21 Mayıs 2018 Pazartesi

Elizabeth Economy’den ‘The Third Revolution’


Council on Foreign Relations (CFR) Asya çalışmaları uzmanı[1] olan Elizabeth C. Economy[2], özellikle Çin Halk Cumhuriyeti iç ve dış politikası ve çevre politikaları üzerine yazdıklarıyla tanınan bir kişidir. Economy, daha önce The River Runs Black: The Environmental Challenge to China’s Future (Cornell University Press, 2004) ve Michael Levi ile beraber By All Means Necessary: How China’s Resource Quest is Changing the World (Oxford University Press, 2014) adlı kitaplara imzasını atmıştır. Economy’nin son çalışması ise, Şi Cinping önderliğinde bir süpergüce dönüşme sinyalleri veren yeni Çin Halk Cumhuriyeti devleti ve sistemini incelediği The Third Revolution: Xi Jinping and the New Chinese State (Oxford University Press, 2018)[3], yani Türkçesiyle “Üçüncü Devrim: Şi Cinping ve Yeni Çin Devleti” adlı kitaptır. Oxford Üniversitesi Yayınları tarafından geçtiğimiz aylarda yayımlanan eser hakkında, yazar, geçtiğimiz gün bir CFR oturumuna katılmış ve kitabı hakkında bazı bilgi ve tüyolar vermiştir. Bu yazıda, Economy’nin bu konuşması özetlenecektir.

Konuşma kaydı

Elizabeth Economy, CFR Başkanı Richard N. Haass’ın moderatörlüğünde gerçekleşen kitabı hakkındaki konuşmasına, geçtiğimiz günlerde bir CFR delegasyonu ile gittiği Çin Halk Cumhuriyeti’nde ilk kez Çinli üst düzey bir yetkilinin ülkesinden “süpergüç” olarak söz ettiğini duyduğunu söyleyerek başlamaktadır. Çin’in yaklaşık 20 yıldır sürekli gelişen ve büyüyen bir ekonomi olarak dünyada gayet iyi bilindiğini ve Şi Cinping döneminde de büyük bir devlet olarak tescil edildiğini, ancak yine de süpergüç iddiasının yeni bir aşama olduğunu ima eden Economy, bu durumun Çinli yetkililerin artık -ABD ile birlikte- dünya siyasetine yön verebilecek kapasitede bir devlet olduklarını düşünmeye başladıklarını gösterdiğini söylemektedir. Bu yaklaşımın Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping’in -Economy'nin “Üçüncü Devrim” adını verdiği- reformlarıyla yakından alakalı olduğunu söyleyen Amerikalı yazar, Şi Cinping düşüncesinin temelinde Çin’in dünya siyasetinin merkezinde olması gerektiğine dair hak iddiasının bulunduğunu iddia etmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu Mao Zedong’un 1949-1950 yıllarında Komünist Çin’i (Çin Halk Cumhuriyeti) kurarak ilk devrimi yaptığını hatırlatan Economy, Deng Xiaoping’in dünyaya açılma hamleleri ve piyasa reformlarıyla Çin’deki ikinci büyük devrimi gerçekleştirdiğini, şimdi de Şi Cinping’in devlet ve parti (Çin Komünist Partisi) otoritesini kendi şahsında yeniden güçlendirerek ve Deng’in düşük profilli/alçak gönüllü davranma geleneği tersyüz edip, daha iddialı bir dış politika vizyonu oluşturarak Çin’deki üçüncü büyük devrimi gerçekleştirdiğini söylemektedir. Daha sonra soru üzerine Şi Cinping’in bizzat böyle bir ifade (Üçüncü Devrim) kullanmadığını kabul eden Economy, ancak “Şi Cinping düşüncesi” yaklaşımını Çin anayasasına yazdırarak (geçmişte sadece Mao Zedong’un yaptığı bir şeydir), Cinping’in eylemleriyle bunu kanıtladığını açıklamaktadır. Yine soru üzerine bu dönüşümün nedenlerini açıklamaya başlayan Economy, Şi Cinping’in Deng Xiaoping’den bu yana Çin’deki en güçlü ve vizyon sahibi lider olduğunu söylemekte ve Şi’nin kişisel hırsları ve ihtiraslı vizyonunun Çin’in bu dönüşümünde en etkili sebep olduğunu belirtmektedir. Economy, Şi Cinping’in başa geçer geçmez Çin ulusunun yeniden canlandırılması ve Çin Komünist Partisi’nin toplum nezdinde güven tazelemesi hedefleri doğrultusunda büyük bir yolsuzluk operasyonu başlattığını hatırlatmakta ve operasyonların her sene derinleşerek devam ettiğini sözlerine eklemektedir. Yine bir soru üzerine bu dönüşümün aynı zamanda Çin’in daha da otoriterleşmesi anlamına gelip gelmediğini açıklamaya başlayan Economy, Şi Cinping’in yaptığı reformların Çin tarihinde karşılığı olduğunu kabul etmektedir. Örneğin, Çin’deki sansür uygulamaları ve yolsuzluk karşıtı operasyonların Çin tarihinde oldukça yaygın olduğunu söyleyen Amerikalı uzman, Mao Zedong’un da geçmişte iktidarını bu tarz hamlelerle güçlendirdiğini anımsatmaktadır. Otoriterleşme ve içe kapanmanın da Çin tarihinde pek çok örneği olduğunu söyleyen Elizabeth Economy, Şi Cinping’in komisyonlar ve komiteleri kontrolü altına alarak Çin devletinde ipleri eline almayı başardığını, ancak entelektüeller, girişimciler ve sivil toplum bağlamında (özellikle feministler ve lgbt hareketi) Çin’de halen Cinping’in reformlarına bazı tepkiler olduğunu savunmaktadır.

Konuşmasının ilerleyen bölümlerinde Çin Halk Cumhuriyeti ve Şi Cinping’in 3 temel meseleye yaklaşımının ilerleyen yıllarda önemli olacağını söyleyen Economy, bunları; (1) çevre sorunları, (2) fakirlik ve (3) ekonomi (risk algılamalarının azaltılması) olarak sıralamaktadır. Son dönemde Çin’in rekor düzeydeki ekonomik büyümesinde yavaşlama olduğunu belirten Economy, bunun Cinping’in popülaritesinde kısmi bir azalmaya neden olduğunu iddia etmektedir. Otoriter bir lider olmanın aynı zamanda tüm sorumluluğu üstlenmek olduğunu söyleyen Amerikalı analist, bu bağlamda Şi Cinping’in büyük bir başarısızlık durumunda ülkesinde daha sert bir muhalefetle karşılaşabileceğini iddia etmektedir. Ayrıca Şi Cinping’in iki dönem Başkanlık kuralını değiştirmesinin halk nezdinde bazı tepkilere neden olduğunu da belirten Elizabeth Economy, insanların yeni sistemde eleştirilerini devlet katına iletememekten rahatsızlık duymaya başladıklarını sözlerine eklemektedir. Bu yaşananların kendisini şaşırtıp şaşırtmadığının sorulması üzerine, Economy, Şi Cinping’in başa geçtiğinde ülkesinde bile pek fazla bilinmeyen bir kişi olduğunu söylemekte, ancak o güne kadar 2008 Pekin Olimpiyatları’nın düzenlenmesi ve Çin’in Güney Çin Denizi politikasını belirlemek gibi sorumluluklar üstlenmiş olan Cinping’in tüm bu vazifeleri başarıyla yerine getirmiş olduğunu hatırlatmaktadır. Ayrıca Cinping’in ülkesinde en baştan beri yolsuzluk karşıtı bir isim olarak bilindiği ve desteklendiğini söyleyen Economy, Cinping’in hatalı bir şekilde başlarda bir siyasi reformcu gibi algılandığını, ancak geçen zaman içerisinde ülkesindeki otoriter sistemi daha da güçlendirdiğini anlatmaktadır. Buna karşın, Şi Cinping’in dediklerini yapan bir kişi olduğunu belirten Economy, bu nedenle Şi’yi anlamak için en iyi yöntemin onun konuşmalarını detaylı bir şekilde okumak/incelemek olduğunu kaydetmektedir. Şi Cinping’i olumlu veya olumsuz yönde etkileyen figürlerin/olayların sorulması üzerine sözü Sovyetler Birliği'nin son lideri Mihail Gorbaçov’a getiren Economy, Şi Cinping’in Gorbaçov deneyiminden önemli dersler çıkardığını ve bu nedenle siyasi açıklık yerine daha devletçi/baskıcı bir sisteme yöneldiğini söylemektedir.

Şi Cinping

Konuşmanın sonraki bölümünde Çin dış politikasına odaklanan Economy, Tayvan konusunda Şi Cinping’in herhangi bir kuşkuya mahal vermeyecek şekilde Çin bütünleşmesini (Çin ile Tayvan’ın birleşmesi) savunduğunu, ancak bunun için uygun koşulların oluşmasını beklediğini ve bu konuda 2049 yılını işaret ettiğini söylemektedir. Şi’nin “Çin Rüyası” (Chinese Dream) olarak da bilinen “Çin ulusunun yeniden canlandırılması” (Rejuvenation of China) vizyonunda yalnızca Tayvan değil, Hong Kong ve Makao’nun (Macau) da önemli bir yer teşkil ettiğine işaret eden Amerikalı uzman, Şi Cinping’in kendisinin değilse bile sonraki Başkanların bunu başarabilmesi için ortaya bir hedef koyduğunu ve Cinping döneminde Pekin’in daha şimdiden Tayvan’ı sıkıştırmak için bazı hamleler yaptığını anlatmaktadır. Güney Çin Denizi konusunda Şi Cinping’in Çin Halk Kurtuluş Ordusu (PLA) ile uyumlu bir şekilde hareket ettiğini de söyleyen Economy, Şi’nin bu konuda sorumluluk aldığı 2010 yılından beri Çin’in Güney Çin Denizi’nde daha iddialı bir politika izlemeye başladığını ve bu durumun Şi’nin 2012 yılında Komünist Parti Genel Sekreteri ve Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı olmasıyla birlikte daha da belirgin hale geldiğini savunmaktadır. Şi Cinping’in Başkanlığı döneminde orduda reform yaparak Amerikan Ordusu’na benzer bir yapı kurmayı amaçladığını ve ordu komutanlarını sık sık ziyaret ettiğini de hatırlatan Economy, bu anlamda Çin’in Güney Çin Denizi politikasının Şi Cinping-Çin Halk Kurtuluş Ordusu ortaklığında şekillendiğini düşünmektedir. Bu bölümde Çin’in en iddialı uluslararası projesi olan ve daha çok “Tek Kemer Tek Yol” sloganıyla bilinen Yeni İpek Yolu projesini de yorumlayan Elizabeth Economy, Pekin’in bu proje ile başlangıçta sadece bir altyapı dönüşümü ve atılımı gerçekleştirmek için yola çıktığını, ancak zamanla bu projenin Çin’in 68 ülke ile ticaret bağlantısı ve ulaşımını sağlayacak çok iddialı bir jeopolitik hamle haline geldiğini söylemektedir. Kara, deniz ve dijital ayakları olan bu projenin zamanla siyasal amaçlarının ortaya çıkmaya başladığını kaydeden Economy, örneğin Çinli yetkililerin son dönemde Afrikalı yöneticilere ülkelerinde siyasal istikrar sağlamak ve propaganda yapmak konusunda tavsiyeler vererek bir tür “Çin Modeli” yaratmaya çalıştıklarını da iddia etmektedir. Bu projenin başarılı olabilmesi için proje ülkelerinde Çin’e yönelik tepkilerin azaltılması gerektiğini düşünen konuşmacı, buna karşın bu proje sayesinde Afrika başta olmak üzere birçok kıta/bölgede teknik ve teknolojik ilerlemeler sağlanabileceğini iddia etmekte ve Çin’e yönelik düşmanca bir üslup benimsememektedir. Kuzey Kore nükleer programı ve Kuzey Kore-Güney Kore/ABD yakınlaşmasına da bu bölümde değinen Economy, Pekin’in Güney Kore-Kuzey Kore (Moon Jae-in-Kim Jong-un) yakınlaşmasından rahatsız olduğunu ve bu durumu kendilerinin marjinalize edilmesi olarak yorumladığını iddia etmektedir. Buna karşın, Çin’in bu beklenmedik gelişme karşısında çok kısa sürede durumu toparladığını ve Donald Trump-Kim Jong-un görüşmesi ilan edildikten hemen sonra Kim Jong-un’un Çin’e bir ziyaret yaparak Şi Cinping’le görüştüğünü hatırlatan Economy, Kuzey Kore lideri Kim’in başta ABD-Güney Kore askeri işbirliğinin durdurulmasına yönelik herhangi bir ön koşulu olmadan nükleer programını durdurabileceğini açıklamasına karşın, sonradan bu görüşmeyi ve genel olarak Kuzey Kore-Güney Kore yakınlaşmasını bu iki ülke arasındaki askeri tatbikatları gerekçe göstererek iptal edebileceğini açıklamasını Pekin etkisi olarak yorumlamaktadır. Pekin’in ABD’nin Güney Kore’deki etkisinden rahatsız olduğunu düşünen Economy, bu bölümde son olarak ABD-Çin ilişkileri konusundaki görüşlerini açıklamaktadır. Şi Cinping döneminde ABD-Çin ilişkilerine dair iş çevrelerinin beklentilerinin gerçekleşmediğini düşünen Economy, buna karşın ABD-Çin ekonomik ilişkilerinin yakın geçmişte Çin’i olumlu yönde dönüştürmeyi başardığını ve çevre kirliliği ile mücadele ve sivil toplum faaliyetlerinin geliştirilmesi gibi konularda somut başarılar kazanıldığını söylemektedir. Bu bağlamda, Şi Cinping’in son dönemde otoriter bir yönetim modeli kurmasının gelecekte Çin’in daha fazla siyasi reform yapamayacağı anlamına gelmediğini söyleyen Amerikalı uzman, gelecekte bu ülkede pekâlâ siyasi içerikli bir “Dördüncü Devrim”in gerçekleşebileceği vurgusunu yapmaktadır.

Son olarak, Elizabeth Economy’nin konuşmasının The Third Revolution: Xi Jinping and the New Chinese State kitabı ve Çin’le ilgili düşünceleri konusunda önemli bilgiler içeren faydalı bir oturum olduğu, ancak bazı görüşlerinin daha çok Amerikan perspektifinde şekillendiği iddia edilebilir. Zira askeri açıdan dünyanın en güçlü ülkesi olan ve silah satışları/savunma sanayii konusunda da dünya lideri olan ABD’nin aksine, Çin, askeri açıdan bu ülke ile rekabet edemeyeceğini gayet iyi bilen, bu nedenle daima barışı ve diplomasiyi tercih eden bir ülke olarak dünyada bilinmekte ve tam da bu sebeple diğer ülkelerden destek almaktadır. Bu nedenle, Güney Kore-Kuzey Kore yakınlaşması ve diğer konularda Çin’in sorun çıkaran bir aktör gibi sunulması kanımca hatalı/taraflıdır. Zira Pekin, Pyongyang rejimi üzerinde uyguladığı ekonomik yaptırımlar sayesinde Kim Jong-un’u müzakere masasına oturtabilmiştir. Elbette bu noktada ABD Başkanı Donald Trump’ın sert politikasının da olumlu katkılarından söz edilebilir. Ayrıca elbette, ABD, Çin’e kıyasla çok daha özgür ve demokratik ülkedir ve Çin Rüyası’nın henüz Amerikan Rüyası ile rekabet etmesi imkânsızdır. Ancak ABD’nin, son Kudüs olayında da görüldüğü üzere, zaman zaman uluslararası hukuku hiçe sayan tek taraflı adımlar atması, bu gidişle Çin’i dünya siyasetinde daha da güçlü bir aktör haline getirecektir. Zira Pekin, siyasi sorunlarda daima uluslararası hukuk ve normları savunan yasalcı (legalist) bir devlettir. Buna ek olarak, ilerleyen yıllarda Çin'in Orta Doğu coğrafyasındaki ülkelerden daha yoğun şekilde petrol alacağı ve ABD'nin artık kendi petrol rezervlerini kullanacağı da düşünülürse, Pekin'in etkisi yakın gelecekte Orta Doğu'da ve Müslüman coğrafyasında da kaçınılmaz bir şekilde artacaktır. 


Dr. Ozan ÖRMECİ



[1] https://www.cfr.org/experts/elizabeth-c-economy.
[2] Hakkında bilgiler için bakınız; https://en.wikipedia.org/wiki/Elizabeth_Economy.
[3] Amazon.com - https://www.amazon.com/Third-Revolution-Jinping-Chinese-State/dp/0190866071.

Hiç yorum yok: