bile 1931’den beri daima Perşembe günleri yapılıyor. Ayrıca seçimlere kadar 25 iş gününün de geçmesi gerekiyor.[10] Bu durumda, 14 gün güvenoyu (parlamento) süreci ve 25 işgünü seçim kampanyası süreci sonrasında yapılacak bir genel seçim sonucunda başa geçecek yeni hükümetin, AB ile yeni bir anlaşma yapmak için en fazla 3 haftası kalacak gibi gözüküyor. Bu, masada müzakere edilen konuların taraflarca gayet iyi bilinmesi nedeniyle aslında mümkün. Ancak Brexit’in cazip bir süreç haline gelmesi durumunda diğer üyelerini de kaybetmekten korkan AB’nin bu konuda istekli davranacağını söylemek zor. O nedenle, Birleşik Krallık açısından bundan sonra yaşanabilecek en makul gelişmeler kısaca şöyle özetlenebilir:
- May hükümetine güvenoyu verilmesi ve Brexit anlaşmasının parlamentoda bir kez daha oylanarak onaylanması.
- May hükümetine güvensizlik oyu verilmesi ve yeni bir Muhafazakâr Partili Başbakan’ın[11] DUP desteğiyle hükümeti kurarak, anlaşmayı parlamentodan geçirmesi.
- May hükümetine güvensizlik oyu verilmesi ve Brexit sürecini yönetmek için yeni bir Başbakan liderliğinde tüm partilerden Bakanların katılacağı “teknokrat” bir kabine kurulması (İngiltere tarihinde daha önce yaşanmış bir durum değildir) ve anlaşmanın parlamentoda onaylanması.
- May hükümetine güvensizlik oyu verilmesi ve Jeremy Corbyn Başbakanlığında bir azınlık hükümetinin kurularak, anlaşmanın parlamentoda onaylanması (İşçi Partisi’nin 256’da kalan sandalye sayısı ve Muhafazakâr Parti ile tarihsel rekabeti nedeniyle zor).
- May hükümetine güvensizlik oyu verilmesi ve seçim sürecine gidilmesi. Seçim sonrasında yeni bir hükümetin Brexit anlaşmasını oylamaya sunarak parlamentoda onaylatması.
- May hükümetine güvensizlik oyu verilmesi ve seçim sürecine gidilmesi. Seçim sonrasında yeni bir hükümetin kurulmasının ardından “anlaşmasız Brexit” sürecinin gerçekleştirilmesi.
- May hükümetine güvensizlik oyu verilmesi ve seçim sürecine gidilmesi. Seçim sonrasında yeni bir hükümetin kurulmasının ardından kısa süre içerisinde AB ile yeni bir Brexit anlaşmasının yapılması.
Dünyanın en eski, oturmuş ve gelişmiş demokrasilerinden birisi kabul edilen Birleşik Krallık’ta son 3 yıldır Brexit sürecinde yaşanan gelişmelerden şu dersleri çıkarmak mümkün:
- Stratejik konularda halkı ortadan ikiye bölebilecek referandumlardan daima uzak durmak gerekir. Zira genel ortalama olarak hayli iyi eğitimli olan İngiliz halkı bile, şehirli-taşrada yaşayan, sermayedar-işçi, liberal-muhafazakâr gibi ayrımlara tabidir. Dahası, halkın teknik meseleleri iyi bilmesi dünyanın her yerinde çok zordur. Dolayısıyla, insanlar, politik meselelere daha çok kendi bireysel çıkarları bağlamında yaklaşmak eğilimindedirler. Bu nedenle, önemli stratejik konularda (dış politika, güvenlik politikası vs.), kararların partiler ve günlük siyaset (petty politics) üstü devlet aygıtı ve kurumlar tarafından yönlendirilmesi daha doğrudur. Nitekim David Cameron’ın o ana kadar çok başarılı giden Başbakanlığına son veren en büyük hatası da, bu konuda muhafazakâr seçmenlere seçim öncesinde popülist bir vaatte bulunması ve sonra da bu sözünü tutmak zorunda kalması olmuştur.
- İngiliz devleti stratejik tercihini kesin olarak ortaya koymalıdır. Bu belirsizlik sürecinde, İngiltere’de devlet aygıtını oluşturan Taç (Crown, yani Kraliçe II. Elizabeth ve Kraliyet ailesi) ve etkili devlet kurumları (MI5, MI6, Lordlar Kamarası) Birleşik Krallık’ın gelecek perspektifini ve planlamasını yansıtan kesin bir irade ortaya koymalıdır. Bu irade zaten Brexit yönünde ise, ortada herhangi bir sorun yoktur. Ancak AB içerisinde bir gelecek hayal ediliyorsa, bunun için hızla harekete geçilmelidir.
- Vasat bir anlaşma bile belirsizlikten daha iyidir. Brexit sürecinde Birleşik Krallık’ta son 3 yıldır yaşanan kaos, vasat bir anlaşmanın bile belirsizlikten daha iyi olduğunu göstermiştir. Bir demokrasi için yaşanabilecek en kötü gelişme, halkın belirsiz ve geleceğe güvensiz duruma sokulmasıdır. Bu nedenle, “anlaşmasız Brexit” formülünden bence her şekilde kaçınmak gerekir.
- AB geleceğinden endişe ediyor. AB’nin Brexit sürecinde Birleşik Krallık’a karşı gösterdiği olumsuz tutum, Birlik nezdinde bu ülkeye karşı oluşan büyük hayal kırıklığının yanı sıra, Brexit’in başarıya ulaşması durumunda AB’nin dağılabileceği riskinin de arttığını göstermektedir. Zira AB’nin lider ülkelerinden Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron “Sarı Yelekliler” protestoları karşısında popüler desteğini kaybetmiş, Almanya’da ise Başbakan Angela Merkel’in yerinin doldurulmasının kolay olmayacağı anlaşılmıştır. Dolayısıyla, Brexit sürecinde Birleşik Krallık kadar AB’yi de zor günler beklemektedir. Dahası, AB’ye hiç de sıcak yaklaşmayan Rus lider Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump’tan sonra Birleşik Krallık’ın başına da AB karşıtı bir lider geçerse, ilerleyen yıllarda AB’nin bütünlüğünü koruması iyice zor hale gelebilir.
- Demokrasilerde çareler tükenmez. Herşeye rağmen, köklü İngiliz demokrasisi bu süreçten dersler alarak ve güçlenerek çıkacaktır. Çünkü fikir, inanç ve mülkiyet özgürlüğü gibi temel hakların güvencede olduğu ve birçok alanda halen dünyanın en gelişmiş ülkelerinden olan Birleşik Krallık, demokrasi deneyimini geliştirerek sürdürmekte ve asla otoriter veya totaliter bir rejime dönüşmemektedir. Ülkedeki merkez sol ve merkez sağ partilerin güçlü ve kurumsal yapıda olmaları da İngiliz demokrasisi adına önemli bir kazanımdır. Nitekim diğer Avrupa ülkelerinin aksine, İngiltere’de aşırı sol veya aşırı sağ popülizm pek de etkili olamamaktadır. Bu nedenle, İngiliz demokrasisinin bu süreci bir şekilde atlatacağını söylemek mümkündür.
Sonuç olarak, Birleşik Krallık’ın Brexit süreci adeta bir gerilim filmi şeklinde halen devam etmekte ve anlaşılan o ki, ilerleyen aylarda bizi yeni ve heyecan verici gelişmeler beklemektedir. Bu süreçte, hem Birleşik Krallık, hem de Avrupa Birliği'nin kendi halkları adına en doğru kararları vermeleri, Türkiye halkı olarak en büyük temennimizdir...
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] https://www.dw.com/tr/ingiliz-parlamentosu-brexit-anla%C5%9Fmas%C4%B1n%C4%B1-reddetti/a-47096321.
[2] https://www.bbc.com/news/uk-politics-46885828.
[3] https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46887016.
[4] Bu bölüm, https://www.aljazeera.com/news/2019/01/brexit-timeline-190115164043103.html adresindeki haberden özetlenmiştir.
[5] http://www.hurriyet.com.tr/dunya/son-dakika-ingiltere-parlamentosu-brexit-oylamasini-reddetti-41084286.
[6] https://www.dw.com/tr/ingiliz-parlamentosu-brexit-anla%C5%9Fmas%C4%B1n%C4%B1-reddetti/a-47096321.
[7] Bakınız; https://uk.kantar.com/public-opinion/politics/2019/labour-has-3-point-lead-over-conservatives-as-prime-minister-may%E2%80%99s-withdrawal-agreement-heads-to-parliamentary-vote/.
[8] https://www.dw.com/tr/ingiliz-parlamentosu-brexit-anla%C5%9Fmas%C4%B1n%C4%B1-reddetti/a-47096321.
[9] https://www.parliament.uk/about/how/elections-and-voting/general/.
[10] https://www.bbc.com/news/uk-politics-46393399.
[11] Bu noktada potansiyel adaylar; Dominic Raab, Sajid Javid, Andrea Leadsom, Boris Johnson, Amber Rudd, Michael Gove, Jeremy Hunt ve Jacob Rees-Mogg olarak belirtilebilir. Özellikle “sert Brexit” yanlısı olmaları ve ABD’deki Donald Trump yönetimiyle anlaşabilmeleri noktasında, bence Jacob Rees-Mogg ve Boris Johnson isimleri üzerinde durmak gerekir. Bu konuda bir analiz için; https://www.theweek.co.uk/94917/tory-leader-race-who-would-be-in-the-running.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder